| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi(2/1186) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 06 .11.2018 |
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Başkan.
Öncelikle, dün gerçekleştirdiğiniz, sizin ve Tuba Hanım'ın gerçekleştirdiği, yönettiği bu Komisyon çalışması son derece insanlık dışıydı. Sadece milletvekillerine yönelik değil, burada çalışan Meclis personeline karşı da acımasız. Dün de söylediğim gibi iş yasalarını, uluslararası sözleşmeleri, ILO sözleşmelerini tamamen yok sayan, tamamen kendi hedeflediğiniz şekilde, yasaları âdeta düşünemez kıldığınız Komisyon üyeleri ve milletvekillerinin çalışmalarını felç etmeye çalışarak geçirme çabasında oldunuz. Bu, bir komisyonun çalışması açısından son derece uygun olmayan, antidemokratik bir yöntem.
Yine, dün burada, grup başkan vekilleriniz sizi hiç terk etmediler. Herhâlde size pek güvenmiyorlar yani sizin bu oturumları gereğince hızlı, seri, baskıcı, otoriter bir şekilde, tam da tek adam sisteminin özelliklerine uygun bir tarzla yürüteceğinize çok fazla güvenememiş olmalılar ki sizi hiç terk etmediler, hep yanı başınızda oldular ve sürekli olarak müdahale ettiler.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Yasanın içeriğine odaklansanız, saldırı yapmasanız...
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Dolayısıyla bu Komisyonun çalışma yönteminin usulü açısından, başından beri son derece antidemokratik bir şekilde işlediğini burada tekrar hatırlatmak istiyorum. Üstelik, sık sık bize "Konuya gelin, maddeye gelin, maddenin içeriğine göre konuşun, maddeden uzaklaşmayın." gibi sözler sarf ederek buradaki Komisyon üyelerinin çalışmalarına ket vurmaya çalıştınız ve kendinizi bir muktedirin diliyle ve aynı zamanda büyük bir kibirle, aslında burada, sizinle eşit koşullarda bu Parlamentoda bulunan ve bu çalışmaya katkı vermek isteyen değerli üyelere karşı büyük bir fütursuzluk ve nezaketsizlik örneği de gösterdiniz.
Ve yine burada, dün olduğu gibi bugün de bu Komisyonu adil bir şekilde, verimli bir şekilde, hakkaniyetli bir şekilde yönetmesi gereken başkanların hemen yanı başında grup başkan vekiliniz oturmaya devam ediyor ve oraya buraya parmak sallamaya devam ediyor. Bu yöntemin terk edilmesi gerektiğini Sayın Başkandan talep ediyorum. Bu şekilde bir çalışma kabul edilemez diye düşünüyorum.
Şimdi, burada bizi gerçekten milyonlarca insan takip ediyor, milyonlarca insanın yüreği ağzında. "Gerçekten böyle bir hata yapılacak mı, böyle bir vicdansızlık, ahlaki olmayan böyle bir yasa çıkacak mı? Türkiye'de bu olacak mı? 21'inci yüzyılda, tam da Hitler Almanyası'nda olduğu gibi bir yasa çıkacak mı? Türkiye mahkemeleri, Nürnberg mahkemeleri gibi insanları sosyal ölüme terk edecek mi? Bu şekilde bir sonuca evrilebilecek bir komisyon kararı, yasa teklifi bu Komisyondan çıkacak mı?" diye bekliyor insanlar.
Dolayısıyla bizim de burada bu ciddiyetle çalışmamız, bu ciddiyetle sorunu ele almamız gerekiyor. Hepimizin üzerinde büyük bir sorumluluk var. Sadece ve sadece 6-7 bin hekimi, sağlık emekçisini burada tartışmıyoruz, aslında biz burada kendi geleceğimizi tartışıyoruz. Aslında, bugün içinde bulunduğumuz durumu tartışıyoruz, "Türkiye nereye gidiyor?" onu tartışıyoruz. Türkiye halklarının, ezilenlerinin hayallerini, umutlarını tartışıyoruz aslında. Çünkü "Biz buraya nereden geldik?" diye bakarsak bunu anlayabiliriz yani bu tartışmanın aslında derin bir tartışma olduğunu, basit bir 5'inci madde tartışması olmadığını görebiliriz.
Şimdi, deveye sormuşlar: "Boynun niye eğri?" diye. O da "Nerem doğru ki?" demiş. Bu yasa teklifinin 5'inci maddesini tartışıyoruz, bütün maddeleri son derece kötü, bu Komisyona gelmemesi gereken maddeler. Fakat 5'inci madde bunların içerisinde en korkuncu, en pervasızı ve günümüz dünyasında, 21'inci yüzyılda özellikle demokrasinin, demokrasi fikriyatının geldiği düşünce açısından baktığımız zaman, asla gündeme gelmemesi gereken bir madde. Fakat tabii, biz 7 Haziran 2015'ten bu tarafa demokrasiden hızlı bir şekilde uzaklaşıyoruz. Belki diyebilirsiniz ki: "Bizim demokrasimiz dört başı mamur bir demokrasi miydi, iyi bir demokrasimiz mi vardı?" Hayır. Biz mevcut demokrasiyi de eleştiriyorduk. Aslında, Türkiye halklarının, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, doğa savunucularının talepleri doğrultusunda yeni bir demokratik cumhuriyet kurulması gerektiğini ve bu demokratik cumhuriyet altında barışçıl bir ortak yaşamın birlikte inşa edilebileceğini söylüyorduk. Türkiye demokrasisi aslında 7 Haziranda bu tartışmayı yapacak olgunluğa gelmişti ve bu olgunluğun bir devamı olarak da 7 Haziran 2015 seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi Parlamentoya güçlü bir şekilde girdi ve işte ne olduysa o zaman oldu. Türkiye egemenleri, barış içinde birlikte yaşamaya asla tahammül edemiyor çünkü eğer barış içinde birlikte bir yaşam Türkiye'de inşa edilebilirse o zaman mevcut egemen güçler, suyun başını tutmuş olanlar iktidarını sürdüremeyecek. Yeni Türkiye'nin fotoğrafı olacak demokrasi mücadelesinin aktörleri, onların iktidarının gerileyeceği yeni Türkiye'de söz sahibi olacaklardı. Aslında yeni Türkiye, 7 Haziranda halkların tartışmak istediği, dönüştürmek istediği Türkiye idi fakat -bu yeni Türkiye- biz, AKP'yi tek başına iktidar olmaktan geri koyduğumuzda, iktidarı ellerinden bu şekilde almış olduğumuzda, onlar tarafından karanlık bir yeni Türkiye yaratılmasının düğmesine basılmış oldu. İşte bizim bugün tartıştığımız bu 5'inci maddeye, o girilen yol sebebiyle, atılan adımlar sebebiyle gelmiş olduk yani 5'inci maddedeki gündem, aslında Türkiye'nin demokrasi gündeminin tam da orta yerinde duruyor. Türkiye'de klasik, tekçi, militarist, milliyetçi, cinsiyetçi, doğa ve emek düşmanı bir egemen klik ile demokrasi mücadelesi yürütenler arasında yürüyen bu mücadelede egemen güçler, Türkiye demokrasi hareketine, demokrasi mücadelesine büyük bir darbe gerçekleştirdiler. Bu darbe de söylendiği gibi 15 Temmuz darbe girişimi değildir. Bakın, 15 Temmuz darbe girişimi zaten adı üstündedir, bir girişimdir; böyle bir kalkışmaya birileri iştirak etmiştir fakat daha sonra bunlar başarısız olmuştur. Arkasından Türkiye'ye gelen, esas, gerçek bir darbedir. "Bu gerçek darbe nasıl geldi?" diye baktığımız zaman, bu darbenin taşları -cuma günü de söyledim- Suruç katliamıyla döşendi. Suruç'taki gençlerin, Kobani'ye oyuncak götürmeye giden üniversite öğrencilerinin, Orta Doğu politikalarının barışçıl bir şekilde yürütülebileceğini, orada bizim kardeşlerimizin yaşadığını, Kürt halkının yaşadığını ve Kobani'de IŞİD çetelerine karşı mücadele veren bu halkın oğulları ve kızları olduğunu bizler biliyoruz ve "Kobani düştü düşecek." diye sevinç çığlıkları atanlar daha sonra...
