KOMİSYON KONUŞMASI

ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) - Benim bazı eleştirilerim olacak Komisyon Başkanlığına yönelik. Çünkü bu Komisyon çok önemli, insan hakları ihlallerini araştırıyoruz ve bunlar bazen çok acil oluyor. Biz 7 Temmuzda yemin ederek görevimize başladık. Bir müddet sonra da İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi oldum, partim tarafından takdir edildi. Başkan da bu süre içinde, Meclis kapanana kadar Komisyonu toplayabilirdi ancak toplanamadık. 7 Temmuzda yemin ettik hepimiz ancak bugün 17 Ekim ve İnsan Haklarını inceleme Komisyonu daha yeni toplanıyor. Ben bunu çok önemli bir eksiklik, gecikme olarak görüyorum çünkü bu süre içinde biz yaklaşık 200 dilekçeyle İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna başvurduk. Bunlar arasında çok acil vakalar vardı. Mesela Koçer Özdal ağır bir hasta. Akciğer kanseri ve tahliye edilmesi gereken bir hasta, dördüncü evre akciğer kanseri. Aynı zamanda doktorum, akciğer hastalıkları uzmanıyım. Bu hastanın kesinlikle cezaevinde olmaması gerekir. Ben doktor olarak bu hastaların tahliyesi yönünde karar verirdim sağlık kurulu heyetlerinde. Ancak, Komisyonumuz bu başvuruyu incelemedi ve bu hasta daha da ağırlaştı, bilincini kaybetti, genel yoğun bakıma kaldırıldı. Hâlen tutukluydu ve genel yoğun bakımda da maalesef -çok acıdır, Türkiye için kötü bir manzaradır- elinde kelepçeyle yatağa bağlı olarak son nefesini verdi ve biz buna müdahil olamadık.

Birçok hamile tutuklu içerideydi, cezaevindeydi. Birebir uğraştığım vaka var. Aylarca cezaevinde kaldılar. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu buraya müdahale edemedi, cezaevlerine müdahale edemedi, yargının keyfine kaldı tahliyeler. Aylarca cezaevinde kaldılar. Hatta şu anda Emine Ay isimli hamile bir tutuklu var. Bu cezaevi safahatı içinde düşük tehlikesi geçirdi, muhtemelen çocuğunu da kaybedecek, doktoruyla da konuştum. Bizim ne kadar ağır bir vebal ve sorumluluk altında olduğumuzu gösteren şeylerdir bunlar. Bir kişinin hastalığı ve hamileliğinden öte, anne karnındaki bir bebeğin de kaybına neden olabileceğimizi düşünmemiz gerekir.

Biz dilekçelerimizde cezaevlerinden direkt olarak bilgi alınması gerektiğini istemiştik çünkü bu bizim yetkimizdi, Komisyon olarak yetkimiz dâhilindeydi. Ancak üç ay sonra bize gelen cevapta, alt komisyonlar kurulduktan sonra bu denetimlerin yapılacağı belirtildi. Biz de yetkileri hatırlatarak bunu kabul etmediğimizi söyledik. Daha sonra bize gelen cevaplar sanırım Komisyonun yetkisi dâhilinde doğru olan cevaplardı. Ancak, olan oldu, ağır hastalar vefat etti, hamile hanımlar aylarca cezaevinde kaldı ve hâlen kalıyor. Kimi cezaevlerinde bilinçli bir şekilde su kısıtlamasına gidildiği yönünde çok ciddi şikâyetler aldık. Mesela bu yaz sıcaklarında Şanlıurfa Hilvan Cezaevinde -bilirsiniz, Urfa çok sıcaktır- suların günde bir saat, iki saat ancak verildiği, Sivas Cezaevinde günde hatta yirmi üç buçuk saat su kesintisi olduğu şikâyetleri geldi. Yaz da geçti tabii, buna o sırada müdahil de olamadık.

Umarım bundan sonrasında Komisyon ve alt komisyon çalışmaları insan hakları ihlali oluşturmayacak bir şekilde ilerler. Alt komisyonlarımız gereken aciliyet konusunda mütehassıs olurlar umarım. Belki hani bazı mazeretler ileri sürülebilir ancak İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun önemi çok büyük ve gecikme de hata kabul etmiyor, olan oluyor, insan hayatı da geri dönmüyor.

Mesela bu arada Metin Duran diye bir vaka vardı. Bize direkt bir başvuruydu. Metin Duran vakası da çok ilginçti ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu buna da müdahil olamadı. Bakın, bunlar çok önemli, biraz ayrıntısına girmem lazım. Metin Duran genç bir gazeteci, 30 yaşında. Hastaneye gidiyor "Göğüsüm ağrıyor, ben kütüyüm." diyor. Doktor da "Psikolojiktir, bir şey olmaz." diyor. Akşam eve geliyor, meğerse kalpmiş ve kalp krizi geçiriyor genç kişi. 30 yaşında çok ağır bir kalp krizi. Kalbi duruyor, beyne kan gitmiyor ve beyin felci. Yatalak kalıyor. Uzun süre tedaviler, elleri çarpık ve bilinci kayıp, felçli bir hasta hastaneye yatırılıyor. Bu arada da bir mahkemesi var ve Yargıtay onuyor. Hastanede yatarken Yargıtay onadığı için cezaevine nakli gerekiyor. Ankara Sincan Cezaevine naklediliyor, orada hastanede takibi yapılıyor. Ancak, tabii, fizik tedavi açısından yetersiz bir tedavi, hasta iyileşmiyor, kötüleşiyor. Bu arada Adli Tıp Kurumuna başvurular yapılıyor. Biz bunu da ilettik Komisyona. Hasta oldukça kötü ve iyileşmiyor çünkü o hastane şartlarında fizik tedavi alması mümkün değil, takibi çok kötü. Başında kimse yok, kardeşi tutuklu gibi hastanın başında durmak zorunda yirmi dört saat yani kardeşi de tutuklu gibi orada duruyor mecburen. Böyle bir hasta. Beş ay sonunda Adli Tıp bize geldi ve Adli Tıp Kurumuyla yoğun görüşmeler, cezaevi müdürlüğüyle, cezaevi savcılığıyla yoğun görüşmelerimiz sonunda sevki hızlandı, beş aydır yapılmayan sevki hızlandı ve Adli Tıp Kurumu yapması gerekeni -biz de tabii bu arada müdahil olamadık- beş ay sonra yaptı ve infaz erteleme verdi çünkü mahkûm hastaydı. Hatta cezaevi savcısıyla da görüştüm, savcılar böyle kelamlar pek etmez ama bana bizzat dedi ki: "Ya bu kişinin niye sevki yapılmıyor? Adli Tıp Kurumu buna niye doktor raporu vermiyor? Ben savcıyım ama bu adamın burada tutulmasından da utanıyorum, çok üzücü. Rapor gelsin ki tahliye edeyim." Tabii rapor çıktı, sonunda infaz ertelemeyle hasta evine gönderildi. Ama biz bu olayın üç buçuk ay geçmesine rağmen hiçbir yerinde yoktuk.

Bir son vakayı da anmadan geçemeyeceğim. 30 Haziran günü Ordu E Tipi Cezaevinde Nesrin Gençosman isimli yine genç bir hanım -çok basit, tedavi edilebilir bir hastalıktır, yine benim uzmanlık alanımdır- zatürredir. On-on beş gün geç sevk edilmiştir. Korkunç bir durumdur bu çünkü basit, tedavi edilebilir bir hastalık geç sevkten dolayı ağırlaşır ve ölüme neden olur. "Çünkü "pnömoni" dediğimiz zatürre hastalığı böyle bir hastalıktır. On-on beş günlük geç bir sevkten dolayı... Hasta sevk edildiği anda hastanede doktor onun durumunu görüp direkt genel yoğun bakıma yatırdı. Bir hafta genel yoğun bakımda kaldı ve maalesef hasta vefat etti. Bu olayı biz idari açıdan hem Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne götürdük hem de İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna sunduk. Oradan bir netice çıkmadı. Daha dün Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünü aradım, kendileri iki buçuk aydır -sağ olsun, devletimiz çok hızlı çalışıyor- daha bu konuda bir cevabın hazırlanmadığını bize iletti. İki buçuk aydır büyük bir sonucu ölen tutuklu bir hanımın, gencecik bir hanımın akıbeti konusunda hiçbir bilgilendirme yapılmıyor, soruşturmanın ne olduğu belli değil ve biz bunları sorgulayamamış durumdayız.