| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Millî Savunma Bakanlığı b)Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletmesi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 01 .11.2018 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli üyeler, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben bu toplantının ilk konuşmacısı olarak -kendi grubum adına söylüyorum- genel bir çerçeve içinde değerlendirmeler yapmak istiyorum. Çünkü sanıyorum, Sayın Bakan eski bir asker olarak bize neden savunma harcamalarının bu civarda durması gerektiğini anlattı ve birçok ayrıntı verdi doğal olarak kendi mesleği olması itibarıyla da. Fakat bizim buradaki işlevimiz ülkemizin kıt kaynaklarının nasıl dağılacağıyla ilgili olarak görüşlerimizi serdetmek. Dolayısıyla da kabul ediyorsak da en azından farklı görüşleri olan partilerin kendi görüşlerini burada söylemiş olması sanırım savunma işlevi üstlenmiş olan Savunma Bakanlığının da yararına olacaktır diye düşünüyorum.
Efendim, şimdi, şöyle söyleyeyim: Sayın Bakan çok haklı olarak küresel güvenlik sorununun arttığını söyledi bize. Yeryüzünde küresel gelişmelerden kaynaklanan risklerin arttığını söyledi. Özellikle terörün bu çerçevede arttığını söyledi. Dolayısıyla da yani bir ülke olarak savunma harcamalarımızı giderek de bir tür meşrulaştıran bir perspektif sundu. Fakat hepimiz şunu biliyoruz sanırım: Bir ülkenin kıt kaynaklarının nasıl dağılacağıyla ilgili kararlar veren siyasi bir erk var; iktidar. Ve siyasi erkin tercihleri de bu kıt kaynakların nasıl dağılacağıyla ilgili olarak bir seçim yapmış olacak.
Şimdi, bakın, eğer bir ülke veya genel olarak isterseniz söyleyeyim dünya, daha demokratik bir yere doğru evriliyor olsaydı savunma harcamalarını kısmamız lazımdı ya da azaltmamız lazımdı ama dünya daha tehlikeli bir yere doğru gidiyorsa, daha antidemokratik bir yere doğru gidiyorsa savunma harcamalarını artırmamız lazımdı. Ama bu iki ekstrem arasında çeşitli tercih noktalarımız olabilir. Siyasetin işi de budur zaten. Siyasetin, tehdit algılarını dikkate alarak ne kadar demokrasi ne kadar savunma gibi bir ikilemin içinden bir cevap üretmesi gerekiyor. Şimdi, bu çerçevede baktığımızda, hükûmetin... Uluslararası risklerin artmış olması, vesaire gibi meseleler var, bunu anlıyorum ama tabii savunma harcamaları konusunda konuşurken sadece Millî Savunma Bakanlığının harcamaları değil, genel olarak savunmaya ülkenin ayırdığı harcamalara da dikkat etmemiz lazım yani iç güvenliği de düşünerek bakmamız lazım. Böyle baktığımız zaman da rakamlar çok ileri bir seviyeye doğru evriliyor yani Savunma Bakanlığı harcamaları bugün 50 milyar Türk lirası civarındayken diğer iç savunma harcamalarını da kattığımızda bu rakam 100'ün çok üzerinde, 140'lara doğru gidiyor. Bu da yani Millî Eğitim Bakanlığına eşit veya ondan daha fazla olan bir harcamaya tekabül ediyor. Dolayısıyla da burada bu kıt kaynak sorunu çerçevesinde siyasetin vermesi gereken kararda, biz iktidarın daha çok demokrasiden uzaklaşma yönünde bir tercih yapmakta olduğunu görüyor ve onun için de eleştirmek ihtiyacı hissediyoruz. Yani şunu