KOMİSYON KONUŞMASI

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın bakan yardımcılarım, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, sivil toplum örgütleri ve basın mensupları; hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, sağlıkta 44 maddelik değişiklik içeren bir teklifi görüşüyoruz. Evet, tabii ki bu iktidar döneminde olumlu adımlar atıldı sağlıkta, atılmadı dersek, inkâr edersek bu yanlış olur. Ancak sağlıktaki atılan bu olumlu adımlara rağmen sağlıkta maalesef birçok sorun hâlâ çözülememiş durumda ve yapısal sorunlar bunlar. Bu yapısal sorunlar maalesef derinleşerek devam ediyor. Önümüzdeki bu teklif ise bu sorunlara çözüm getireceğine mevcut sorunlara başka sorunlar çıkaracak boyutta idi. Tabii, yaptığımız görüşmeler sonucunda bazı olumlu adımlar atıldı ve iyileştirmeler yapılacağını düşünüyorum bundan sonraki maddelerde de. Ama bu teklifin en kilit maddesi dediğimiz 5'inci maddede küçük bir iyileştirme önerilse de netice itibarıyla, özü itibarıyla temel insan hak ve hürriyetlerine, Türkiye'deki iç hukuk mevzuatına, uluslararası mevzuata ve hukukun temel ilkelerine aykırı bir maddeyi görüşüyoruz.

Değerli arkadaşlar, tabii ki öznemiz burada sağlık, sağlık çalışanları ve hekimlerimiz. Evet yani hekim gerçekten Türkiye'de kolay yetişmiyor. Hekimin amacı insanı yaşatmaktır, insanı iyileştirmektir, öznesi insandır, insan odaklıdır hekim. Hekimlik gerçekten dünyanın en zor mesleğidir, gerçekten dünyanın eğitimi en zor mesleğidir. Hekimlik gerçekten kutsal bir meslektir ve insan odaklıdır, insanı iyileştirmeyi ve yaşatmayı hedeflemektedir.

Bu maddeye baktığımızda -bazı hekim arkadaşlarım buradaki şeyleri de saymış- işte terör örgütü bağlantılı olan hekim arkadaşların, hekimlerin ihraçlarından sonra başka hiçbir yerde çalışamaması, işte Sosyal Güvenlik Kurumu bünyesinde çalışan iş yerlerinde çalışamaması gibi bir öngörüde bulunuyor, yasaklıyor bunlara.

Tabii, Türkiye'deki sağlık sistemine baktığımızda, doktor yetiştiremiyoruz, sağlık personeli yetiştiremiyoruz veya yetiştiriyoruz ama yeterli gelmiyor. Yani tıp fakültesi sayısı belki artmış olabilir ama nitelikli iş gücü dediğimiz doktorların ve sağlık personelinin yetersiz olduğunu görüyoruz. Evet, 141 bin yani yaklaşık 142 bin civarında hekimimiz var Türkiye'de. Bir doktora 572 hasta düşüyor ve Türkiye'de 10 bin kişiye yaklaşık 17 doktor düşüyor. OECD ülkelerine baktığımızdaysa bu rakam 2 katı. 10 bin kişiye 35 doktor düşüyor. Yani bu rakamlardan çok açık ve net bir şekilde anladığımız şu ki Türkiye'de bir hekim açığı var, Türkiye'de sağlık personeli açığı var. Yani "Eğitimi en zor mesleklerden birisi." diyoruz. Gerçekten doktorluk eğitimi en zor meslektir. Ben geçen Komisyon konuşmamda da ifade etmiştim. Yani hukukçuyum, sağlık personeli değilim, doktor değilim, hekim değilim ama bazen şükrediyorum hâlime. Doktor olsaydım gerçekten bu mesleği yapamazdım diye düşünüyorum. Ben devlet yurtlarında büyüdüm değerli arkadaşlar. Eğitimi devlet yurtlarından aldım, devlet okullarında aldım. Bizim üniversitedeyken çalışma salonlarından evet hukukçular da gece yarıları çıkardı ama doktorlar hiç çıkmazdı, sürekli yedi gün yirmi dört saat neredeyse çalışırlardı. Eğitimi aynı zamanda pahalı olan bir alandır. Şimdi bu kadar zor yetişen, bu kadar kutsal olan bir mesleğin üyelerini de kolay bir şekilde mesleğini yapamaz hâle getirmemeliyiz, kolay bir şekilde onları eşlerini, çocuklarını, açlığa mahkûm edebilecek sonuçlar doğurabilecek maddeleri kolay çıkarmamalıyız değerli arkadaşlar.

