| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 14 .01.2015 |
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli Bakan Yardımcımız ve İçişleri Bakanlığının değerli bürokratları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, aslında bu madde "Araç kiralama şirketlerinin sorumlu işleticileri ve yöneticileri, kiralanan araç bilgileri ile aracı kiralayanların kimlik bilgileri ve kira sözleşmesi kayıtlarını usulüne uygun bir şekilde günü gününe tutmak, kiralanacak tüm araçlarla coğrafi yer tanımlamasını sağlayan sistem veya sistemleri kurmak ve genel kolluk kuvvetlerinin her an incelemelerine hazır bulundurmak zorundadırlar." şeklinde bir hüküm getiriyor. Bu zaten geçmişte de böyleydi, bu madde aslında zaten olan bir şeydi, malum, ilan edilmiş oluyor burada. Evet, böyle bir kayıt ve bu bağlam içerisinde güvenlik kuvvetlerinin, kolluk kuvvetlerinin bunlardan haberdar olması ve bu haberdarlık bağlamında hareket etmeleri doğal bir tavırdır. Bunun tartışılacak veya üzerinde çok konuşulacak bir madde olmadığını özellikle ifade etmek istiyorum.
Yalnız, genel ilkeler konusunda birkaç şeye dikkatinizi çekmemde yarar var. Şimdi, olan ile olması lazım gelen arasında fark, iktidar ile muhalefet arasındaki farktır. İktidar fiilî durumu, icrayı temsil eder; muhalefet ise daha üst düzeyde bunun daha da olumlu nasıl olması gerektiğini teklif ve temin etmek için vardır. Muhalefet rahatsız etmek için buradadır, muhalefet alkışlamaya buraya gelmiyor ya da iktidarın söylediklerini tasdik etmek için burada değil zaten, mutlaka farklı düşüncelerini ifade edecek ve bu düşünceler yoluyla ortak aklın bulunması, daha iyiye gidilmesi, es geçilen veya üzerinde durulmayan konulara dikkatin çekilmesi ve bu dikkat bağlamında da yasa çıkarırken isabetli bir biçimde çıkarılmasının sağlanmasını muhalefet sağlamaya çalışacaktır ama genellikle buralar bir siyasi hesaplaşma yeri olarak görüldüğü için bu tür sert eleştiriler getiriliyor, biz de öbür tarafta hesaplaşamadığımızı burada gelip bazı şeyleri size söylemek durumuyla karşı karşıya kalıyoruz, bunu da anlayışla karşılamanız gerekir.
Bir de yani benim hiçbir sözümde, özellikle dünden ifade edeyim... İdris Bey burada yok, canına okuyacaktım burada olsaydı.
BAŞKAN - İyi ki yok o zaman.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Arkamdan konuşmuş, kalleşliğin anlamı yok, benim yanımda gelsin söylesin, ben ona söyleyeyim. Ben hiçbir arkadaşımı, AKP'li veya CHP'li veya kim olursa olsun rencide etmek istemem, asla öyle bir niyetim yoktur, öyle de bir şey yapmadım. Bazı metaforları kullanıyoruz, o metaforları üzerinize almayın yani biz size demedik ki.
SERMİN BALIK (Elâzığ) - Ama Hocam, siz onun arkasından kalleş diyorsunuz. Hiç yakıştı mı şimdi?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hayır, hayır, gelsin, yüzüne de diyeceğim, bulursam kendisine söyleyeceğim, ben gittikten sonra konuşmuş.
BAŞKAN - Hocam, çok özür diliyorum, onu şöyle düzelteyim: Siz dün konuşmanız biter bitmez hemen gittiniz, tabii laf da askıda kaldı. İdris Bey de dedi ki: "Hocam burada olsaydı keşke de bunları söyleyecektim ama şimdi, hemen dinleyemeden gitti, bunları da söylemek zorundayım." diye de bir giriş yaptı yani haksızlık olmasın hiç kimseye.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Ha, tamam, şimdi, bakın, ben böyle çok dakik çalışan bir adamım yani buraya geldim, şimdi buradan da hemen Genel Kurula ineceğim, oradan bir protesto mitingi var, oraya katılacağım yani benim böyle dakikalarım çok belli.