kastediyorum: Evet, savunma harcamalarının artırılmasına ilişkin tehditler var ve bu belli bir artışı makul hâle getirebilir belki ama gerçekten de Türkiye'nin şu anda başka iç siyaset tercihlerinde bulunsa veya aynı zamanda dış siyaset tercihlerinde bulunsa belki de farklı bir savunma harcaması düzeyine geleceğiz. Ne demek istiyorum, biraz daha açayım. Ben Hükûmetin özellikle iç politikada tercihinin daha otoriter bir yöne doğru evrildiğini görüyor ve bundan rahatsız oluyorum çünkü Türkiye'de -yani bu bütçe tartışmaları sırasında zaman zaman konu ediyoruz bunu- gerçekten de kıt kaynaklarımızın önemli bir kısmının savunmaya doğru gidiyor. Fakat arkadaşlar, bunun önemli bir kısmının da içerideki siyasetin gerginliği ve demokrasiden uzaklaşma potansiyeli taşımış olmasıdır diye düşünüyorum. Yani biz içeride daha demokratik tercihler yapabilseydik örneğin iç savunma bakımından maliyetlerimizi azaltma imkânı bulabilirdik. Dolayısıyla da bu meselenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Şimdi, içinde bulunduğumuz durumu özetlemek bakımından -sanırım biraz daha vaktim var- birkaç şey daha... Şimdi, bu küresel krizin -ekonomik krizden bahsetmiyorum aslında, siyasi krizin diyelim çünkü bunlar peş peşe gelişti- bize yansımaları itibarıyla baktığımızda, çevremizde özellikle "Arap Baharı" denilen bir olayın tetiklendiğini görüyoruz. Esasında, Arap Baharı bir anlamda Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş olan bazı ulus devletlerin içinde henüz daha yerleşmemiş, ortak bir kimlik üretememiş olmaktan kaynaklanan rahatsızlıkların ifadesiydi. Bence bu bizim için de geçerli olan bir durumdu. Yani bizim de, hepinizin bildiği gibi, Osmanlı bakiyesi bir toplum olarak ve Kemalist kadroların uzun süre ortak bir kimlik üretme çabalarına rağmen, benim görebildiğim kadarıyla Türkiye böyle bir adımı atamamıştır yani ortak bir kimlik ve ortak bir payda üretememiştir Türkiye. O sebeple de içeride "Kürt sorunu" diye ifade ettiğimiz sorunu esasında sadece Kürt sorunu olarak değil bence, demokrasi sorunu olarak görmemiz lazımdı. Türkiye demokrasisi farklılıkları içerebilecek bir özelliğe sahip değildir ama diyeceksiniz ki: "Bu, diğer ülkelerde geçerli mi?" Diğer ülkelerde de geçerli değil ama diğer ülkeler daha homojen topluluklardan oluşuyor. Bizim kadar parçalı dokusu olan, bizim kadar farklılığı olan bir ülkenin ortak bir kimlik üretmesi ve bir demokrasi üretmesi henüz daha başarılabilmiş bir amaç değildir bence. Dolayısıyla da Halkların Demokratik Partisi olarak bizim perspektifimizde, bu ortak kimliğin üretilmesi için Kürt meselesinin barışçıl bir şekilde çözülmesi gerekmektedir ve emin olun... Ki bunu bir zamanlar Sayın Meclis Başkanımız Binali Yıldırım Başbakanken söylemişti yani ne kadar gerçekçi bir rakamdır biliyorum ama bu mesele etrafında harcanmış olan kaynakların 1 trilyon dolar olduğundan söz ediyor. Dolayısıyla da ben tabii ki anlıyorum, savunma harcamaları ihtiyacımız var, etrafta olan bitenler belli ama Hükûmetin siyasi tercihlerinin esasında başka türlü olabilseydi belki de bu kadar büyük bir savunma harcamasına ihtiyacımız olmazdı.
