KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, biraz evvel yapılan tartışmalardan çok anlaşılıyor ki bu tartışmaları birbirimizi kırmak amaçlı değerlendirmeyelim, bunlardan ders alabiliriz. Yani benim anladığım, gerçekten bu yeni sistemle ilgili bir hazırlık yok, buna zaman da yoktu. Kimden ne kadar bilgi geldi, gelmedi, bunları bir tarafa bırakalım ama bu şekilde devam edeceksek gerçekten kaliteli yasa yapamayacağız burada, milletin istediği yasaları yapamayacağız burada. Yani milletvekillerinin yeterlilik ve yetersizlikle ilgili değil, teknik olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugüne kadarki çalışma şekli, yasaların büyük çoğunluğu Hükûmet tarafından tasarı şeklinde gelirdi, bürokrasi bunları hazırlar, çalışır, etki analizlerini yapardı, burada herhangi bir konuda bilgi ihtiyacımız olduğu zaman bakana sorardık, bakanın arkasında bürokrasi bakanın çalışanlarıdır, ona bilgi verirlerdi dolayısıyla bir yanlışlık varsa hep birlikte burada düzeltme imkânımız vardı. Şimdi öyle anlaşılıyor ki bu konuyla ilgili, yasa yapmayla ilgili bu yeni dönemde büyük eksiklikler var, boşluklar var. Biz İç Tüzük yaparak, gelenekler oluşturarak bu boşlukları giderebiliriz. Ayrıca, bizim bu sisteme yani sizin bu "Cumhurbaşkanı hükûmet sistemi" dediğiniz sisteme dair yapılan Anayasa değişikliğinin yanlış olduğunu düşünüyoruz. Millet böyle şey yaptı ama biz yeni Anayasa değişikliği yapılarak biz kendimize göre bunun değiştirilmesinden yanayız, o ayrı bir şey. Ama mevcut Anayasa çerçevesinde daha kaliteli ve milletin istediği yasaları yapmak için gerçekten çok ihtiyaçlarımız var. Bu ihtiyaçları hep birlikte gidermemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi görüşmekte olduğumuz torba, iki teklif bir araya gelerek oluşuyor. 12, 13 tane yasada, 1111 sayılı Askerlik Yasası'ndan 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'na, Sosyal Sigortalar Yasası, değişik kanun hükmünde kararnameler olmak üzere 12, 13 tane alanda değişiklik öneriyor ve torba yasayı tekrar tekrar tartışmamızın anlamı yok. Biraz evvelki tartışmadan da çok açık ortaya çıktı ki ilgili ihtisas komisyonlarının bilgisi olmadan, katkısı olmadan biz bu yasaları çıkarıyoruz. Herkes kabul ediyor, hepimiz kabul ediyoruz. Bu, doğru değil. Meclisin ilgili ihtisas komisyonlarının birikimlerinden, bilgisinden istifade etmemiz gerekiyor. Bu, yanlıştır diyoruz.

Şimdi, maddeler gelince elbette konuşacağız ama birinci konu, bedelli askerlikle ilgili.

Değerli arkadaşlarım, bir yasa yaparken işte, milletin talebi vardır; siyasi bir parti, hükûmet seçmenine söz vermiştir, bir şekilde olgunlaşır, gelir. Geldikten sonra bakılır yani bu yasayı yaparken "Biz böyle istedik..." Tamam, biz bir şey istiyoruz, siyasal bir kararımız var ama ondan sonra bakarız, bu karar hukuka uygun mu, değil mi? Yani Anayasa'yla ilgili... Evrensel mi, insanlığın birikimleri mi? Bunlara ne kadar uygun, değil, bunlara bakarız.

İki: Adalet duygusuyla ne kadar ilgili?