Önceki dönem Bakanımız Sayın Demircan bu maddenin gerekçesini açıklarken şunu ifade etmişti: "Devlet terörle mücadele etmeli, yani bu ülkede bir 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı, PKK'yla mücadele ediliyor, kırk yıldır mücadele ediliyor, bu terör örgütleriyle mücadele etmeyelim mi?" demişti, böyle bir ifade kullanmıştı. Şimdi, Sayın Bakanım, aslında bu görüşlerinize tabii ki katılıyoruz, terör örgütleriyle devlet tabii ki mücadele etmeli, yani PKK'yla da mücadele etmeli, DHKP-C'yle de mücadele etmeli, IŞİD'le de mücadele etmeli, FETÖ'yle de mücadele etmeli, aklınıza hangi terör örgütü gelirse gelsin onunla mücadele etmeli. Bunda hiçbir tereddüdümüz yok ancak bu terör örgütleriyle mücadele ederken devlet hukukla bağlı kalmalıdır, iç mevzuatıyla bağlı kalmalıdır, imza attığı uluslararası sözleşmelerle bağlı kalmalıdır, temel insan hak ve hürriyetleriyle bağlı kalmalıdır. Şimdi buradan doktorları yani öznesi insanı yaşatmak olan hekimlerimizi konuşuyoruz, sağlık personelini konuşuyoruz. Terör örgütlerinin temel amacı kaos çıkarmak ve insana zarar vermektir, öldürmektir ama doktorlarınki tam tersidir, insanı yaşatmaktır. Şimdi, bir sağlık personeliyle bir terör örgütünü bağlantılı kılmak için hukuk devleti yani aslı hukuk olan bir devlet, bunun bazı kriterlerini koymalıdır. Bunun için değişik işte kişisel, sübjektif değerlendirmeler yapmamalı, tam tersine hukukun temel ilkelerine uygun objektif değerlendirmelerle bu bağı kurmalıdır. Eğer böyle bir bağ yoksa yani bu maddede ifade edildiği gibi bir idari tasarruf olan güvenlik soruşturması, işte oradaki güvenlik güçlerinin yorumlarına, kişisel yorumlarına dayalı bir güvenlik soruşturmasıyla bu bağı kuruyorsa sadece bu bağ, işte bu kadar zor yetişen bir hekimi mesleğini yapamaz hâle getiriyorsa, aç bırakacak bir sonuç doğuruyorsa burada bir sorun vardır diye düşünüyorum. Onun için bizim üzerinde hassaslıkla durmak istediğimiz konu, değerli arkadaşlar, işte bu bağın objektif, hukuka uygun kriterlerle belirlenmesi. Burada, üzülerek ifade ediyorum, bu maddede böyle bir şey yok. Tamamen keyfî, tamamen sübjektif değerlendirmelere dayalı bir raporlarla, bu kadar zor yetişen ve amacı insanı yaşatmak olan hekimlerimiz bir anda işlerini yapamaz hâle gelebiliyorlar.

