| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Millî Eğitim Bakanlığı b)Yükseköğretim Kurulu c) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ç)Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı d)Yükseköğretim Kalite Kurulu e)Üniversiteler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 07 .11.2018 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; Millî Eğitim bütçesi hayırlı olsun.
Sayın Ziya Selçuk'un yani 2006 yılında Talim Terbiye Kurulu Başkanlığından istifa eden bir akademisyenin 2018 yılında Millî Eğitim Bakanı olarak karşımızda oturuyor olması gerçekten ilginç. Tabii, bize anlatacaktır o gün niye istifa etti, ne yanlış gidiyordu, bugün hangi ışıkları gördü ki böyle bir koltuğa tekrar, yani bakan olarak gelmeyi uygun gördü.
Değerli arkadaşlar, önce 2017 yılı kesin hesapla ilgili bir iki cümle söyleyeyim. Alışkanlık hâline gelen bir bütçe problemi var Millî Eğitim Bakanlığı üzerinden. Maliye bakanları yani Adalet ve Kalkınma Partisinin Maliye bakanları, Millî Eğitim Bakanlığını ödenek üstü harcama yapma, tamamlayıcı ödenek deposu olarak kullanmayı alışkanlık hâline getirmiş durumdalar. Daha önce bu durumu yani Millî Eğitim Bakanlığının personel ödeneklerinden para alınıyor sene içinde, değişik harcamalarda kullanılıyor, başka bakanlıkta kullanılıyor, daha sonra ödenek üstü harcamalar yaptırılıyor ve bir sene sonra burada bize onaylatılıyor. Niye böyle bir şey yapılıyor? İki sebepten dolayı yapılıyor. Bir, Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan bütçe bu şekilde yüksek gösteriliyor. İkincisi de rahat bir şekilde harcıyor yani denetim olmadan rahat bir şekilde harcama yapsın diye yapılıyor. Anayasa'ya aykırı olduğu 3 kere Anayasa Mahkemesinin kararıyla tespit edilen şeye devam ediliyor. Bunun altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım.
Yani Anayasa manayasa yani bunlar... Yani anayasal devlet miyiz, değil miyiz, anayasası olan devlet miyiz tartışmalarına girmek istemiyorum ama netice itibarıyla bir devlet, demokratik bir devlet, kurallar var, bu kurallar gereksiz yere konmamışlar. Yani biz hayali insanlar değiliz, bir rol filan için burada toplanmış değiliz. Bir şeyler konuşuluyor, Anayasa yapılıyor, millet onaylıyor, ondan sonra da "Bunlar biz ilgilendirmiyor ya da bunlar bize ayak bağı, şu anda bunlara bakmayalım, daha sonra bakarız." Bu, olur şey değil, kabul edilebilir bir şey değil.
Değerli arkadaşlarım, Millî Eğitim Bakanlığı yani eğitimin temel amacı insanın -çok genel söylersek- kendini gerçekleştirmesini sağlıyor, bunu kolaylaştırıyor. Özgür bir şekilde, belirli şartlar içinde en iyi bir şekilde yaşamasını sağlayacak imkânları ona sunuyor. Böyle bir eğitim gerekiyor. En mükemmel yöntem yok yani dünyanın hiçbir yerinde yok ama bu konuda görece birbirlerine göre daha üstün olan, daha iyi yapan örnekler mevcuttur. Örneklerin hepsi de ortadadır, aklın yolu da birdir ama Türkiye Cumhuriyeti olarak ta baştan beri bu konuda dar bir tünelin içine girmişiz, bir türlü çıkamıyoruz. Bunun en güzel örneği, Adalet ve Kalkınma Partisi hani "istikrar" diyor. On yedinci sene iktidar. 17'nci bütçesi yapılıyor Adalet ve Kalkınma Partisinin ama o daha çıkamamış, bu tünelin içinden çıkamamış. 7 bakan değişmiş ama hiçbir şekilde bir yöntem, doğru dürüst şey bulamamış. Sayın Bakan geldiler, bir vizyon belgesi sundular.
Yalnız bir şey söyleyeyim Sayın Bakan, söyledikleriniz benim hoşuma gidiyor. Kişisel olarak sizinle fazla bir şeyimiz yok ama ortak dostlardan da güzel şeyler duyuyorum. Endişe etmeye başladım sizinle ilgili Sayın Bakanım. Çok konuşuyorsunuz. Çok sıkıntı oluyor bunlar. Geçen gün çıktınız dediniz ki: "Köy enstitüleri çok doğru, özgün bir şeydi." Ne güzel, iyi bir tespit yaptı bu taraftan, partilerden birisi ya da hükûmetlerden birisi ama ondan sonra dediniz ki: "Uçak yapmamızı istemeyenler..." Yani komplo şeyine girdiniz. "Bu köy enstitüleri özgün bir şey. Türkiye'nin, Türklerin yapmasını istemediler, filan." Cümleleri çok artırınca Sayın Bakanım, sıkıntılar çıkıyor. Bir de çok konuşunca insanların nasırlarına filan basabiliyorsunuz ve ondan sonra 2006 kazası tekrar yaşanır. Biz sizin ne yapacağınızı görmek istiyoruz. Gerçi bu Hükûmetin, bu Cumhurbaşkanının bakanısınız ama yine de görmek istiyoruz. Az konuşun, çok iş yapın derim Sayın Bakanım.