"Efendim, biz bir karar veririz, bedelini de siyaseten öderiz." Tabii, böyle bir şey diyebilirsiniz ama şimdi askerlikle ilgili konuşuyoruz. Türkiye işte terörle mücadele ediyor, dışarıda askerî operasyonlar yapıyor, şehitler geliyor. Şu anda çocuklarımızın bir kısmı yurt dışında, bir kısmı işte Anadolu'nun değişik yerlerinde, kışın eksi 30'larda, 40'larda el tetikte askerlik yapıyor, ölüyor, şehit cenazeleri geliyor. Çok hassas bir konuyla ilgili bir çalışma yapıyoruz. Öbür taraftan da deniliyor ki: 5 milyonun üzerinde bir birikme var. Hakikaten Türkiye... Ben bilmiyorum, şimdi soru sorsam, bilmiyorum Muş sordu mu, öğrendi mi? Türk Silahlı Kuvvetleri senede kaç kişiye askerlik yaptırabiliyor? Yani er, erbaş ve işte yedek subay olarak kaç tanesine yaptırabilir? 5,5-6 milyon 20 yaşından sonra hani birikim var. Bunları askere almaya kalksak kaç senede bunları eritebilir? 300 bine mi yaptırabilir, 500 bine mi yaptırabilir, bilmiyorum yani bunları. Vardır, arkada teknik bürokrat arkadaşlarımız vardır, belki biraz sonra onlara da söz verecektir Sayın Başkanımız, söyleyecektir.

Şimdi bu, bir defa temelde askerlik... "Bakın, işte fakir fukara edebiyatı yapmayın, bu konuyu sömürmeyin." Olay bu arkadaşlar yani. Şimdi gelen şehitlere falan bakıyorum yani, gariban Anadolu çocukları. "Ya, onlar öyle işte, istekleriyle gidiyor." Ama toplum, sosyoloji, ekonomi neyse, bunları sevk ediyor, onlar gidiyorlar oraya. Profesyonel ya da değil, gidiyor, ölüyor, geliyor. Diğerleri? Şimdi diğerleriyle ilgili bir düzenleme yapacağız yani. Onun kabahati ne? Yani filan yerde okuyamadı, edemedi, gidemedi ve güzel bir bankanın üst düzeyinde bir memur falan olamadı; öbürü de oldu. Şimdi o diyor ki: Yirmi sekiz günde... Tamam, yirmi sekiz günde vermeyelim ama yani burada adalet duygusunu ciddi bir şekilde zedeleyen bir şeyle karşı karşıyayız; bunu telafi edecek cümleler etmemiz, bir şeyler söylememiz gerekiyor. Mesela, buradan alacağımız payı savunma sanayiinden filan, işte Cumhurbaşkanı yetkisi... Sadece bu kadar mı? Yoksa, bundan alacağımız paranın- önerge veriyoruz, destek de bekliyorum sizden- toplanacak paraların yüzde 5'i, 10'u işte şehitlerin aileleri için mi kullanılsın? Yani bu adalet duygusunu sarsan, toplum olarak millet olma; tasada, kıvançta bir olma, aynı şeylere üzülme, aynı şeylere sevinme, birlik olma, bunları zedeleyen bir şey olmaması lazım çıkardığımız yasanın. Varsa, bunları telafi edecek, asgariye indirecek bir şeyler yapmamız gerekiyor. Yani o kadar da yaptığımız iş yani duygudan, vicdandan, adaletten uzak bir iş değil yani. Şurada yasa çıkarıyoruz, elimizi kaldırdık, evet, hayır, filan. Evet, elimizi kaldırdık, evet, hayır diye, birisinin çocuğu asker oluyor, ölüyor; bak ölüm var ölüm sonunda. Dolayısıyla, yapacağımızı şeylerde çok dikkatli olmamız gerekiyor.

