KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, öncelikle şahsınıza ve Bakanlık personeline başarılar diliyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bir konuya dikkatinizi çekmek istedim konuma girmeden önce. Her gün bir bakanlığı görüşüyoruz. Bugün de görüştüğümüz bakanlığımızın adı, tekrar yanlış olması diye bakayım, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. Önceki adı veya önceki iki bakanlığın bir araya gelişiyle bir bakanlık oluşturuldu bir KHK'yle. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da 2011 yılında oluşturulmuştu yine bir KHK'yle. Mesele KHK'yle oluşturulmuş olması değil ama öyle büyük bir bakanlık ki yani baktığınızda içeriğine, görev, yetki ve sorumluluk alanına, aile ve toplum, kadına yönelik hizmetler, çocuklar, engelliler, şehit yakınları yani 30 milyonun üzerinde sosyal yardım ihtiyacı duyan yurttaşlar, çalışma hayatı, istihdam, sosyal güvenlik, iş sağlığı yani iki büyük bakanlığın, iki önemli büyük bakanlığın bir araya gelmesiyle oluşturulmuş bir bakanlık.

Kamu idaresinde genellikle... Genelde özel sektörde de böyledir yani eğer görev, yetki ve sorumluluklara daha sağlıklı odaklanabilmek isteniyorsa, etkinlik aranıyorsa yapılan işte, verimlilik aranıyorsa yapılan hizmetlerde ve eğer dileğimiz ademimerkeziyetçi bir yönetim anlayışıysa, her şeyi bir elde toplamak değil de bunu, sorumlulukları dağıtarak yönetmekse ve aslında konulara ne kadar değer verildiğini göstermekse birleştirmek değil, ayrıştırmak ve daha etkin, daha verimli çalışabilmektir. Bundan da vazgeçtim, bunun denetlenebilmesi için de böyle bir güne...

Elimde, bakın, şu iki faaliyet raporu var, birisi önceki bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu iki bakanlığın faaliyet raporları da güme gitti zaten, onların kesin hesapları, vesaire, vesaire.

Şimdi, biz bir bakanlığın, yeni bir bakanlığın... Yani sanki her şeyi bir kenara koymuş, bu hizmeti sil baştan vermeye çalışan bir bakanlık gibi görüşme yapıyoruz. Bunun gibi, geçen günlerde, mesela, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesinde enerjiyi konuştuk ama madencilik biraz unutuldu. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığında mesela denizcilik, haberleşme, komünikasyon, iletişim biraz unutuldu, biraz görüşülmedi gibi geliyor bana; denetim ve sorgulaması pek yapılamadı gibi geliyor.

Daha önümüzde, buna benzer... Mesela, Tarım ve Orman Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı birleştirilerek tek bir bakanlık hâline getirildi. Bunlar daha önce birdi diyebilirsiniz ama ihtiyaç nedeniyle ayrıştı, şimdi yeniden tek elde toplanmaya çalışılıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımıza çalışmalarında başarılar diliyorum mutlaka. Sizin başarınız, devletimizin vatandaşa hizmetinde başarıdır, bu da bizi memnun eder ama tabelalarınızdaki logonuzu ve ismi belki dijital yapın ki değiştiğinde masraf olmasın çünkü daha yeni tabelalar yapıldı. Benim gezdiğim her yerde güzel güzel tabelalar, şimdi onların hepsi yeniden değişecek. Bu da ayrı bir mesele diye düşünüyorum.

