KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Başkanı ve arkadaşları saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, gerçekten ilk başlangıcı yaptık. Bir vatandaş olarak, emekli öğretmen olarak önce üslup üzerinde birkaç şey söylemek istiyorum. Meclisteki ve komisyonlardaki tartışmaları vatandaş olarak izlediğimizde, "Eyvah, bizim başımızdaki insanlar tekme tokat birbirlerine giriyorlarsa vatandaşın hâli ne olacak?" diye hep kendi kendime soru sormuşumdur. İnanıyorum ki, vatandaşın yüzde 90'ı, 99'u da bu soruyu soruyordur. Hani, Türkçede "Balık baştan kokar." derler ya, eğer gerçek anlamda biz kendimizi düzeltemezsek arkadaşlar, Türkiye'nin hiçbir sorununu düzeltemeyiz, bir de bu topluma barış ve huzuru hiçbir zaman da getiremeyiz ve nitekim, Türkiye kurulduğundan bu yana darbeler, çatışmalar, sıkıyönetimler, OHAL'ler, ihbarcılık, bilmem ne, aklımıza ne geliyorsa hepsini yaşadık. Bu aslında bizlerin zihniyetiyle alakalı bir olgudur. Bu zihniyetten kurtulmadığımız müddetçe Anayasa'da yazılı olan özgürlükler, hukuk, sosyal adalet, eşitlik, hürriyetler vesaire neyse, hepsi kâğıt üzerinde kalır. O açıdan üslubu önemsiyoruz. Gerçekten "vekil" demek, toplumun en gözde insanı ve onun kaderini belirlemeye çalışan şahsiyetler ve ulvi bir görev de yapılıyor. Bu anlamda, kendi üslubumuzu en azından 27'nci Dönem itibarıyla düzeltebilirsek, çeşitli ringlere çıkmazsak son derece anlamlı olur.

Şimdi, AKP Hükûmetinin bu torba yasası usulüne de bir şeyler söylemek istiyorum. Bizde çobanlar vardı, akşamları gezerlerdi. Kimisi bulgur pilavını verirdi, kimisi mercimeği verirdi, kimisi fasulyeyi verirdi, hepsini aynı kaba koyardı ve ne tat verdiği, ne olduğu da âdeta belli olmazdı. Şimdi, kanunların kendi mecrasında özleri bellidir. Her kanun bir konuyu ilgilendirdiğine göre ve arkadaşların da ifade ettiği gibi, eğer milletvekillerinin, Meclisin görevi kanun yapmaksa, düzeltmekse sade ve anlaşılır bir tarzda getirilmesi ve halkın, vatandaşların anlayabileceği, kamuoyunun da yararlanabileceği bir içeriği ve bir düzeyi yansıtması gerekir. Şimdi, çoban çorbasına dönüştürülmüş... Biz sayıda bile anlaşamıyoruz; 17 kanun mudur, 21 midir yani biz bile sayıda anlaşamıyoruz. 21 ya da 17 konu üzerinden farklı farklı maddelerin getirilmesi aslında kafa karıştırmaya yarayan bir yöntemdir.

Şimdi, bunu geçtikten sonra geneli üzerinden bazı hususlara işaret etmek isterim. Mevcut maddelerin birçoğuna biz muhalif değiliz, düzeltilmesi gerekir ancak önemli bir kısmında da muhalif olarak eleştireceğimiz çok ciddi hususlar vardır. Şimdi, her şeyden önce madde 1'de koruculukla ilgili düzenleme var. İşte deniyor ki: "Yaş itibarıyla büyük olanlar, yaşlananlar görev yapamıyorlar. Dolayısıyla bunları emekliye ayırıp ikramiyelerini de vererek yerine gençleri alalım." Şimdi, koruculuk 1987'lerde aslında kendi köylerini çeşitli tehlikeler karşısında korumaya ilişkin bir olguydu ve adı üzerindeydi, geçiciydi ama 1987'den bugüne kadar bu koruculuk devam ediyor. Bir yanıyla onları gençleştirmeye çalışırken diğer yönüyle, CHP'li arkadaşların önerdikleri temelde, yaşa takılma olayında gençleştirmeyi hiç düşünmüyoruz. Peki, korucu silah kullanıyor... Koruculukta, işte teklifte de diyor, son zamanlarda alt yüz bilmem kaç kişi suça karıştıklarından dolayı görevlerine son verilmiş. Şimdi bu, 650 kişi değildir, bunu baştan aldığımızda, son yıllarda, binleri çok çok aşan hatta on binleri bulan bir suç oranından bahsedebiliriz. Çünkü bunlar eğitimsiz insanlar, bunlar herhangi bir ciddi denetime tabii de değiller. Bir yandan kendi işlerini yürütürken bir yandan yol kontrollerinden tutalım dağdaki çeşitli çatışmalara hatta sınır ötesi çatışmalara kadar götürülmektedirler. Kanunda bunlar olmamakla birlikte bunlar yapılmaktadır.

