| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Millî Eğitim Bakanlığı b)Yükseköğretim Kurulu c) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ç)Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı d)Yükseköğretim Kalite Kurulu e)Üniversiteler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 07 .11.2018 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Millî Eğitim Bakanımız, değerli bürokratlar ve basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, ben, doğrusunu isterseniz üniversiteden gelen bir kişi olarak isterdim ki Sayın YÖK Başkanı da burada olsun çünkü YÖK'le ilgili bir konuşma yapacağım ve Sayın Bakanın... Tabii, bu arada kutlarım sizi yeni görevinizde. Kendisi daha çok, benim hatırladığım kadarıyla, üniversite öncesi eğitimle ilgili olarak uzmanlığı olan bir kişi. Ama Yükseköğretim Kurumunun bunca zaman içindeki varlığı ve eğitim sistemimizdeki yeriyle ilgili konuşurken doğrusu ben YÖK Başkanının da burada olmasını isterdim.
Şimdi, efendim, bir kere YÖK nedir, ne değildir gibi bir meseleyi tartışmak gerekir. Kanaatimce YÖK'ü şu anda var olduğu, geldiği yapı asla ve asla tasvip edilebilecek bir yapı değildir. Herhangi bir şekilde üniversite eğitimine herhangi bir katkısı olduğu kanaatinde değilim. Yani Sayın Cumhurbaşkanımız soruyor "Dünyanın 500 ünlü üniversiteleri içinde neden Türkiye'den bir üniversite yok?" Çünkü YÖK var. YÖK'ün olduğu bir sistemde herhangi bir şekilde herhangi bir üniversitemizin böyle büyük bir başarı elde etmesi pek mümkün görünmez diye düşünüyorum.
Şimdi, bakın, zaman zaman söylüyorum Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlar belki kızıyorlar ama ben tekrar edeceğim. Adalet ve Kalkınma Partisi esasında çıktığında bir itirazın adıydı. Ama şimdi garip bir şekilde biat kuruluşu hâline geldi diye düşünüyorum. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi kuruluşunda YÖK'le ilgili olarak açık ve net bir şekilde YÖK'ün kaldırılması gerektiğini veya bir koordinasyon kurulu olması gerektiğini söylüyor. Okumuyorum, hepinizin bildiği bilgiler bunlar esasında. Yani standartlar koyan, koordinasyon sağlayan ama asla ve asla ne akademisyenlere ne öğrencilere baskı yapmayan bir kurum olarak düşünülmesi gerekir diyor. Nitekim Hükûmete yakın SETA 2011 raporunda, -"30 yılı YÖK'ün" diye bir raporu yayınlanmış- orada da açık ve net bir şekilde YÖK'ün yararsızlığı, hatta eğitim sistemimize zararlı olduğuna dair serdedilmiş durumda. Yine okumayacağım çünkü çok kısa bir vaktimiz var. Dolayısıyla da bu vakti iyi kullanmak zorundayım.
Şimdi, baktığımızda, bir koordinasyon kurulu olması gereken bir kurul şu anda kimin hangi asistanı hangi koşullarda alacağına dahi karar veren bir kurum hâline gelmiş vaziyette. Bu kabul edilemez. Çünkü üniversiteler esas itibarıyla gelenekselliği ya da geleneği -daha doğrusu öyle ifade etmek lazım- taşıyan kurumlardır ve taşıdıkları ölçüde kaliteli kurumlar olma olasılıkları vardır.
Şimdi, böyle baktığımızda, benim görebildiğim kadarıyla... Üniversiteden ben geçen sene ayrıldım. Ama Marmara Üniversitesinde öğretim üyeliği yaptım, Bilgi Üniversitesinde uzun yıllar yöneticilik yaptım ve oradan gördüğüm kadarıyla şu anda üniversiteler gerçekten ve gerçekten özgür düşünmenin yerleri değiller arkadaşlar. Kimse düşündüğünü hiç kimseyle paylaşmıyor bırakın yazı yazmayı, bırakın eskiden olduğu gibi televizyonlara çıkmayı. Herkes susuyor. Çünkü biliyorlar ki bir şey söylediklerinde, muhalif bir şey söylediklerinde başlarına bir iş gelme ihtimali çok fazla.
Dolayısıyla da özgürlüğün olmadığı bir yapıdan, hele hele eğitimle ilgili olarak düşündüğümüzde, olumlu bir sonuç elde etmek bence mümkün değildir ve nitekim üniversitelerimizin hâli ortadadır. Ne kadar çok sayıda üniversite açarsanız açın üniversitelerin kalitesi öğretim üyelerinin kalitesiyle ilgilidir ve o da üniversitelerin kendi gelenekleriyle ilgilidir. Hâlbuki YÖK mesela ne yapıyor? O gelenekleri de berbat ediyor. Üniversiteleri parçaları bölüyor vesaire.