BAŞKAN - Serpil Hanım, bu madde ile Kobani'nin arasında bir ilişki kuramadım. Özür dilerim.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Biraz geniş bakarsanız gayet kurabilirsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Yani biraz daha maddeye yaklaşırsanız memnun olurum.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Maddenin gayet içindeyim, maddede bunları tartışmam da mümkün. Rica ediyorum, bu şekilde müdahale etmeyin, size yakışmıyor. Siz, bu hayati maddeleri tartıştırabilmek için, enine boyuna tartıştırmak için her şeyi yapmalısınız yani bütün çabayı sarf etmelisiniz.
Bakın, burada bu madde ne diyor, ben size hatırlatayım: "Terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek..." diye garip bir cümle burada kurulmuş ve "...kamu görevinden çıkarılan veya güvenlik soruşturması sonucuna göre kamu görevine alınmayan tabipler ve diş tabiplerinin meslek icralarına ilişkin kurallar getirilmektedir." Burada yeni kurallar değerlendiriliyor, yeni kurallar getiriliyor. Bu kurallar neye dayanarak getiriliyor? Bu kuralları, bu ülkede bir terör suçu olduğunu veya bir millî güvenlik kaygısı olduğunu söyleyerek getiriyorsunuz. Peki, gerçekten bu ülkede bir terör suçu, terör sorunu mu var; yoksa başka bir sorun mu var? Bunu konuşmamız ve anlatmamız lazım. Gerçekten Türkiye'de bir millî güvenlik sorunu mu var, yoksa birilerinin "beka sorunu" diye tarif ettikleri, kendi iktidarlarının beka sorunu mu var? Bunu tartışmadan bu maddeye geçebilmemiz mümkün değil ki? Şimdi siz bize bir tane önerme veriyorsunuz, bu önermeden hareketle de biz kalkacağız, burada size bunun Anayasa'ya nasıl uygun olmadığını, uluslararası sözleşmelere nasıl uygun olmadığını, yasalara nasıl uygun olmadığını anlatacağız ve bu maddede böylece sizin ellerinizin kalkmasıyla geçecek, öyle mi? Böyle bir tartışma olamaz, böyle bir komisyon çalışması da olamaz. Takdir edersiniz ki her şey politiktir. Siz eğer oraya o cümleyi koyduysanız, bu cümlenin tartışılması gerekiyor. Bu cümleyi de ancak ve ancak Türkiye tarihiyle tartışabiliriz. Türkiye'de gerçekten bir beka sorunu mu var, millî güvenlik sorunu mu var, yoksa Türkiye finans kapitalinin, Türkiye egemen güçlerinin, Türkiye'deki siyasi elitin, şu anda ittifak içerisinde bulunan AKP-MHP ittifakının ya da -buna en doğrusuyla şöyle diyebiliriz, daha isabetli olur- Erdoğan-Bahçeli ittifakının ve -daha geniş söylersek ulusalcı-Ergenekoncu ittifaklarla birlikte de düşünürsek- Türkiye'nin bu tepesine çöreklenmiş olan ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünü hararetle her defasında tıkayan, demokrasi güçlerine adım attırmayan, demokrasi güçlerinin yükselttiği mücadelede her on yılda bir bu ülkede bir darbe süreci yaşatan bu kliklerin, bu egemen güçlerin burada tartışılması gerekiyor. Erdoğan, kendisi mağduriyetler üzerine kendi partisini ve partisinin söylemini 2002'de kurdu ve yola çıktı -yani 2002'deki iktidarından hareketle söylüyorum- her şeyden bir mağduriyet devşirdi ve bu mağduriyetleri, Erdoğan'ın ortaya koyduğu bu mağduriyetleri sanki Türkiye'de bütün demokratik güçleri ve bütün ezilenleri kapsıyormuş gibi, bir retorikle, bir takiye politikasıyla belli bir yere kadar getirdi. O politikada ne vardı? Türkiye'de inkâr edilen toplum kesimlerine, ezilenlerine mesajlar veriyordu. Bunlardan bir tanesi de biraz önce burada yine istismarcı bir tartışmaya meydan veren inanç özgürlüğüydü yani inanç özgürlüğünün bir tek sahibi AKP'ymiş gibi bir hava yaratıldı. Bu hava nereden yaratıldı? Aslında tarihsel gelen bir mirastan oldu yani bugüne kadar, Kemalist fikirlerin, ideolojilerin siyasal İslam üzerinde ya da dinci pratiklere karşı uyguladığı, yok sayan politikalar karşısında bir mağduriyet devşirdi buradan ve başörtüsü politikasını da bu mağduriyetin en tepesine koyarak bugün sürekli olarak istismar etti dini. Hâlbuki biz demokrasi güçleri olarak başörtüsü kullanan insanların, kadınların her zaman yanında olduk ve başörtüsü ya da giyim kuşam konusunda insanların özgür olması gerektiğini, insanların bu tercihlerinin kendi kararları olduğunu her zaman ifade ettik. Fakat bizim milletvekilimiz sevgili Hüda Kaya da bu başörtüsü mücadelesinde yine en çok bedel ödeyen arkadaşlarımızdan birisidir; idamla yargılandı ve cezaevinde kızlarıyla birlikte kaldı, hatırlarsınız.
Şimdi, AKP böyle bir hikâyeyle geldi ve bugün içinde bulunduğumuz bu durumda AKP'nin konumu ortada. Aynen kendi -tırnak içinde- mücadele ettiği kesimlere karşı onların kılığına giren, bugün onların rolünü üstlenen, hatta bunu çok daha diktatöryal bir şekilde yapan yani onlara, kendisine baskı kuranlara karşı rahmet okutan bir darbe sürecini bugün AKP sürdürüyor. Yani bugün AKP'nin ya da... Buna "AKP" demek bazen kafamda gerçekten soru işareti yaratıyor, "AKP" dememek lazım, buna aslında "tek adam rejimi" ve "saray rejimi" demek gerekiyor. Çünkü burada biliyorum ki, sizlerin de aslında benim bu konuşmalarımı ya da burada yapılan konuşmaları biraz empatiyle dinlediğiniz zaman hak verdiğinize eminim. Yani vicdanınızla dinlediğiniz zaman, empati yaparak dinlediğiniz zaman buradaki cuma gününden bugüne yaptığımız tartışmalarda gayet de haklı bir tartışma yürütüldüğünü düşündüğünüzü biliyoruz. Çünkü eğer farklı olsaydı, o zaman bu maddelerle ilgili sizler de biraz söz alıp neden bu maddeleri geçirmek istediğinizi anlatırdınız. Ama hiçbiriniz, burada dini istismar etmek dışında ya da bazı konularda buradaki hatipleri susturmak için bir strateji izlemeniz dışında hiçbir maddeyle ilgili neden gerekli olduğunu, bu sağlık teklifi, sağlıkta şiddet yasa teklifi olarak halkımıza, kamuoyuna lanse edilen bu teklifi neden getirdiğinizi, neden önemli olduğunu, neden kıymetli olduğunu bir cümleyle bile anlatamıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, tekrar başa dönersem, aslında bu demokrasi tarihinin geldiği bir aşama ve bu demokrasi tarihinin geldiği aşama bizi işte böyle tek adam rejiminin kanun hükmünde kararnamelerinin Mecliste onaylatılmasına ya da tek adam rejiminin meşru olmayan anayasasına uyum yasalarını bu şekilde çalışmaya zorluyor. Dolayısıyla biz de buna karşı sözümüzü söylemek zorundayız, sözümüzü bu kadar geniş tutmak zorundayız.