Ayrıca, Sayın Bakanım, hani "web" sayfasından sorumlu olan arkadaşlar da Bakanlığınızda sürekli sayfa yenilemek zorunda kalıyorlar. Geçen gün de sayfaya gireyim dedim, genel müdürlüklerin sayfalarına giremiyorum. Her seferinde, hoop, geriye dönüyor, Sayın Emine Erdoğan ve sizin resminizle karşılaşıyorum. Web sayfası da bir an evvel tamamlansa bizim de genel müdürlüklerin iş ve işleyişlerini daha yakından takip etme şansımız olur diye düşünüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Yeni Ekonomik Program açıklandı biliyorsunuz geçen ay içerisinde. Burada "Sosyal tarafların mutabakatıyla bir kıdem tazminatı reformu gerçekleştirilecektir." diye bir ifade var. Burada kastedilen eğer işçilerin kıdem tazminatlarına IMF aklıyla göz dikmek ve borçlarını ödeyemeyen holdinglerin bu yükünün emekçilerin sırtına yüklenmesiyse buna herhâlde izin vermememiz gerekir. Sosyal Güvenlik Kurumu 2017 Yılı Sayıştay Raporu'nu inceledim. Toplamda 57 bulgu var sorgulanmış, çoğu mali tablolar ile bunları oluşturan hesap ve işlemlerde yapılan inceleme ve denetimler sonucunda önemli hata, yanlış ve usulsüzlükler olarak tanımlanmış 57 ayrı bulgu, tespit ve sorgulama olduğunu görüyorum. Anlaşılan o ki kurumun adı aslında "güvenlik" kavramını yitirmiş çünkü 57 konuda sorgulanan bir kurumun ne kadar güvenilir olduğu ve ne kadar güvenlik sağlayacağı konusunda benim endişem var açıkçası. Bir de üstüne YEP'teki kıdem tazminatları hakkındaki reformu da koyunca burada bir sıkıntı olduğu görülüyor. Şimdi, kriz var mı, yok mu meselesi çok konuşuldu, tartışıldı oysa geçen ay açıklanan 2019-2021 dönemi Yeni Ekonomi Programı gerek enflasyon gerek büyüme gerek millî gelir, bütçe açığı, reel sektör borçları ve işsizlik göstergeleri ve tahminleriyle krizi tescil etmiş oldu ve durumun vahameti ortaya kondu aslında.

Burada temel mesele, krizin varlığı, yokluğu gibi anlamsız bir tartışmaya girmek değil, bu krizin faturasının kime ödetileceği. Görünen o ki bu krizin faturası işçiye, memura, emekliye, işsize, çiftçiye, esnafa ve yoksula ödettirilecek. Buna Hükûmetin bir niyeti var gibi görünüyor. Küçük bir azınlığın borcu zamlarla, adaletsiz vergilerle, işsizlik tehdidiyle halkın yüzde 99'unun sırtına yıkılmakta, İşsizlik Fonu'yla bankalar beslenmekte, kıdem tazminatına göz dikilmekte, iş güvenceleri de bu anlamda ortadan kaldırılmakta. Sendikal örgütlenmenin engellendiği, on binlerce kamu emekçisinin ihraç edildiği, grevlerin yasaklandığı, hak taleplerinin ve hak aramanın bastırıldığı bir ortamda elde edilen bu yüksek kâr oranlarını paylaşamayanlar bugün zararlarını ve borçlarını halkın sırtına yıkmak istiyorlar. Bu krizin sorumlusu kimdir diye soracak olursak emeğin hakkını gasbedenler, özelleştirmelerle ülkemizi ithalata mahkûm edenler, ülke kaynaklarımızı üretime değil, yandaşa; halka değil, saray, saltanat ve şatafat için kullanan bugünkü siyasal iktidar değil midir diye kendi kendime soruyorum. Ülkemizin içerisine sokulduğu bu durumun cezasını ne yazık ki yine işçiler, kamu çalışanları ve yoksullaşan halk ödüyor.

Gelir dağılımı ve vergi adaletsizliğiyle, iş cinayetleriyle, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin ticarileşmesiyle ve fabrikaların satılmasıyla bu halk ve özellikle emekçiler büyük bedel ödüyorlar.