Tabii, değerli arkadaşlar, burada iktidarın genel bir bakış açısı var. Ben üzülerek ifade ediyorum. Bu bakış açısı Türkiye'yi normalleştirmiyor arkadaşlar ve Türkiye'yi gerçekten sıkıntılı bir sürece sokuyor. Nedir bu bakış açısı? İktidar kendisi gibi düşünmeyen, kendisine paralel hareket etmeyen kim varsa onları "terörist" ilan ediyor. Burada sıkıntı bu. Yani bu dönemde üzülerek ifade edeyim, bu alışkanlık hâline geldi. Bu dönemin, AK PARTİ'nin bu döneminin bir karakteristik özelliği bu. Kendisi gibi hareket etmeyen, kendisi gibi düşünmeyen, kendisinden farklı düşünen herkesi terörist ilan ediyor, öteki ilan ediyor, oysa öyle değil. Aldığınız oy belli değerli arkadaşlar, yüzde 42 oy aldınız en son. Yani yüzde 58'i terörist ilan ediyorsunuz, bu olmaz. Üzülerek ifade edeyim, seçim döneminde bunu çok yaşadık. Çok yaşadık arkadaşlar. Burada bulunan bütün siyasi partileri neredeyse "terörist" ilan ediyorsunuz arkadaşlar. Bu olmaz. Bu anlayıştan bir an evvel kurtulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun Türkiye'nin yararına olacağını düşünüyorum. Tabii ki teröristle mücadele edeceğiz, tabii ki suç işleyeni, yargı önüne çıkaracağız ve hesap vermesini sağlayacağız. Bakın, değerli arkadaşlar, ben 2011 yılında da milletvekili adayıydım ve 2011 yılında, bize, yine AK PARTİ'li arkadaşlarımız darbeci, Balyozcu gibi yaftalamalar yapıyordu. O zaman seçilemedik ama o dönem onlara maruz kaldık çünkü Ergenekon ve Balyoz davaları vardı, çünkü o zaman bugün FETÖ dediğiniz grupla birlikteydiniz ve bizi bu şekilde suçluyordunuz arkadaşlar. Silivri'de gaz yerken biz darbeci ve Ergenekoncu bağlantısı kurularak gaz yedik. Yani bunlar geride kalmadı arkadaşlar, bunlar hafızalarımızda. Yani çok değil, yedi sekiz yıl önce yaşadığımız olaylar bunlar ve bu yargılamalardan dolayı da birçok insan mağdur oldu.

Şunu ifade etmek istiyorum arkadaşlar: Cumhuriyet Halk Partisi olarak o zaman biz hukuku savunuyorduk, şimdi de hukuku savunuyoruz. Yani burada bizim temel kriterimiz, o zaman da evrensel hukuku savunuyorduk, bugün de evrensel hukuku savunuyoruz. Burada sanki biz burada terörü savunuyormuş gibi bir algı yaratılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil arkadaşlar. Biz burada tamamen biz de teröristin karşısındayız, suç işleyenin karşısındayız. Bakın, FETÖ'yle bağlantısı kuruluyor bunu savunanların. Arkadaşlar, o gece Parlamentoyu ilk açan Meclis grubu bizim Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımız. Ben de Genel Başkanımızın talimatıyla Parlamentodaydım ve Sayın Başkanım, o gece biz de aynı bombaları yedik, kol kolaydık, hep beraberdik, FETÖ'yle mücadeleyse hep beraber mücadele ettik. Yine hep beraber mücadele edelim. Bunda hiçbir tereddüt yok ama dediğim gibi bizim ölçütümüz 2011'deki ölçüt neyse bugün de aynı. Hukuk ölçütü, evrensel hukuk ölçütü, hukukun temel kriterleri. Bu kriterlerden uzaklaştıkça Türkiye normalleşemiyor arkadaşlar ve Türkiye'de toplumun geniş kesimlerinde büyük huzursuzluklar yaşanıyor.