BAŞKAN - Onun için zaten "Beş dakika konuşacağım." dediniz ya.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Şimdi, evet, özellikle bunun altını çizmiş olalım.
Ben özellikle bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bir şeye aşırı anlam yüklerseniz onun anlamı altında kalırsınız, onun ağırlığı altında ezilirsiniz. O bakımdan, olaylara bakarken tarafsız, objektif bir biçimde bakmanın yolunu bulmamız gerekir. Bu paralelle ilgili olarak ifade edilenler aslında eskiden bu sosyalistlerin ifade ettiklerine çok benziyor. Onlar da her meydana gelen olaya bir CIA kılıfı bulup veya yükleyip veya karşısındaki kişileri, kılıfını bulup, onları günah keçisi ilan edip onun üzerinden değerlendirme yapıyorlardı. Bu değerlendirmeler bazen doğru çıkıyordu, bazen de yanlış çıkıyordu. Şimdi, burada bu değerlendirmeyi yaparken... Şimdi, tabii, Adalet ve Kalkınma Partisi paralelle iş birliği yapmaktan zaten sorumlu, onu yargılayacağız, ondan hiç kuşkunuz olmasın çünkü paralel devletin derinine sızdıysa, ki siz söylüyorsunuz sızdı diye, bunu siz sızdırdınız, devleti yönetmek için size verdik, siz de üçüncü bir şahsa taşeron olarak vermişsiniz, şimdi de aranız açıldığı için kavga ediyorsunuz, bu kavgaya da milleti ortak etmenin bir mantığı da olmadığını özellikle ifade etmek istiyorum.
Fakat, burada kullanılan kavramlar üzerinde durmak istiyorum. Arkadaşların özellikle dikkatini çekiyorum, bir ülkenin kavramları diz çöktürülmeden o ülke diz çöktürülemez. Onun için, kavramların hırpalanması ve örselenmesi hayati denilecek derecede zararlı ve tehlikelidir. Şimdi, mesela, "İslamcı terör" demek kesinlikle, üzerine basarak ifade edeyim ki İslam'a yapılabilecek en büyük hakarettir. Dolayısıyla, buna şiddetli bir şekilde herkesin karşı çıkması lazım, buna zaten bizim devlet yetkililerimiz de zaman zaman dikkat çekiyor ve "Böyle bir tabir kullanmayın, terörün dini, mezhebi, bölgesi, cinsiyeti olmaz." diyorlar. Fakat, sizin çok kullandığınız, daha doğrusu basında çok kullanılan bir kavrama dikkat çekmek istiyorum, mesela "örgüt imamı" diye bir kavram çıkardınız. Şimdi, örgüt olduğu yerde kişi ya örgütün adamıdır ya da imamdır, hem örgüt hem de imam olmaz. Dolayısıyla, "imam" kavramını "örgüt" kavramının yanına veya arkasına koyarsanız o kavramı yıpratmış olursunuz, hem inançlarınıza hakaret etmiş olursunuz hem de doğru bir yaklaşım içerisinde olmuş olmazsınız.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Onu biraz açabilir miyiz yani hem örgüt hem imam niye olmuyor?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Şimdi, hem örgüt hem imam şöyle olmuyor: Bir defa örgüt, birden fazla kişinin meydana getirdiği belirli bir amaç doğrultusunda emek ve sermayelerini birleştirdiği bir yapıdır, legal ya da illegal bir yapıdır. İmamın görevi ise, camidedir, arkasında namaz kılınır ve ona tabi olunur. Biz imama vekâlet veriyoruz, "Döndüm kıbleye." dedikten sonra da imama uyarız biz ve dolayısıyla da siz bu imama başka bir isim yüklediğinizde, başka bir sıfat yüklediğinizde, o, imam olmaktan çıkar. Onun için, bunları ayırt etmek lazım. Cemaate "örgüt" demek de aynı şekilde üzerinde özellikle durmamız gereken bir husustur. Eğer cemaat örgütleştiyse, sizin anladığınız manada kriminal bir şekilde örgütlendiyse, o zaman ona "kriminal örgüt" demek lazım, "cemaat" dememek lazım çünkü cemaatin fonksiyonunun daha başka olduğunun özellikle burada altını çizelim ve bu konuda da hepimizin ortak bir kanaate varmamız gerektiği üzerinde durmamız lazım.