Şimdi, tabii, "YÖK" deyince... Tabii ki bir "imzacı akademisyen" olarak, imzacı akademisyen deniyor bizim gibi insanlara. Çünkü bir tarihte güney doğuda olan olaylara itiraz eden, vicdanları gereği itiraz eden insanlara inanılmaz laflar söylendi bu ülkede. Yani bunu okuyacağım size. Bir Cumhurbaşkanı böyle bir cümleyi nasıl sarf eder, hakikaten anlamak mümkün gelmiyor bana. Bakın, şöyle diyor: "Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız, karanlık. Aydın falan değilsiniz. Sizler ne güney doğuyu ne doğuyu buraların adresin bilemeyecek kadar karanlıksınız ve cahilsiniz. Ama oraları bizler kendi evimizin yolu, adresi gibi çok iyi biliyoruz." Bir Cumhurbaşkanı...
Arkadaşlar, herkesin onuru var, herkes onuru için yaşıyor bu ülkede. Yani o imza attığım metni okumam bile gerekmedi benim. Barışı vurgulayan herhangi bir metin, bana yabancı bir metin değildir çünkü ben bu ülkede barış istiyorum. Bu ülkede o kadar genç yetiştiriyoruz ve o gençlerin dağlarda gidip ölmesine razı olmuyor gönlüm. Dolayısıyla buna itiraz etmek kadar şerefli bir şey yoktur. Mahkemede de, mahkeme heyeti karşısında da aynı şeyi söyledim, önüme gelse şimdi de imzalarım dedim. Nitekim öyle düşünüyorum. Çünkü bu ülkenin barışa ihtiyacı var, bu ülkenin savaşa ihtiyacı yok. Ama siyasiler bir türlü bunu anlayamıyorlar ya da anladıkları sandığımız noktada bakıyoruz yine büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış çözüm sürecini kastederek söylüyorum. Ama bu meseleyi çözmeyen bir Türkiye'nin herhangi bir şekilde refahını, demokrasisini ve gerçekten millî eğitimini geliştirmesi de mümkün değildir gibi geliyor bana.
Dolayısıyla da bu vesileyle üniversitelerden atılan, çok sayıda, 6 bin civarında yanılmıyorsam insan atıldılar. Atılmak bir yana pasaportları ellerinden alındı ve şu anda bildiğim kadarıyla çoğu işsiz. Yani böyle bir yönetim anlayışının gerçekten Türkiye'nin eğitim sistemini düşünen bir yerden bu lafların ettiğini söyleyebilir misiniz? Ben söyleyemiyorum. Çünkü böyle bir cümle, Cumhurbaşkanlığı katından geldiği zaman... Yani hepimizin dediğim gibi onuru var ve şerefimiz için yaşıyoruz. Bu cümleleri ben hak etmiyorum. Hak etmediğim için de bu cümlelere itiraz ettim ve itiraz etmeye devam ediyorum.
Şimdi, öyle bir anlayış var ki özellikle yüksek öğretimle ilgili olarak. Sanki yüksek öğretimden söz ederken Karayolları Genel Müdürlüğünden söz ediyormuşuz gibi ediyoruz yani belli amaçlar için kurulmuş, tamamen prosedürel ilişkileri olan bir kurumdan bahsediyoruz gibi konuşuyoruz. Hâlbuki öyle değil arkadaşlar. Yükseköğretim, üniversite eğitimi bir ülkenin en önemli yapısıdır bir bakıma. Yani o ülkenin sanatta, bilimde vesaire gelişmesini sağlayacak olan insanı yetiştiren kurumlardır bunlar ve bunlar -demin de ifade ettiğim gibi- ancak özgür olduklarında bu işlevlerini yerine getirirler, aksi takdirde bunlar Karayolları Genel Müdürlüğü gibi olur, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi olur. Ve tabii ki yeni Bakan, doğrusunu isterseniz, bu perspektifte umarım ki bu anlayışı aşan işler yapacaktır.
Şimdi, bir başka konu, şu ana kadar bahsedilmedi, Sayın Bakan, özel vakıf üniversiteleri konusu. Özel vakıf üniversiteleri açıkça ve net bir şekilde söyleyeyim, vakıf üniversiteleri adı altında ticarethane olarak çalışmaktadırlar. Ben uzun yıllar çalıştım ki bizim Bilgi Üniversitesi çok özel bir üniversiteydi bir tarafıyla bakarsanız ama o da şu anda bence ticari bir yere döndü çünkü Amerikalılar satın aldı. Bakın, Amerikalılar satın aldı diyorum. Öyle oldu, Türk birtakım kişilerin aracılığıyla ve şu anda Laureate diye bir Amerikan şirketinin üniversitesi. Bilmiyorum satılacaktı, satıldı mı tekrardan, çok emin değilim.
