| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi(2/1186) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 01 .11.2018 |
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, alt komisyon kurulmuş olsaydı, daha iyi bir, sağlıklı bir değerlendirme yapılabilir diye düşünüyorduk ama Komisyonumuzun takdiri o yönde olmadı. O vesileyle geneliyle ilgili görüşlerimizi ifade etmek istiyoruz.
44 maddelik bir teklif, yine 16 ayrı kanunda ve 2 kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngören bir torba yasadan bahsediyoruz. Dolayısıyla yine son derece önemli, hatta ve hatta insan hakkı ihlallerine yol açabilecek, sonuçları olabilecek, ağır sonuçları olabilecek bir yasa teklifinden bahsediyoruz. Dolayısıyla görüşlerimizi zaman sınırlaması olmaksızın anlatmaya çalışacağız.
Tabii, teklifinin geneline baktığınızda insan odaklı bir teklif göremiyoruz, rant odaklı bir teklif görüyoruz. Teklifi'nin 5'inci maddesiyle özellikle az önce konunun mağduru olan milletvekili arkadaşlarımız da açıklıkla ifade ettiler, nitelikli iş gücü olan doktorlar, sağlık çalışanları ve aileleri açlığa mahkûm edilirken teklifinin 1'inci maddesiyle ve 38'inci maddesiyle de belli çevrelere rant dağıtılmak istenmektedir.
Tabii, değerli arkadaşlar, benim mesleğim doktorluk değil, sizler çoğunuz hekimsiniz veya sağlıkla ilgili bir alanda görev yapıyorsunuz, eczacısınız ama bu mesleğin ne kadar kutsal bir meslek olduğunu ben de en az sizler kadar bilen bir arkadaşınızım. Gerçekten hekimliğin amacı insanı yaşatmaktır, insanı iyileştirmektir ve konusu, odağı insan olan bir meslektir ve bu sebeple de kutsal bir meslektir. Yine de sizler deneyimlerinizden, yaşamınızdan bildiğiniz üzere, hekimlik dünyanın en zor mesleğidir, en zor mesleklerinin başında gelmektedir, yine dünyanın eğitimi en zor mesleklerden biridir. Çoğu zaman hekim arkadaşlarla görüştüğümde "Ya, iyi ki avukat olmuşum, hekim olmamışım." demişimdir, neden? Gerçekten çok zorlu bir meslektir, eğitim anlamında da devamı anlamında da; hele hele Türkiye koşullarında gerçekten zor bir meslektir. Bir hekim kolay kolay yetişmemektedir, çok zor yetişmektedir. Böylesine zor yetişen, böylesine zor işi yapan hekimler bu yasayla maalesef bir kez daha mağdur edileceklerdir. Yine sağlık çalışanları için benzer şeyleri söylememiz mümkündür.
Şimdi, "Kendi görüşlerimizi paylaşmıyor." diyerekten binlerce hekim ve hekim adayı olan arkadaşımızı ve sağlık çalışanlarını "Kendi görüşlerimizi paylaşmıyor." diyerek bu yasayla cezalandırma noktasına gitmekteyiz. Bunu kabul etmemiz mümkün değil arkadaşlar.
Evet, Türkiye'de yaklaşık 145 bine yakın hekim var ve 1 doktora 572 hasta düşüyor verilere göre. Türkiye'de yine yaklaşık 10 bin kişiye 17 doktor düşerken OECD ülkelerinde ise 10 bin kişiye 35 doktor düşmektedir.
Şimdi, bir ifade okumak istiyorum size: "Sağlık alanında fizikî alanları fevkalade güzel hâle getirmemiz yeterli değil. Bunun yanında hasta başına doktor sayısını yükseltmemiz gerekir." diyor. Kim söylüyor bunu? Sağlık Bakan Yardımcımız Sayın Halil Eldemir söylüyor. Yine bir cümle daha okumak istiyorum: "Türkiye, doktor sayısı itibarıyla Dünya Sağlık Örgütünün Avrupa bölgesi ülkeleri içinde sondan 2'ncidir, sonuncuyduk, sondan 2'nci duruma geldik." Bunu kim söylüyor? Yıllarca Sağlık Bakanlığı yapan Sayın Recep Akdağ söylüyor. Çoğunuz da bu rakamları benden çok daha iyi biliyorsunuz.