Şimdi, biz sık sık Anayasa'dan, kanunlardan bahsediyoruz. Yani gelinen aşama itibarıyla değerli arkadaşlar, Türkiye'de ne Anayasa işlemektedir ne kanunlar, kesinlikle bir keyfiyet söz konusudur. Hesaba geldiğinde "Hele şu kitabı bir getirin bakalım ne yazıyor." deniliyor, gelmediğinde zaten kimse ne kanunu dinliyor ne Anayasa'yı dinliyor. Bunun örneklerini çoğaltabiliriz ama hiç gereği yok.

Şimdi, koruculuk aslında mevcut konumu itibarıyla yüzde 50'nin üzerinde bir oranla bir suç örgütüne dönüşmüş durumda. Hırsızlıktan tutalım uyuşturuculuğa kadar, kaçakçılıktan tutalım bilmem nereye kadar. Yani Roboski'yi hatırlayın, oraya giden insanların hepsi ya korucu çocuğuydu ya korucuydu. Sınırı geçerek kaçakçılık yaparak... Ondan sonra tabii o esnada da öldürülüyorlar. Dolayısıyla koruculuk toplumsal bir yara olmaktan öteye bir şey değildir, aynı zamanda tembelliğe iten bir meslek. Yani çok cüzi bir parayla canını ortaya koyarken toplum içerisinde ayrışmakta... Sosyolojik olarak söylüyorum, buradan bilinmeyebilir. Biz toplumun içinden gelen insanlar olarak söylüyoruz, toplumun yüzde 95'i bunları oğursuz bir görev almakla itham ediyor. Buradan bakıldığında yurtseverdir, vatanı koruyordur, şunu ediyordur, bunu ediyordur diyebiliriz...

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Nasıl görüyor dediniz, cümleyi anlayamadım?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Vatandaş öyle görüyor yani. Vatandaş onu kötü bir görev yapıyor diye değerlendiriyor. Şimdi, dolayısıyla toplum arasında bölünme yaratıyor. İkincisi, biliniyor sosyolojik olarak bizim kitlemiz kabilelerden oluşuyor. Bir kesim devlet gücünü arkasına almak, silahın gücünü arkasına almak isteğiyle toplumun diğer kesimleri üzerinde baskı uyguluyor. Bu, meralarda görülüyor, boşaltılan köylerde görülüyor, arazi olaylarında görülüyor, kan davalarında görülüyor; uzatmamak lazım zamanı iyi kullanma açısından. Dolayısıyla biz bunların düzeltilmesi yerine koruculuğun tümden kaldırılmasından yanayız. Kürt sorununun çözülebilmesi için problem militarizmi artırmakta değildir, şiddeti, güvenlikçi yaklaşımı artırmakta değildir; mesele toplumsal bir sorundur, tarihsel bir sorundur. Tarihselliğine girmek istemiyorum. Türk-Kürt ittifakı Romen Diyojen'le başlar, Selahaddin Eyyubi'yle devam eder, cumhuriyetin kuruluşunda kendisini gösterir. Bu iki halkın ittifakı iki halka da kazandırmıştır, tarihe ve toplumlara da kazandırmıştır. Gerçekler üzerinden gerçekten bunu görmek lazım. Mustafa Kemal'in Mecliste gizli celselerde söylediklerini, Kürt halkı, Kürdistan üzerine, ortak vatan, Misakımillî üzerine söylediklerini tekrar tekrar okuyalım. Belki resmî kitaplarımızda şu an yazılmıyor ama bunlar tarihte biliniyor. Kanuni'nin Fransa kralına gönderdiği mektubu okuyalım. Melikşah'ın Kürdistan üzerine söylediklerini okuyalım. Dolayısıyla değerli arkadaşlar, şimdi koruculuk bir çare değildir. Bu kadar ordu, bu kadar polis varken bu kadar eğitimsiz insanın toplum içerisine silahla sürülmesi hayra alamet değildir.