Bakın, emeklilikte yaşa takılanlar hakkında Sayın Cumhurbaşkanının 14 Ekimde bir sözü, bir lafı var: "Ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz bir dönemde bu yükü nasıl milletin sırtına yükleriz?" Bunu hatırlayalım. Yine Sayın Cumhurbaşkanı, emeklilikte yaşa takılanlar için "Bunların milletin sırtına getirdiği yük yılda 27 milyar lira." dedi; bu ifade bizzat kendi ağzından çıkan ifade. Burada "bunların milletin sırtına getirdiği" sözündeki "bunlar" denilen kişiler, emeklilikte yaşa takılan 5 milyona yakın kişi. Bu insanlar bu ülkenin yurttaşları değil midir? Bunları yük olarak nasıl tanımlarız, nasıl ifade ederiz? Mademki bir ekonomik kurtuluş savaşı var, Sayın Cumhurbaşkanının maaşı 1 Ocak 2019 itibarıyla yüzde 26 zamla 74.500 liraya çıkacağına göre, herhâlde 50 asgari ücrete yakın bir rakam. 46 yaşında da emekli olmuş birisi olarak, emeklilikte yaşa takılanlar 65 yaşında emekli olsunlar istiyor. Madem öyle aynı oranı emekliler için neden vermiyoruz?

Sayın Bakanım, Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bir iki konuya daha değinerek sözlerimi sonlandıracağım. Bunlardan bir tanesi Sayın Bakanımın dikkatini çekmek istediğim bir konu, o da: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı döneminde, 2015 yılına kadar hem bütçe sunumlarında hem de idari faaliyet raporunda bu Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Bilgi Sistemi'ne kayıtlı hane sayısı ve kişi sayısı yayınlanırdı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Sındır.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Bu sayı "Türkiye Yoksulluk Envanteri" olarak ifade edilirdi, ortaya çıkardı. 2014 yılında 8 milyon hanenin -30,5 milyon kişi- sosyal yardım ve destek hizmetlerinden yararlandırıldığı ve yoksulluk envanterini oluşturduğu belirtiliyor 2015 bütçe sunum kitapçığında ama o günden bugüne bu rakamları göremiyoruz. Ben bunun nedenini öğrenmek istiyorum. Neden bu rakamlar yayınlanmıyor? Kimden sakınılıyor?

Yine, Sosyal Güvenlik Kurumunun 2017 yılı prim gelirinin yaklaşık 83 milyar liralık -ki yüzde 40'ına denk geliyor- kısmının tahsil edilemediği... Sayıştay denetiminde de belirlendiği gibi, tahsil edilemeyen bu rakamın ödemeleri süreç içerisinde bir şeye bağlandı. Bu konuda, bu rakamın, 80 milyon olan, tahsil edilemeyen bu rakamın karşılığında 27 milyar gibi bir rakam... Ki bunun doğruluğunu da biz araştırma önergesi vererek talep ettik, reddedildi. 27 milyar nasıl böyle bir yük olarak görülüyor? Bunu da kabul edemiyorum.

Son bir konu: "Taşerondan kadroya geçirdik." meselesi bir aldatmacadır. Taşerondan kadroya falan geçmedi bu insanlar, sadece bir şirketten bir şirkete geçti, sadece kamu kaynaklı bir şirkete geçti. Özel, tüzel kişiliğe sahip bir şirketten kamu kaynaklı bir şirkete geçti. Ki ikisi arasında "asıl işveren" meselesi de belki çözülmüş oldu, sürekli mahkemelerde hak taleplerinde bulunuyordu çalışanlar, asıl işverenin kamu olduğunu ifade ederek. Dolayısıyla burada, gerçek bir kadrolaşma, gerçekten kadroya, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu veya İş Kanunu hükümlerine göre bir işçi kadrosu, bir memur kadrosu gibi kadronun içerisine alınması temelde talebimizdir. Bu insanları "Taşerondan kadroya aldık." söyleminden, aldatmacasından kurtarmak ve emek haklarını kendilerine vermek gibi bir sorumluluğumuz var diye düşünüyorum.

Son bir cümle. Bana iletildiği için Sayın Bakanımızdan özellikle rica ediyorum bu konuya özel ilgi göstermesini; 2017 yılı Eylül ayında sosyal güvenlik denetmenliği yardımcılığı sınavı, mülakatı yapılmış, 150 kişi atanmış, 250 kişi hâlen atama bekliyor. Tüm işlemlerinin tamamlanmasına rağmen 250 kişinin dahi ataması neden yapılmadı? Bu konuya da dikkatinizi çekmek istedim.

Saygılar sunuyorum.