Üzülerek ifade edeyim, bu maddede şunu gördük: Yine bu maddede toplumun geniş kesimlerini huzursuz edecek hükümler var. Şimdi FETÖ'yle veya işte herhangi bir terör örgütüyle iltisaklı diyoruz değerli arkadaşlar. Yani bunun ölçütü nedir? Bunun ölçütünü sübjektif değerlendirmelerle, idari bir tasarrufla ortaya koyamayız. Bunun ölçütünü tarafsız ve bağımsız yargı koyar ancak. Bizim burada ölçütümüz bu olmalı diye düşünüyorum. Şimdi bir iki örnek vereceğim size, bu maddenin mağdur ettiği insanlardan öte FETÖ'yle bağlantılı olan insanlar nerelere gelmiş. Bakın, değerli arkadaşlarım, darbe sanığı Mehmet Dişli'nin kardeşi Şaban Dişli'yi Lahey'e büyükelçi olarak atamışsınız. Bakın, kardeşi darbenin iki numaralı sanığı, siz bunu Lahey'e atamışsınız. Yani Şaban Dişli eğer doktor olsaydı, hekim olsaydı bu maddeye göre hiçbir yerde iş bulamazdı arkadaşlar. İhraç edilirdi, Lahey'e büyükelçi olamazdı arkadaşlar. Bakın, ölçütümüz, kendi yakın arkadaşımızsa uygulanmıyor, başkasıyla uygulanıyor.

Bakın "Yeni Bakanın Kardeşi, FETÖ tutuklusu" bir gazete haberi, bakın. "Tarım ve Orman Bakanı Sayın Bekir Pakdemirli'nin ağabeyi Mehmet Pakdemirli, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası görevinden ihraç edildi ve FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandı." diyor. Bakın, burada suç kişiseldir, evrensel bir ölçüttür bu. Tabii ki buradan biz "Tarım ve Orman Bakanımız FETÖ'cü." diyemeyiz, o kendisinden sorumludur ama kardeşi, bakın Mehmet Pakdemirli tutuklanmış ve FETÖ'den ihraç edilmiş. Şimdi aynı Bakanımız Bekir Pakdemirli Bey, sizin mesai arkadaşınız, çalışma arkadaşınız eğer hekim olsaydı ve devlette, kamuda çalışsaydı ihraç edilecekti arkadaşlar yani bunu görmemiz lazım.

Yine geçen hafta bir atama yapıldı bakın, Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Berat Albayrak yapmış bu atamayı. TÜRK TELEKOM AŞ'nin Yönetim Kurulu Üyesi olarak Nurettin Nebati'yi atamış bakın. Nurettin Nebati kim? Pensilvanya'da FETÖ'nün 1 numarasıyla fotoğrafı var burada, bakın arkadaşlar. Yani şimdi bu Sayın Nurettin Nebati Bey eğer sağlık personeli olsaydı ihraç edilmişti ve hiçbir yerde iş bulamayacaktı. Ama nerede bulmuş. TÜRK TELEKOM AŞ'nin Yönetim Kurulunda ve atayan kim? Sayın Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak.

Değerli arkadaşlar, bunlar çifte standart. Bakın, bunlar Türkiye'de hukuka olan güveni zedeliyor. Hukuka olan güvenin zedelenmesinin ağır sonuçlarını da ekonomik olarak şu anda ödüyoruz arkadaşlar. Dışarıda hiç kimse artık Türkiye'nin hukuk güvenliği olmadığını düşünerek, objektif kriterler olmadığını düşünerek yatırım yapmak istemiyor. Bakın, yatırım yapmak istemediği için de bugün bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldık. Ölçütümüz bu olmalı arkadaşlar. Bu maddede bu ölçüt ağır bir şekilde ihlal ediliyor.