Peki, bu yasa maddesine baktığımızda kimleri ilgilendiriyor bu? Az önce 2 tane KHK'yle mağdur olmuş milletvekili arkadaşımızı dinledik. Evet, toplam ihraçlar benim elimdeki verileri sendikadan aldık yani tam sağlıklı olmayabilir ama üç aşağı beş yukarı doğrudur diye düşünüyorum. İhraç edilen hekim sayısı 3.383 diye bildirildi bize ve ihraç edilen sağlık çalışanı 7.874 diye belirtildi, toplam 11 binin üzerinde. Mesela Ankara Tabip Odası 5.500 diye açıklamış, değerli vekilim 7 bin civarında bir rakam söyledi yani daha rakamları bile bilmiyoruz yani ne kadar insan mağdur olmuş bu konuda net bir veri yok.
Yine, tıp fakültesini bitirmiş ama zorunlu hizmeti yapamamış ve bekleyen, güvenlik soruşturması devam eden yaklaşık 1.500 civarında henüz daha hekim olmayı başaramamış öğrenci var. Bunlar tıp fakültelerini bitirmişler ve netice itibarıyla bu hakkı elde ettikleri hâlde güvenlik soruşturması nedeniyle bu haktan mahrum kalmışlar ve dolayısıyla bu rakamlara baktığımızda, ne kadar çok hekime ihtiyacımız olduğu hâlde bu yetişmiş insan gücümüzü bir kenara itmişiz ve kamudan bu şekilde ihraç etmişiz. Aynı zamanda bunların bir kısmı özel sektörde bütün güçlüklere rağmen, bütün zorluklara rağmen iş bulmuş çalışıyorlarken bu yasayla kendilerini bir kez daha mağdur edeceğiz. İşte az önce 2 milletvekili arkadaşımız yaşamış oldukları mağduriyetleri anlattılar. Elbette suçu olan tabii ki cezasını çekmeli, bizim buna herhangi bir şey dememiz mümkün değil kanunlar çerçevesince ama değerli arkadaşlar, evrensel hukuk ilkeleri var ve Anayasa'mız var. Şimdi, buraya baktığımızda bu getirilen düzenleme hem iç mevzuatımıza, Anayasa'mıza son derece aykırı hükümler içermekte hem de evrensel hukuka aykırılıklar içermekte hem de vicdana aykırılıklar içermekte.
Evet, değerli arkadaşlarım, neye aykırı bu getirilmek istenen 5'inci madde? Anayasa'nın 49'uncu maddesine aykırı, Avrupa Sosyal Şartı'nın ilgili bölümlerine aykırı, kazanılmış haklar ilkesine aykırı, adil yargılanma hakkına aykırı, masumiyet karinesine aykırı ve her şeyden daha öte, hukuk devleti ilkesine aykırı, adalete aykırı, vicdana aykırı.
Evet, değerli arkadaşlarım, nedir Anayasa'nın 49'uncu maddesi: "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir." diyor. Bakın, hiçbir sınırlandırma yok. Çalışma, herkesin, hükümlü de olsa, tutuklu da olsa hakkıdır, insan hakkıdır, temel bir insan hakkıdır. Bakın, Anayasa'nın 49'uncu maddesi darbe hukukundan sonra gelmiştir, 82 Anayasası'yla gelmiştir. Bakın, darbeciler bile en temel hak olan çalışma hakkını Anayasa'ya koymuşlardır. Bakın, devamında diyor ki 49'uncu madde: "Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır." diyor.
Evet, değerli arkadaşlarım, burada net bir şeklide bu 5'inci madde Anayasa'nın 49'uncu maddesine aykırılık içermektedir.
