| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Millî Eğitim Bakanlığı b)Yükseköğretim Kurulu c) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ç)Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı d)Yükseköğretim Kalite Kurulu e)Üniversiteler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 07 .11.2018 |
KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle Sayın Bakan ve değerli bürokrat arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Değerli Komisyon üyelerimiz, milletvekili arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum.
Bakanlığımızın adı Millî Eğitim Bakanlığı. Millî her ne kadar değişik yorumlar, değişik tartışmaların malzemesi hâline getirilmiş olsa da burada bunun tartışmasına girmeyeceğim. Olmak zorunda olan bir değerimiz, ortak değerimiz. Ama eğitimle ilgili söyleyeceğim şeyler var.
Şimdi, bir kere, "öğretmen" diyoruz, doğal olarak başka bir kelime uygun düşmediği için ama sürecin adı aslında öğretmek değil, öğrenmektir. Kimseye bir şeyi, öğrenmek istemeyen bir kişiye bir şeyi öğretemezsiniz. Dolayısıyla "öğretmek" fiili esasen süreci tanımlamaz. Ama öğrenme sürecini eğer ortaya koyacaksak da öğrenme ihtiyacı duyan yurttaşlarımızın, çocuklarımızın öğrenme becerilerini, kapasitelerini geliştirmek de Bakanlığın en önemli görevi. "Eğitim" denmesinin sebebi o nedenle çok önemli. Salt öğretim ve öğrenim üzerine değil, bireyin eğitimi üzerine kurgulanmış bir sistem, bir bakanlık.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Milli Eğitim Temel Kanunu devletin eğitim öğretim alanında görev ve sorumluluğunu tanımlamış ve hatta şöyle diyor: "Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini -ayrımsız- Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek... " İkincisi ise, işte burada eğitimle ilgili vurgu öne çıkıyor: "Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek..." Devamını okumayacağım. Sırf bu değerler üzerinden tanımlanmış olan bizim Milli Eğitim Temel Kanunu'muzun Bakanlık uygulamalarında karşılık bulup bulmadığı hepimizin tartışma konusu. Şimdi değerli arkadaşlar, bakınız, buradaki az önceki bahsettiğim vurgular içerisinde, eğitimde bireyin sadece bilgiyle donatılması değil, kişilik özelliklerini ve kendini gerçekleştirmesi adına, geliştirmesi adına birtakım, eğitimde, kültürde, sporda, sanatta, birçok alanda yetiştirmesine olanak vermek zorunda. Oysa ki şu anda okullarımızın, spor salonu olan okullarımızın oranı yüzde 12,96. Çok amaçlı konferans ve eğitim salonu olan okullarımızın oranı yüzde 38, kütüphanesi olan okullarımızın oranı yüzde 38, engellilerin kullanımına yönelik imkânların düzenlendiği okulların oranı yüzde 55. Yani burada nasıl bir eğitim sistemini gerçekleştireceğiz? Bu Milli Eğitim Temel Kanunu'nun öngördüğü bireyleri yetiştirmek için.
Şimdi değerli arkadaşlar, tabii, öğretmenlerin burada, eğitimin de en temel sorunları arasında eğitimde fırsat eşitsizliği geliyor. Tabii ki ve doğaldır ki, Millî Eğitim Bakanlığımızın, başta Sayın Bakanımız ve bütün bürokrasinin temel görevi bu fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmak ve bunun için çaba sarf etmek. Bu çabayı sarf ettiğinizden şüphem yok, böyle bir endişem yok ama çok acil önlemler alınması gerektiğini de özellikle vurgulamak istiyorum. "Eşitsizlik" derken, birey nerede doğmuş, anne-babası kimmiş, anne-babasının gelir dağılımı neymiş, bireyin cinsiyeti neymiş gibi ve çocuklarımızın 4'te birinin yoksulluk sınırının altında olduğunu da düşünürsek bunlara bağlı eğitim fırsatları ortaya konursa, eşitsizliği ortaya konursa bu sefer sosyal devlet nerede diye sormaya başlarız. Bu eşitsizliği ortadan kaldıracak çabaları, ciddi anlamda çabaları göremediğimi özellikle belirtmek istiyorum.
Tabii, ikili eğitimde, özel eğitim ve okul türü farklılıkları bölgesel farklılıklar. Bu farklılıkların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalara, performans programı ve stratejik planlarınızda vurgular yaptığınızı görüyorum ama sonuçta bugün ki Adalet ve Kalkınma Partisi döneminin öncesinde olmayan şekilde pizza sonuçlarında 72 ülke arasında matematikte 49'uncu, okumada 50'nci, fende 52'nci sıraya düşmüşüz. Dünya Ekonomik Forumu Rekabet Raporu'na göre ise, Türkiye eğitim kalitesi sıralamasında 140 ülke arasında 95'inci, matematik ve bilimde 103'üncü. Şimdi biz diyoruz ya hani "Üreterek kalkınacağız, yüksek teknolojik ürün üretmeliyiz, katma değeri yüksek ürün üretmeliyiz, bunun için gerekli insan kaynağını daha okul öncesi eğitimden başlayarak temel eğitim, orta öğretim, üniversite eğitiminde sağlamalıyız." diyoruz. Oysa ki bütün bu vardığımız sonuçlar, bugünkü eğitim sisteminin geldiği sonuçlar bize hiç de öyle dünyanın ilk 10 ekonomisine falan bırakın, gittikçe ilk 20 içerisinde var olan ülkemizin daha da gerilere gitmesine neden olacak bir süreç olarak karşınızda.
Şimdi bu açıdan, okullarda öğretmenlerin de niteliği ve bu niteliğin bir kere önce öğretmen olacakların seçiminde, sonra hizmet öncesi eğitimde, sonra öğretmen açığı ve branş fazlasının ortadan kaldırılmasında bu konu dile geldi ama aynı rakamları ben de vurgulamak istiyorum. "Öğretmen açığımız var." deniyor raporda, Sayıştay Başkanlığının raporunda, "153 bin 640 öğretmen açığımız var." deniyor, ancak 41 bin 654 öğretmen fazlası, evet, branş fazlası var. Demek ki burada sağlıklı, dengeli bir öğretmen planlaması yapılamamış, branş fazlası öğretmenimiz var ama açığımız da 153, 160 bine yakın oranda ve öğretmenin de hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi.
"Öğretmen" diyoruz, maaşına bakarsak, 3687 lira, aylık, yaklaşık yirmi yıllık bir öğretmenin, 3.500'ün üzerinde bir rakamla aldığı maaş. Benim eşim de öğretmendi, emekli oldu. Emekli bir öğretmenin maaşı ise 2 bin liranın birazcık üzerinde bir maaş. Yani emekli olan bir öğretmene takdir ettiğimiz bu. Bu 3.600 ek göstergeyi ne zaman vereceksiniz? Bu seçim öncesi alanlarda, meydanlarda "Öğretmenlere 3600 ek gösterge" diyordunuz, sadece öğretmenlere değil, polislerin de, bu anlamda, sağlık çalışanlarının da, kamuda yüksek öğrenim gören birçok çalışanın da beklentisi olduğunu, hepimizin beklentisi olduğunu bir kez de ben ifade etmek istiyorum.
Bir konuya daha değineceğim bu anlamda. Okulların finans sorunu. Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanım; okullarımız velilerin elini cebine atmadığı sürece ayakta durabilecek nitelikte, kapasitede değil maalesef. Yerel yönetimlere "El aman" diyerek boya badanası, bahçesinin bakımı, tuvaletlerinin bakımı, temizliği, güvenliği için el açıyorlar. Lütfen buna izin vermeyiniz. Okullarımızın güvenliği, okullarımızın bakım, onarımı, okullarımızın temizliği Bakanlığımızın kontrolünde, denetiminde ve dışarıdan personel geçişiyle değil, doğrudan Bakanlığın sorumluluğunda olmalı. Yoksa, bugünkü bütçeyle, okullar kışlık yakacaklarına bile yetecek ödenek olmadan velilerden bütün bu hizmetler için para dilenir hâle -özür dileyerek söylüyorum- müdürler böyle bir hâle gelmiş durumda.
Okullarımızın büyük bir kısmının binaları ruhsatsız Sayın Bakanım. Benim belediye başkanlığı yaptığım ilçenin okullarının yüzde 60'ının üzerinde oranı inşaat ruhsatı olmadan yapılmış, yapı sağlamlığı konusu şüpheli olan ve oralara çocuklarımızı gönderdiğimiz okullar. bunları derhâl en kısa zamanda... Bu imar barışıyla olacak şey değil çünkü imar barışında getirilen düzenleme "İmar barışından yararlananların sorumluluğu kendilerine aittir." diyor, devlet sorumluluğu üzerinden atıyor. Böyle bir sorumluluk üzerinden yükü atma gibi bir uygulamayla değil okullarımızın nitelikli hâle en kısa zamanda getirilmesi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlayın Sayın Sındır.
KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Toparlayacağım ama birkaç cümle de yükseköğretim ile yirmi beş yıl akademide görev yapmış bir akademisyen olarak bu konuya da değinmeden edemeyeceğim.
Sayın Bakanım, Türkiye ve araştırma kurumlarındaki gelişmelere özellikle bilim özgürlüğü ve yükseköğretim kurumlarını özerkliği ilkeleriyle örtüşmeyen uygulamalara dikkat çekmek istiyorum. Bilim akademisinin bu konudaki raporundan birkaç alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum. "Hükûmetin güncel politikalarını eleştiren herhangi bir görüşün ifade edilmesi artık teröre destek suçlamasıyla karşılaşmakta, ilgililerin gözaltına alınmasına ve görevden uzaklaştırılmasına yetmektedir. Öğretim üyelerinin haksız biçimde ve siyasal görüşleri nedeniyle görevden uzaklaştırıldığına dair iddiaların bugüne değin etkili bir inceleme ve değerlendirme sürecine konu olmaması ayrıca ciddi bir sorundur. İfade özgürlüğü bilim özgürlüğünün temelidir, özgürlükçü ve çoğulcu bir toplumun yapı taşını oluşturur. 2016 ile 2017 yılları arası muhtelif bilim dallarında Türkiye menşeili yabancı yayınların sayısında mukayese edildiğinde -iki yıl arasında- bütün alanlar için yüzde 28 daha az yayın çıktısı olduğu, en büyük düşüşün ise yüzde 44'le sosyal bilimler alanında, yüzde 36'yla tıp yayınlarında olduğu görülüyor. Demek ki burada bu düşüşün temel nedeninin düşüncenin ifade özgürlüğünden ve üniversitede artık araştırma geliştirme ve yayın yapmaktan imtina eden, bundan korkan, çekinen bir akademik camiayla karşı karşıya olduğumuzun temel net göstergesi.
BAŞKAN - Sayın Sındır, teşekkür ediyoruz.
KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Son cümlemle bir şey daha söylemek istiyorum. Gayrisafi yurt içi hâsılaya yüzde 1 oranında AR-GE payının ayrılması Türkiye'de ne akademik gelişim ne bilimsel gelişim ne üniversitelerin yayınlarıyla ilgili gelişimi sağlayacaktır. YÖK'ün rektörleri seçiminden ziyade -bunun üzerine eleştiri de getirdi arkadaşlarımız ama- esas mesele rektörün öğretim üyelerince seçim yoluyla mütevelli heyetinin seçimiyle gelmesi değildir, esas mesele her üniversitenin kendi rektörünü bulmakta söz sahibi olup olamayacağıdır diyorum.
Bu bağlamda, 2019 bütçesinin de Bakanlığınıza, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılar sunuyorum.