Şimdi, bir de meydana gelen son olaylar, özellikle bu Paris'te meydana gelen olaylar üzerinde de bir şey söylemek istiyorum. Dikkat ederseniz, teröre karşı müsamaha olmaz, teröre karşı taviz olmaz, terörü hoşgörüyle karşılayamazsınız, terörü meşrulaştıramazsınız, terörü makulleştiremezsiniz, terörü meşru bir muhatap olarak aldığınız andan itibaren yarınız terör olur. "Efendim, biz onu yola getireceğiz. Biz ona şöyle, şöyle şartlarımızı kabul ettireceğiz." şeklindeki bir anlayış biçimi sakat bir anlayış biçimidir ve bu anlayışın, "Efendim, İngiltere'de görüşüldü, falanca yerde görüşüldü, işte şuralarda örgütlerle görüşüldü, örgüt silah bıraktı." şeklindeki bir anlayış biçimi de kesinlikle bunun çözümü değil. Türkiye'deki terör Türk milletinin birliğine ve bütünlüğüne, Türkiye'deki coğrafyanın bölünmesine hizmet eden bir noktaya gelmiştir ve bu terör örgütü bugün fiilen bölgede özerklik ilan etmiştir.
Bakın, Star gazetesinden bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum, iki gün önce çıkan bir haber, aynen şöyle: "Star'ın ulaştığı bilgilere göre, Cizre olaylarını HDP'nin Şırnak'ın Silopi ilçesinde çarşaf giydirdikleri kadınları zincirleyerek erkeklerin kölesi gibi göstermeye çalışmasıyla başladı. HDP'nin çarşafa yönelik saldırıları Şırnak'taki Mustazaflar Cemiyeti tarafından basın açıklamasıyla protesto edildi. Bir süre sonra HDP Cizre İlçe Başkanı Ali Akdeniz, DBP Eş Başkanı Sanrı -bilmem ne, falan filan- HÜDAPAR İlçe Başkanlığına giderek 'Yaptığınız basın açıklamasında partimiz ve PKK aleyhine konuştunuz, özür bekliyoruz. Şayet bir özür beyan edilmez ise çıkabilecek olaylardan sorumlu değiliz. Gençlerimize artık hâkim olamıyoruz.' diye tehdit ediyor. PKK'nın saldırıları bu tehdidin arkasından başlıyor, 13 Aralık tarihinde de planlanıyor." Şimdi, gelinen yerde diyor ki: "Bizim istihbarat birimlerinin tespitlerine göre, PKK'nın Cudi kampından 100 kişilik dağ kadrosu 2 kamyonla Cizre'ye yakın bir petrol istasyonuna getirildi. Orada da binek araçlarıyla gruplar hâlinde Nur mahallesi ve civarına taşınarak yerleştirildi. Saatler ikiyi gösterdiğinde hâkim tepelere kurulan doçkalar ve uzun namlulu silahlarla belirlenen evlere ateş açıldı. On saati aşkın süren saldırıda hiçbir müdahale olmadı. YDG-H üyeleri tarafından yaklaşık on saat süren saldırı sonucunda 3 kişi hayatını kaybetti, onlarca ev kurşunlarla delik deşik edildi, 3 ev içindekilerle birlikte ateşe verilerek yakılmak istendi. Saldırıda HÜDAPAR'lı 65 yaşındaki Abdullah Deniz ile YDG-H'lilerden olduğu öğrenilen Yasin Özer, Barış Dalmış hayatını kaybetti. İstihbarat raporlarına göre, tanık ifadelerine göre Şırnak Valisi Hasan İpek 26 Aralık tarihinde yani saldırılardan bir gün önce yol güzergâhında bulunan jandarma karakollarına bile haber vermeden Cizre'ye geldi. İpek, Cizre'de HDP'li vekillerle görüştü." falan diye devam ediyor.
Şimdi, arkadaşlar, burada devlet var mı, ben size soruyorum. On saat adam doçkayı getiriyor, bilmem Mem-u Zin tepesine kuruyor ve sizin emniyetiniz, sizin istihbaratınız, sizin güvenlik güçleriniz en hassas bölgede seyrediyor. Yani, ben şimdi şunu öğrenmek istiyorum: Ne yapılmak isteniyor? Yani, efendim, "Biz burada bir fiilî yapı oluşturduk, bunu birileri kabul etsin, biz bunu size dayatıyoruz." Bir devlet ya, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve bu devletin güvenlik güçleri. Bu devletin egemenlik hakkını kimse kullandıramaz, bakın, üzerine basarak söylüyorum. Yani, nasıl oluyor da yirmi altı gün yol kesiliyor, siz seyrediyorsunuz? Var mı böyle bir şey arkadaşlar ya, var mı böyle bir şey? Yani, böyle bir şey nasıl düşünülebilir?
Şimdi bu terör örgütüyle biz barışı konuşuyoruz, bu terör örgütüyle güvenliği konuşuyoruz, bu terör örgütüyle kamu düzenini konuşuyoruz. Ya, bu terör örgütünün öyle bir problemi yok. Kamu düzenini bozan da bu terör örgütü, kamu güvenliğini bozan da bu terör örgütü, çocukları dağa kaldıran da bu terör örgütü. Vergi salan, insanları tehdit eden, yargılama yapan -işte, arkadaşlar söyledi- bütün bunları yapan terör örgütü; siz kiminle konuşuyorsunuz?
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Hocam, anlatıyorsunuz da siyasi muhataplar yok ki.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Ya, önemli değil, siyasi muhataplara anlatmıyorum ben zaten. O kayıtlara girsin, yarın yargılayacağız bunları. Allah nasip eder de iktidar gelirse bize ilk yapacağımız iş "Gel arkadaş, yirmi altı gün bu yol kesilmiş Sayın İçişleri Bakanı." Diyeceğiz ki İçişleri Bakanına -ben her gün bir soru önergesi verdim- "Birinci gün ne yaptın kardeşim yol kesilirken? İkinci gün ne yaptın? Üçüncü gün ne yaptın?" 26 tane soru, yirmi altı günde verdim. Hangi operasyonu yaptın, gücün yetmedi veya kimlere hangi talimatı verdin, yerine getirmedi veya yerine getirdi? Şimdi "Bu ne?" diyecek arkadaş bize. En güzel dediği şey Sayın İçişleri Bakanının, sükutla geçiştirmek için hiç ses çıkarmıyor, ben de soruya devam ediyorum. Şu an itibarıyla 7.986 tane soru önergesi vermiş bulunmaktayım. Yani, her olaya veriyoruz, her olayı soruyoruz. Bu biraz önce söylediğim olayların hepsini sorduk.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Hocam, izninizle.
Şu anda muhalefet çoğunluktayız. Bir önerge verelim, şu yasayı kökten çekelim, bitsin.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Yalnız, ben Komisyon üyesi değilim.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Biz bu yasadan kurtulabiliriz Hocam.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hemen önergeyi verin ama Başkan orada engeller onu, Başkan işleme koymaz. Arkadaşları çağırır sonra koyar yani onlar bilirler bu işleri.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - 6-1 öndeyiz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Şimdi, şöyle...
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) - 1 tane üyen yok.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - İyi yaptılar, arkadaşlar dokunur mokunur diye gitmişler, isabet olmuş.
BAŞKAN - Yoklamaya gittiler.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Peki, yoklasınlar, iyi yoklamalar.
