KOMİSYON KONUŞMASI

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanımız, bürokratlarımız; hepinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum.

Bir yıl önce tabii bütçe tartışmasını yine yapmıştık, Dışişleri Bakanlığının bütçe tartışmasını. Ben bugün biraz farklı bir noktadan başlamak istiyorum, bir mantığın teşhiri açısından. Yakın zamanda herkes muhtemelen HDP'den Kürt meselesi, Suriye, Rojava falan bekler ben Moldova meselesine girmek istiyorum.

Biliyorsunuz yakın zamanda, ekim ayı içerisinde Cumhurbaşkanının bir Moldova ziyareti oldu. Moldova'da tabii içeride basına çok fazla yansımadı ama Moldova'daki Cumhurbaşkanının sarayının o restorasyonunun Türkiye tarafından yapıldığına dair çok fazla haber çıktı. Igor Dodon'ın sarayını Türkiye'deki vergi veren insanların paralarıyla bir şekilde restore ettiler, artı hediye olarak da oraya iki tane TOMA hediye edildi. Yani adamın sarayını yapıyorsun, üstüne TOMA hediye ediyorsun. Hani otoriterlik, insan hakları konusunda bayağı sıkıntılı bir durum mu var Moldova'da? Tabii onun dışında Türk MİT'inin orada yaptığı birtakım istihbarat çalışmaları, operasyonlar filan da var. Orada çok ne olup bittiğini bilmiyoruz ama hani öyle ciddi bir meseleyi bir latifeyle kapatalım. Türkiye'den gittiğiniz zaman oraya şeker var, lokum var, olmasa Diyarbakır kadayıfı var, verelim de TOMA vermek nedir, gerçekten çok şaşkınlıkla bunu gördük. Yani alaylı olsun diye söylemiyorum, bir mantığın teşhiri açısından söylüyorum yani dış politikaya egemen olan mantığın teşhiri açısından.

Sayın Bakan, insani dış politikayı söyledi. Tabii şeyi de merak ediyorum: Gerçekten bu saraya verilen para da bu insani yardım olarak dağıtılan 8 milyar liranın içerisinde mi, bu kriz ortamında bu kızıl kıyamette? Meslek olarak antropoloğum, hediye meselesi antropolojide çok fazla tartışılır. Biz biliyoruz ki karşılıksız bir hediye yoktur, kimse kimseye öyle bedavadan bir şey vermez. Dış politikada da, diplomaside de verdiğiniz zaman muhakkak karşılığında bir şeyler almaya çalışırsınız yani öyle karşılıksız bir durum yoktur. Bu meseleyi insani parametrelerde... Tabii ki Sayın Bakan, burada bakanlığın çalışmalarını anlatırken anlatacaktır.

Yalnız -Moldova'dan ikinci bir konuya geçelim- ben birkaç gündür bakıyorum bakanlığın Yemen konusundaki çalışmalarına, burada kısmi olarak küçük bir alt başlıkta değinilmiş. En büyük İnsani krizle karşı karşıya Orta Doğu, Yemen'de açlık krizi, yani milyonlarca insanın ölebileceğini Birleşmiş Milletler söylüyor. Gerçekten üşenmedim, Sayın Bakanın ismiyle Yemen'i girdim, buyurun, siz de deneyin, 2018 yılı içerisinde, biliyorum, hani, raporda da, bakanın sunumunda da verilmiş birtakım alanlarda Yemen için girişimlerde, çabalarda bulunduklarını, bunun insani bir şekilde demokrasi ve diyalogla çözülmesi gerektiğine dair kimi çabalar var ama Yemen'e dair gösterilen çabalar, kıyasla, Arakan, Filistin, başka alanlara kıyasla neredeyse yok ve dünyanın en büyük açlık krizlerinden biriyle karşı karşıya olduğumuz söyleniyor. Dolayısıyla, eğer insani bakış varsa, olması gerekiyorsa, bir an önce Yemen'e bakmak lazım. Ama, işte, Orta Doğu'da değişik ilişkiler, Suud'la olan ilişkiler... Biz bu argümanı çok inandırıcı bulmuyoruz işin doğrusu.