Yani özetle şunu söylemek istiyorum: Eğer Türkiye siyaseti içeride Kürt sorununu barışçı bir şekilde çözebilseydi, çözüm süreci bir yere doğru evrilebilseydi, gerçekten bir barışla sonuçlansaydı o zaman emin olun hem bir anlamda bu iç savunma, dış savunma gibi şu anda bütçemizin önemli bir kesimini kullandığımız kaynaklar belki de refahın artmasına doğru kullanılabilecek kaynaklar hâline gelebilirdi. Dolayısıyla da grubum adına konuşurken -ki daha sonra da Garo arkadaşım konuşacak, daha ayrıntılı belki ele alacak ama- bir giriş perspektifi olarak içinde bulunduğumuz durumun yani savunma harcamalarını bu kadar artırmak zorunda kalmamızın sebebinin dünyadaki küresel gelişmelerde yattığını ve bunun da özünde çağımızda ulus devletlerin, tıpkı bir zamanlar imparatorluklar nasıl sıkıntı yaşamış ve bu ulus devletlere doğru çözülmüşlerse, şimdi de ulus devletler içinde kimlik sorunlarının olduğunu ve kimlik sorunlarının yarattığı demokrasi sorunlarının olduğunu görmek zorundayız.
Bütün bunlardan çıkabilecek olan, çıkarmamız gereken perspektif sanırım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yani özetle şunu söylemek istiyorum: Millî savunma konusunu konuşurken kaçınılmaz olarak siyaseti konuşmak zorundayız çünkü siyaset savunmanın hangi düzeyde olacağını büyük ölçüde belirleyen tercihlere sahiptir ve o sebeple baktığımızda, bugünkü iktidarın seçtiği tercihin ben giderek daha fazla antidemokratik olduğunu düşünüyorum, daha fazla iç güvenlikçi bir perspektifle yaklaştığını düşünüyorum ve o sebeple de kaynaklarımızın daha anlamlı, daha doğru yerlere harcanabilecekken harcanamadığını düşünüyorum. O sebeple de itirazım 46 milyar... Tabii ki 46 milyarda kalmayacaktır bu, daha yüksek oranlara varacaktır ve diğer savunma konusunda yapacağımız harcamalarla baktığımızda, diyebilirim ki bütçemizin Millî Eğitim Bakanlığından daha önce sırada olması gereken bir harcamaya tekabül edecektir. O sebeple de yani tabii ki Komisyonun yapısı itibarıyla baktığımızda bu bütçe de onaylanmış olacaktır muhtemelen ama ben burada kendi grubum adına ifade etmek isterim ki Türkiye'de eğer daha barışçı, daha Kürt sorununu çözmeye yönelik olmak üzere bir politika sanırım refahın artmasına katkı sağlayabilecek tercih olacaktır. İç politikada olduğu kadar dış politikayla ilgili olarak da aynı şeyi söylüyorum. Sonuçta Suriye'de ve Kuzey Irak'ta yaşayan insanlar bizim ülkemizin, bizim vatandaşlarımızın, bizim dostlarımızın, arkadaşlarımızın akrabalarından oluşuyor. Dolayısıyla da burada daha barışçı -özellikle Türkiye'nin tarihsel olarak konumunun da bu olduğunu düşünüyorum- bir perspektifle olaya yaklaşması lazımdır. Hem dış politika anlamında söylüyorum hem iç politika anlamında söylüyorum ama maalesef öyle bir yere doğru evrildi ki Türkiye belki bu 15 Temmuz saldırısının bir sebebi olabilir ama sonuç olarak gördüğümde Adalet ve Kalkınma Partisinin kimyası bu konuda bozulmuş vaziyettedir. Gerçekten, daha önce daha anlamlı politika önerileri getiren Adalet ve Kalkınma Partisi ve lideri Sayın Cumhurbaşkanımız şimdi bakıyorum ki daha bence demokratik olmayan tercihlerle yürümek istiyor. Ben bunun Türkiye'nin yararına olmayacağı kanaatindeyim, Türkiye'nin yararına olma ihtimalinin çok fazla olmadığını düşünüyorum. Umarım yanılırım ama sizin de yanılmış olma ihtimalinizin az olmadığını düşünüyorum.
Teşekkür ederim.