Şimdi, bunu niye söylüyorum arkadaşlar? Bir çözüm olarak görülen bir üniversiteydi vakıf üniversiteleri ve Vakıflar Kanunu çerçevesinde kuruldu, dolayısıyla da devlete vergi vermeyen kurumlar bunlar. Fakat inanılmaz kârlar elde ediyorlar, hatta bir tanesinin yöneticisinin bana söylediği...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, toparlayın lütfen.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - "Altın yumurtlayın tavuk." demişti ve geçmişte, Ömer Dinçer ve Nabi Avcı'ya -her ikisi de arkadaşım olur benim üniversitede- bunu anlattım detaylarıyla. Bu üniversitelerin mutlaka rehabilite edilmesi lazım, mutlaka bir çözüm bulmak lazım. Onların da bana söyledikleri şu oldu: "Bir çözüm getireceğiz. Şirket olarak eğitim yapmanın önünü açacağız. Dolayısıyla da vakıf üniversitelerine de teklif edeceğiz, eğer isterseniz Şirketler Kanunu'na tabi bir statü benimseyebilirsiniz ya da vakıf ama sonuç itibarıyla her ikisini de denetleme şansını bulabileceğiz." dediler ama şu ana kadar böyle bir adım da atılmadığını görüyorum.
Şimdi birkaç konu daha var. Bir kere gayrisafi millî hasıla içinde aldığınız bütçe yüzde 2,5 gibi gözüküyor ki bu OECD ortalamasının çok altında. OECD ortalaması yüzde 6. Bütçedeki payı da zaman içinde 14'ten 11,8'e düşmüş. Aldığım notlardan bir tanesi de bu. Bu şunu söylüyor. Sayın Cumhurbaşkanı da zaman zaman söylüyor, diyor ki: "İşte en büyük bütçe payını Millî Eğitime verdik." Evet, öyle gözüküyor sanki ama arkadaşlar, daha önce konuştuğumuz gibi Millî Savunma Bakanlığı bütçesinde. Eğer biz iç güvenlik ve millî savunmanın diğer harcamalarını yan yana getirirsek buradan çok daha büyük bir bütçeye sahip olduklarını görürüz. Yani kısaca söylemek istediğim, bu 2019 yılı bütçesi Türkiye'de daha çok iç ve dış güvenliğe ayrılmış vaziyettedir, Millî Eğitim Bakanlığına yatırım yapacak bir kapasite verilmemiştir diye düşünüyorum.
En son olarak da -zaten dediğim gibi zaman yetmediği için çok fazla bir şey söyleyemiyorum ama- bakın, ben uzun yıllar yöneticilik yaptık üniversitelerde ve bu öğrencilerin sorunlarıyla ilgili genel bir duyarsızlık var. YÖK deyince esasında bunlara da bakması lazım ama maalesef öyle olmuyor. Özellikle yurt kapasiteleri çok düşük ve dolayısıyla da çocuklar yurt bulamıyorlar, birkaç arkadaş birleşip bir daire tutmak zorunda kalıyorlar, vesaire vesaire. Dolayısıyla da burada hem burs imkânları hem yurt imkânlarının yeniden düşünülmesi lazım çünkü üniversitede -yani sizler de biliyorsunuz- herhangi bir üniversite öğrencisiyle konuştuğunuzda ilk söyleyecekler şeyler bunlarla ilgili olacaktır.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Son bir cümle söyleyeyim bitireyim. Daha doğrusu söylediklerimi tekrar eden bir cümle söyleyeceğim belki ama. YÖK değişmelidir değerli arkadaşlar. YÖK değişmelidir. Üstelik de YÖK Adalet ve Kalkınma Partisi programında olduğu gibi değişmelidir ama buna destek verecek Adalet ve Kalkınma Partili de görmüyorum açıkçası. Kusura bakmayın ama bugüne kadarki oylama tavırlarınızdan çıkardığım şey bu. Ama YÖK değişmelidir. YÖK bir koordinasyon kurulu olmalıdır. YÖK her şeye kadir bir devlet kurumu olmamalıdır. Bir kere bunun altını çiziyorum.
İkincisi, üniversiteler özgür olmalıdır, gerçekten özerk ve özgür olmalıdır, kendi rektörlerinin kendilerince seçilebilmesinin yolu tekrardan düşünülmelidir.
Üçüncüsü de KHK'yle atılmış olan öğretim üyelerinin en azından pasaportlarının verilmesi ve onların yurt dışına çıkabilme imkânlarının sağlanması gerekir diye düşünüyorum çünkü onlara zaten yapılmış olanlar büyük bir haksızlıktır. Yani vicdanlı hiç kimsenin kabul edemeyeceği haksızlıktır. Söylediğim gibi o bildirinin altına imza atmak her vicdanlı öğretim üyesinin borcudur zaten.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım.