KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; benim adım Mehmet Sayın Bakanım, kardeşimin adı Şevki. Mehmet ile Şevki babaannemin 2 kardeşi. Çocukluğumda sürekli o 2 kardeşin hikâyesini dinledim babaannemden, daha sonra da bütün rüyalarımda, kâbuslarımda bu kardeşleri gördüm. Bu 2 kardeş Allahuekber Dağları'nda donarak şehit oluyor.

Şimdi, Sayın Bakanım bu Nazımiye'deki olayda resmî açıklamalar yapıldı ama gerçekten açıklamalar hiç kimseyi tatmin etmedi. Yani vicdanlarımız kanıyor, rahatsız. Yani 2 askerin donarak ölmesi gerçekten derinden yaraladı. Ben aynı kâbusu, eskiden, çocukluğumda gördüğüm şeyleri görmeye başladım Sayın Bakan. Bu konuda hata varsa, yanlış varsa bunları bu millete açık bir şekilde ifade etmeniz gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi, meşhur bir laf vardır, işte, stratejiyle falan uğraşanların "Coğrafya kaderdir, değildir." tartışması çok önemli bir şey. Bir grup "Evet, coğrafya kaderdir, bir ülkenin, bir ulusun bütün geleceğini belirler, kültürünü belirler, her şeyini belirler." der. Bazıları da "Evet, coğrafya çok önemlidir ama etkiler." der. Ben de ikinci şekilde düşünüyorum, coğrafya önemlidir, bir milletin kaderini etkiler ama oradaki insanlar, biz, millet, milletin önündekiler, sorumluluk alanlar ne yapıyor, ne yapmıyor önemli olan budur. Yani hiç kimse "Biz çok zor bir coğrafyanın üzerinde oturuyoruz, dolayısıyla ne yapalım, böyle şeyler olur." diyerek millete kendisini -nasıl ifade edeyim- yani "Benim bir sorumun yok." diye anlatamaz, mümkün değil, sorumluluk mevkisindedir. Coğrafya ne olursa olsun olup bitenlerle ilgili hazırlıklar yaparız ve bu hazırlıkların da siyasetçiler olarak hesabını veririz, vermemiz gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi, bu açıdan Türkiye'nin coğrafyası, etrafında olup bitenleri, tarihi, bunların hepsi bilenen şeyler, burada tekrar söylersek sadece tekrar etmiş oluruz. Ancak bu son zamanlarda olup bitenlerde Türkiye'yi yönetenlerin olup bitenlerle ilgili almış oldukları tedbirlerdeki zafiyetin de çok önemli yeri olduğunu düşünüyorum ben. Yani geçen gün Maliye Bakanına Türkiye'nin yaşamış olduğu krizle ilgili eleştiri getirdik, düşüncelerimizi ifade ettik, sorular sorduk, çok objektif somut sorulardı. Bize dedi ki: "Bir, bizimle stratejik ortak gibi görünen bir ülkenin bir şehrinde oturdular, komplolar hazırladılar." Ve "Savaş var." falan dediler. Hiç tatmin olmadık, böyle olmaz. Bu sorumluluğu bütünüyle dışarıya almak anlamına gelir. Böyle yapınca da tedbir almamız zorlaşır. Yani ne olacak, kimseyi yargılamıyoruz ki, netice itibarıyla seçime gidiyorsun, şimdilik kazanıyorsunuz, yarın anlar bütün bunları millet, kaybederseniz. Dolayısıyla başımızı kuma sokmanın çok fazla bir anlamı yok. Şu anda yaşadıklarımızla, ödediğimiz bedellerle son yıllardaki -tabii ki geçmişle ilgili şeyler söylenebilir- ülkeyi yönetenlerin uluslararası ilişkilerdeki ciddi hataları, zaafları, özellikle Orta Doğu'daki ilişkilerle, Arap Baharı'nı okuyamamaları, burada Türkiye'nin gücünü aşmaları, birtakım hayallerin peşine koşmaları, birtakım ideolojik tortuların etkisinde kalmalarının çok büyük bir yeri var ve bu yanlışların hesabını bütün bir millet olarak ödüyoruz. Tabii bunu millet olarak ödüyoruz. Oturup şey yapalım demiyor. Elbette ordunun çok önemli bir yeri var.