Evet, bir başka aykırılık nerede? Avrupa Sosyal Şartı. Biliyorsunuz, uluslararası anlaşmalar ve imza koyduğumuz hükümler iç hukukta geçerlidir, yürürlüğe girmiştir. Burada Avrupa Sosyal Şartı'nın birinci bölümüne baktığımızda 1 ve 2'nci maddelerinde -bakın, devlet olarak biz bunu kabul etmişiz- ne diyor 1'inci madde? "Herkes özgürce edinebildiği bir işle yaşamını sağlama fırsatına sahiptir." 2'nci madde ne diyor? "Tüm çalışanların adil çalışma koşullarına sahip olma hakkı vardır." İkinci bölüme bakıyoruz, maddenin başlığı "Çalışma hakkı" ve bu maddede "Akit taraflar çalışma hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla çalışanların özgürce edindikleri bir işle yaşamlarını sağlama haklarını etkili bir biçimde korumayı taahhüt ederler." diyor yani devletimiz, çalışanların özgürce edindikleri bir işte yaşamlarını sağlama haklarını etkili bir biçimde korumayı taahhüt etmiştir; Avrupa Sosyal Şartı'nın en temel maddelerinden biri.
Evet, değerli arkadaşlarım, bu maddeler bu 5'inci maddeyle çok net bir şeklide ihlal edilmektedir, çok net bir şekilde. Daha önceki kanun hükmünde kararnameyle ihraçlarda da benzer uygulamalar söz konusu çünkü insanların yargı hakkı da ellerinden alınmakta.
Yine bu getirilen düzenleme, hukuktaki temel ilkelerden biri olan kazanılmış hakları da ihlal etmekte. Şimdi, siz fakülteyi bitirmişsiniz, hekim olmuşsunuz, bir çalışma hakkını elde etmişsiniz, Hipokrat yemini etmişsiniz ama şimdi bir düzenlemeyle, hukuki olmayan bir düzenlemeyle -sizin hakkınızda belki birileri iftira attı, belki şey yaptı -bir yargılama olmaksızın, bu hakkınızı, kazanılmış hakkınızı elinizden almaya çalışıyoruz. Bu yönüyle de bu kazanılmış haklar ilkesine de bu düzenleme son derece aykırıdır.
Şimdi, tabii ki bu kazanılmış hakları biraz daha açmak istiyorum. Yürürlükte olan hukuk kurallarına uygun şekilde elde edilmiş ve elde edilirken, örneğin, idare hukuku alanında "İdareye karşı herhangi bir hile ve idari makamı esaslı hataya düşürücü bir fiil yapılmamışsa o hakkın ne şekilde olursa olsun korunması gerekir." diyor. Özellikle zaman ve elde etme bakımından kazanılmış hakların tümüyle korunması gerektiğini düşünmekteyiz. Burada, dediğim gibi, tıp fakültesini bitirmiş, Hipokrat yemini etmiş doktorların bu kazanılmış haklarına dokunulmaması gerekir diye düşünüyoruz.
Yine bir başka husus, adil yargılanma hakkına aykırı. Neden? Yine bu güvenlik soruşturması herhangi bir yargı hükmü içermiyor, bu güvenlik soruşturması idari bir tasarruf netice itibarıyla.
Bununla tamamlayacak bir başka karine, masumiyet karinesi. Nedir bu? Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Dolayısıyla burada bu iki ilke, adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesi de açık bir şekilde ihlal ediliyor. Neyle ihlal ediliyor? İşte, güvenlik soruşturması yapan heyet tarafından belki bir iftiraya maruz kalmış yani hiçbir olayla nedensellik bağıyla bağı olmayan; suçla, cezayla bağı olmayan bir sonuç sonrasında bu insanlar mağdur edilmekte.
Evet, yine Anayasa'nın 2'nci maddesinde belirtilen, temel kavram olan hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.
Değerli arkadaşlarım, tabii ki bu düzenleme aynı zamanda, az önce ifade ettiğim gibi, iç hukuka, evrensel hukuka aykırı olduğu kadar vicdana da aykırı. Yani bir kişiyi bu şekilde linç edercesine kendi mesleğini yapamaz hâle getirmek... Bakın, ilkel dönemlerde olan ceza yöntemleridir bunlar, modern çağda bu tür cezalar olmaz arkadaşlar. Hele hele mesleği insanı yaşatmak olan, temel ögesi insan olan bir kişiyi o kadar zorlu bir eğitimden sonra düşünceleri sizinle aynı değil diye, fikirleri sizinle aynı değil, sizinle aynı şeyi paylaşmıyor diye cezalandırmak, sanıyorum hiçbir insanın, hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bir durumdur diye düşünüyorum.