Ben eleştiri... Eleştiri getiriyorum şimdi, kimseye hakaret etmiyorum. Bu Hükûmetin yasayı çıkarırken siyasi baskı filan hepsi vardı ama daha çok gelir getirici bir şey olmasından ivedi, acele etti diye düşünüyorum, ekim ayını beklemedi diye. Benim kanaatim bu, belki de böyle değildir. Çünkü, yani ben bu 5-6 milyonu on senede, on beş senede eritebileceğimiz kanaatinde değilim. Giderek de artıyor, öyle bir noktaya geliyor ki neredeyse böyle düşündüğünüz zaman, ya askere gelmemesi için neredeyse para vereceğiz, şimdi askere seni almıyoruz diye ondan para alacağız, bu noktaya geldik. Hani gelir getirdiğinden dolayı bunu yapıyor. Peki, "Hayır, öyle değil." diyorsanız, o zaman, hani katsayı filan, öğretmenlere, eğitim şeylerine, polise, işte din görevlilerine 3600 filan, niye onu ivedilikle getirmediniz? Çünkü o gider artırıcı bir çalışmaydı, onu yapmadınız. Buna daha ivedi diyorsunuz, bunu getirdiniz. Siyasi bir tercihtir filan, "Ben getirdim." filan. Sayın Muş öyle değil, siz getirmediniz, Hükûmet getirdi, Sayın Cumhurbaşkanı getirdi. Siz de onun partisinin grup başkan vekilisiniz, bunda bir anormallik de yok, böyle olacak, başka türlü de mümkün değil; yoksa benim kanunumun görüşülmesi lazım, çünkü senden önce verdim yani. Bana göre benim verdiğim teklif çok daha önemliydi. Böyle olacak yani, bu şaşılacak bir şey değil. O nedenle, 15 bin lira. Niye 15 bin lira? 10 bin lira olsun, 20 bin lira olsun. Yani bunların bir şeyi yok. Bu ne demek? Bunu bir kurala bağlamıyoruz yani biz bunları bir ölçüye, objektif bir şeye bağlamamışız. Daha evvel 30 binmiş, 25 binmiş, 20; bin şimdi 15 bin yapıyoruz. Niye? Hiç belli değil. Birisi "Fazla geldi." diyecek, azaltacak; birisi "Eksik." diyecek, artıracağız.

Şimdi, peki, buraya gelen insanlar askere gittikten sonra işine dönebilecek mi, dönemeyecek mi? Bununla ilgili madde gelince yine söyleyeceğiz, önerge de vereceğiz. Dönmesini sağlayacak daha kesin bir cümle koymamız gerekiyor, burada eğer yirmi sekiz günden vazgeçmeyeceksek, yirmi bir günden vazgeçmeyeceksek bu şekilde yapmamız lazım. Eğer bu, işverenlere filan bir yük getiriyorsa, belki biraz daha işverenlerin SGK ve vergi yükünü azaltacak, devletin ortak olacağı, yani toplayacağımız paralardan belki bir miktar -hani işsizlik filan diye problem var- buna ayırmamız gerekiyor. Ama şehit aileleriyle ilgili mutlaka toplayacağımız paranın bir kısmını onlara aktarmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bu 3'üncü maddede enteresan bir şey var, "istihdam planlaması" diye bir şey geçiyor. Bunlar ne anlama geliyor? Yani bunları başka bir... Sağlık personeliyle ilgili -ikinci bölüme geliyorum- bunlar ne anlama geliyor, bunların bir açıklanması gerekiyor. Bir de yapılan değişiklikler, yine adalet gereği, sağlık personelinin tamamı yani eğer burada bir problem düşünülüyorsa... Yani şöyle: "Doktor, diş hekimi daha az bulunabiliyor, dolayısıyla teşvik etmek için onlara birtakım ekonomik imkânlar fazladan getirelim." diye düşünülmesi de çok anormal bir şey değil ama bunu düşünürken bile o doktorun işte...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen Sayın Bekaroğlu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Doktor birlikte çalışıyor, aynı işte şua, ışını alıyor, aynı zararı görüyor, aynı tehlikeyle karşı karşıya, aynı şekilde yıpranıyor. Dolayısıyla, diğer personeli de dikkate almamız, adalet şeyi bunu gerektiriyor, onları da dikkate almamız gerekiyor. Bir şey yaptığımız zaman "Böyle geldi." filan değil, üzerinde ayrıntılı bir şekilde düşünmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi, işte Sayın Cumhurbaşkanı ilk iktidara geldiği yıllarda "tüccar siyaset" diye bir laf etmişti, "tüccar siyaset" filan. Şimdi o tüccar siyaset, tabii biraz işler değişti, o zamana kadar işte bu yeni düzen, neoliberalizm filan Türkiye'de o kadar tartışılmıyordu, rant paylaşımı filan da bu kadar da bilinmiyordu, bu kadar çok dışarıdan borç para filan da gelmemişti, bu kadar da paylaşım yapılmamıştı; şimdi bütün bunlar tamamlanınca tüccar siyaset nedir, daha iyi anlıyoruz. Yani tüccar siyaset dediğimiz şey, bu neoliberal uygulamalar. Neoliberal uygulamalar nedir? İşte nerede kâr var, nerede para var, bunların tamamını bir şekilde sermaye sahipleri, para sahiplerine aktarmanın bir yolunu bulmak. Yani burada bir sağlık hizmeti var, sağlık hizmetinin temel amacı işte insanların, yurttaşların eşit bir şekilde işte öncelikli hastalıktan korunması, hasta olanların da tedavi edilmesi; bunun en kaliteli bir şekilde, en kısa sürede, en iyi olarak, en hızlı olarak yapılması yani temel şey bu. Hayır, öyle bakmıyorsunuz siz bana göre, bana göre tabii, kimseyi suçlamam, öyle bakmıyorsunuz. Nerede ne kadar buradan kâr ediliyor, kime ne kadar para aktarılabiliyor? Burada yapılan düzenlemelerin tamamı görünürde -maddeleri gelince onları size tek tek anlatma fırsatı bulacağım inşallah- sanki işte doktora bir para aktarılıyor, işte mesai saatlerinin dışında özel hastanede de ya da şehir hastanesinde de üniversite içindeki doktor, hoca, çalışabilecek ve ek bir para alacak, ne güzel falan gibi görülüyor; aslında öyle değil yani, aslında iş, işte yap-işlet-devret. Kanal İstanbul'la ilgili de bir düzenleme yapıyoruz burada, şehir hastaneleri filan da yap-işlet-devret. Bu yap-işlet-devretin alt yapısı yapılıyor. Yani devlet hastanesinin, üniversite hastanelerinin hem fiilen hem yapılan düzenlemelerle ihtiyaçları giderilmeyerek onlar bir şekilde geriletiliyor, bunun yerine şehir hastaneleri öne çıkıyor, böyle bir... Ve burada devletin memurlarının da burada çalıştırılmasının bir şekilde yolu açılıyor.

