| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Türkiye Büyük Millet Meclisi b)Kamu Denetçiliği Kurumu c)Sayıştay Başkanlığı ç)Cumhurbaşkanlığı d)Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı e)Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı f)Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği g)Diyanet İşleri Başkanlığı ğ)Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu h)İletişim Başkanlığı ı)Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü i)Savunma Sanayii Başkanlığı j)Savunma Sanayii Müsteşarlığı k)Strateji ve Bütçe Başkanlığı l)Kalkınma Bakanlığı m)Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı n)Devlet Arşivleri Başkanlığı o)Başbakanlık ö)Başbakanlık Tanıtma Fonu Genel Sekreterliği p)Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 31 .10.2018 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Meclis Başkan Vekili, Sayın Sayıştay Başkanı ve Sayın Ombudsman ve katılan arkadaşlar; hepinize saygılar sunuyorum.
Şimdi, efendim yani zaman zaman şöyle bir ruh hâlinde olduğumu biliyorsunuz: Burada veya Meclis Genel Kurulundaki tartışmalarda böyle zaman zaman birbirimizi duymadığımız kanaatiyle dinliyorum, öyle söyleyeyim ve/fakat kendi hesabıma da öyle olsa bile söylemeye devam etmek gerektiğini düşündüğüm için toplantının bu kısmında şu anda var olan sistemle ilgili olarak birkaç şey söylemek istiyorum, daha sonra Sayıştayla ilgili birkaç cümle ve birkaç soru sormak istiyorum.
Şimdi, ben dün konuşurken ünlü tarihçimiz Kemal Karpat'ın bir sözüyle başladım konuşmaya. Kemal Karpat -bilmiyorum, tanırsınız muhtemelen tabii- o ününün verdiği bir derinlikle bir yorumda bulunmuştu Türkiye toplumuyla ilgili olarak, o da hatırladığım kadarıyla şöyle idi, Türkiye'nin -toprağında yani- bölük bölük, farklı çiçeklerin olduğunu, yan yana yaşayan ama birlikte yaşama konusunda henüz adım atamamış bir toplum olduğunu söylemişti. Sayın Bakan da konuşmasında bunu çok önemsemeyerek "Ya, onlar çok önemli değil." gibi bir şey söyledi. Fakat arkadaşlar, şunu söyleyeyim: Ben burada bunu söylerken yani şu anda toplumun farklı kimliklere ayrılmış olduğunu söylerken herhangi bir kimlikle ilgili olumlu veya olumsuz bir şey söylemek istemiyorum, objektif bir bakış açısı içinden bir şey söylemeye çalışıyorum ve bunun yarattığı siyasi problemle ilgili bir şey söylemeye çalışıyorum. Türkiye toplumu öyle veya böyle kültürel olarak olabilir, bölgesel olabilir ama farklılıkları olan insanlardan oluşuyor ve bu farklı insanlar da birbirlerini çok fazla anlamıyorlar, çok fazla bilmiyorlar, tanımıyorlar. O sebeple de -amiyane bulmayın- kendi mahallesindeki kodlar içinde, değerler içinde, fikirler içinde konuşuyorlar ve dolayısıyla da birbirini anlamayan bir toplum özelliğimiz var bizim esasında. İşin ilginç tarafı, yıllar içinde -bunun da analizine girmeyeyim- geldiğimiz nokta itibarıyla ben toplumdaki bu farklılaşmanın siyasi partilerde vücut bulduğunu görüyorum. Bugün var olan siyasi partilerimiz, esas olarak her biri belli bir öbeğin değerleri üzerinden ve fikirleri üzerinden siyaset yapıyor. Bu doğal bir şey bir tarafıyla. Madem ki toplumda böyle bir bölünmüşlük var, bu bölünmüşlüğün siyasete yansıması da böyle olur zaten diyebiliriz. Fakat buradaki sorunlarımızdan biri şu: Tabii ki demokrasi, esasında çatışan fikirlerden oluşan bir siyasi ortam ima eder. Fakat arkadaşlar, zaman zaman bu çatışmayı kişiliklerimizle ilgili veya kendi kimliklerimizle ilgili bir hâle getiriyoruz ve sahiden bir tür düşman bakış açısıyla neredeyse birbirimize yaklaşıyoruz. Problem olan bu kısmı yani birbirimizin rakip olduğunu, yarıştığımızı düşünebiliriz, fikirlerimizin yarışması çok doğal bir şey ama benim gibi düşünmeyeni düşman ilan etmek yaklaşımının doğru bir yaklaşım olduğu kanaatinde değilim. O sebeple de benim gördüğüm kadarıyla içinde bulunduğumuz yönetim de bence bu kimliklerden birinin Türkiye'de bir egemenlik kurduğu bir karakter taşıyor.