Burada tabii ki bu insanlarla beraber, bu insanların eşleri ve çocukları da açlığa mahkûm edilmekte. Çünkü kamudan ihraç etmişsiniz, güç bela, zorlukla, emeği de sömürülerek yani düşük ücretlerle, belki asgari ücrete yakın ücretlerle çalışmayı da kabul ederek yaşamını idame ettirmeye çalışıyor; eşiyle, çoluğuyla çocuğuyla yaşamını idame ettirmeye çalışıyor, siz diyorsunuz ki: "Hayır, özel sektörde de çalışamazsın. Kardeşim sen ya açılığa mahkûm kalacaksın ya mesleğini yapamayacaksın ve bu şekilde hayatını idame ettirmeye çalışacaksın ve eşinle birlikte, çocuklarınla birlikte bu açlığı mahkûm olacaksın."
Az önce Değerli Bakanımız güzel bir şey ifade etti "Hekim her şeyi yapabilir." dedi. Yani gerçekten bu zorlu mesleği yapan hekim arkadaşlarımız her şeyi yapabilirler, bir itirazım yok ama bu arkadaşlarımızın -az önce yaklaşık sayılarını da verdim, net rakamı da bilmiyoruz- işi hekimlik olduğu hâlde hekimlik yapamıyorlar, buna engel oluyoruz. Bu, çok açık söyleyeyim, hiçbir vicdanın kabul edebileceği bir şey değil değerli arkadaşlarım.
Tabii, kanunun başka eleştirilecek maddeleri de var. Bunlara da şöyle kısaca değinmek istiyorum. Çünkü gerçekten bir anda önümüze geldi, iki gün içerisinde elimizden geldiğince eksiklerini, noksanlarını bulduk, gördük kendimize göre, kendi bakış açımıza göre fakat inceledikçe başka sakıncaları da görmüyor değiliz. İşte, sağlıkta şiddetle ilgili 24'üncü madde, çok önemli bir madde. Yani bu kadar zor bir mesleği, bu kadar kutsal bir mesleği yürüten hekimlerimize karşı, sağlık çalışanlarımıza karşı yapılan bu şiddeti hiçbir insanın kabul etmemesi gerekir, hiçbirimiz kabul etmiyoruz bunu ama buna yönelik de bir adım atmıyoruz. Şimdi, buradaki bir madde, 24'üncü madde, kamuoyunda tabii hassaslıkla takip edilen bir olay bu, hekimlere yapılan şiddetle ilgili anılan şey. Bu kullanılarak yani sanki bunu düzeltiyormuşuz gibi kamuoyuna lanse edildi, bir anda biz de öyle zannettik ama baktık ki bu 24'üncü madde zaten kolluk kuvvetlerinin yapması gereken normal şeyleri yazıyor yani bunlar zaten yapılabilecek şeyler ve pratikte olan şeyler. Yani netice itibarıyla, usule ilişkin, işin esasına ilişkin bir düzenleme yok. Burada hekime şiddeti caydırıcı özellik taşıyan maddeleri konuşmamız gerekir bence. Yani düşünebiliyor musunuz, bir hekim arkadaşımız tedavi ettiği hastanın yakınları tarafından şiddete maruz kalıyor, dayak yiyor, küfre maruz kalıyor veya öldürülüyor. Yani, 2018 Türkiyesi'nde bunlara şahit oluyoruz ve inanamıyoruz nasıl böyle bir şey olabilir diye.
