KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

KİT Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, başta Atatürk Orman Çiftliği olmak üzere Komisyonda bulunan değerli kurumların mensubu arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

KİT Komisyonundaki ilk toplantıya katılmam münasebetiyle hem usulünüzü öğrenmek hem de sizleri tanımak açısından bugün benim için bir ilk fakat biraz da netameli bir konunun olduğu bir günde olmuş olmam sebebiyle aslında Komisyonu daha iyi tanıma fırsatı bulmuş oluyorum.

BAŞKAN - Heyecanlı bir başlangıç.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Bu açıdan hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii, Sayıştaydan gelen arkadaşlarımızı da selamlıyorum.

Sayın Başkan, insanlık zaman ilerledikçe hem nüfusu artan hem ekonomik değerleri çoğalan bir seyir izlemekte. Özellikle dünya ekonomisinde likiditenin artmasına paralel olarak ülkelerin millî gelirleri de artıyor, millî gelirden kişilere düşen alınan pay da artıyor. Ekonomik başarılar tarif edilirken, genellikle son dönemde moda bir yaklaşım var, işte "Millî geliri şu kadar artırdık." diye. Aslında, bütün dünyada ticaret hacmi arttığı, nüfus arttığı, likidite arttığı için bütün ülkelerin millî gelirleri artıyor ama herhâlde ekonomileri daha başarılı kılan dünya sıralamasındaki yerini başlangıç noktasıyla o gün değerlendirilen nokta arasındaki farkı öne sürerek başarıyı zikretmek mümkün. Bizde son dönemde özellikle bu likiditenin artışı, millî gelirin artışı ve sermayenin artışıyla ilgili ve bunun yönüyle ilgili yanlış bir usul, yanlış bir değerlendirme, yanlış bir hedef koyma söz konusu oldu. Özellikle son dönemde, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar olduğu dönemde bu sermayenin yönünün daha çok üretime yönelmesi gerekirken maalesef, ranta dönük bir anlayış hâkim oldu, ranttan kaynaklanan kolay kazanılan paraların zengin ettiği insanlar ve AVM'ler ortaya çıktı. Öyle bir rant düzeni ortaya çıktı, öyle bir anlayış ortaya çıktı ki artık bugün Hükûmetin ekonomi kurmayları da diyorlar ki: "Evet, biz yanlış yapmışız, keşke biraz daha üretimi destekleseydik." Üretimi desteklemeyen ekonomilerin ne hâle düştüğüne ilişkin en bariz örnek de ekonomisini doğal gaz ve petrol gibi kaynaklara dayandıran ülkelerin bugünlerde düştüğü durumlara bakarsanız aslında üretimin her zaman kalıcı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. İşte bizde bu ranta dayalı ekonomik model ya da ranttan kaynaklanan zenginler yaratma anlayışı maalesef Türkiye'nin de denizin bittiği noktaya gelmesine, gerçeklerle yüzleşmesine sebep oldu. Ali Babacan Bey'in ifadelerini de son dönemde takip ederseniz bunu görürsünüz. Bu rant düzeninin mimarı öyle bir hava oluşturdu ki muhtemelen kendisine tahsis edilen devlete ait uçakla Londra üzerinde Hyde Park'ta ya da New York üzerinde Central Park'ın üzerinden uçarken muhtemelen şöyle düşünüyordur: "Ya, şurayı ben yönetsem, şu arazileri bir kapatsam, hele bir de TOKİ'yi şuraya soksam neler kazanılır buradan. Muhtemelen bu Amerikalılar ve İngilizler aptal." diye düşünüyordur diye değerlendiriyorum, bundan eminim.

Dolayısıyla, Atatürk Orman Çiftliğine ait arazilerin değerlendirilmesi ya da rahmetli Atatürk'ten bu yana, özellikle 1939'dan günümüze kadar oradaki arazinin de bu şekilde rant ya da mevzuatın açıkları değerlendirilmek suretiyle kişilere, kurumlara devri ya da bir şekilde el değiştirmesi suretiyle geçen süreç içerisinde gördük ki orası gerçekten bir yağmaya konu olmuş. Bu yağma dile getirildiğinde bu Komisyon toplantısında bu yağmayı savunan arkadaşlarımız geçmişe atıfta bulunmak suretiyle o dönemki siyasi partileri suçlayıcı bir tavır sergiliyorlar, karşı taraftaki arkadaşlarımız da bugün bu kaçak ve karanlık sarayla ilgili iddiaları gündeme getirmek suretiyle savunmaya geçiyorlar. Hatta, iktidar partisinden arkadaşlarımız "Ya, biz ne yaptık ki? Bizimki yüzde 1." demek suretiyle savunma yapıyorlar. Aslında azı da çoğu da aynı, aslında zihniyet aynı. Aslında bütün bu süreci tarif etmemiz gereken atasözümüz, tencere dibin kara, seninki benden kara olmalıdır diye düşünüyorum.