Diğer bir olgu, çatışmalarda bölgede yer alanlara ilişkin harcırahların artırılması. Şimdi, hepimiz yurtseverlikten "vatan, millet, Sakarya" diyoruz, doğrudur, vatan çok önemli ama her şeyden önce insan önemli, insanın olmadığı yerde vatan sahipsizdir. Toplum, toplum önemli olmalı. Şimdi, rakamlar doğru olmayabilir ama 300-400 bin asker kaçağı her zaman söz konusu olmuştur. İşte "Bu kadar ücret ödensin, askerlikten muaf olunsun." denilmesinin nedeni bu gençlerin yıllardır yaşanan bu çatışmaya anlam vermemesinden kaynaklanıyor. Yoksa Türkiye'de yaşayan halklar, başta Türk halkı sosyolojik olarak kendi ülkesini çok sever biliyoruz, tarihten bu bellidir ama buna inanmadığı için canını vermek istemiyor, gitmiyor. Şimdi ne yapıyoruz, işte uzmanlar tutularak parayla -bu yine yetmedi- bir uzman çavuş bilmem kaç bin lira alıyor; bir de bunlar yetmiyor, yine bulunamıyor, yeni teşvikler. Kimin cebinden çıkıyor bu paralar? Halkımızın. Yüzde 70'i vergiler hatta yüzde 73'tür benim bilebildiğim kadar -yanlış olabilir ama yakındır- yoksul halk kitlelerinden alınıyor.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Birkaç tane madde daha var üzerinde duracağım.

Dolayısıyla bu harcırahların tartışmalı alanlarda artırılmasından ziyade, eğer gerçekten yurtseverlerse yurtseverlik temelinde meseleye yaklaşmaları ve böyle düzenlenmeleri gerekir.

Trafik cezalarıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum, bu çok önemli bir husus. Komisyon adına denildi ki her hafta bir uçak yani bu ister 250 kişi alsın, ister 300 kişi, ister daha fazla; ben hesapladım yılda ortalama 14.500'e yakın insan ölüyor.

BAŞKAN - 7 bin dedi, rakam verdi Atay Bey.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - O zaman uçak kaç kişi alıyor bilmiyoruz. O zaman 100 üzerinden...

ATAY USLU (Antalya) - 150 kişilik uçaklardan bahsediyoruz.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Neyse, 7 bin kişi işin özünü değiştirmiyor. Avrupa'daki bütün trafik kazaları Türkiye'yle karşılaştırıldığında Türkiye'ninki daha çoktur.

Şimdi, geri kalmış toplumlarda daha çok şiddet ve cezalandırma esas alınır. Toplumu yönetemeyenler şiddete ve cezaya daha çok -tırnak içinde diyelim- taparlar, önemserler ve "Biz bu toplumu cezayla dizayn ederiz." derler. Ama modern toplumlar daha çok eğitime önem verirler. Eğitimli toplumlar demokrasiyi, özgürlükleri, barışı ve insan hakları savunur ve kazaları da önler.