Bakın, bir şey söyleyeyim arkadaşlar. Diyorsunuz ki: "Sesiniz yüksek çıkıyor." Ya, çıkmasın da ne yapsın sesim? Ben bir taraftan Çanakkale bir taraftan Yemen'de bir yığın şehidi olan bir ailenin çocuğuyum. Bu İçişleri Bakanıyla, Sayın Efkan Ala'yla ben komşu ildeyim. 1915-1917 savaşı sırasında Erzurum'un savunulmasında yalnız bizim aileden 22 tane şehidimiz var. Biz bu konularda anormal derecede hassasız, bunu çok özellikle ifade etmek istiyorum. Benim bayrağım indirilirken Türkiye durmalıydı, kilitlenmeliydi. Yani, böyle bir şeyi ben kabul edemem, sindiremiyorum, çok net söylüyorum. Yani, gelecek bir terör örgütü de yolu kesecek. Cizre'yi kaldırırım ortadan ya. Var mı bunun ötesi? Mustafa Kemal Menemen'de meydana gelen hadisede ne dedi? "Kararlığınızı koymazsanız, iradenizi koymazsanız karşı taraf gittikçe azıtacaktır." Şimdi, orada bir kantonal yönetim oluşturup, Suriye'deki kantonlarla birleştirip orta ve uzun vadede bağımsız birleşik kürdistanın temelleri atılıyor. Yani, Cizre'de nasıl oluyor da devlet hâlâ yok? Böyle bir şey olabilir mi? Bizim gücümüz mü yetmiyor? Gücümüz yetmiyorsa Kuvayımilliyye olarak örgütlenir geliriz ya.
Yani, o bakımdan hassas bir konu. Biz, seçim öncesi diye bölgede PKK otoritesini yerleştirecek faaliyetlere göz yumamayız. Şu anda hassas bir dönem, işte, çözüm sürecimiz var, belki bundan bir sonuç alabiliriz diye siz düşünebilirsiniz ama bu dibi olmayan bir kuyu, bundan sonuç alamazsınız, böyle bir sonuç olmaz. Ve dolayısıyla da bölgede devletin otoritesini tartışma konusu yapan hiçbir hareketin içerisinde hiç kimse bulunamaz. Yani, Türkiye Cumhuriyeti bir kadavra mı da üstünde her türlü tasarrufu yapabileceğinizi düşünüyorsunuz? Bunun bir kültürü var, bunun bir tarihi var, bunun bir coğrafyası var, bunun insanları var, bunun sahipleri var.
Şimdi, şu anda, iktidar "Efendim biz konuşuyoruz, konuşa konuşa bunları ikna edeceğiz ve dolayısıyla da bu sonucu alacağız." Ben çok açık bir şey söyleyeyim. Bir HDP milletvekili bir yerde bana açıkça şunu -biz Balıkesir mitingini yapmıştık- söyledi: "Siz bu Balıkesir mitingini yaptınız, bu AKP tırstı, bize istediğimiz tavizi vermiyor." Demek ki Özcan Yeniçeri'nin buradaki konuşmaları da önemli. Tırstıracağız artık iyice bu AKP'yi ve siz ülkeyi teslim etmeyeceksiniz, edemeyeceksiniz; güvenliğimizi teslim etmeyeceksiniz.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Hocam, tırsmıyorlar ki.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Ağabey, adamın söylediğini söylüyorum. Kimin söylediğini de tahmin edersiniz, o jargonla konuştu.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Sadece küsüp gittiler.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Neyse.
Şimdi, bir hususun özellikle altını çizmek istiyorum arkadaşlar. Şimdi, ülkemizin, vatanımızın bağımsızlığı, istiklal ve istikbali tartışma konusu yapılamaz. Efendim, bakın, sizin yaptığınız en önemli... Ben bekliyorum önümüzdeki günlerde. Yarın "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" adı altında yasa getireceksiniz. İşte, bu özerkliktir. Yani zaten Amerika strateji merkezleri öyle diyor, "Siz doğrudan özerklik derseniz tepki büyük olur. Bunu yumuşatarak, ismini böyle yaparak getirin ve orada fiilî bir yapının ortaya çıkmasını sağlayın."