Şimdi, bu sözlerim belki özellikle Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlar tarafından tuhaf karşılanabilir ama lütfen şöyle bakın: Zaman zaman şunu hissediyorum, konuşuyoruz mesela, anlıyorum ki benim söylediğim veya benim söylemeye çalıştığım şey ile onların anladığı şey arasında bir fark var. Yani bu farkın anormal bir fark olduğunu söylemem ama sorun olduğunu söylüyorum. Yani bu ancak daha fazla konuşmakla aşılabilir bir şey belki ama bunu da yapacak bir imkânımız olmadığı için de bence birbirimizi tam olarak anlamıyoruz. O sebeple de şunu söyleyebilirim: Şu anda yeni cumhurbaşkanlığı sistemi denilen sistem esasında, özünde yanlış bir sistem yani ne derseniz deyin yanlıştır. Fakat bu yanlışlığı konuşabilecek zaman -geçmişte ben Mecliste değildim, onun için bilmiyorum- herhâlde yeteri kadar bulunamamış ki buna müdahale edilmemiş. Ama yanlış bir yönetim tarzı içinden gidiyoruz. Böyle bir model yok çünkü benim bildiğim kadarıyla, dünyada. Neredeyse hiçbir denetime tabi olmayan bir yönetim tarzı bu. Burada bence en fazla sizin itiraz etmeniz gerekir diye düşünüyorum.
Mesela bakın bir örnek vereceğim: Dün Sayın Bakan buradaydı, Berat Albayrak, ne dedi kendi ekonomik anlayışlarını açıklarken? Sene sonu enflasyonla ilgili olarak "Yüzde 20." dedi. Bugün Merkez Bankası açıkladı yüzde 23,5 sene sonu enflasyonu. Yani Türkiye'de olanları tam olarak anlayamıyorlar, görmüyorlar. Çünkü arkadaşlar bu çok doğal bir şey, insanlar kendi kimliklerinin içinden bakarsa topluma kendi kimlikleri içinden anlam dünyası içinde değerleme yapar. Ama bir de hani zaman zaman diyorlar ya empati yapmak falan ama empati yapmamıza da gerek yok, çünkü konuşabiliyoruz zaten biz ya da konuşabiliriz. O nedenle de bir kere, içinde bulunduğumuz durumu bir geçiş süreci olarak algılamanızın sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü, şu ana kadar benden önce konuşan arkadaşların söyledikleri de dâhil edildiği vakit Türkiye iyi yönetilmiyor yani bu kadar denetime kapalı. Şimdi, mesela Sayıştayı konuşacağız, bazı alanlar Sayıştayın denetimine kapalı. Mesela işte demin Durmuş Bey söyledi, Türkiye'nin neredeyse devlet değerlerinin belki yüzde 90'ına yakınının verilmiş olduğu Varlık Fonu, Sayıştay denetiminin dışında durabiliyor.
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Dışında değil de Sayıştay denetim yapmıyor.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Yani nasıl yapmıyor?
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Var yetkisi.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bilmiyorum onu, fakat sadece o da değil, mesela bildiğim kadarıyla Diyanet İşlerinin bazı faaliyetlerini de Sayıştay denetleyemiyor. Özellikle umre ve hacla ilgili olarak denetimler dışında tutulmuş, hatta SGK'nın bazı fonksiyonları da benim anladığım kadarıyla Sayıştayın dışına çıkarılmış.
Şimdi, bir anlamda şunu düşünelim arkadaşlar: Yani bu kadar büyük değerlerin bir araya getirilmiş olduğu bir fon. Bu fonun Parlamento tarafından denetlenmesi çok doğal bir şey, öyle olması lazım zaten çünkü gizli olacak bir şey olamaz Parlamento açısından baktığımızda. Eğer olursa o zaman Parlamentonun yetkilerinin daraltılmış ve kısıtlanmış olduğu anlamına gelir ki parlamenter sistemden gelen bir toplum olarak böyle bir şeyi kabul etmemiz bizim çok zor diye düşünüyorum. Şimdi, o sebeple de -yani ben burada sadece uyarı görevi gibi hissederek söylüyorum, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisindeki ve onu zaman zaman destekleyen Milliyetçi Hareket Partisindeki arkadaşlara- evet, bir sistem yürüyor gibi duruyor ama inanılmaz problemlerle yürüyor ve bunu daha henüz biz görmüyoruz ve "Türkiye toplumunun sorunları" dediğimiz sorunları da emin olun baypas ediyor onları da. Mesela, dün Berat Albayrak "Ya, onlar önemli değil." deyip geçebiliyor. Hayır, bunlar çok önemli çünkü biz emin olun hâlâ barış meselesini yeteri kadar konuşmuyoruz. Zaten "barış" da artık kelime olarak tuhaf bir anlam taşımaya başladı, hepiniz biliyorsunuz ama bizim barış talep etmekten başka bir çaremiz de yok çünkü bu çatışmacı, kutuplaşmış bir Türkiye sosyal yapısı ve siyasi yapısı hayra alamet değildir arkadaşlar. Yani bugün Amerikan siyaseti, benim anladığım kadarıyla, dünyada en fazla kutuplaşmış siyasettir. Neredeyse Demokratlar ile "Republican"lar birbirlerini anlamazlar bile ama oradan biraz daha farklı bir yapıya sahip olsak da bizde de benzer bir duruma gelmiş vaziyetteyiz. Bu bence çok tehlikeli bir şey çünkü toplumda farklılıklar var, farklılıkların farklı talepleri var, bu talepleri bir yerde ifade etmek istiyorlar ve ifade edemedikleri zaman da problem çıkıyor.
Bakın, Paris'in arka sokaklarında her hafta sonu Afrika'dan gelmiş Müslüman, siyahi çocuklar araba yakarlar, bu neredeyse geleneksel hâle geldi. Niye yakarlar biliyor musunuz? Çünkü onlar Fransız sisteminin kendilerini temsil etmediğini düşünürler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Evet, zamanınız doldu ama ben ekstra süre veriyorum.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ve gerçekten de Fransız sistemi onların taleplerini dile getiren bir sistem değildir. Yani ben yeteri kadar konuşmuş olmadım ama anlaşılan zaman çok hızlı akıyor ama şunu söyleyeyim, yani Garo Vekil de söyledi, Sayın Çelebi de demin bir söz söylemişti benim dünkü konuşmamla ilgili olarak, ben hâlâ şu noktadayım: Kürt ve Türk meselesi benim özel olarak aradığım bir mesele değil ama Türkiye'nin gerçeği bu çünkü bu ülkede Kürt denilen birileri yaşıyor, Türk denilen birilerinin yaşadığı gibi. Şimdi, dolayısıyla da burada ben kendimin Türk olduğunu söylerken şunu ifade etmeye çalıştım: Benim Türk olarak da özgürlük talebim var, daha fazla demokrasi talebim var; tıpkı Kürtler gibi, tıpkı belki Süryaniler gibi, belki Aleviler gibi, belki başkaları gibi. Dolayısıyla da burada bu problemler demetini görerek olaylara bakmamız gerekir diye düşünüyorum.
Sayıştayla ilgili olarak birtakım notlarım vardı ama hem Sayıştaya sormuş olayım hem de Kamu Başdenetçisine sorayım. Ben bu şeye takıldım, her ikisinde de kâr amacı gütmeyen kuruluşlar var ve bunlara bazı transferler yapılıyor. Bu kuruluşlar nedir, kimdir, bize bir bilgi verebilir misiniz? Yani dernekler, kurumlar neyse çünkü hem Sayıştayda var hem Ombudsmanlık kurumunda da var olan bir şey bu. Birtakım rakamlar da var önümde, onlara da değinmeyeyim ama bizim bunu bilmemiz lazım.
Son bir şey daha söyleyeyim Başkanım, bu, Sayıştayla ilgili aklıma takılmış olan bir şey. Sayıştayla ilgili geçenlerde bir seçim yaptık. Biz seçime katılmadık, katılmamamızın gerekçesini de söyledik burada ama sizlerin duyması için tekrar edeyim. Arkadaşlar, 5 kişi seçilecekti yanlış hatırlamıyorsam.
BAŞKAN - 10 kişi seçtik biz burada.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - 10 kişi, evet.
Güya CV gibi bir şeyler geldi, birtakım insanların fotoğrafları geldi fakat haklarında gelen o kâğıtların hiçbiri CV niteliğinde değildi, hiçbiri o kişilerin kim olduğunu bize anlatmıyordu, hiçbirini tanımıyorduk. En azından tanıma imkânı verecek bir mülakat süreci bile tanınmadı bize. Şimdi arkadaşlar, Türkiye'nin en önemli kurumlarından biri olan Sayıştaya üye atıyoruz; ya, bu, dünyanın hiçbir yerinde olacak bir şey değildir. Yani Amerika'da bir yere bir memur atanacağı vakit -"Hiring" denilen- basının önünde terletirler insanı çünkü bu kurumlar önemlidir ve bu kurumların kimler tarafından yönetildiğini bilme hakkına sahibiz biz. Ama baktık ki oradan hiçbir şey anlamamız mümkün değil, mülakat yapma, onları tanıma şansının da olmadığını düşündüğümüz için biz grup olarak toplantıdan çıktık yani seçime katılmadık bir bakıma.