Tabii, süre çok dar biliyorum ve bakıyor, halbuki bütün bunları konuşmamız gerekiyor.

(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili İsmail Faruk Aksu geçti)

BAŞKAN - Toparlar mısınız Sayın Bekaroğlu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Niye toparlayacağız, nasıl toparlayacağız? Biraz zaman vereceksiniz, birkaç tane maddeyle ilgili konuşacağım.

Bakın, devlet ilk defa "sağlık turizmi" filan diye AŞ kuruyor. 14'ncü madde, atlayarak gidiyorum. Anonim şirket kuruyor değerli arkadaşlar, tüccar siyaset. Niye anonim şirket kuruyor? Yani bana birisi gelsin, KİT kursun, eğer devlet ticari bir faaliyet yapacaksa. 233 öyle mi, yanlış mı söylüyorum? 233'e göre bir şey kursun. Niye? "KİT'ler kötü." falan. Peki, anonim şirket nasıl olacak, devletin anonim şirketi, neye göre? Bu nasıl personel çalıştıracak arkadaşlar? Aslında fiilen yapılan bir şey var, kimse kızmasın: Bir eski bakanın oğlunun da ortak olduğu bir şirket şu anda zaten bu işleri yapıyor değerli arkadaşlarım Türk dünyasında. Oralarının sağlık altyapısını organize ediyor, çalışıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığının çalışanları da geçici görevlerle o özel şirkette gidip zaman zaman çalışıyorlar. Suç duyurusunda bulunuyorum buradan. İsteyen araştırılabilir, bu eski bakanın kim olduğunu, oğlunun kim olduğunu, nasıl bir şirket olduğunu da araştırılabilir.