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) - Dinliyorlar mı Hocam?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Tabii, kesinlikle.
Bakın, biz Büyükşehir Belediye Yasası'nı getirdiğinizde gümbür gümbür geldik, konuştuk. "Ya bunu yanlış getiriyorsunuz arkadaşlar, bu yasa tasarısıyla bölgede hiç tahmin etmediğiniz gelişmeler olacaktır." dedik. Bakın, ben size çok basit bir şey söyleyeyim, rakamlarla söyleyebilirim: Büyükşehir Belediye Yasası geldikten sonra kentler ve çevre iller de oy kullanmaya başladılar. Mardin'de seçimi BDP kazandı. Asla kazanma ihtimali yoktu çünkü Mardin Arap nüfusun ağırlıkta olduğu bir il. Burada BDP'nin şehirdeki nüfusuyla seçimi alması mümkün değil. BDP seçimi alınca bu sefer şu anda bölgede Araplar göç etmeye başladı. Hâli vakti yerinde olan Arap, Türk ve diğer unsurlar PKK'ya teslim olmayanlar Mardin'i boşaltıyor. Diğerleri de ya sesini çıkarmıyor, tarafsız davranıyor ya da PKK tarafına yaslanıyor.
Bir yerde otorite kimse devlet de odur ve orada ciddi bir biçimde bir yapılanma söz konusu. Bu yapılanma giderek Türkiye Cumhuriyeti devletini bölgeden fiilen çıkarmaya gidiyor. Yani resmen Ankara'ya bağlı, fiilen bağımsız yapılar bazı alanlarda oluşturulmak üzere. Bunlara özellikle dikkat çekmek lazım. Şimdi Mardin'in hesabını nasıl vereceksiniz? Büyükşehir Belediye Yasası'nı getirerek Mardin'i BDP'ye teslim etmenin hesabını nasıl vereceksiniz, ben arkadaşlara soruyorum.
Şimdi, bölgeden yalnız şeyler gelmiyor. Sayın Başkan, bize koruculardan çok miktarda feveran gibi telefonlar geliyor. "Amcamın oğlunu kaçırıyor, 200 bin lira para istiyor, pazarlık yapıyoruz, işte, 75 bin liraya anlaştık, çocuğu kurtardık, bu sefer geldi falanı kaçırıyor." diyor. İşte, "Bölgeden kaçtım." diyor, Kırıkkale'ye gelmiş, oradan adam beni arıyor. Bölgede devlet yanlısı aşiretler büyük ölçüde "PKK'dan sonra devlet bizi sattı. Biz de hiç olmazsa öbür tarafa gitmesek bile tarafsız kalalım." diye PKK'ya bir pazarlık içerisine giriyor, bir noktada duruyor.
Şimdi biz ne yapıyoruz? Bu getirdiğimiz çözüm süreci neyi çözdü?
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Valiler aracılık yapıyor.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Biz bu çözüm süreciyle neyi çözdük arkadaşlar? Terörü mü çözdük? Türkiye Cumhuriyeti'nin millî birliğini mi çözdük, bütünlüğünü mü çözdük, bunu kendi kendimize sorup cevaplandırmamız lazım. Barışı kim istemez? Kardeşliği kim istemez? Ama siz bakın, elinde silah olan bir adamla barış yapamazsınız. Şimdi buraya birisi gelse, silahlı bir kişi, şurada silahı elinde tutarken biz burada özgür konuşamayız ki, ne yapacağı belli değil adamın.