Şimdi, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir OHAL ilan edildi ve bugün konuştuğumuz 5'inci madde işte bu OHAL çerçevesinde ortaya çıkan tablonun, fotoğrafın bir sonucu olarak oluştu. Şimdi, bu OHAL yani olağanüstü hâl hakkında konuşmak gerekiyor. "Nedir bu olağanüstü hâl?" demek gerekiyor, biraz bunu herkesin kendisine sorması gerekiyor diye düşünüyorum. Tek adamın ülkenin tepesinde her dediğini yaptırması olarak bunu tanımlayabilir miyiz? Tanımlayabiliriz. OHAL dediğimiz şey, aslında budur. Yine üniversite rektörlerinden valilere kadar akla gelen her türlü atamayı işte bu tek adam iki dudağı arasında belirliyor ve söylüyor; yargıyı doğrudan kendine bağlıyor, istediğini tutup istediğini ya da diş geçiremediğini... Mesela, Brunson gibi ya da Amerika gibi, gücü yetmediğinde ya da pazarlık unsuru yaptığı unsurları o pazarlıkları yaparak serbest bırakmak için yargıyı bu şekilde değerlendiriyor, bu şekilde yargı üzerinde tahakküm kuruyor bu tek adam; olağanüstü hâl bu demek. Olağanüstü hâl Varlık Fonu icat edip bir de o Varlık Fonu'nun tepesine Cumhurbaşkanının kendi imzasıyla kendisini ataması demek, canı sıkılınca zam yapması, maaşına zam yapması demek. Sonra "Olağanüstü hâl nedir?" diye yine düşündüğümüzde, olağanüstü hâl damadını bakan yapıp ardından "Bizim için liyakat önemlidir." demek, böyle nutuklar çekmek. Yine, neredeyse bütün medyanın susturulduğu, bir medya tekeli kurulduğu, muhalif her sesin hain, düşman ilan edildiği bir durum demek, bir yönetim şekli demek olağanüstü hâl. Yine haklarında kesinleşmiş hiçbir hüküm olmadığı hâlde yaptırıma, cezaya çarptırılan, işten atılan akademisyenler demek, barış akademisyenlerinin "Savaş bir halk sağlığı sorunudur." dediği için ya da bu "Bu suça ortak olmayacağız." dediği için topyekûn akademiden atılmalarıdır. Mesela, hatırlayın, akademisyenler neden "Bu suça ortak olmayacağız." demişlerdi, o zaman ne olmuştu Türkiye'de? O zaman Cizre'de, Sur'da, Silopi'de, Şırnak'ta, birçok Kürt coğrafyasında, birçok ilde ve ilçede katliamlar yaşandı. Taybet Ana keskin nişancı tarafından vurulduktan sonra evinin önünde bir hafta cenazesi, cansız bedeni kocası tarafından, çocukları tarafından alınamadı. Kocası, eşi o cansız bedeni korumaya çalışırken o da aynı saldırılara maruz kaldı. Bakın, keskin nişancı diyoruz, keskin nişancılar tarafından öldürülen Cemile buzdolaplarında saklanmıştı. Evet, tek taraflı bakmayalım, o dönemde Kürt coğrafyasında çatışmalı bir ortam şekillendi. Fakat Halkların Demokratik Partisi, zaten Türkiye'deki bu çatışmalı ortamı barışçıl, demokratik, müzakereci yollarla demokratik bir cumhuriyete taşımak isteyen partidir ve partimize yönelik bugüne kadar yapılan bütün saldırılar aslında partimizi kriminalize ederek savaşın sürdürülmesi, savaş politikasının sürdürülmesi amacını taşıyor. Bugün eğer Sevgili Selahattin Demirtaş, Sevgili Figen Yüksekdağ, Sevgili Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel ve bütün milletvekillerimiz ve belediye eş başkanlarımız üfürükten dosyalar... Bakın, ben demiyorum, üfürükten dosyaları sizin savcılarınızın hazırladığı dosyaların içinde bulduğumuz notlardan edindik, orada şöyle yazıyordu, Selahattin Demirtaş'ın dosyasının içinde: Şimdi ismini hatırlamıyorum, bilmem ne ağabey, işte üfür bir şeyler gitsin, yap bu dosyayı "copy paste" yap ve bir dosya yap.
ABDULLAH AĞRALI (Konya) - Hendek, çukurlar...
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz oralara çok sığınabilirsiniz ama gerçekler inatçıdır ve tarih öyle yazılmayacak, tarih tam da benim dediğim gibi şekilleniyor. Sizin bizi susturarak, bizi kriminalize etmeye çalışarak, Sevgili Selahattin Demirtaş'ı rehin alarak aslında yapmaya çalıştığınız şey, Türkiye'yi kendi karanlık politikalarınıza, ırkçı, şovenist politikalarınıza, yayılmacı politikalarınıza mahkûm etmektir. Biraz önce bir hatip bahsetti Suriye'deki varlığımızın amacının ne olduğundan. Yani Suriye'de bir savaş yürütüyorsunuz ve bu halkın çocukları bu savaşta yaşamını yitiriyor.
MEHMET ALTAY (Uşak) - Siz neresinde yer alıyorsunuz?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bakın, biz bu savaşın karşısında yer aldığımızı söylediğimiz için bugün bu kadar çok saldırıya uğruyoruz. Buradaki bütün heyetin bu gerçekleri göz önünde bulundurarak görüşlerini ifade etmesi gerekir. Çünkü siz medya tekelinizle alternatif medyayı, özgür medyayı susturarak, gazetecileri bu ülkeden ya sürerek ya da hapsederek bu seslerin duyulmasına engel olmaya çalışıyorsunuz. Sizden başka medyada konuşan var mı Allah aşkına? Sizin fikirlerinizden, sizin manipülasyonlarınızdan başka bu halkın gerçekleri öğrenebildiği bir araç var mı, kaldı mı? Bakın, bir sosyal medya aracı var, onu biz kullanmaya çalışıyoruz ki sosyal medyayı biliyorsunuz herkes kullanamıyor, onda bile sosyal medya araçlarımıza yaptığınız saldırılarla, düzenlediğiniz saldırılarla engellemeye, halkla kuracağımız bağları koparmaya çalışıyorsunuz. Gerçeklerden korktuğunuz için bu tür baskılara yol açıyorsunuz yani baskı yapmanızın çok anlamlı olduğunu düşünüyoruz çünkü sizin gerçeklerle aranızda çok büyük bir mesafe var. Yani siz istiyorsunuz ki sizin söylediğiniz her şeye herkes inansın, başka fikirler o yüzden de engellenmeli diye düşünüyorsunuz ama yine dönersek, bu 5'inci maddenin altyapısını oluşturan olağanüstü hâl sürecine dönersek, işte, burada, haklarında kesinleşmiş hiçbir hüküm bulunmadan kamu emekçileri, akademisyenler, gazeteciler, işte, sosyal medya kullanıcıları, herkes gözaltına alınıyor ya da onlara üfürükten dosyalar düzenlenerek, savcılarınıza verdiğiniz talimatlarla -siz vermiyorsunuz tabii, saraydan gidiyor o talimatlar- herkes suçluymuş gibi, suçlu olmakla itham edilerek bir köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bu yalan mı? Bu gerçek.
Bugün, sizden olmayan, reisinizin fotoğrafını taşımayan, sizin partinize üye olmayan, size bile değil Cumhurbaşkanına biat etmeyen herkes zan altında, herkes, siz de dâhil olmak üzere. Siz de dâhil olmak üzere. Sizin de bir kullanım ömrünüz var, raf ömrünüz var; sizin de kullanım ömrünüz bittiği zaman, siz de aynı ithamlara maruz kalabilirsiniz. O yüzden...
MEHMET ALTAY (Uşak) - Senin kullanım ömrün ne? Kimden talimat alıyorsun?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - ...sizin kullanım ömrünüzü FETÖ'yle hesaplaşmayan...
MEHMET ALTAY (Uşak) - Coğrafya diye Türkiye Cumhuriyeti'ni... (Gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Hatip, lütfen...