Bakın, Adalet ve Kalkınma Partisinde bir bakan gelmiş, bir şeyler yapmaya kalkmış, herkes bir vizyon belgesi sunmuş, öbürü bozmuş. Bakın, bir tane bakan, 2007'de sanıyorum ayrıldı, daha sonra 2016'da bir yazı yazıyor. Ömer Dinçer diyor: "Eğitim nitelikli insan gücü ve insani gelişmişlik endekslerinde oldukça gerilerdeyiz. Daha önemlisi yenilik yapamıyoruz. ABD veya Japonya'daki bir uzmanın aldığı yıllık patent sayısı ulusal patent sayımızdan fazla. Tam zamanlı AR-GE uzmanımız göreli olarak çok az. Hepsinden önemlisi otoriter bir kültür içinde bağımlı olarak yetişen çocuklarımız kendisine tanınan alanın dışına çıkmakta zorlanıyor. Analiz yapma, sorun teşhis ve problem çözme yetenekleri zayıf, sıfır."
Değerli arkadaşlarım, bunları herkes söylüyor. Bakın, ne güzel tespit etmiş. Sayın Bakan, hiçbir şey yapamamış bakanlığı döneminde, ondan sonra böyle tespitleri yapmış. Bu ne anlama geliyor biliyorsunuz değerli arkadaşlarım: Sayın Bakanımızı da başarısızlığa sürükleyebilecek bir sıkıntı var ortada. O sıkıntı da Adalet ve Kalkınma Partisinin bir bütün olarak olup bitenlere bakışı. Eğer siz Türkiye'de gerçekten insanları özgürleştirecek bir ortam, tam demokrasi, hak ve özgürlükler, düşünce ve ifade özgürlüğünü temin edememişseniz millî eğitimde de eğitim politikalarında da çok fazla bir şey yapamazsınız değerli arkadaşlarım; yapmaya çalışırsınız, yapamazsınız, daha sonra da ağlar durursunuz.
Buradan YÖK'e geçeceğim. Çok sıka bir zaman içinde Millî Eğitim Bakanlığını, üniversiteleri konuşmak durumundayız.
Bakın, Yüksek Öğretim Kurumu Kanunu çıktığında -12 Eylül biliyorsunuz- 12 Eylülün en temel yasalarından biridir. Biraz evvel arkadaşlarımız ifade ettiler, bütün hükûmetler, bütün siyasetler bunları değiştireceklerini söylediler. Sonra, hepsi vazgeçti. Niye? Çünkü bu yasa bir araç, hükûmet etmede bir araç. Eğer siz devleti birikimin ve tahakkümün aracı olarak görüyorsanız -ki, Adalet ve Kalkınma Partisi böyle görüyor bana göre- bu bir araç, vazgeçilmez bir araç. Koca üniversiteler, bütçesi var, kadrolaşma yapıyorsunuz, insanları yetiştireceksiniz, eğitim yoluyla yukarıda insanları kendi düşünceleriniz, inançlarınız çerçevesinde şekillendireceksiniz. Böyle olduğu zaman YÖK'ten vazgeçmiyorsunuz. Ama sizin yaptığınızı hiç kimse yapmadı. Hiç kimse bir insanı rektör atayabilmek için rektör atama şartlarını değiştirmedi Sayın Bakan, sizin Hükûmetiniz yaptı, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle "Üç yıl profesörlükte bekler, ondan sonra rektör olur." şartını kaldırdı, adamı -eski Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı sanıyorum- rektör atadı, ondan sonra tekrar o şartı kaldırdı.
Değerli arkadaşlar, bu nasıl bir devlet anlayışı? Lütfen yani! Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili arkadaşlar, nedir bu yani? Efendim, biz çadır devleti değiliz, biz şöyle devletiz, saygın... Duymazlar size saygı arkadaşlar. Kimse size saygı duymaz, güvenmez size değerli arkadaşlar. Ekonomide de aynı şeyleri yapıyorsunuz, güvenmez size şeyler; nitekim, güvenmiyorlar. Şu anda yaşamış olduğumuz ekonomik krizin temelinde de bu var millî eğitim politikalarında doğru dürüst politikalar geliştiremememizin, yapboz tahtasına dönmesinin temelinde de bu var değerli arkadaşlar. Niye? Çünkü, istikrarlı değiliz; çünkü, kendi koyduğumuz kuralları bir süre sonra değiştiriyoruz. Niye değiştiriyoruz? Kayırmacılık için. Niye? Çünkü, devlette gerçekten uygun olan insanları getirmek yerine, sadık olan, bağlı olan insanları getirmek gibi bir şey. "Eski müsteşarı rektör yapacağım." Yapma kardeşim, beklesin üç sene. Niye koydular daha evvel? Kanun koyucu böyle bir maddeyi niye koydu?