Şimdi, burada şu görünmüyor, bir: Eğitim unsuru yok. Biz çok iyi biliyoruz, bir şoförlük kursuna giden oraya 3 kuruş 5 kuruş vererek, bazen kendisi gitmeden ehliyet alıyor; eğitim yok. Bulgaristan'da altı yedi senelik bir eğitimden sonra ehliyet verilebiliyor. Şimdi bu eğitim tarafını bir tarafa bıraktığımız zaman arabayı ve yolu kullanan kimdir? Şofördür, sürücüdür. Eğitimsiz şoförle aslında aynı zamanda biz piyasaya -tırnak içinde söylüyorum- katil sürüyoruz, ondan sonra diyoruz ki: Niye kaza oldu? Olacak tabii.

İkincisi: Yol durumudur.

Üçüncüsü: Araçların durumudur. Yani Türkiye'de hurdaya atılacak araçlardan bahsediliyor, "Şu yapılmalı, bu yapılmalı. Bu kadar para cezasını artırırsak sonuç alırız." Cezalarla sonuç almayız. Bizde şöyle bir kuşku uyanıyor: Acaba iflas eden Türkiye ekonomisini vatandaştan ceza alınarak mı düzeltilmek ya da...

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Dolaylı vergi yani?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Evet. Yani kurtulmak isteniyor.

Bir de Avrupa'ya gittiğimizde, gördüğümüzde ve incelediğimizde şunu görüyoruz: Demir yolları, elektrikli yollar, trenler vesaire kimse artık otobüsü, taksiyi fazla kullanmıyor, kullanım oranı çok düşük. Türkiye'de işte "Yolları düzelttik." yani AKP'nin en çok övündüğü olay o "Yolları düzelttik." Yani bu kadar otobüs, bu kadar araç yollara çıktığında eğitimsiz şoförün elinde, bakımı iyi yapılmamış araçlarla birlikte, yolların bu kadar kötü olduğu yerde -birçok yerde düzelme var ama birçok yer hâlâ çok berbat- trafik kazaları olur. Yani bir ülkede savaşta bu kadar sayı verilir.

Diğer bir husus değerli arkadaşlar, ihbarcılığın ödüllendirilmesi düzeni. Toplumsal sosyolojide, ihbarcılık belki devlet nezdinde vatanseverlik görevi olarak görülür ama aslında ihbarcı insan sevilmez. Sosyolojik olarak böyledir, ihbarcıdır derler, yalancıdır.

Şimdi, bir gün bir yüzbaşıya sordum: "Ya siz bu kadar, böyle düzeysiz insanların ihbarlarına önem veriyorsunuz, yüzlerce, binlerce insan gözaltına alınıyor, sonra geri gönderiyorsunuz.", "Ya, hoca bizim için çok önemlidir. Yüz yalandan bir tane doğru çıksın biz yine kârlı çıkıyoruz." dedi. Dolayısıyla ihbarcılık kötü bir olay ve bin bir türlü soruna zemin yaratacaktır.

Güvenlik soruşturmaları, arkadaşlar söylediler. Şimdi AKP Hükûmeti değerli arkadaşlar, bu güvenlik soruşturmasını güçlendirerek şunu yapıyor, zaten Türkiye'yi bölmüş sosyolojik olarak, diyor ki: "CHP bu devletin kurucu partisi, o da teröristtir, o da terörden yanadır, o da teröristlerin yanında yer aldı. HDP zaten terörist, İYİ PARTİ de onların yanında yer aldığına göre Saadet'le onlar da terörizme destek veriyorlar." Yani tam ikiye böldüler, yüzde 50 bizden yana, yüzde 50 düşman ve tu kaka, tırnak içinde söylüyorum. Dolayısıyla bu güvenlik soruşturmasını kim yapacak? İhbarcılar yani istihbarat yapacak, emniyet yapacak, görevlendirilen vatandaşın raporları üzerinden, dosyalara bakacaklar "Eyvah bu şunu yapmış, bunu etmiş." Binbir yalan üzerine ihbarlar verilecek ve dosyalanacak, sonra göreve alınmayacak. Bugün göreve alınanlar, mülakatla, bilmem soruşturmayla aslında vatandaşın ikiye bölünmesi olayıdır. Bir kısmını devlet düşmanı, bir kısmını da devletin yardımcısı olarak görmektedir. Bu ne demektir? Tek parti iktidarını iliklerinize kadar işlemek demektir. Bunun dünyada örnekleri var, Orta Doğu'da örneklerini gördük, Avrupa'da faşizm dönemlerinde gördük, isimlendirmek istemiyorum. Şimdi eğer AKP Hükûmeti gerçekten Türkiye'yi sosyolojik olarak bölmek, daha büyük badirelerle, daha büyük bölünmelerle karşı karşıya kalmak istemiyorsa bu aşırı güvenlikçi zihniyetten kurtulması lazım.