Şimdi, hangi maddeleri ihlal ediyor, onlarla ilgili bazı bilgiler vermek istiyorum değerli arkadaşlar. Burada yapılmak istenen düzenleme Anayasa'nın 49'uncu maddesine aykırı arkadaşlar. Çünkü bakın, bu, kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın ihraç edilen ve SGK'yle çalışan özel sektörde de, sağlık kurumlarında da iş bulamayacak olan bu kişiler mağdur olacaklar ama temel hakları olan... Bakın, Anayasa'nın 49'uncu maddesinde çok net bir şekilde ifade edilmiş "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir" diyor. Burada "herkes" derken hükümlü olan kişileri bile kastediyor arkadaşlar. Yani cezaevindeki mahkûmları rehabilite etmek için cezaevi yönetimi iş veriyor arkadaşlar; onlar çalışsınlar açık cezaevinde vesaire, kapalı cezaevinde çalışsınlar, üretsinler ve çalışsınlar diye iş veriyor.

İkinci fıkraya bakıyoruz değerli arkadaşlar: "Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır." diyor. Bu madde işte bu iki hükme açık bir şekilde aykırılık teşkil ediyor.

Şimdi, tabii, bu maddeyi kim koymuş, onu da ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlar. 49'uncu madde nereden geliyor? Bakın, 49'uncu madde 1982 Anayasası'ndan geliyor. Darbeci Kenan Evren bile insanların çalışma hakkını kısıtlamamış arkadaşlar. Bu getirdiğiniz düzenleme kamudaki... Anlıyorum yani kamudaki bir derece anlaşılabilir ama özel sektörde de iş bulamaz, bir hekimi iş yapamaz hâle getirmek, açlığa mahkûm hâle getirmek işte tam da bu maddenin ihlali niteliğinde. Elbette devletin patronu kendisidir, bir kural koyabilir "Ben seninle çalışmak istemiyorum." diyebilir, bir şey demiyorum. Aslında onu da sınırlı, objektif kurallarla diyebilmesi lazım, öyle keyfekeder diyememesi lazım çünkü devlet hepimizin devleti, bir siyasi partinin devleti değil, 81 milyonun devleti. Bunun da bir kriteri olması lazım ama "Özel sektörde de iş bulamazsınız." demek, bu son derece yanlış diye düşünüyorum değerli arkadaşlar.

Bir başka konu, Avrupa müktesebatıyla da bu çelişiyor. Avrupa Sosyal Şartı'na baktığımızda, bu şartı imzalayan Avrupa Konseyi hükûmetleri bazı şartları kabul etmişlerdir demektir ve biliyorsunuz, uluslararası mevzuat imza atıldığı anda iç hukukta aynen geçerli oluyor. İşte, birinci bölümün 1'inci maddesini okuyacağım size. Bu da yine çalışma hakkını anlatıyor: "Herkes, özgürce edinebildiği bir işle yaşamını sağlama fırsatına sahiptir." diyor. İşte, bu getirilen düzenleme bu maddeye çok açık bir şekilde aykırı.

2'nci maddesine bakıyoruz: "Tüm çalışanların adil çalışma koşullarına sahip olma hakkı vardır." Bakın, adil olma bir devletin temel ilkelerinden birisidir. Burada da bir adil olamama durumu söz konusu yani çalışanlarını açlık sınırındaki bir duruma, açlığa mahkûm etmekte.

İkinci bölümde ise çalışma hakkını düzenliyor. Bakın, Avrupa Sosyal Şartı'nın 2'nci maddesi çalışma hakkını düzenliyor. Burada ne diyor? İkinci bölümün 2'nci maddesinde çalışanların özgürce edindikleri bir işle yaşamlarını sağlama haklarını etkili bir biçimde korumayı taahhüt etmişiz. Yani özgürce iş bulmasını temin edeceğiz ve bu özgürce iş bulma hakkını da etkili bir şekilde koruyacağız arkadaşlar. Bu madde işte bu hükmü de açık bir şekilde ihlal ediyor.