Lütfen arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - "FETÖ" deyip FETÖ'nün siyasal ayağını açığa çıkarmayanlar, size...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sen kimin içinsin, onu söyler misin?
MEHMET ALTAY (Uşak) - Siz kimden talimat alıyorsunuz?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sizin de ne olduğunuzu gayet iyi biliyoruz! IŞİD'le ne yaptığını biliyoruz.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz dinlemeyi bilin... Niye rahatsız oldunuz?
MEHMET ALTAY (Uşak) - Sayın Başkan, böyle itham edici konuşamaz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Niye zoruna gitti?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Niye zorunuza gidiyor? Niye ağrınıza gidiyor? Ağrınıza gitmesin.
MEHMET ALTAY (Uşak) - Sonra söz alır, konuşur, cevap verir üsluplu bir şekilde.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Siz söz alıp konuşun, öyle bedava değil!
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Biz, burada gerçeklerden bahsetmek zorundayız. Burada, bu kamu emekçilerinin, bu hekimlerin, sağlıkçıların böyle kolay bir şekilde, parmaklar havaya kalkarak mahkûm edilmesine izin vermeyeceğiz. Bu o kadar kolay olmayacak. Sizin buna hakkınız yok. Siz kimsiniz? Siz kimsiniz ki bu kadar değerli çalışmaları olmuş insanları, bir solukta, hemen mesleki ölüme ve sosyal ölüme, bir tane yasa çıkararak bir maddeyle mahkûm ediyorsunuz? Sizin bu halkın çocuklarına bunu yapmaya hakkınız yok. Ve bunu bugün yapabilirsiniz. Bugün elleriniz çok olduğu için adaleti burada sağlayamayabiliriz belki fakat, biz, adaleti savunmaya devam edeceğiz, adaleti savunmak zorundayız. Eğer bizim burada oylarımız bu yasanın geçmesini engellemiyorsa, o zaman "Ne yapalım?" deyip oturamayız.
Size de tavsiyem şu: Siz de eğer bu yasanın bir Hitler faşizmi uygulaması olduğunu, yasa pratiği olduğunu düşünüyorsanız, içinizden böyle geçiyorsa, o zaman siz de susmayın, siz de "Evet, ben arkadaşlarımla aynı fikirde değilim, ben saray gibi düşünmüyorum, Erdoğan gibi düşünmüyorum, AKP'nin içerisindeki siyasi elit gibi düşünmüyorum ama burada düşüncelerimi ifade ediyorum, adaleti savunuyorum." deyin ki tarihte, aynaya baktığınız zaman yüzünüze bakabilesiniz, kendinizle barışık bir yaşam sürebilesiniz.
Bu kadar ağır bir yasa, bu yasa olmayan yasa, aslında bu hukuk olmayan hukuk, biraz sonra eğer bu Komisyondan geçerse, bu yasa olmayan şey, hukuk olmayan şey hukuk kılığına girecek yani hukukmuş gibi davranacağız, öyle değil mi? Yani bu Genel Kuruldan geçtiğinde kanunlaşacak, bir kanun olacak ama böyle bir kanun olamaz. Böyle bir kanun, insanlık tarihinde sadece ve sadece Hitler Almanyası'nda görülmüştür arkadaşlar. O yüzden şapkayı önümüze koyup düşünmemiz gerekir.
Oradan bir hatırlatma yapmam gerekirse -bir hatip daha ifade etmişti- Nazi Almanyası'nda 1920'de yayınlanan 25 maddelik parti programlarında, Nazi Partisi üyeleri, Yahudileri Aryan toplumundan ayırma ve politik, kanuni ve medeni haklarını ellerinden alma niyetlerini açıkça bildirmişlerdi. Naziler iktidarı ele geçirdikten hemen sonra da Alman Yahudilerine zulmetme konusunda verdikleri sözü tuttular ve Yahudi vatandaşların haklarını kısıtlayan ilk büyük kanun 7 Nisan 1933'te çıkarıldı. Yahudiler ve siyasi olarak güvenilmeyen kamu memur ve çalışanlarının devlet hizmetlerinden çıkarılmasını sağlayan "Profesyonel Kamu Hizmetlerinin Yenilenmesi Yasası"nı çıkararak Yahudilerin kamu hizmetlerinde çalıştırılmasını engellediler. Yani siz bu yasayı çıkardığınız zaman, o zaman şöyle bir şey olacak: İnsanların omuz başlarına boyalar filan sürmeniz gerekiyor ya da işaretler koymanız gerekiyor. Toplumun içerisinde böyle boyalı insanlar dolaşmaya başlayacak eğer siz bu yasayı çıkarırsanız çünkü, aslında, bu yasa bizlerin ruhunda işte böyle bir yara, işaret ortaya çıkaracak.
Bu nasıl bir kanun olabilir ki? Bu, tarihte mahkûm edilmiş bir pratiktir. Hitler tarihin yüz karasıdır. Siz de yüz karası olmak istiyorsanız o zaman bu yasa için ellerinizi kaldırırsınız fakat, biz, size burada tarihi hatırlatıyoruz ve diyoruz ki "Siz Hitler gibi mahkûm olmak istemiyorsanız, tarihin önünde mahkûm olmak istemiyorsanız, o zaman, bu Hitler Nazi yasasına hayır demelisiniz, bu yasa teklifine sizler de hayır demelisiniz çünkü sizleri de halk seçti."
Değerli arkadaşlar, dediğim gibi, 5'inci madde başta olmak üzere, bu yasa teklifi, aslında Türkiye'de yeni bir vatandaşlık statüsü tanımlamış oluyor. Yani bazıları vatandaş ama bazıları vatandaş, yurttaş olamıyor. Şu anda, an itibarıyla 160 bine yakın kamu emekçisi ve bu OHAL kanunlarından etkilenen, sorgusuz sualsiz işinden edilen, ihraç edilen kişiden bahsediyoruz ve bunlar, bu insanlar ve bunların çevreleri, bunların çocukları başta olmak üzere çok daha geniş bir kesimi yurttaşlık statüsünden çıkarıyorsunuz. Bir yurttaşlar oluyor, bu yurttaşların içerisinde de bir AKP'li yurttaşlar var ki onlar her şeye muktedirler, her şeyin sahipleri; bir de işte böyle hiçbir şeye sahip olmayan, boyalı ceketlerle dolaşan, âdeta Hint kast sistemindeki gibi yeni dokunulmazlarla, onların karşısında bir şekilde köleler inşa eden bir yasa çıkarmış oluyorsunuz, bir yasa teklifini burada onaylamaya çalışıyorsunuz.