Değerli arkadaşlarım, üniversitelerle ilgili çok fazla konu var ama mesleğimle, tıpla ilgili olması açısından, üniversite hastanelerini ne yapacaksınız Sayın Bakan? Üniversite hastaneleri battı. Bakın, geçen sene yasa çıktı, üniversite hastanelerinin borçlarını -Ankara Üniversitesi hastanesinin 110 milyon, gidiyor böyle, dünya kadar borcu birikmişti, kımıldayamıyorlardı- Maliye Bakanlığı üstlendi, sildik borçlarını, daha doğrusu ilaç ve tıbbi malzeme firmalarına Maliye Bakanlığı tarafından ödendi ama bir kereye mahsus ödendi. Üniversite hastanelerinin döner sermayeleri falan işlemiyor. Peki, kim bunlara şey yapacak? Nasıl eğitim alınacak? Tıp fakülteleri eğitimlerini nasıl verecek? Devlet hastanelerinden mi verilecek? Şu şehir hastanesi dediğiniz devasa hastanelerde mi verecek? Bunlar nasıl olacak? Bu konularla ilgili bir şey söylemeniz gerekiyor. Hâlâ insanlarımız üniversite hastanelerine gidiyor ve üniversite hastaneleri bölünmüş durumda.
Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisinin en temel sıkıntılarından bir tanesi üniversiteler konusunda karşımıza çıkıyor. Ele geçirme psikolojisi değerli arkadaşlarım, bizim olsun, bölelim bizim olsun, yeniden kuralım bizim olsun. Yeni üniversiteler kuruluyor ve paylaşılıyor. O bizim olsun... Hiç burada gerçekten kalite, üniversitede insanlarımızı geleceğe taşıyacak, Türkiye'nin en büyük problemi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Bekaroğlu.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Toparlıyorum.
Ne diyoruz? Bugün her yerde okursunuz işte, ekonomik kriz, şunları, şunları yapacağız filan. Bir de "Yapısal reformlar yapacağız." Ne yapacağız yapısal reformda? İşte "Türkiye katma değer üretemiyor, dışarıdan almak zorundayız, tasarrufumuz yok, falan, bunları gidecek tedbirler alacağız." Bunlardan en temel olanlardan bir tanesi de eğitimdir. O zaman, nasıl yapacağız? Gerçekten, Türkiye'de o Millî Eğitim eski Bakanı Ömer Dinçer'in dediği patentleri alacak insanları nasıl yetiştireceğiz değerli arkadaşlar? Bu yapıyla, bu anlayışla bu insanları yetiştirme imkânımız var mı?
Birkaç tane küçük konu var, o konularla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum.
Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, bu taa MEHTAP raporlarına kadar gider ya. Bu enstitü ne oldu? Gerçekten merak ediyorum Sayın Bakanım. Bunu niye kapattınız, onu öğrenmek istiyorum.
Bir şey daha var: Yükseköğretim Kalite Kurulu diye bir kurul kuruldu. Bu nedir? Aslında, YÖK'ü bütünüyle kaldırıp sadece bu kurulu mu bırakmak istiyorsunuz? Nasıl bir kuruldur? Nasıl işleyecek? İki sene geçti, niye bir şey yapılmıyor?
En son, ÖSYM'yle ilgili...
Değerli arkadaşlarım, bu ÖSYM önemli bir kurum yani adaletin dağıtılmasında önemli, bütün sınavları bu kurum yapıyor ve bu kurum üzerinde büyük karanlıklar var, şüpheler var. Geçmişte, birileri, cemaat, FETÖ buraları ele geçirdi, soruları sattı, etti. Ne yaptınız siz, bilmiyoruz. Ne yaptınız? FETÖ, tamam, tasfiye edildi, gitti. Kim geldi? Ne yapıyorsunuz? Burada yanlışlıkları önleyecek yöntemler, denetim filan var mı? O zaman da siz iktidardaydınız, sizin atadığınız insanlar oradaydı. Ne oldu o hileler, yanlışlıklar yapıldı? Şimdi ne oldu? Buraya gerçekten bir mekanizma kuruyor musunuz; yoksa "Bizim iyi insanlarımız geldi, burada iyi şeyler olacak." mı diyorsunuz? Hayır değerli arkadaşlar. Elbette iyi insanlar istiyoruz. İyi insanlar gelsin, hak eden insanlar gelsin, en iyi şekilde bu işi yapabilecek insanlar gelsin ama bu yetmez değerli arkadaşlar. İnsandan söz ediyoruz, hiçbirisi melaikeden değil bunlar, insandır. İnsan yanlış yapar. İnsanın yanlış yapmasını önlemek için demokratik ülkelerde demokratik mekanizmalar, denetim mekanizmaları gelmiştir. Gerçekten ÖSYM'de demokratik denetim mekanizmaları getiriyor musunuz Sayın Bakanım? Yoksa, ÖSYM'de yine birileri çalıyor mu Sayın Bakanım? Ben bu endişe içindeyim "Birileri çalmaya devam ediyor." diyorum, hatta iddia ediyorum. "Hayır, çalamaz." deyin bana. Gelin deyin ki: Çalamaz çünkü böyle bir mekanizma kuruyoruz.
Teşekkür ederim.