Değerli arkadaşlarım, ordu güvenlikle uğraşır -diğer konulara gireceğim biraz sonra- fakat bir ülkenin güvenliği, savunması bütünüyle orduyla mümkün değildir, bunu herkes biliyor. Öyle şey yapılıyor ki güvenlik politikaları, hani "beka" diyoruz ya, bir ülkenin bekası bütünüyle orduyla, güvenlik politikalarıyla mümkün değil ama son zamanlarda, birtakım yaşanan travmaların sonrasında belki de bütünüyle güvenlik politikalarına yönelmiş vaziyetteyiz. Böyle değil, böyle güçlü falan olunmaz. Bence, bir kere Türkiye son on beş senede Orta Doğu'da olup bitenlerde gücünü de hesaplamayarak büyük yanlışlar yaptı. Gücümüz oranında hareket edebiliriz yani, bakarız, gelirimize bakarız, millî gelirimize bakarız, askerimize bakarız, ordumuza bakarız, isteklerimize bakarız, sanayimize bakarız, ne üretiyoruz, katma değerimize bakarız, tasarrufumuz var mı, bütün bunlara bakarız, hareket ederiz, böyle yapmadılar, uçtular diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, yumuşak güç diye bir şey var, bunları ihmal ederek savunmamızı sağlayamayız. Örneğin, böyle bir coğrafyada Türkiye'nin savunmasının, bekasının en temel şartlarından bir tanesi gelişmiş bir demokrasiydi. Adalet ve Kalkınma Partisi ilk dönemindeki yönelişi doğruydu arkadaşlar, o yönelişten saptınız. "E, FETÖ geldi." falan. Hayır, ondan değil, o yönelişten saptığınızdan dolayı bütün bu sıkıntıları yaşadık. Demokratikleşmeden uzaklaştık, hukuk devletinden uzaklaştık. Yani bizim güvenliğimizi sağlayacak en temel şeylerden, bunlardan uzaklaştık ciddi bir şekilde ve orduyla savunmaya ne kadar para ayırırsak ayıralım bu güvenlik zafiyetimiz hiçbir şekilde olmayacak eğer tam bir demokrasi olmazsa.

Ekonomi... Dünya kadar para aktı, likidite, para aktı, bunları inşaata, betonlara gömdünüz değerli arkadaşlarım. Gerçekten üreten ama katma değer üreten -ciddi bir on altı sene, on altı seneden söz ediyoruz- böyle bir ekonomi yapamadınız. Bunların sorumlusu sizsiniz değerli arkadaşlarım. Bunları söylediğimiz zaman sinirlenmeyeceksiniz, kızmayın. Ya belki doğru söylüyoruz. Dönün bir bakın "Gerçekten nerede hata yaptık, var mı yok mu?" diye, buna bakın. Kültür, tarih, her şey çok çok önemli yani bir ülkenin güvenliği için bunlar son derece önemli şeyler. Bunlar ihmal ediliyor diye düşünüyorum ben değerli arkadaşlarım. Türkiye, gerçekten, prestijini... Yani "Düşmanlar bizi çevirmiş, New York'ta, Berlin'den, şurada, burada komplolar hazırlıyor, herkes bize saldırıyor." Bu böyle değil arkadaşlar yani. Elbette düşmanlarımız var, herkes dost değildir, uluslararası ilişkiler çıkara dayalıdır ama öyle değil, bu başımızı kuma gömmek anlamına geliyor. Yanlışlarınızdan dolayı bütün bunlar oluyor, bunları ihmal ettiğinizden dolayı ekonomide zaaf var. Arkadaş, tasarrufunuz yok, borcunuz 500 milyar olmuş, cari açık veriyorsunuz yılda 60 milyar dolar, elbette faiz yükselecek, döviz yükselecek, başka yolu var mı? Niye "Düşmanlar bunu yapıyor." diyorsunuz ki? Siz bu ekonominin içindesiniz. Dolayısıyla savunmayla ilgili de bunları bu şekilde düşünmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ordu...

BAŞKAN - Savunmayla bağlantısını kuramadım ben, son cümleyi kaçırdım.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sorun orada zaten.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Savunmayla çok bağlantılı. Sayın Başkan, bir ülkenin güvenliği...

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Hükûmetin bağlantı kuramaması sorunlu zaten.

BAŞKAN - Ben kuramadım.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ha, kuramadın, çalışırsın biraz, kurarsın. Neyse...