Değerli arkadaşlar, bence öncelikli olarak bu şiddeti önleyebilecek cezai yaptırımları ağırlaştıracak, caydırıcı olacak hükümler getirmemiz gerekiyor yani bunu hepimize yönelik bir tehdit olarak algılıyorum. Yani insanları yaşatmaya çalışan, iyileştirmeye çalışan bir hekime yönelik şiddeti ve daha ötesi öldürmeyi ben tüm topluma yapılmış kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Onun için bu 24'üncü maddeyle elbette bir iyileştirme var ama dediğim gibi, sonuç itibarıyla bizim hedeflediğimiz şeyi çözmüyor.
Bir başka mesele, şehir hastanelerini yapan ve işleten şirketler lehine getirilen düzenlemeler, işte bu pazar testinin beş yıldan on yıla çıkarılmış olması. Burada tabii, madde geldiğinde gerekçelerini daha sağlıklı bir şekilde duyduğumuzda belki farklı görüşlerimiz olabilir ama gördüğümüz kadarıyla beş yıllık bir süre için öngörülen bir şey on yıla çıkartılıyor, özel hastanelerin lehine bir düzenleme gibi gözüküyor.
Meslek örgütlerinin işlevsiz kılınmasına ilişkin maddeler var, aile hekimliğine ilişkin maddeler var ve eczacılarla ilgili maddeler var. Burada tabii eczacıların, özellikle 1'inci maddede, işte bu üvey evlat kabul edilen hastaların ilaçlarının -Eczacılar Birliğinin dışarıdan getirdiği ilaçlar, bunlar çok pahalı ilaçlar- Sağlık Bakanlığının öngördüğü kurumlara verilecek olması kamusal özelliğini yitireceğini göstermekte, bir ticari meta hâline geleceğini göstermekte bu işin. Yani Eczacılar Birliği bir kamu kurumudur. Bu, Eczacılar Birliğinin aslında asli görevi değildir; asli görevi olan yer Sosyal Güvenlik Kurumudur, Sağlık Bakanlığıdır. Yani bu üç kurumun dışında bu işi ticari meta hâline getirecek bir adım atılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bize verilen bilgilere göre bu tür ilaçlar yaklaşık 35-40 bin civarında hastayı ilgilendiriyor, pahalı ilaçlar ve netice itibarıyla bu ilaçların yıllık maliyetinin 1,5 milyar lira civarında olduğu ifade edildi ama bu ilaçlar ticari bir meta hâline getirilirse yaklaşık 3-4 milyar gibi bir rakama ulaşacağı ifade ediliyor -Eczacılar Birliğinin görüşleri o yönde bildiğim kadarıyla- ve bu da maalesef devletimize ağır bir yük getirecek gibi. Zaten kara delik Sosyal Güvenlik Kurumu, neticede parayı ödeyen Sosyal Güvenlik Kurumu. Dolayısıyla bu ilaçları ben Sosyal Güvenlik Kurumumun veya Sağlık Bakanlığının getirmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum veya mevcut hâliyle devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yine, eczacılarla ilgili bir madde daha var, 10'uncu madde. Bu maddede de reçetesiz ilaç satışlarına yönelik cezaların artırılması söz konusu. Ya bu, hayatın pratiğine de pek uymamakta. Cezalar da çok ağır olmuş. Yani örneğin 5 liralık bir ilaç veren, reçetesiz ilaç veren, hastaya gecenin bir yarısı ağrı kesici veren bir eczaneye 2 bin lira gibi bir ceza kesilebiliyor. Yani bu şekilde bir şey vermek hastaların da haklarını ihlal eder diye düşünüyorum çünkü hepimizin başına gelen bir şey, gecenin bir vakti, doktora gitme şansımız yok, bildiğimiz bir rahatsızlık, gidiyoruz rica ediyoruz, eczacıdan alıyoruz bunu; eczacı bunun bedelini bu kadar ağır ödememeli. Elbette zor olan yani hakikaten bir reçete gerektiren ilaçları zaten vermiyor. Eczacı demek sorumlu insan demek, o da halk sağlığından sorumlu yani böyle zarar verecek, insana zarar verecek bir şeye gitmeyeceğini düşünüyoruz.
Ben şimdilik geneliyle ilgili görüşlerimi bu şekilde ifade ediyorum.
Teşekkürlerimi sunuyorum Sayın Başkanım.