Dolayısıyla, Atatürk Orman Çiftliğinin bu arazilerinin başka kurumlara ve başka ellere geçmesi hususunda öncelikle Atatürk Orman Çiftliği yönetiminin takipçi olması gerektiği aşikâr. Sayıştayın bu konuda yapmış olduğu denetim raporlarındaki ifadelerin Sayıştay Kanunu'nda, maalesef bu Mecliste çıkan kanunlardan sonra, Sayıştay Kanunu'ndaki düzenlemelerden sonra bu hâlde bile önümüze gelmiş olmasına ben şükrediyorum çünkü Sayıştay Kanunu'ndaki denetim vazifesini kuşa çevirdiğimiz bir gerçek. Bu hâliyle bile gelmiş olması gerçekten bir şans bizim için. Orman Çiftliği arazisinin tahsis edilen ya da 1960 yılında Orman Genel Müdürlüğüne verilen ve onun bir kısmına ilave olarak hâlen Atatürk Orman Çiftliğine ait olduğu değerlendirilen, bilinen bu arazilerin tekrar Orman Çiftliğine dönmesi noktasında bir takipçi olması şart. 1960 yılında Orman Genel Müdürlüğüne kanunla verilmiş olması bir şeyi değiştirmez. Zaten, Atatürk Orman Çiftliğindeki bir parçayı Orman Genel Müdürlüğüne veriyorsunuz ve Atatürk'ün o mektubunda çiftliklerin muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek hedefine, o "şartlı bağış" diye ifade edebileceğimiz bu anlayışa uygun olan budur. Dolayısıyla, burada Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilmesi, evet, ormanla ilgili bir vazife ifa edilmek üzere tahsis edilmiş olabilir ama bugün yine kanunla yapılmış olan o tahsisin kaldırılmak suretiyle Orman Genel Müdürlüğünden Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığının kaçak, karanlık sarayına değil, Atatürk Orman Çiftliğine geri devrinin temin edilmesi aslında bizim vazifemiz olmalıydı, Sayıştayın da bu konuda bir eleştiri getirmiş olması gerekirdi diye düşünüyorum.

Atatürk Orman Çiftliği yönetiminin biraz evvelki sunumunda Çiftliğin ürünlerinin çeşitliliği, onların pazarlama teknikleriyle biraz daha geniş alana ulaşmış olmaları ve modern teknolojileri kullanıyor olmaları bizi elbette sevindirir. Bununla ilgili, iktidar partisi sıralarından arkadaşlarımızın bu hususları göstererek bize savunma yapmaları da çok gereksiz bir şey diye düşünüyorum çünkü Atatürk Orman Çiftliği bu modern teknolojileri kullanmayacaktı, biz onları orada bir yönetim olarak muhafaza edecektik, onlar da sütü inekten elle sağacaklardı, sonra kovayla götürüp tencerede kaynatacaklardı, kaynattıkları sütü ısıtıp yoğurt yapacaklardı, o yoğurdu da yayıkta böylece ayran ve tereyağına ayıracaklardı, sonra da bize ikram mı edeceklerdi? Tabii ki modern teknolojiyi kullanacaklardı, tabii ki onların Orman Çiftliğinde bulunmaları, devletin onlara ücret vermesi ya da oradaki döner sermayenin gayesi bu ama Orman Çiftliği ne zamanki Avrupa'nın ve dünyanın belli markaları içerisine girer, o zaman muhalefet de, iktidar da, kurum yetkilileri de hepimiz göğsümüzü gere gere övünebiliriz. Dolayısıyla, bu şey bir tartışma. Ayrıca yani "İşte şu teknolojiyi getirdik." diye son dönemde böyle moda övünenler var. Eğer, böyle teknolojinin gelmesiyle övünülseydi yani rahmetli İnönü'nün çocukları her gün bize çıkıp çıkıp "Sizin dünyadan haberiniz yoktu, radyoyu biz getirdik buraya, bu ülkeye radyoyu biz getirdik." derlerdi. Teknoloji engellenemez bir şey, sınır tanımayan bir şey. Dolayısıyla, bununla övünmek... Yani şimdi iPhone var, elimizde hepimizin iPad'ler var.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Kimsenin getirmesine gerek yok, kendiliğinden geliyor zaten.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Kendiliğinden geliyor, onu demeye çalışıyorum.

Dolayısıyla, bu yanlış bir şey. Bizim esas övüneceğimiz şeyler, bu kuruluşlarımızın Türkiye'de de, dünyada da saygın markalar olması, belli değerler ifade etmesi. Bu açıdan herkes övünebilir, öyle hakkımız olur diye düşünüyorum.

Sabrınızı zorlamadan özetle şunu söylemek istiyorum: "Kaçak ve karanlık saray" diye bizim nitelendirdiğimiz bu arazinin ve diğer arazilerin yani Tekelin işte diğer kurumlara özelleştirme suretiyle boşa çıkan arazilerin tekrar Atatürk Orman Çiftliğine kazandırılması noktasında Çiftlik yönetiminin irade ortaya koyması, bu iradeyi ortaya koymadıkları için de Sayıştay mensubu arkadaşlarımızın bunu eleştiri olarak bu sayfalara dercetmesi gerektiğini düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.