Ordu yeniden düzenleniyor. Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden yapılandırılıyor. Nereden başladı bu? FETÖ'yle. Daha öncesi var. Değerli arkadaşlarım, sanki bu ordu hiç kendi alanının dışına çıkmamış, ilk defa kışladan çıkmış, o da yarım yamalak çıkmış gibi davranılıyor. Hayır, bu ordu "Devleti, cumhuriyeti ben kurdum." diye vesayet kurumu olarak hep bu milletin başında sallanmıştır. 1960'da vurmuştur, 1971'de vurmuştur, 28 Şubatta vurmuştur, daha sonra vurmuştur. Değerli arkadaşlarım, sizin döneminizde -ben bilmem Ergenekon, Balyoz ama- dünya kadar şey girişimi olmuştur, size kapanma davası açılmıştır. Ordunun katkısı var mı yok mu tartışırsınız bütün bunları ama geçmişte bunlar bir bütün olarak olmuş. İlk defa ortaya çıkan bir şey yoktur, bu gelenek zaten vardı. Sayın Bakanım, size soruyorum: Böylesine bir örgüt, FETÖ... 2009'da bana sormuşlardı "Ya bu Fetullah hakkında ne düşünüyorsun?" diye. Ya, bunların alt tarafı cemaat diğer cemaatler gibi, Allah rızası için para topluyor, vakıf, dernek, burs falan; üst tarafı örgüt, tuhaf, gizli mizli işleri var, karışık kuruşuk işleri var, bunlar acayip insanlar. Ya Türk Silahlı Kuvvetleri gibi bir yapıya, kapalı bir yapıya nasıl olur da böylesine bir şey girer ve böylesine derin, böylesine geniş bir şeklide nüfuz eder? Türk Silahlı Kuvvetlerinin en seçkin subaylarını alır, sizin, ordunun hiçbirisinin de haberi olmaz. Adalet ve Kalkınma Partisinin de hiçbir haberi olmaz, bunları bilmez, her yere girer.

Değerli arkadaşlarım, bakın, orduda zafiyet... Her gün operasyon var. Bu insanlar bizim insanlarımız ya! Canlarını koyuyorlar. Bakın, 2 çocuk donarak öldü, bizim insanlarımız. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyor, hangimiz FETÖ'cü? Şimdi burada oturan arkadaşlarımız da bu seçkin subaylar da belki öyle bakıyorlardır. Bu nasıl bir şey!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bakın, on altı senelik sorumluluğun hiçbirisini almıyor, siyasi şeyleri yok. O zaman, FETÖ'ye, METÖ'ye giden şeyler bizim karşımıza bakan yardımcısı olarak gelip burada oturtuluyor. Hiçbirinizin hiçbir suçu yok arkadaş! Cumhurbaşkanının yok, sizlerin yok, FETÖ'nün bu kadar büyümesinde yok. Genelkurmay Başkanının, başkanlarının orduyu ele geçirmesinde hiçbir suçu yok. Böyle bir şey olur mu? Ama benim yeğenim, gariban yüzbaşı FETÖ'cü diye atıldı ordudan, yargılandı, beraat etti. Arkadaşlar, şimdi görevine iade etmiyorlar, yoktu böyle bir şeyi çocuğun -yeğenim dediğim, uzaktan yeğen- şimdi, görevine iade etmiyorlar. Mercimek alıyor, limon satıyor, şunu satıyor, geçinecek bu çocuk.

Arkadaşlar, 100 binin üzerinde, 150 bin filan insan var. Bunların bir kısmının hiç bu şeylerle ilgisi yok. Hiç sizi rahatsız etmez mi ya! Bir tane genç, orduda binbaşı, yüzbaşı rütbesine kadar yükselmiş bir insan, ortaokulla beraber askerliğine başlamış bir insan, denizden çıkmış balık gibi kalmış şimdi, hiçbir şey yapamıyor yani bunu hiç düşünmez misiniz, hiç aklınıza getirmez misiniz? Değerli arkadaşlarım, bir gece yattığınızda -hepinizi tanıyorum, biliyorum, aynı kültürden, şeyden geldik- bir kere düşünmez misiniz?

Sayın Bakanım, hiç vicdanınız şey yapmaz mı? Bu çocuklar ne yapar, nasıl olur? Her gün operasyon var Sayın Bakanım. Nasıl bir şey bu? Bu insanlar nasıl görev yapsınlar, ne yapsınlar? Bunlar sorumluluğunuzdur değerli arkadaşlarım, bunlardan kaçmanız mümkün değil.

Bakın, Adalet ve Kalkınma Partisinin en temel problemine değineyim. Bakın, siz kurumlara değiştirecek, dönüştürecek, demokratikleştirecek, bu şekilde bakmadınız, ele geçirme tarzında baktınız. Şimdi, orduya aynı şeyi yapıyorsunuz. Orduda sivil denetimi sağlayacak, o gelişmiş demokratik ülkelerdeki ordular gibi ordulara çevirecek büyük reformlar filan yapmıyorsunuz. Bu konuyla ilgili çok ciddi çalışmalar var. Türkiye'yle ilgili çok önemli araştırmalar var.

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, toparlar mısınız lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Toparlayacağım.

Sayın Bakanım, sizin içinizden çıkmış Metin Gürcan diye eski subay, şu anda akademisyen bir arkadaş var, çok derin, çok önemli yazılar yapıyorlar, önemli sempozyumlar falan yapıyorlar, çalışıyorlar. Bunlar yapılmıyor, siz ele geçiriyorsunuz değerli arkadaşlarım. Değiştirmiyorsunuz, dönüştüremiyorsunuz, bir demokrasi kültürünü koyamadınız.