Meralarla ilgili kolluk kuvvetlerinin yetkilendirilmesi olayı. Şimdi arkadaşlar yani orada bir tane komisyon var, zaten mera diye bir şey bırakılmadı. Kürt coğrafyası dediğimiz coğrafyada bu çatışma öncesinde milyonlarca koyun ve keçi, hayvan yetiştirilirken, bütün Arap âlemine ihraç edilirken bugün biz Brezilya'dan, bilinmeyen adalardan, Amerika'nın bilmem şu adasından et ithal ediyoruz; tarım ülkesiyiz. Tarım ülkesi olan, hayvancılık ülkesi olan, bu kadar yaylası, merası, doğası muazzam olan ve Tevrat'ta cennet diye geçen coğrafyada biz kıtalar arası alanlardan et getiriyoruz, bilmem tahıl getiriyoruz, saman getiriyoruz. Bu bununla alakalıdır. İşte meraları da bu hâle getirirseniz hayvancılığı da bitirirsiniz, vatandaşın ne yapacağını da bitirirsiniz.

Ben bir ara bir üsteğmene dedim: "Kaçakçılığı yasakladınız, fabrika yok, iş yok, şu yok, bu yok ne yapacak bu vatandaş?", dedi ki: "Size iyi bir iş bulmuşuz.", "Nedir?" dedim, "Koruculuk." dedi. Ve gerçekten başka bir iş düşünemiyor yani bizi sadece koruculuğa talip ettiriyor.

BAŞKAN - Toparlıyor muyuz?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Toparlıyorum, bitiriyorum.

Uyuşturucu hususunda ihbarcılık. Şimdi, ben emekli öğretmenim ve gördüm, bugün uyuşturuculuğun merkezleri okullardır. Sayın Komisyon, merkezler okullar. Okulları da bıraktık, her eve girmeye başladı. Şöyle bir el bu işle oynuyor. "Biz bu toplumu ne kadar uyuşturucuya, hırsızlığa -tırnak içinde- fuhşa, ahlaksızlığa itersek o kadar rahat yönetiriz." Bu çok sakat bir anlayış. Okullarda bu engellenemiyorsa ve onlarca, yüzlerce kez içeri alınıyor, bırakılıyor, bakıyorsunuz artık sıradan uyuşturucu olmaktan çıkmış, artık baba olmuştur yani biz tanıdığımız için söylüyoruz, toplumdaki insanları tanıdığımız için söylüyoruz. İstanbul'dan Uludere'ye, Şırnak'ın ilçesine bu kültür götürüldü, Şırnak'ın merkezine götürüldü. Eskiden biz de bir ahlak vardı. Bir şey söyleyeceğim, bir örnek, benim bir köylüm anlatırdı, Musul'da büyümüştü, diyordu ki "İngilizler Musul'u işgal ettiklerinde arpa ambarında bir Arap'ı bekçi yapmışlar, 2 komutan sorumluymuş. Biri diyor ki bu Arap bekçiye: 'Sen gizliden bu arpaları satacaksın, bittiği zaman bana söyle, sana para vereceğim, yine doldur.' Diğer komutan farkına varıyor, 'Niye böyle yapıyorsun?' diyor, 'Senin arkadaşın dedi.' diyor, çağırıyor arkadaşını 'Sen mi dedin?' 'Evet.' diyor, 'Niye yaptın bunu?' diyor, 'Bunlar Müslümandırlar, bunlar da ahlak diye bir şey vardır.', 'Ahlaksızlaştırmazsak yönetemeyiz.'" diyor.

Şimdi değerli arkadaşlar, geri kalmış toplumlar toplumun -tırnak içinde söylüyorum- ahlaksızlaşmasından, sürüleşmesinden medet umarlar, yöneticiler açısından söylüyorum.