Genel olarak 160 bin insandan bahsediyoruz ve şu anda sağlık emekçisi olarak 6-7 bin sağlık emekçisinden bahsediyoruz. Bunlar hiçbir şekilde mahkeme önüne çıkmamışlar. İstisna bazı arkadaşlar hukuki süreçler yaşamışlar, burada aklanan arkadaşlar var fakat aklandıkları hâlde görevlerine iade edilmiyorlar, hâlâ zan altında bu arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, biliyoruz ki eğer bir suç varsa o zaman bu suçu hukuki süreçlerle ortaya koymamız gerekiyor. Belli delillerle bu suçları kanıtlamamız gerekiyor. Hukuk önünde, bağımsız yargı önünde bu arkadaşların yargılanması gerekiyor. Bizim Anayasa'mızda ve yasalarımızda ne diyor? "Bir insan suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masumdur." diyor değil mi? Hâlâ bu Anayasa geçerli mi? Size göre geçerli. Eğer geçerliyse o zaman, bahsi söz konusu olan 7 bin hekim arkadaş için de bu yasa geçerlidir yani "masumiyet karinesi" denen şey geçerlidir. Bu açıdan baktığımız zaman arkadaşların eğer bir suçu varsa o zaman mahkemelerde yargılanması gerekir. Bugün biz bir OHAL sürecinde miyiz? Şu anda olağanüstü hâl kanunları geçerli mi? Bu konuda "Evet, olağanüstü hâl sürüyor." diyor mu bu teklifi getirenler? Herhâlde demiyor. Ama fiilî olarak olağanüstü hâlin olduğunu, fiilî olarak olağanüstü hâl kanunlarının, kanun hükmünde kararnameyle bu ülkeyi yönetme arzusunun yasalara sindirilmeye çalışıldığı bugünü buna örnek verebiliriz, görülüyor. Yani biz sürekli olarak size şunu söylüyoruz: Eğer Türkiye'de bir darbe girişimi olduysa... 15 Temmuz darbe girişimi oldu, tamam, darbe başarısız oldu; tamam, siz "Olağanüstü hâli kısa bir süre için kullanacağız." dediniz, "Üç aylık çıkarıyoruz ve bu olağanüstü hâlden yurttaşlar, vatandaşlar zarar görmeyecek." dediniz, ondan sonra olağanüstü hâli iki yıl sürdürdünüz ve bundan zarar görmeyen hiçbir insan kalmadı. Bir tek, AKP'ye üye olanlar ve bir tek, saraya biat edenler bu olağanüstü hâl kanunlarından belki mağdur olmamışlardır. Belki onların arasında bile bu hukuksuz uygulamalardan mağdur olanlar olmuştur. Dolayısıyla, halka verdiğiniz sözü tutmadınız, olağanüstü hâli amacına dönük uygulamadınız, olağanüstü hâli, bu ülkeyi yönetmek için bir sopaya dönüştürdünüz. Olağanüstü hâli, Türkiye'deki zaten zayıf olan demokrasiyi tamamen ortadan kaldırmak için kullandınız. Olağanüstü hâli, kuvvetler ayrılığını, denge denetleme sistemini baltalamak için kullandınız. Olağanüstü hâli, insanları kendi kendini savunamaz duruma getirmek için kullandınız. İnsanlar üzerindeki tahakkümünüzü pekiştirmek için, sürdürmek için kullandınız ve o yüzden de olağanüstü hâl bugün hâlâ sürüyor.
Bakın, ben pazar günü İzmir'deydim ve İzmir'de 4 Kasım darbesine yönelik yani partimize yapılan... 20 Mayısta dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla milletvekillerimizin dokunulmazlığı kaldırılmıştı ve arkasından eş zamanlı ve eş güdümlü bir operasyonla milletvekillerimiz bir gecede rehin alındılar ve bir darbe gerçekleştirildi. Bu darbenin gerçekleştirilme sebebi de HDP'nin tasfiye edilmesiydi, ortadan kaldırılmasıydı, amaç buydu. İki yıl önce bunu yaptınız 4 Kasımda. İşte, ben bu 4 Kasım darbesinin -bakın, darbe girişimi demiyorum, darbe diyorum- yıl dönümü için İzmir'de bir basın toplantısına katıldım. Bu basın toplantımıza 4 milletvekilimiz katıldı ve oraya gelen yurttaşlar, oraya gelen partililerimiz bütün baskıları, bütün zulmü, bütün gözaltı ve tutuklamayı göze alarak oraya geldiler. Bir basın açıklaması, bu da anayasal hakkımız değil mi? Bildirmek zorunda bile değiliz. Basın açıklamamızı yaptıktan sonra tek tek oradaki arkadaşlarımızın önü kesildi, güvenlik soruşturması yapıldı. Güvenlik soruşturması neymiş? Vatandaşların bir partinin yasal, meşru basın açıklamasına katılmasını engellemek için yapılan bir baskı aracıymış. O güvenlik soruşturması orada GBT yaparak da bitmiyor. Ne yapıyorlar? Partililerimizin isimleri alınıyor, telefon numaraları alınıyor, T.C. kimlik numaraları alınıyor ve daha sonra, bu T.C. kimlik numaralarından risk analizi yapılıyormuş. Bakın, bunu da yeni öğrendik, risk analizi yapılıyormuş. Niçin yapılıyormuş? İleride bu arkadaşlarımızın bir yerlerde, sosyal medyada bir haberi paylaştıklarını görürlerse kriminalize edebilecekleri, suç sayabilecekleri bir paylaşımını, bir sözünü, bir fotoğrafını görürlerse o zaman operasyon listesine alacaklar ve partililerimize operasyon yapıp onları gözaltına alacaklar, tutuklayacaklar. Buna risk analizi deniliyormuş.
Ben buradaki arkadaşlara -beni dinlemiyormuş gibi yapıyorlar ama- şunu soruyorum: Arkadaşlar, bakın, yakın tarihte 2 asker Dersim'de donarak yaşamını yitirdi ve biz HDP olarak 2 askerin donarak yaşamını yitirmesinden büyük bir üzüntü duyduk. Ailelerini şimdi tekrar başsağlığı dilemek istiyorum, Allah'tan rahmet diliyorum. Şimdi, bunlar JÖH müydüler, PÖH müydüler, orada, Kürt coğrafyasında insanlara zulmedenler miydiler, değil miydiler, hiç bunlara bakmadan, 2 askerin donarak yaşamını yitirmesiyle ilgili, İYİ PARTİ'nin verdiği önergeyle, siz MHP'li milletvekillerinin de ve diğer partilerin de katılımıyla araştırılmasını istedik ve biliyoruz, 2 askerin ölmesinin, yaşamını yitirmesinin sebebi oradaki, yaklaşık 2.500 metre yukarıdaki soğuk hava şartları, kötü yaşam koşulları ve gerekli risk analizinin yapılmaması ve gerekli donanımla orada bulundurulmamasıydı. Ama esas olarak bu askerlerin orada da bulunmaması gerekiyordu. Esas olarak bu askerlerin savaş politikaları sonucu orada olduklarını ve savaş ve çatışma olmasaydı bugün yaşamakta olacaklarını söylemek en önemli şeydir.
HALİL ETYEMEZ (Konya) - O, dağda silahla gezenlere ne demeli? Onlara da bir şey söylesenize.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bakın, siz dinleyin, hele bir dinleyin.
HALİL ETYEMEZ (Konya) - Dinliyoruz biz, dalga geçiyorsunuz insanın aklıyla ya!
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ben Twitter hesabımdan şöyle bir şey paylaştım, sizin partinizin ihmalini, iktidarın ihmalini teşhir etmek istedim ve özellikle, batıdaki Türkiye halklarına seslenmek istedim, dedim ki: Bakın, eğer 2 asker donarak yaşamını yitirdiyse... Çünkü askerler her öldüğünde hep bir düşman dili kullanılıyor fakat bu savaş niye var, bu çatışma niye var ve niye bu savaş sürdürülüyor, bu tartışılmıyor.
RECEP ŞEKER (Karaman) - Savaş değil o, terörle mücadele o.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bu bir savaş.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Genelkurmay Başkanı "düşük yoğunluklu savaş" dedi, bu, Genelkurmay Başkanının ifadesi.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Arkadaşlar, kendinizi kandırmayın, eğer bu bir savaş olmasaydı...
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Genelkurmay Başkanı "düşük yoğunluklu savaş" dedi; bunu biz söylemedik, Genelkurmay Başkanı dedi.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bakın, siz "savaş" demiyor olabilirsiniz, zaten aramızdaki fark bu. Biz diyoruz ki Türkiye'de çatışma ve savaş var, savaş politikası var. Savaş politikası olmasa Türkiye'nin Afrin'de ne işi var, Münbiç'te ne işi var? Hiçbir şekilde, bu coğrafyalarda Türkiye'nin orada yaşanan çatışmalara bir savaş aktörü olarak girmemesi gerekirdi. Bundan bahsediyoruz.