Evet değerli arkadaşlar, bunlar yürürlükteki mevzuat ama bir de hukukun temel ilkeleri var. Ne var hukukun temel ilkelerinde? Kazanılmış haklar ilkesi var arkadaşlar. Burada kazanılmış haklar ilkesini de maalesef ihlal ediyoruz. Kazanılmış haklar ilkesi hukukun en temel ilkelerinden birisidir. Elbette Anayasa'mızda yok ama burada kazanılmış hakları biraz daha vurgulamak istiyorum. Yaklaşık 7 bin civarında doktor arkadaşımızı ilgilendirdiği ifade ediliyor bunun hekim olarak, 1.500 civarında da öğrenci arkadaşımızı etkilediği ifade ediliyor, yaklaşık 7-8 bin civarında da sağlık çalışanı, yani 16 bin civarında insanımızı, nitelikli iş gücünü ilgilendiren bir durum bu. Şimdi, bu insanlar fakülteyi okumuşlar, sınavlarda başarılı olmuşlar, bitirmişler ve Hipokrat yemini etmişler bir defa ve hekim olanlar zorunlu hizmetlerini gerçekleştirmişler ve kamuda ve özel sektörde çalışmaya başlamışlar. Bir kazanılmış hakları var bu insanların. Yine, öğrenciler de Hipokrat yemini etmişler, doktor olmak için eğitim almışlar, onların da bir kazanılmış hakkı var. Şimdi, burada, bakın "Yürürlükte olan hukuk kuralları alanında idareye karşı herhangi bir hile ve idari makamı esaslı hataya düşürücü bir fiil yapılmamışsa o hakkın ne şekilde olursa olsun korunması gerekir." diyor. Özellikle zaman ve elde etme bakımından kazanılmış hakların tümüyle korunması gerekir diye düşünüyoruz. Bu hak elde edilmiştir, doktor olma hakkı elde edilmiştir arkadaşlar. Şimdi, bununla kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın bu hakkı elinden alıyoruz. Yani bu kadar önemli, temel bir hakkı kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın elinden alamayız arkadaşlar. Alırsak yanlış yaparız arkadaşlar, Anayasa'yı ihlal ederiz arkadaşlar, açık ve net, uluslararası hukuku ve Anayasa'yı açıkça ihlal etmiş oluruz arkadaşlar.

Yine bir başka mesele, adil yargılanma hakkına aykırıdır çünkü burada hiç yargılanma yok. Bir güvenlik soruşturması yapılıyor. Güvenlik soruşturması idari bir tasarruf neticede. Mülki amir, emniyet güçleri, vesaire, işte, istihbarat kaynakları birlikte bir değerlendirme yapıyorlar, subjektif bir değerlendirme. Örnekleri var: Belki bir ihbar mektubu, kendisini sevmeyen, kendisine kızgın veya siyasi muhalifliği görülen bir kişiye bir ihbar mektubu, bu ihbar mektubu tek başına yeterli kriter oluyor. Bu, olmaz arkadaşlar, bir kişi iftiraya uğrayabilir, hepimiz iftiraya uğrayabiliriz. Şimdi, ben size mesela FETÖ'cü desem, PKK'lı desem bu doğru mu? Değil, ispat etmem lazım. Hukuk alanında sonuç doğurabilmesi için bunu ispat etmem lazım, bu olmaz. Onun için bu adil yargılanma hakkına... Daha doğrusu, daha yargılanamıyor yani bir de bu soruşturmalar sonucunda dava açmaya çalışıyorsunuz, dava hakkınız da elden alınıyor. Kanun hükmünde kararnameyle atıldıktan sonra dava açma hakkınız da elinizden alınıyor yani o hak da elinizden gitmiş. Adil yargılanma yaptırmıyorsunuz ki. Hadi, geçtim, zaten Türkiye'de şu koşullarda yargı sistemi felç olmuş yani bütün yargıçlar, hâkimler, savcılar saraya bakıyor, oradan talimatla hareket ediyorlar, öyle gözüküyor ama daha bu insanlar yargılanma haklarını ellerine alamıyorlar, bu hakkı da ellerinden almışsınız.

