KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, hiçbir iktidar döneminin yaptığı bütün işler bütünüyle yanlış değildir, yaptığı her iş de doğru değildir. Ben, 2002 ile 2010 arasındaki AK PARTİ iktidarlarının performansı ile 2010-2018, bugüne kadarki aralığa baktığımda çok ciddi farklar görüyorum açıkçası. Yani ilk bahsettiğim dönemle ilgili de çok ciddi eleştireceğim, ülkeye çok ciddi zararlar verdiğini düşündüğüm gelişmeler oldu mu? Oldu. Ama öte yandan, özellikle Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Türkiye'de çıkan bazı yasalar, Türkiye'de işte kötü muamelenin, işkencenin önüne geçmeye yönelik çıkartılan düzenlemeler, işte sivilleşmeye yönelik çeşitli düzenlemeler, bunlar önemli artılar olarak da görülebilir. Şimdi bizim şu anki yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'muz, Ceza, Güvenlik ve İnfaz Kanunu'muz, yine Ceza Muhakemesi Kanunu'muz, sizin iktidara geldiğiniz dönem içinde, 2005, 2004, 2006 o aralık içerisinde bu yasalar çıkartıldı ve oradaki gaye Avrupa Birliği görüşmelerine, müzakerelerine başlanacak, o sürece gelinecek, onunla birlikte uyum yasaları çıkarılacak. Yani demokratik hamleler olarak orada ne gelmişti? Düzenlemelerden en çarpıcısı... Aslında şu söylenebilir: Ceza hukukuyla ilgilenenler bilir ki gözaltına alındığı zaman çok uzun süreli gözaltında keyfî tutuluyordu, ondan sonra avukatla görüştürülemiyordu, yakınları haber alamıyordu. Bunların sağlanması bile çok ciddi problemler oluşturabiliyordu. Şimdi demokrasi sürekli değişken bir kavram yani bir yirmi yıl öncenin, otuz yıl öncenin demokrasi anlayışıyla bugünün demokrasi anlayışı elbette ki aynı değil. Yani nasıl ki bir elli yıl, yüz yıl önceyle, iki yüz yıl önceyle bugünün gerçeklerini kıyaslamamız doğru olmazsa bu da böyle. Dolayısıyla sürekli iyiye giden bir anlayışı görmek lazım. Şimdi müdafiyle görüşme, işte tutuk incelemesinin yapılması, tutuklulukta gözaltındaki süre bakımından getirilen düzenlemelere baktığımızda, peyderpey, bir yerde 2010-2018 dönemi, özellikle bu son iki yıllık süreç daha önce yapılan işlerin yanlışlığını ifade ediyor ve farklı bir anlayışta yönetim şekli olduğunu görüyoruz. Yani demek ki şu andaki sizlerin ya da işte AK PARTİ ya da şu anki işte hükûmetin, Cumhurbaşkanının yönetim şekline göre ilk başta ve yapılan hamleler yanlıştı, ikisi bir arada doğru olamayacağına göre. Ortada böyle bir gerçek var. Bizim darbenin hemen sonrasında gelişen o sıcak atmosfer içinde ve binlerce hâkimin, savcının, emniyet personelinin gözaltına alındığı bir durumda tabii ki yine bununla birlikte çok sayıda gözaltıda, ona bakacak hâkim, savcı, personel, gerekli kolluk kuvveti bulmakta güçlük çekilebilir. Bununla birlikte bir miktar gözaltı süresinin uzatılması da anlaşılabilir. Orada birdenbire otuz günlük bir süre öngörüldü ilk başta, sonra o düşürüldü, şimdi bugün böyle bir noktaya gelindi. Açıkçası bu tasarıdaki en çarpıcı, en çok dikkat edilmesi gereken ve uzun vadede bize en çok zarar verecek maddelerden biri bu madde çünkü biz hâlihazırda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde en çok mahkûm olan ülkelerin başında geliyoruz. Bizim şunu deme şansımız da yok: "Bana ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden!" Biz kendi yasalarımız olarak kabul etmişiz, Meclisten geçirmişiz, aynı yasa hükmü gibi oradan alınan kararlar bir şekilde sonuç doğuruyor, yükümlülüğümüz var, tazminat kararları oluyor, ödüyoruz. Kim ödüyor? Vatandaş ödüyor. Yani "Bana ne Avrupa'dan!" diyemiyorsunuz şayet o mahkemeyi tanıyorsanız. Dolayısıyla şimdi buraya baktığımızda 11'inci maddeyle -değişti, şimdi 12'nci madde oldu- Terörle Mücadele Kanunu'na geçici madde ekleniyor. Türk Ceza Kanunu'nda devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk başlıkları altında düzenlenen bütün bu suçlar, bir de bunlara ilave terör suçları; buralarda gözaltı süreleri uzatılmış. Hani başlık başlık belirtiliyordu tasarıda, anlaşılsın diye söylüyorum. Şimdi, bu bahsettiğimiz başlıklar hem çok önemli hem de çok rahatlıkla son dönemde herkesin içine girebileceği geniş de bir havuz oluşturuyor aynı zamanda. Yani birini zaten gözaltına alıyorsanız, bir ceza hukuku söz konusu ise bunun dışında, işte vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçlar vesaire gibi suçlar kalıyor. Önemli maddelerin hepsi burada. Şu an yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 91'inci maddesine göre gözaltı süresi yirmi dört saati geçemez değil mi? Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre toplu işlenen suçlarda bu süre üç gün daha uzatılabiliyor. Onu da bir, bir diye uzatıyorlardı. Şimdi daha önce örgütlü ve Terörle Mücadele kapsamındaki suçlarda uygulanan dört günlük gözaltı süresi işte buradaki bu fıkraya dayanıyordu. O hâlde, demin söyledim, en sert, en hızını alamadan birden otuz güne çıkardığı bir düzenleme vardı, orada 666 sayılı KHK'nın 6/(a) bendiyle çıkartılmıştı. Şimdi o KHK Mecliste onaylandı ve akabinde çıkarılan 684 sayılı bir KHK'yla otuz günlük süre yedi güne düşürüldü, gerek görülmesi hâlinde yedi gün daha uzatılabileceği düzenlenmişti. Bir hukuk sisteminde bu denli hızlı oynamaların da sakıncaları tabii tartışılabilir. Türk Ceza Kanunu'ndaki belli suçlar ve Terörle Mücadele kapsamındaki suçlar için uygulanmak üzere düşünülen düzenlemeler. Şimdi şu anda hâlâ bu KHK hükmü uygulanıyor. Tüm bu KHK değişiklikleri uyarınca da 91'inci madde de hâlen yürürlükte. Bir de üç yıl süreyle -değil mi bu süreli- getirilen böyle bir düzenleme var. Yirmi dört saat olan gözaltı süresi: Bizim hukuk mantığımızla -hep savunma yaparken mahkemelerde de bunları söyledik- önce şüphe, sonra delile ulaşma gibi bir mantık gütmemek lazım. Yani, soruşturma yürür, deliller toplanır, delillerin toplanması sonrasında, esas itibarıyla, gözaltına alınacak kadar ağır ceza gerektiren ve gözaltına alınması gerektiği kadar güçlü şüphelerin bulunduğu bir durum varsa zaten gözaltı kararı verirsin. Bu durumda da zaten delilleri toplamış olursunuz çoğunlukla. Hele hele şu günkü teknoloji çağında yirmi dört saat gerçekten gözaltında uzun bir süre. Yirmi dört saat içerisinde gözaltında bir şüpheliyle ilgili her türlü iş ve işlem yapılabilir. Hadi bilemediniz kırk sekiz saat, kesinlikle yapılır. Buna hiçbir engel yok. Hadi toplu suç işledik, bunu bir bir uzattık. Ama şimdi burada ilginç bir durum var. Kırk sekiz saatlik gözaltı süresine tabi dosyalarda, tekil suçlarda, yani toplamda altı güne kadar uzatılabiliyor ve öyle tek tek değil, iki defa iki defa uzatılma gibi bir şey var, toplu suçlarda on iki gün gibi bir süre öngörülüyor. Şimdi biz bunun uygulamasını hep şöyle gördük, gerçekten de uygulaması böyle oluyor: Kolluk kuvvetleri bunu âdeta bir hak gibi de kullanıyorlar. Yani, "Benim geniş zamanım var, bir alayım, toplu suç, on iki gün var, on iki gün orada su veririm, ekmek veririm, zor şeylerde kalır, ilacını belki verirsem veririm." Tamam, ama sonrasında serbest kalsa da zaten içeride geçireceği süreyle kıyas kabul edilmeyecek şekilde kötü bir şekilde geçiriyor o alanı. Yani kötü muamele yapılması şart değil. Zaten o gözaltına alınan alan ve oradaki o süreç gerçekten eziyet verici de. Yani oraları gezip görenler de bilir. Şimdi böyle baktığımız zaman, bunun bu kadar uzatılabilmesi hem bizim kanun yapma tekniğimize hem keyfî gözaltının uzayacağına hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve AYM kararlarına ve evrensel hukuk ilkeleri kapsamındaki bütün değerlere aykırı. Göz göre göre bu değişiklik söz konusu.