Dönelim konumuza. Bakın, bu savaş politikalarının sonucunda bu askerler, böyle yaşamını yitirdiler. İşte, kendileri genç askerler, burada fotoğrafları var. Şimdi, ben o "tweet"imde şunu söyledim: Bu askerler... Evet, tabii ki öncelikle genel bir söylemimizdir zaten; HDP, savaşa karşı olan, çatışmalara karşı olan bir partidir ama burada bir gerçeğin de özellikle altının çizilmesi gerekiyor. Bu askerlerin bulunduğu 2.500 metre yükseklikteki o savaş alanında risk analizi yapılmamıştı. Siz geliyorsunuz, bu askerler için risk analizi yapmıyorsunuz, bizim partililerimize sözde risk analizi yapıyorsunuz. Siz eğer bu askerlerin orada yaşamını yitirmemesi için bir risk analizi yapsaydınız ve gereğini yapsaydınız onlar yaşıyor olabilirdi. Ha, onlar yaşıyor olabilirdi, onlar çatışmalarına devam ediyor olabilirdi, onlar bu çatışmalı süreçte ölebilirdi ya da öldürebilirdi. Zaten biz işte bu ölümler dursun istemiyor muyuz? Zaten biz Halkların Demokratik Partisi olarak o kadar çok acı yaşamış bir partiyiz ki, gerçekten o kadar değerli partililerimiz, annelerimiz, o kadar değerli insanlarımız var ki bunların burada hikâyelerini anlatmakla bitmez. Her evde 2-3 tane böyle fotoğraf var. Bu gençler, bu çocuklar bizim çocuklarımız. Siz onları terörize ederek bu çocukların öldürülmesine, ölmesine seyirci kalamazsanız. İşte biz sizin bu ölme, öldürme politikalarınıza dur dediğimiz için bize bu kadar öfkelisiniz. Onun için, barış akademisyenleri "Bu suça ortak olmayacağız, Cizre'de yapılan katliamdır. Bu katliama ortak olmayacağız." dedikleri için siz onlardan bu kadar nefret ediyorsunuz, bu kadar öfkelisiniz ve onların asla akademiye bir daha girmesini istemiyorsunuz. Hatta yurt dışına bile çıkıp mesleklerini yapmalarını istemiyorsunuz. Ya, bu insanlardan memnun değilseniz bari bırakın gitsinler, dünya üniversiteleri onları kabul ediyor, oralarda çalışsınlar. O kadar büyük bir düşman hukukunuz var ki yani Hitler Almanyasındaki gibi sabun yapmayı bile düşünürdünüz, Hitler Almanyasındaki politikaları burada hayata geçirmeyi bile düşünürdünüz eğer gücünüz yetseydi. Siz bu soykırımcı politikaları bugün sürdürüyorsunuz. Aslında bugün bu 5'inci madde bir soykırım maddesidir, 5'inci madde aslında tam da bir soykırım maddesidir.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Başkan, doğru dile davet edin. Soykırım nedir, soykırım?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Tam da bir soykırım maddesidir.
ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) - Soykırımdır tabii, tam da bir soykırımdır, tam da kelime bu yani.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Soykırımdır tabii. Sizin gibi düşünmeyenlere soykırım yapıyorsunuz.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Sen Yasin Börü'den bahset.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sen Medeni Yıldırım'ı anlat, panzerlerle öldürdüğünüz çocukları anlat!
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Şehit askerlerden bahset! Onlar için de aynı gözyaşını döküyor musun?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Soykırımdır çünkü siz insanları medeni ölü hâline getiriyorsunuz. Farklı düşünenleri, sizden farklı düşünen insanları, siyasi görüşlerinden dolayı, barış politikalarından dolayı, demokrasi politikalarından dolayı, sizinle aynı politikaları sürdürmüyorlar diye onları kamudan tasfiye ediyorsanız eğer, demek ki siz aslında 21'inci yüzyılın soykırımını yapıyorsunuz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Başbağlar'da PKK'nın yaptığı soykırım mıydı Sayın Vekil?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sayın Başkan, yasayla ilgili konuşalım.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Siz niye o askerlerin hesabını sormuyorsunuz, niye araştırmıyorsunuz? Niye istemediniz bunu?
BAŞKAN - Sayın vekiller, karşılıklı konuşmayalım, konuşmacı sözünü bitirsin.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Bunlar provokatif ifadeler, lütfen Sayın Başkan. Provokasyon yapmadan, yasaya odaklanarak lütfen. Siz bizi soykırım yapmakla itham edemezsiniz Hanımefendi, provokasyon yapamazsınız.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Başkanım, hatibi doğru dille konuşmaya davet et!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Hatip hangi yanlışı yaptı, ne yaptı?
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Yapıyor işte "soykırım" diyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Siz kanunla yapıyorsunuz, kanunla.
ERKAN BAŞ (İstanbul) - Siz niye Başkana emrediyorsunuz ya? Toplantıyı siz mi yönetiyorsunuz?
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Emretmiyorum, davet ediyorum.
ERKAN BAŞ (İstanbul) - Emir veriyorsunuz.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Paralel başkan!
ERKAN BAŞ (İstanbul) - Paralel başkan mı var Başkan?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Birileri gelip kulağına bir şey söylüyor, arkasından sen burada talimat veriyorsun.
MEHMET ALTAY (Uşak) - Her komisyon üyesi teklifte bulunabilir.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Emir veremez, emir veremez Komisyon Başkanına.
ERKAN BAŞ (İstanbul) - Emir veriyor, emir! Teklifte bulunur, emir veremez.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Çıkaralım deminki tutanakları, stenograflar burada. Emir verdi demin, emir verdi, "et" dedi.
ERKAN BAŞ (İstanbul) - "Et" diyor, "et" emir kipidir. Türkçeyi de biz mi öğreteceğiz?
BAŞKAN - Bakın, karşılıklı konuşursanız hiçbir yere varamazsınız.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Kendi hukukunuzu koruyun Sayın Başkan, kendi hukukunuzu koruyun.
BAŞKAN - Benim hukukumu sen mi koruyacaksın?
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - "Soykırım" ifadesini şiddetle reddediyoruz. Soykırım ifadesi için özür dilemesi gerekiyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Siz de oradan başkasının talimatlarıyla çalışmayın, kendiniz yönetin Başkan. Bu "soykırım" doğru dile aykırı bir tutum değildir. Doktorların soykırıma uğratıldığı bir realitedir.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Başbağlar'a yapılan soykırımdır.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Yahudi doktorların nasıl işten atılması doğruysa bugün muhalif doktorların da aynı akıbete uğratılması söz konusudur.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; devam ediyorum.
BAŞKAN - Serpil Hanım, toparlarsanız sevinirim.
Buyurun.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Tamam.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Sayın Kemalbay, beni ikide bir işaret ettiğiniz için cevap hakkı doğuyor.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Tuba Hanım biraz önce "Provakasyon yapmayın." dedi bana.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Provokasyon yapıyorsunuz, soykırımla bizi itham ediyorsunuz ve haddinizi aşıyorsunuz.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz bana haddimi bildirecek konumda değilsiniz. Siz haddinizi şu anda aşıyorsunuz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Bakın, yasa üzerinde konuşuyor olsaydınız ben size bu uyarıyı yapmak zorunda kalmazdım ama hakaret ediyorsunuz, ithamda bulunuyorsunuz.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sayın Başkan, bakın, siz bu Komisyonun sağlıklı çalışmasından sorumlusunuz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Siz bizi soykırımcılıkla itham ediyorsunuz, bu bir hakarettir.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Haddinizi aşan konuşmalar yapıyorsunuz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Hayır, yapmıyoruz. Bu lafın geri alınması lazım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Evet, yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Arkadaşlar, bir dakika...
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Siz bir kere PKK'yı kınamamış insanlar olarak hangi soykırımdan bahsediyorsunuz?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Dünyada tek örnek Hitler'dir ya. Hitler dışında bir örnek var mı, bize söyleyin. Dünya tarihinde doktorlara yönelik Hitler kanunları dışında bir örnek varsa söyleyin, biz kabul edelim. Yahudi doktorlara yönelik kanun dışında tek kanun varsa söyleyin, biz kabul edeceğiz, onu kabul edeceğiz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Biz şu anda doktorları konuşmuyoruz. Bambaşka bir konseptte konuşuyorsunuz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Doktorları söylüyoruz.