O açıdan değerli arkadaşlar, bu çoklu kanun teklifi birçok sakatlıklar ve tehlikeler içermektedir, maddeler noktasına geldiğinde tekrar düşüncelerimizi söyleyeceğiz. Ama bu şu anlama gelmiyor: Hepsine karşı değiliz, üçte 2 oranından fazlasıyla destek sunacağız ama diğerlerine karşıyız. Özellikle emeklilikte yaşa takılma konusunun bu kanunun içerisine alınmasını biz de destekliyoruz, biz de öneriyoruz.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Evet, teşekkür ediyorum.

Şimdi, uzun bir konuşma yaptınız; korucular üzerinden, uyuşturucu üzerinden ciddi eleştiriler getirdiniz. Bir kere şunu bu ülkenin bir evladı olarak şiddetle reddederim: Türkiye Cumhuriyeti hiçbir hükûmet döneminde halkını ahlaksızlaştırmak, uyuşturucuya bulaştırmak istemez. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden beri bütün ahlaki değerlere sahip olarak, toplumu yozlaştıran, cehalete sürükleyen, uyuşturucuya sürükleyen unsurlarla mücadele etmiştir; bunun kayıtlara geçmesini isterim ve bunda da hemfikir olmamız lazım.

İkinci ciddi bir konu üzerinde tekrar size söz hakkı vermek istiyorum: "Türkiye'nin sorunları var, Türkiye'nin sıkıntıları var. Türkiye, güvenlik korucularına şu kadar maaş ödüyor..." Bin yıllık Kürt-Türk kardeşliğinden bahsettiniz ama 1984 yılından beri bu ülkenin 13-14 yaşındaki kız ve erkek çocuklarını... Bakın, 1984 diyorum ki daha evveliyatı var, 1977-1978'de Urfa Siverek'te yaşananlar var "Apocular" adıyla ama hiç bahsetmediniz. Ve bugün bu ülkenin 13-15 yaşında en az 700-800 çocuğu kızlı erkekli kırsalda, dağlarda yaşıyor; güvenlik güçlerimizle çatışma hâlinde. Bu eli kanlı terör örgütü bugün de çocuklarımızı devşirmeye, dağlara götürmeye, devlete-millete karşı, sivil-asker-polis tanımadan ölüme ve öldürmeye programlıyor; bu konuya da hiç temas etmediniz. Bunu nasıl çözeceğiz? PKK terör örgütü konusunu hiç söylemediniz, ağzınıza almadınız, acaba bu konuda birkaç kelimeyle de düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Tabii, tabii.

BAŞKAN - Emekli öğretmensiniz, bu ülkede senelerce öğretmenlik yaptınız.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Tabii, tabii.

BAŞKAN - Anladığım: Mersin'de yaşıyorsunuz.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Hayır, ben İstanbul'da yaşıyorum.

BAŞKAN - İstanbul'da yaşıyorsunuz.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Şu anda Ankara'dayım.

BAŞKAN - Bu konuda da Komisyonumuz, kamuoyu, hepimiz istifade ederiz. PKK'nın 1984'ten beri bu ülkeye yaptıklarıyla ilgili, çocuklara yaptıklarıyla ilgili ve çözüm önerisi olarak ne diyorsunuz?

Buyurun.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Şimdi, tabii, bu kanunun içerisinde biz PKK'yi tartışmıyoruz; maddeler üzerinde tartıştık, önümüze gelen metinler üzerinden konuşuyoruz. PKK aslında bir sonuçtur yani kimse PKK'yi gökten yaratmadı; bu yerde, bu ülkede ya da Orta Doğu'da doğdu. Eğer gerçekten tarihten kopup bir olguyu ele alırsak PKK'yi de anlamış olmayız.

Şimdi, Türkiye'de her zaman dönemsel olarak düşman üretme... Yönetenler açısından söylüyorum.

BAŞKAN - Bir şey söyleyebilir miyim? Sözünü kesmek istemiyorum da...

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Buyurun.