Şimdi, bunları meşrulaştıracak bir iş yapıyoruz değerli arkadaşım, anonim şirket kuruyoruz. Ne yapacak anonim şirket? Bu sağlık turizmi ve sağlık organizasyonu... Bakın arkadaşlar, maddelere bakalım, gelince de konuşacağız ama görevlerine bakın, neler yapıyor? "USHAŞ, faaliyet konuları: Uluslararası sağlık hizmetleri alanında aracılık faaliyeti gösteren kurumlara yetki belgesi vermek." Yetki belgesi verecek kurumlara. Türkiye Cumhuriyeti devleti adına anonim şirket kuruyoruz arkadaşlar. Şunu demeyin arkadaşlar: "Ya, bu CHP filan yani bunlar zaten işte devletçi mevletçi, bu işlerden hiç anlamazlar, özelleştirme..." Hayır arkadaş, anlıyoruz; ne yaptığınızı anlıyoruz. Nerede bir kuruş var, bu nasıl bir şeye aktarılır? Bütün gaye, amaç, temel yapılan şeyler bundan ibaret. Ne olduğunu biliyoruz. Verimli olsun, çabuk olsun, daha rantabl... Hayır, böyle değil yani daha çok nasıl bir yerden bir yere aktarılabilir. "Ülkemizin sağlık hizmetlerinin uluslararası tanıtımını yapacak, bu alandaki tanıtım ve bilgilerin faaliyetini koordine edecek." Peki, kurun, o zaman bu düzenleme kurulları gibi bir kurul kurun, o yapsın. Hayır, öyle değil, anonim şirket kuruluyor ve gerçekten yeni düzenin, yeni kurmuş olduğumuz sistemin, rejimin ne anlama geldiğini bir şekilde ortaya koyacak.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Başkanın baskı şeyi duruyor. Son cümlelerle bitireyim, maddeler gelince konuşayım. Bu ikinci torba, ikinci teklif; biliyorsunuz, birinci teklifle bir tek madde hariç, aynı. O bir madde ne? Kanal İstanbul'la ilgili. Ya, Kanal İstanbul tek başına büyük bir şey yani geleceği belirsiz bir şey. Biraz evvel cümleler kuruldu burada. Gerçekten söylediğiniz şeyleri bu kanal yapacak mı yapmayacak mı falan, bir tarafa bırakıyorum ama bu yapılan düzenlemeyle yine o neoliberal paylaşımı, dağıtımı, ben diyeyim yağma -hemen tepki gelebilir "yağma" kelimesini çıkarıyorum- bunun altyapısını oluşturmak için yani orada da yap-işlet-devret...

Değerli arkadaşlarım, son cümlelerim, bu yap-işlet-devret... Adalet ve Kalkınma Partisi 75 milyar dolarlık özelleştirme yaptı yani 75 milyar dolar "Hani hiçbir şey yoktu, her şeyi biz yaptık." filan dediniz ya. Ta Sümerbank... O günlerden beri gelen, 75 milyar dolar satıldı, kullanıldı. Nereye kullanıldı? Betona gömüldü, şuraya buraya, tartışılabilir ama şu anda bilmiyoruz, geleceğimizin ne kadarını satıyorsunuz, geleceğimizin ne kadarını bir yerlere aktarıyorsunuz bilmiyoruz. Bunun yolu da yap-işlet-devret. 250 milyar dolarlardan, 350 milyar dolarlardan söz ediliyor değerli arkadaşlar. Hiç kimse çıkıp bize burada, bütçe tartışmalarında, başka tartışmalarda Kanal İstanbul'un bu ülkeye... Biraz evvel Sayın Başkan Durmuş Bey'in söylediği "Buraya şu kadar, 5 milyar dolarlık yatırım yapacağız. Oraya yapmasak da şuraya yaptığımızda ne getirir, ne götürür, böyle bir etki analizi..." falan, böyle değil, bunu bıraktım. Bu kanal şehirleşmeye, geleceğe, eğitime, çevreye sağlığa, Türkiye'nin on sene sonrasına, yirmi sene sonrasına ne gibi etki getirecek, ne zararı olacak bunlarla ilgili hiçbir kelime söylenmedi bu ülkede değerli arkadaşlar.

Burada keseyim, daha sonra maddeler gelince konuşmaya devam ederiz.