Bir başka konu, masumiyet karinesine de aykırı yani "Suçluluğu kesin olarak ispat edilinceye kadar herkes masumdur." der masumiyet karinesi ve bütün bunların tamamını oluşturan Anayasa'nın ilk 3 maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı. Evet, değerli arkadaşlarım, bunun bir kez daha düşünülmesinde yarar görüyorum. Terörle, teröristle mücadele edelim ama bunun kriterlerini objektif olarak koyalım ve bunun kriterini de yargıya bırakalım, kesin hükme bırakalım. Aksi takdirde, değerli arkadaşlar, bu maddeyle birçok insan gerçekten yaşamını idame ettiremeyecek durumda olacaktır. Bakın, siz düşünebiliyor musunuz, hekim ne kadar zorluklarla yetişiyor? Ve özel sektörde de düşük ücretle... Çünkü KHK'li, çünkü ihraç edilmiş ve bir kesin hüküm yok, bu insanlara iş de verilmiyor veya verilirse çok düşük ücretlerle veriliyor veya kayıt dışı çalıştırılıyor, emek sömürüsü yapılıyor bu insanlara ve netice itibarıyla en temel hakkı olan çalışma hakkı bu yasayla tamamen elinden alınacak. Dolayısıyla, bu insanı, eşini ve çocuğunu açlığa mahkûm edeceğiz. O kadar yıl okuyorsunuz, eğitim alıyorsunuz, masraf yapıyorsunuz, ideal duygularınız var, öğrencisiniz ama zorunlu hizmetiniz bu maddeyle yapılamayacak, zorunlu hizmetinizi yapamadığınız için mesleğinizi yapamıyorsunuz, uzmanlığınızı alamıyorsunuz, açlığa mahkûm ediliyorsunuz. Ne olacak değerli arkadaşlar? Bu madde intiharlara yol açacak. Daha önceki Komisyon görüşmemizde konunun mağduru olan arkadaşlarımız açıkladılar, intiharlar olacak arkadaşlar. Bunun müsebbibi olmayalım, kul hakkı yemeyelim arkadaşlar. Yani hukuk neyse biz onun yanındayız, adalet neyse şu günkü koşullarda bile, bakın, şu yanlı hukuka bile razı olacak durumda insanlar. Onun için temel öğemiz hukuk olsun. Bakın, 2011 yılında şunu söylüyordum Balyozcusunuz, Ergenekoncusunuz, darbecisiniz diyenlere, hukuk bir gün size de lazım olacak diyordum, hukuk onlara da lazım oldu.

Bakın, arkadaşlar, Türkiye değişen bir ülke. Bir gün iktidarınızı yitirdiğinizde inşallah iftiraya maruz kalmazsınız, inşallah o zaman temel insan hak ve hürriyetlerine dikkat edilir, inşallah hukukun objektif kriterleri yürürlükte olur. O zaman yine aynı şeyleri söylemeyelim yani 2011'de bunları söyledik, 2018'de yine aynı şeyleri söyledik, atıyorum kafadan, 2020'de de aynı şeyleri söylemeyelim arkadaşlar. Hukuk hepimize lazım, adalet hepimize lazım. Hukuktan ayrılmayalım, hukuk devleti hukuktan ayrılmaz ve Türkiye'yi normalleştirmenin adımlarını artık atalım arkadaşlar. Yani FETÖ'yle mücadeleyse yine mücadelemiz devam etsin, PKK'yla mücadeleyse, diğer terör örgütleriyle mücadeleyse mücadelemiz devam etsin ama hukuktan ayrılmayalım. Bunları hukuk içerisinde yapalım yani Türkiye artık normalleşsin arkadaşlar.

Benim geneli üzerinde söyleyeceklerim bu kadar, sabrınız için çok çok teşekkür ediyorum.

Saygılarımı sunuyorum.