BAŞKAN - Sayın Vekil, karşılıklı konuşursanız biz susarız sadece.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Şu anda doktorlara yapılan herhangi bir konudan bahsetmiyor, konudan tamamen çıktı. Burada ciddi bir suçlama var.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ya nereden çıkarıyorsunuz Tuba Hanım, lütfen benim yerime konuşmayın. Sizin göreviniz, sadece bu Komisyonu sağlıklı çalıştırmak. Sizin böyle muktedir bir dili kullanmanızı kabul etmiyorum.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Hiç öyle bir dil kullanmıyorum.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Muktedir olmak gibi bir göreviniz yok. Siz sadece kolaylaştırıcı olabilirsiniz. Sizin başkanlık göreviniz kolaylaştırıcı olmak içindir, moderasyonu yapmak içindir...
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Hiçbir şekilde muktedir bir dil kullanmıyorum Hanımefendi.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - ...ve burada adaletli bir tartışmayı yürütmek içindir başkan. Fakat eğer bir Komisyon Başkanı beni provokasyon yapmakla suçluyorsa o zaman haddini aşıyor demektir.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - "Soykırımcı" derseniz bana, bu bir provokasyondur Hanımefendi.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Haddiniz siz aşmayın lütfen. Ben burada bir açıklığa kavuşturmak zorundayım.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Ben kullandığım kelimeyi geri almıyorum.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sizin dilinizle konuşmadığımız açık, ortada. Sizinle aynı düşünmediğimiz zaten ortada.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Zaten düşünemeyiz.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sizinle büyük bir mücadele verdiğimiz ve Türkiye'nin ciddi...
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - "Provokasyon" sözünü geri alın.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - "Soykırımcı" sözünü geri alın, öyle devam edin, lütfen.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz benim neyi konuşacağıma, hangi dili, hangi kavramı kullanacağıma asla ve asla karar veremezsiniz. Burası demokratik bir ortam olarak yürümek zorunda. Size rağmen ben burada demokratik haklarımı kullanırım, size rağmen kullanırım. Beni hiç kimse burada engelleyemez. Ben burada halkımı temsil ediyorum, halklarımızı temsil ediyorum ve burada gerçekleri konuşmaya geldim. Ben burada bürokratik şeyler konuşmaya, teknik şeyler konuşmaya gelmedim. Esasa geliyorum, özüne geliyorum. Özünde bizi buraya getiren OHAL kanunlarıysa OHAL kanunlarının nasıl çıktığını burada konuşmamız lazım. OHAL kanunlarının neye hizmet ettiğini burada konuşmamız lazım. OHAL sürecinin aslında kalıcılaştırıldığını, tek adam rejiminin hukuku olduğunu burada anlatmamız lazım. Arkadaşlarımız, 6-7 bin hekim, sağlıkçı eğer burada sorgusuz sualsiz, hukuksuz bir şekilde sosyal bir ölüme terk ediliyorsa bu soykırımdır, bunun adı soykırımdır. Bir farkı kalıyor, sizin gibi düşünmeyenlere yapmadığınız tek bir şey kalıyor. Bakın, her şeyi yapıyorsunuz, öldürüyorsunuz, zindana atıyorsunuz, işkence yapıyorsunuz, her şeyi yapıyorsunuz...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sayın Başkan, bu nasıl üslup ya? Lütfen müdahale edin.
BAŞKAN - Maddeye gelir misiniz Sayın Konuşmacı.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - ...işinden, ekmeğinden de ediyorsunuz. Bir tek Hitler Almanyasında yapılmayan diğer pratikleri yapmanız kaldı. Siz Türkiye'de Kürt halkının olduğunu biliyorsunuz, halkların olduğunu biliyorsunuz fakat Kürt halkının statüsünü, Kürt halkının kimliğini, haklarını savunmayı bir suç olarak göstermeye çalışıyorsunuz. Eskiden bu ülkenin ta en eski sosyalistlerine "komünist" derdiniz, komünist olmak güzel bir şeydir, komünist olmak iyi bir şeydir. Komünizmi kriminalize etmiştiniz ve herkesi komünist olmakla suçluyordunuz, daha sonra anarşik olmakla suçluyordunuz. Yani bunu siz değil, muktedirler yapıyordu, bugün muktedir sizsiniz, o yüzden siz diyoruz. Şimdi de bir "terörist" kavramı bulmuşsunuz, her yere o terörist kavramını yapıştırarak o muktedirliğinizi korumaya çalışıyorsunuz. Siz iktidarınızı bu şekilde koruyacaksınız diye biz gerçekleri söylemeyecek değiliz. Gerçekler ortada, Türkiye'nin bir çatışma ve savaş problemi var Türkiye'nin kendini yenileme ve demokratik bir cumhuriyeti kurma sorunu var. Bu konuda adım atan, söz söyleyen, görüş ifade eden kim varsa hepsini terörist ilan ettiniz ve böyle ederek çok rahat bir şekilde insanları sosyal ölüme mahkûm ediyorsunuz, siyasetçileri rehin alıyorsunuz zindanlara mahkûm ediyorsunuz ve bu şekilde Türkiye'yi yönetmeye çalışıyorsunuz. Ama biz hiçbir şekilde ne boyun eğiyoruz ne de sizin bu politikalarınıza mahkûmuz. Halklarımız, siz bizi kapatmak isteseniz de, fiilen her gün partimize girenlere işte bu risk analizi adı altındaki hilkat garibesi hukuksuz uygulamayı yapsanız da yine de o insanlar o partiye sahip çıkıyorlar.
BAŞKAN - Sayın Vekilim, toplayalım artık.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Hiç toplamıyorum, bir dakika. Çünkü bu ülkenin...
BAŞKAN - O zaman arkadaşlar, siz boşaltın, Sayın Vekil konuşsun.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sayın Başkan, ben...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Niye boşaltalım? Biz gayet iyi dinliyoruz.
BAŞKAN - Siz dinleyin, tamam.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Siz faydalanın lütfen, çok değerli şeyler anlatıyor, çok önemli meseleler anlatıyor.
BAŞKAN - Ben yeteri kadar faydalandım, faydalandım Sayın Vekilim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Çok tarihî meseleler anlatıyor, bence hepimiz yararlanalım.
BAŞKAN - Ben 10 yaşından beri o tarihî meselelerin içerisindeyim, faydalandım.
Teşekkür ederim, sağ olun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Biz gayet iyi yararlanıyoruz, biz yararlanıyoruz, siz de yararlanın.
BAŞKAN - Sayın Vekilim, toplarsanız şey yapacağım, yoksa ara vereceğim, kusura bakmayın.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Tamam, benden sonra verirsiniz ara.
BAŞKAN - Ama siz toplarsanız tabii...
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bakın, Cumhurbaşkanı her zaman ne diyor? Kelime Arapça herhâlde, o kısmını bilmiyorum ama şöyle bir şey diyor, Türkçesini söyleyeceğim: "İddia eden bunu kanıtlamakla mükelleftir."
MEHMET ALTAY (Uşak) - Müddei iddiasını ispatla mükelleftir.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz bilirsiniz, evet, burada çok değerli hukukçular var, çok değerli arkadaşlar var.