Yine bir temel dayanak vardı. Neydi o? Ceza Muhakemesinin 148'inci maddesi, beşinci fıkra. Yani yürütülen bir soruşturma nedeniyle ifadesi alınan şüphelinin tekrar ifadesi alınmak istendiğinde bunu ancak cumhuriyet savcısı yapabiliyordu. Bu şöyle bir şey getiriyordu: Bir defa gözaltına alındın, emniyet ifadeni aldı, ondan sonra savcı ifadeni aldı veya almadı. Aldı, ondan sonra senin bir daha emniyete teslimin gibi bir şey söz konusu olmuyordu. Yani, hatta aranan bazı dosyalar, suçlarla ilgili ya da işte, daha eski tarihli, diyelim ki birinin gözaltına alınma ihtimali çok yüksek ya da hakkında yakalama kararı var, emniyetten önce aranan kişilerin avukatıyla birlikte direkt savcının huzuruna gitmesi bile bir konfordu. Niye? Savcı ifadeyi alır, en azından geri beni emniyete ifade için göndermez, en azından zorla bana bir şey yaptıramazlar. Yani insanlar isterdi ki, orada devletin savcısına gitsin, kendi ifadesini versin. Burada getirilen düzenleme, gerçekten hiçbir anlamı yok, hukukun hiçbir ilkesine uygun değil, adam ifadesini vermiş emniyette, savcıda vermiş, dönecek, dolaşacaksınız, ona "Bir daha emniyete git sen, ifadeni orada ver." diyeceksiniz. Yani "Ben seni alırım, istediğim gibi ifade aldırırım." gibi bir anlam da çıkabilir. Bunun, biz burada konuşurken, söylerken hem uygulamada hem de uygulamada olmasa bile olabilecek ihtimalleri konuşurken bunlar ne bizim sürekli karamsar yapımızdan ötürü geliyor ne her şeyi kötüye yormamızdan ötürü geliyor ne de... Aslında her şey sizin iyiye yormanızdan ileri gelmemeli. Yani ortada yasalar, kanunlar insanların, uygulayıcı olanların insafına bırakılmadan evrensel değerlere uygun bir şekilde düzenlenmelidir. Dolayısıyla, bu yasa yine hukuk güvenliğine ciddi şekilde zarar veren bir düzenleme.

Artı, Türkiye'nin en büyük problemlerinden biri de uzun yargılamalardı. Yani bazen bir duruşmaya giderdik, sekiz ay, on ay sonraya duruşma günü verilirdi, on ayda insan o dosyayı unuturdu, bir daha okurdu. O kadar uzun bir süre. Bu o kadar uzun süre ki, bunlar hep mağduriyetler yarattı ve döndü dolaştı tazminat davalarına sebebiyet verdi, insanların yargıya bakışını değiştirdi. Hep bir geriye gidiş oluyor. Yani, şu anda bakıyoruz, buralarda, efendim, o sürelerin biraz yaklaşması, dosya üzerinden yapılan tutuk incelemesinden, müdafinin bulunduğu ve çeşitli yöntemlerle de olsa cezaevinde şüphelinin ifadesinin alınarak, yani beyanının alınarak tutuk incelemesi yapılması önemli artılardı. Burada tutuk incelemesinin otuzar günlük süreyle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafiyi dinlemek suretiyle resen yapılması düzenleniyor. Bu tamamen bir geriye gidiş. Yani Türkiye artık özellikle ceza hukuku alanında, ceza muhakemesi alanında tek bir adım dahi geriye gitmemelidir. Hele hele toplumda insanların yargıya güveninin bu kadar azaldığı, bu kadar toplu gözaltıların, yaygın tutuklamaların yaşandığı bir dönem içerisinde bunların tam aksine artırılmasına, daha çok titizlikle bakılmasına yönelik düzenlemeler olmalı. Zaten soruşturmalarda dosyalar ağırlıkla gizlilikle yürütülüyor: Yani mesela bu gizlilik meselesi de, biliyorsunuz, bir keyfiyete döndü. Ne olursa olsun paldır küldür bir gizlilik kararı alınıyor. Ama gizlilikle yürüyen bir şeyde, işte, dosya tutuklu müdafiye gösterilmiyor. Buna karşın, otuz günlük sürelerde de olsa insanların kendisinin meramını anlatması ayrı bir önemde. Emin olun, emin olun, cezaevlerinden o süreler içerisinde mektup yazıp da hâkimlere gönderen o içerideki tutuklular... Hepimiz biliyoruz ki yüzde 90'ın daha üzerinde bir oranla onları okuyan hâkim, savcı da yok. Yani, Sayın Başkanım, uygulamada maalesef böyle oluyor. Yani, "Hele bir davası açılsın, hele bir bakalım." şeklinde bir yaklaşım sergileniyor. Dolayısıyla bu ne bir partiyi direkt, kişisel olarak ilgilendiren bir düzenleme... Yani bunun böyle çıkması ne bizim eksimiz olur ne sizin artınız olur ne de değiştirilerek, bundan vazgeçilerek ya da düzenleyerek çıkması... Burada toplam fayda söz konusu. Burada çıkarılacak düzenleme şayet bu hâliyle çıkarsa, Adalet Komisyonu olarak Türkiye'deki ceza yargısına bir darbe daha vurmuş olacağız.

Benim söyleyeceklerim bunlardan ibaret.