Dolayısıyla, çok net ifade ediyorum. Süreç aslında Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı kurulmuş bir komplodur. Bilerek ya da bilmeyerek sürecin içerisinde rol alan ve bu sürece destek veren, bu süreci -tabir yerindeyse- barış geldi, geliyor, artık tünelin ucu göründü, ışığın dibi göründü gibi laflarla geçiştirenleri ben Cizre'ye davet ediyorum; Sayın Başbakanı, Sayın İçişleri Bakanını, Komisyonun bütün üyelerini hep beraber Nur mahallesine gitmeye davet ediyorum. Bu toplantıyı orada yapalım, var mısınız? Yani, problem yerinde görülmüyor. Ve ambargo var, haberler doğru düzgün yansımıyor medyaya. Korkuyor adam medyaya haberleri aktarırken. Bu bakımdan, biz kendimizi gerçeklerden azade kılarak bir yaklaşım içerisine girersek bambaşka bir konuya getiririz.
Ama ben size bir şey söyleyeyim, bu yasa tasarısı çıkacak, öyle görünüyor, kararlısınız. Üç gün, beş gün oyalayalım, bunlar da konuşsunlar, biz bu tasarıyı çıkarırız diyorsunuz; bu da çıkacak. Ama bu tasarının uygulaması bize nasip olacak. Allah nasip edecek, göreceksiniz. Bize uygulaması nasip olurken de ilk önce size uygulayacağız onları. Gelin bakalım, arkadaş, sen saçını aşağı getirdin, yüzün kapalı, sen kesin teröristin. Hele geç bir dört sene yat İlker Başbuğ gibi, sonra bakarız durumuna. Ondan sonra da bunu vallahi ben yapmadım, yamuk kenar yaptı derim. Ondan sonra da onun üzerine ihale ederiz, sorun da tamamen ortadan kalkar.
Yani, bu yasa tasarısı herkese uygulanabilecek, demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırabilecek, kişisel inisiyatifi ön plana alacak bir yasa tasarısı. Artık bizlerin bir adım atarken şunu da düşünmemiz lazım: Acaba hâkimin kapasitesi ne? Neyi, nasıl algılar? Şöyle yaparsam bu hâkim bize yirmi dört sene mi verir? Böyle yaparsam otuz sene mi verir diye düşünmek lazım.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) - Hocam, pişmanız derlerse affedecek misin?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Ağabey, onu düşünürüz.
Yani, 1980 öncesinde bir kavga oldu. Kavgadan sonra hâkimin karşısına gittik. Hâkim o kadar madde sundu ki önümüze; yaralama, müessir fiil, toplumu suça teşvik ve tahrik. 20 çeşit maddeden adam bizi ... Bir baktım, bir kavga hepi topu, 20 çeşit madde, her maddeden iki sene giysen kırk sene hapissin. Bu sefer ne yaptım biliyor musunuz? Ceza Kanunu'nu aldım bir tane, cebime koydum. Adam beni sinirlendirdiğinde "Bir dakika, şu kanuna bir bakayım da hangi maddeye göre sana müdahale edeceğiz, ona bakıyorum." İş o hâle geldi şimdi.
Şimdi burada hâkime o kadar çok yetki veriliyor ki bir hâkimin kaldık hafızasına, kapasitesine, kavrama gücüne, algılama gücüne. Adam bize terörist dediyse muhtemelen teröristiz. Yani, acayip bir durumla karşı karşıyayız. Bu bakımdan -sözümü bitiriyorum- şunu yapmamız lazım: Bu yasa tasarılarında, işte, makul şüpheden tutun, efendim, işte, benzeyen, üniformaya benzeyen veya öyle bir imaj veren ya da buna benzer birtakım kavramlar tamamen karşı taraftaki kişinin inisiyatifiyle olabilecek kavramlardır ve burada da hata yapma ihtimalinin çok yüksek olduğunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Bir de tabii şu yolsuzluklarla ilgili bir cümle söylüyorum. Daha doğrusu bir şey söylemiyorum da şeyi söylüyorum. Diyor ki bizim anonim bir şair: "Ehli Hakk'a müptelayım, neme lazım kâr benim/ Malım, mülküm yoktur ama kanaatim var benim." Ben de bu arkadaşlara biraz kanaatkâr olmayı öneriyorum. Kanaat en büyük hazinedir, Peygamberimiz diyor.
Teşekkür ediyorum.