MEHMET ALTAY (Uşak) - Mecelle'de geçiyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sadece Mecelle'de değil, Ceza Kanunu'nda da var.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ben hukukçu değilim arkadaşlar, bilmediğimi söylüyorum, iddia eden -Türkçesini söylüyorum ben size- bunu kanıtlamakla mükelleftir, bunu her zaman söylüyorum. Evet, evrensel bir bilgidir ve bu evrensel bilgi, sadece Cumhurbaşkanı suç işlediğinde kendini savunmak için kullansın diye herhâlde o evrensel bilgi ortada dolaşmıyor, o kanunlarda yer almıyor, tarihî kitaplarda yer almıyor. Bu, herkes için geçerlidir yani Cumhurbaşkanı suç işlediği zaman ya da bir şeyle itham edildiği zaman deniyor ki: İddia eden bunu kanıtlamakla mükelleftir. O zaman 7 bin sağlık emekçisinin, 7 bin hekimin eğer bir suçu varsa, bir şeyle suçlanıyorsa o zaman neyle suçluyorsanız onu kanıtlamanız gerekiyor, değil mi? Ne diyorsunuz? Sayın Bakan hep söyledi yani bu komisyon çalışmasına, toplantıya başladığımızdan beri defaatle şu söylendi burada: "Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye bir hukuk devletidir." E nerede bu hukuk? Bu hukuk sadece Cumhurbaşkanı için mi var? Türkiye'de bir tek adam hukuku var ve bunu kabul etmiyoruz. Eğer bu arkadaşların bir suçu varsa o zaman bu arkadaşları -kanun hükmünde- mahkemeye verirsiniz, hukuki süreçler olur, ona göre hukuki süreç takip edilir.
Değerli arkadaşlar, bazı hukuki şeylere de değinmek istiyorum. Burada 5'inci maddeyle hedeflenen, kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen sağlık emekçilerinin önce kamuda çalışması kabul edilmiyordu, oradan zaten çıkartılmışlardı. Daha sonra bu insanlar, bütün zorlukları aşarak bazı hastanelerde kendilerine iş buldular. Bakın, beni arıyorlar, yaşını almış başını almış insanlar arıyorlar ve gerçekten çok kötü durumdalar, diyorlar ki: "Çok büyük bir travma yaşadım, hastanemde çalışırken hiçbir suçum olmadığı hâlde sorgusuz sualsiz ihraç edildim, bunun şokunu yaşadım, bu şoku yavaş yavaş atlattım. Kendime özel sektörde yeni bir iş buldum, konferanslara gitmeye başladım, mesleğimle ilgim, ilişkim yeniden kurulmaya başlandı fakat şimdi yeniden büyük bir şok yaşıyorum. Ne olur yardım edin." Ve yalvaran bir şekilde bu insanlar, bu Komisyondan yardım istiyorlar, vicdan ve adalet talep ediyorlar. Buradaki bütün Komisyon üyelerini vicdana ve adalete davet ediyorum. Biliyoruz ki biz bu insanlar suçsuz, bu insanların eğer zaten herhangi bir suçu varsa da bu hukuki süreçle tespit edilebilir.
Yine, gençler, üniversiteyi, hukuk fakültesini, diş hekimliğini bitirmiş genç arkadaşlar iki yıl çalışmadan men ediliyorlar, altı yüz gün çalışmayacaklar, ondan sonra da SGK'ye hizmet vermeyen bir yer bulacaklar kendilerine; bütün bu 7 bine yakın sağlık emekçisi, SGK'ye hizmet vermeyen, SGK için reçete yazmak zorunda olmayan, SGK'nin ya da kamu kurumlarının kullanacağı raporlara ihtiyaç duymayan insanlara hizmet verecek bir sağlık sektörü bulacaklar kendilerine. Sağlık sektörü diyorum çünkü ancak özel sektörde iş bulabilirlerdi fakat özel sektörde de artık iş bulamazlar çünkü SGK için reçete yazmaları gerekiyor. Yani bir insan suçluysa onun cezası tespit edilir, cezasını çeker, cezasını çektikten sonra da normal hayatına devam eder. Siz, bu insanları hayat boyu lekelemek istiyorsunuz, bu onurlu insanları hayat boyu ölüme mahkûm ediyorsunuz, canlı canlı, diri diri ölüme mahkûm ediyorsunuz; bunun sorumluluğunu alıyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Vekilim, toplarsanız memnun olacağım.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Topluyorum, evet.
Şimdi, Uluslararası Af Örgütü de değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili yakında rapor yayınladı. Ben şu anda notlarım arasında bakıyorum, evet, Uluslararası Af Örgütü yaklaşık 130 bine yakın -onların tespit ettiği sayı bu- sağlık emekçisinin, kamu emekçisinin hukuksuz bir şekilde, uluslararası normlara, hukuk normlarına uymayacak şekilde, mesleğinden uzaklaştırıldığını, söz konusu ihraçların keyfî niteliği olduğunu, buna rağmen ihraç kararlarını değerlendirmekle sorumlu olan komisyonun uluslararası standartlara uygun davranmadığını ve başlangıçtaki kusurlu ihraç kararlarını otomatik olarak onaylayan bir mekanizmaya dönüştüğünü tespit ediyor. Bunu Uluslararası Af Örgütü tespit ediyor yani biz tespit etmiyoruz. Yani bağımsız bir kuruluş zaten işin içerisine girdiği zaman o bağımsız kuruluşun bu gerçekleri görmemesi mümkün değil. O yüzden, bizdeki gibi saraya biat edip öyle ayakta kalan yargı, diğer kurumlar tersini söyleyebilir ama işte bakın, Uluslararası Af Örgütü bunu söylüyor ve bu uygulamaların, bu yaşananların uluslararası mahkemeler yasalara uygun olmadığını burada anlatmış. Ben bunları tek tek burada şimdi ifade etmeyeyim ama bütün arkadaşların bir an önce bu yanlıştan dönülerek mesleklerine kavuşmalarını sağlamak bizlerin elinde arkadaşlar, bu Komisyonun elinde. Cuma günü toplantıya başladığımızda yani Komisyon toplantıya ilk başladığı gün de söylemiştim, gelin bu suça ortak olmayalım, gelin bu yasa teklifini külliyen ortadan kaldıralım, "Uygun değildir." diyelim, reddedelim bu yasa teklifini. Bu yasa teklifinin hepsi yanlış, hiçbiri yeni değil. Nasıl ki yeni bir dönem yoksa Türkiye'de... Aslında bu dönem, faşizmin kurumsallaşma dönemi olarak tarif edilmeli ve biz de burada faşizmin kurumsallaşmasına karşı mücadele ediyoruz ve bunun kurumsallaşmaması için çabalıyoruz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Bunlar nasıl sözler Sayın Bakan? Bunlara nasıl izin veriyorsunuz Sayın Başkan?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz eğer faşizmi "faşizm" olarak adlandırmak istemiyorsanız bu size kalmış bir şey, sizin vicdani, ahlaki ve siyasi sorumluluğunuz. Ben vicdanen de ahlaken de siyasi sorumluluk gereği de halkıma karşı siyasi sorumluluğum gereği şu anda, özellikle 7 Hazirandan bugüne kadar keyfî, otoriter bir rejimin inşa edildiğini ve 15 Temmuz darbe girişiminin hemen arkasından ise Türkiye'de faşizmin kurumsallaşma sürecine girdiğini tespit ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim... Teşekkür ederim Sayın Vekil.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ben Serpil Kemalbay gibi konuşuyorum ve bu, tarihte zaten tespit edilecektir. Siz, FETÖ olmadan, terör olmadan konuşamıyorsanız bu sizin sorununuzdur. Siz tarihî bir süreci analiz etmek için sadece iki kavrama başvuruyorsanız, tarih bilginizi, sosyoloji bilginizi, siyaset bilginizi bu şekilde kullanarak kendi iktidarınızı pekiştirmek istiyorsanız bu sizin kötü niyetinizden kaynaklıdır. Kötü niyetlisiniz. Yani bunu görmek istemiyorsanız siz kötü niyetlisiniz.
BAŞKAN - Tamam, teşekkür ediyorum.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Son sözlerimi söyleyerek tamamlamak istiyorum.
Bu yasanın geçmesini savunmak faşizmin kurumsallaşmasına katkı yapmaktır. Ben buradaki bütün vicdan sahibi, ahlak sahibi ve halka karşı siyasi sorumluluğu olan herkese başta 5'inci madde olmak üzere bu maddelerin hepsini, bu yasa teklifinin tamamını reddetmeyi teklif ediyorum.
Teşekkür ediyorum.