BAŞKAN - Sonuçtur, nedendir, şudur, budur...

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Oraya geleceğim, geleceğim oraya.

BAŞKAN - Reel politik olarak bu ülkeye 1984'ten beri çok büyük zaman kaybettiren...

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Evet.

BAŞKAN - ...Kürt çocuklarının, Türk çocuklarının, askerlerimizin -orada oturuyorlar- polislerimizin şehit olmasına sebep olan, hiçbir ahlaki ilke tanımadan katliamlar yapan, her şeyi yapan bu örgüt hakkında ne diyorsunuz? Terör nasıl bitirilir? Siz bu işin neresindesiniz?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Şimdi...

BAŞKAN - Lütfen, anlamak istiyorum hakikaten.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - "Bu işin neresindesiniz..."

BAŞKAN - Sabırla dinledim.

MENSUR IŞIK (Muş) - O zaman ben de söz almak istiyorum.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Bir dakika, bir dakika.

BAŞKAN - Verebilirim, sana da söz verebilirim. Madem girildi bu konuya, bir anlayalım.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Şimdi, Sayın Başkan, sizin bir kere bu söyleminiz son derece rencide edici.

BAŞKAN - Niye?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - "Siz bu işin neresindesiniz?" Bu, imalı olarak...

BAŞKAN - Hayır, ne diyorsunuz?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Bir saniye, anlatacağım.

BAŞKAN - Anlat bakalım.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - İmalı olarak şu anlama geliyor: "Siz PKK'li misiniz, değil misiniz?"

Ben şu anda parlamenterim, aynı zamanda emekli öğretmenim. Hiçbir zaman elime silah almadım, şu ana kadar hiçbir konuda da ceza almadım; sadece kendimi ifade ederken, 2003'lerde, 2005'lerde Van il başkanıyken 2 milyarlık -bugünün parasıyla 2 bin liralık- bir ceza almışım. O da, açtıkları 65 dosyaya rağmen; hepsi gösteri, yürüyüş ve kendini ifade etme... Dolayısıyla, kişi olarak ben hiçbir zaman şiddeti esas alan biri değilim. Şiddete karşıyız, çatışmalara karşıyız; bütün sorunların demokratik yöntemle çözülmesinden yanayız. Fakat ifadeler kullanılırken tabii ki farklı anlayışlar var.

Şimdi, terörün tarihçesi Fransa'da devlet yönetiminin topluma karşı şiddet uygulamasından çıkmıştır; bunu isteyen gidip araştırabilir. Dolayısıyla, mesela Amerikalılar, İsrailliler, Avrupalılar örneğin Filistinlileri, Kurtuluş Örgütünü yıllarca terörist ilan etti; sonra altına, işte, kırmızı halılar... Mesela "Barzani şaki." denildi, "Eşkıya." denildi, "bilmem ne" denildi; bugün Türkiye'nin en önemli dostlarından biri; kırmızı halılar, pasaportlar, vesaire... Dolayısıyla, terör noktasında aynı noktada olmak ya da aynı ifadeleri kullanmak insanlar arasında mümkün değildir, herkesi aynı noktaya çekmek mümkün değildir. Örnekleri çoğaltabilirim.

Şimdi, şuradan başlayacağız: Mustafa Kemal'i anlamazsak bugünü anlayamayız. Mustafa Kemal 14 şeyh ve lidere mektup yollayarak -bunda Şırnaklı Abdurrahman Ağa olmak üzere- diyor ki: "Biz, Misakımillî içerisinde Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı, Osmanlı döneminde ortak yaşadığı sınırlar içerisinde bir devlet kuracağız ve Kürtlere özerklik vereceğiz." 1921 Anayasası'nda bu vardır. Mustafa Kemal binlerce kez "Lazistan" demiştir, "kürdistan" demiştir. Milletvekilleri çıkıp "Ben kürdistan milletvekiliyim." demiştir; Hasan Hayri'yi ve Siverek Milletvekilini örnek gösterebilirim.

Diğer bir husus: Mustafa Kemal, El Cezire Komutanına Meclisin imzaladığı genelgeyi göndermiştir. "Biz Kürtlerle özerklik temelinde anlaşmışız." Misakımillî sınırları çiziliyor; Hatay'ından Rakka'ya, Rakka'dan Musul'a, Musul'dan Kerkük'e, Kerkük'ten Hemrin Dağlarına, oradan İran sınırı boyunca Karadeniz'e kadar götürülüyor. Şimdi, dolayısıyla, Mustafa Kemal, 1924'ten sonra mevcut hükûmet Kürtleri inkâr ettiği için çatışmalar çıktı, isyanlar çıktı: Şeyh Sait İsyanı, Ağrı İsyanı, Zilan İsyanı, bilmem ne isyanı... Hani 29 isyan falan diyorlar, ben hepsini saymayayım; 3-5, neyse, önemli olanlarını söyleyeyim. Şimdi, bu sosyolojik sorunu... Bu olay aslında Osmanlı döneminde 1806'larda, 1808'lerde Baban İsyanıyla bugünkü "Soran" dediğimiz Süleymaniye'den başlıyor. Şeyhler ve mirler o dönemin özerk bölgeleri... Osmanlı döneminde 26 mir özerkti. Cumhuriyet bunu kabul etti aslında, Misakımillî Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı olarak kabul etti, İkinci Lozan'da vazgeçtiler.

Şimdi şeye geliyorum: Eğer bir sosyolojik olguyu anlamazsak... O isyanların bir tanesi de PKK'dir. PKK nereden çıktı? İşte, 12 Eylülde bu halkın inkârı...

Bakın, Takrir-i Sükûn Kanunu'na gidin, bakın, orada diyor ki: "Kürtçe konuşanlar belediye tarafından para cezasına, ikincisinde hapis cezasına..." Dolayısıyla, gelinen aşama itibarıyla bin yıllık kardeşliğe sırt çeviren bir zihniyet var, anlayış var. Dolayısıyla, Kürtlerin varlığı sosyolojiktir.

Bakın, Sümerler'de milattan önce 2700 yıllarındaki belgelerde bu coğrafyaya Kurti demişler, Kurti; Asurlar "Kardukya" demişler; Anabasis kitabında "Gordana" diyor. Dolayısıyla, beş bin yıllık bir halkın dili ve varlığı inkâr edilmiş. Dolayısıyla, herkes "Ben demokratik işleyiş içerisinde bu işi götüreceğim." demeyebilir, biz tasvip etmiyoruz.

BAŞKAN - Onu söyleyin, tasvip etmediğinizi.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Parti olarak tasvip etmiyoruz şiddeti, ne devlet şiddetini ne PKK şiddetini tasvip ettiğimiz yok fakat anlatamıyoruz: Sosyolojik olarak bir gerçeklik var, bu gerçekliği çözmemiz gerekir. Nasıl çözeceğiz? İşte, o 2013'te, 2015'te...

BAŞKAN - Peki, teşekkür ediyoruz.

Bir şey söyleyebilir miyim, bitirdiyseniz?

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Buyurun.

BAŞKAN - Veya toparlayın veya ben tamamlayayım.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Yani, benim toparlayacağım şudur...

BAŞKAN - Bakın, o zaman ben söyleyeyim.

HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Bu mesele, Kürt sorunu çözülmediği müddetçe... Değerli arkadaşlar, şunu görelim: Bakın, Saddam çözemediği için Saddam gitti. Bakın, Suriye'nin durumuna bakın, ne hâle geldi. Herkes burada "Emperyalist." diyor. 1952'den beri NATO üyesi bu ülke. Herkes şimdi Amerika'ya, Avrupa'ya "Emperyalistler şöyle, bizi böyle yapacaklar..." Yıllardır yanındaydık hep birlikte ama bugün itibarıyla bu ülkeleri bölmek, halkları çatıştırmak, düşürmek istiyorlar. Bunun içerisinde İran da var, Türkiye de var. Biz kendi sorunumuzu barışçıl yönden çözmezsek bu işin şiddetle çözülme imkânı yoktur. Zararın neresinden dönersek kârdır.

Saygılar sunuyorum.