Bakın, bütün kurumlarla ilgili aynı şeyi yapıyorsunuz. Yıllardan beri YÖK'ü eleştirdik, üniversiteleri, böyle olmaz falan... Şimdi "500 tane üniversite arasında bir tane üniversitemiz yok." diye yakınıyor Sayın Cumhurbaşkanı. Eleştirdiniz "özerklik" falan dediniz, hep eleştirdik, ne yaptınız? Geldiniz, şimdi siz rektörleri atıyorsunuz. Öyle kötü, yarım yamalak koydukları, yine de atama var ama seçim, onu da kaldırdınız yani kurumları ele geçirdiğiniz zaman sanıyorsunuz ki her şey oldu, bitti. Öyle değil değerli arkadaşlarım. Yarın bambaşka şeyler olabilir. Bu yanlış bir şey. Demokratik ülkenin ordusu nasıl olur, bu şekilde bir şey yapmanız lazım.

Sayın Bakan...

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, son cümlenizi alayım

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bu konuyu da bitiriyorum ama bu konunun nasıl yapılacağı biliniyor. Bununla ilgili çok büyük araştırmalar yapmaya filan gerek yok. Önce Türkiye demokratikleşecek, vazgeçeceksiniz bu sevdadan, tek adam, otoriter, totaliter, bundan vazgeçeceksiniz. Türkiye bunu taşıyamaz, üç sene, beş sene, on sene gider, taşıyamaz, mümkün değil. Türkiye, demokrasiden geriye gidemez, götüremezsiniz arkadaşlar, mümkün değil. Böyle bir şey olmayacak. Demokratik ülkelerde ordunun sivil denetiminin nasıl olduğu bellidir, bunu getireceksiniz.

Bitiriyorum, son cümlem.

Profesyonelleşmeyle ilgili büyük laflar ediliyor işte, Amerika'da, mamerikada değişik örnekler falan denenmiş. Bir de SADAT diye bir şey var. Sayın Bakanım, çok merak ediyorum. Okudum, bununla ilgili yapılan anlaşmalar, birtakım kararnamelerde falan şeyleri okudum. Buna dışarıda operasyon yapma filan... Yani bu nedir? Amerika'nın meşhur Black Water mıydı, onun gibi bir şey mi veriliyor, öyle bir şey mi yapılıyor, ihale mi edeceğiz bazı şeyleri?

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum, son birkaç cümle daha söyleyeyim.

Bir şey daha: Dün, arkadaşlarım çok kızdı bana "Tek adam yönetimine doğru gidiliyor." dedim diye, Cumhurbaşkanı yasama yetkisini kullanıyor... Bir tane de askerlikle ilgili yasama yetkisini nasıl kullandığını söyleyeyim: Çıkarmış olduğu Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin birinde deniliyor ki: "Cumhurbaşkanı Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları ve bağlılarından doğrudan bilgi alabilir, bunlara doğrudan emir verebilir, verilen emir herhangi bir makamdan onay almaksızın derhâl yerine getirilir."

Değerli arkadaşlarım, orduda nasıl emir alınacağı, ne yapılacağı kanunla düzenlenmiş. Aynı Anayasa'nın başka bir maddesinde deniliyor ki: "Cumhurbaşkanı kanunun bulunduğu konularda kararname çıkaramaz." diyor. Bakın, çıkarmış.

Değerli arkadaşlarım, burada, nerede duracak belli değil. Yanlış bir iş yaptınız. Yarın bu gider, başkası gelir, bizimki gelir, biz elde etmiş oluruz, öbürü gelir. Bu, olmaz. Türkiye'nin demokratikleşmeden başka hiçbir yolu yoktur. Bizimki de aynı hatayı yapar.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Zaten beni tehdit ettiniz Sayın Bekaroğlu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ne yaptım?

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Tehdit ettiniz. "Siz göreceksiniz?" dediniz. Bizim bunları ele geçirmemiz var ya size göre.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Evet, döner, zafiyetiniz görüldüğü zaman dönecek bunlar, evet göreceksiniz.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Sadece içimizdeki Anadolu insanları...

BAŞKAN - Teşekkür ettim.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Buyur, Anadolu insanlarının neler yaptığını 15 Temmuzda gördük değerli arkadaşlar.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Daha evvel de gördük.

BAŞKAN - Sağ olun Sayın Bekaroğlu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Daha evvel de gördük.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Sen Anadolu çocuğu değil misin Sayın Bekaroğlu?

BAŞKAN - Sayın Çelebi...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - 12 Eylülde "Dur" dedi bana asker.

BAŞKAN - Sayın Çelebi, topa girmeniz gereken yerde topa girmiyorsunuz girmeyeceğiniz yerde top çeviriyorsunuz.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bunları gördük, neler yaptığını gördük Anadolu çocuklarının.

Denetleme; denetleme değerli arkadaşlarım, denetleme.

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitirdim efendim.