Üçüncü bir konu kıymetli arkadaşlar, CHP'li vekilimizin, sayın büyükelçinin eleştirilerine katılıyoruz. Yalnız şu Avrupa Birliği konusunda birkaç çift laf da biz söylemek istiyoruz. Hem Avrupa Birliği hem de Avrupa Konseyiyle ilişkiler çok uzun zamandan beri krizli bir durum içerisinde. Avrupa Birliği görüşmelerinde Türkiye'yle müzakerelerin mutlak surette sürdürülmesi gerektiğine taraf olan kesimler dâhi artık havlu atmış durumdalar. En son, Genişlemeden Sorumlu Komiser Hahn, Türkiye'yle müzakerelerin resmî olarak bitirilmesi ve böyle stratejik partnerlik üzerinden, göç, ticaret, güvenlik gibi alanlarda çalışılması gerektiğine dair fikir beyan etti. Tehlikeli bir durumdur. Avrupa Birliği basitçe, yani burada söylediklerimizi öyle Avrupa hayranlığı olarak lütfen kimse değerlendirmesin. Avrupa Birliği süreci Türkiye'nin toplumsal, siyasal, ekonomik dönüşümüne genel anlamda bir çerçeve sunmuş, çok uzun süreli bir proje. Yani bu siyasal diplomatik yörüngeyle ilgili bir meseledir. Maalesef yani iç politika malzemesi olarak öyle Avrupa'ya, Avrupa ülkelerine birçok atarlanma oldu. Almanya, biliyorsunuz, Hollanda, Avusturya vesair ama Türkiye ekonomisi yüzde 50 oranında entegre olmuş durumda Avrupa ekonomisine. Avrupa'dan gelen direkt sermaye, yatırım sermayesi Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin hâlâ yüzde 65-70'ini oluşturuyor. Yani, böyle, hani, milliyetçi, işte, yerli millî olduğu iddia edilen söylemlerle bu ilişkileri dağıtmak hem kısa hem orta hem uzun vadede Türkiye'nin başına çok ciddi siyasi, ekonomik ve diplomatik faturalar ortaya çıkaracaktır.

Bunları söyledikten sonra iki konuyu daha paylaşayım arkadaşlar: Şimdi ben Sayın Bakan sunumunu yaparken bazı küçük böyle notlar aldım. Mesela -kıymetli çabalar, bunu samimiyetle söylüyorum- işte, Batı Trakya Türkleri, hatta Moldova ziyaretinde Gagavuz Türkleriyle ilgili hassasiyet ifade edilmiş, en nihayetinde, oldukları ülkelerin azınlıkları, yani orada ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Yine "Balkan'daki soydaşlar" ifadesi var, "Uygur Türkleri" var, Çin. Ben şimdi şuradaki arkadaşlara sorsam, ha, şu, şu, burada belki 150 arkadaşımız var, desem ki: "Haritadan bana Çin'in Uygur bölgesini gösterin." Kimse gösteremez ya da çok az insan gösterir, yani konuyla ilgili olanlar.

MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Kendi adınıza konuşun.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Kendi adınıza konuşun, geneli itham altında bırakmayın.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - İddia ediyorum zaten, siz bilebilirsiniz canım, bir müsaade edin, bitireyim, sonra konuşursunuz.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - "Çok azınız" dedi zaten.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Çok azınız dedim yani, onun içinde olabilirsiniz. Niye kesiyorsunuz beni?

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Geneli itham altında bırakmayın.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Hayır, çok azı dedim. Mesleği olanlar bilebilir, ilgisi olanlar bilebilir. Burada bir mantığı tartışmaya çalışıyoruz.

Bakın, burada Gagavuz Türklerinin özerk olması gerektiği konusunda Cumhurbaşkanı orada ısrarla ifade etti, değil mi Sayın Bakan? Gagavuz Türklerine özerklik, bizim buradaki HDP'li belediyelere sömürgeci mantıkla kayyum atama. Yerel yönetimler darmadağın edilmiş, bütçeleri saraya bağlanmış durumda. Avrupa Birliğiyle müzakere sürecindeki yerel yönetim reformu komple ters çevrilmiş durumda. Açıkçası, arkadaşlar, bütün bu süreçlere baktığımız zaman, tabii, dışarıyı da takip ediyoruz, Avrupa Birliği, Komisyonu, Konseyi vesair, Türkiye'nin imajı öyle bir yerlerde ki şöyle düşünüyorlar: "Bıktık, yorulduk, biz artık gitmek istemiyoruz." Bunların içerisinde -büyükelçiler bilirler, emekli büyükelçiler- daha önce Türkiye'nin Avrupa Birliğine giriş sürecine canla başla destek sunan çevreler var, bunu düşünmek lazım. Yani, eskiden, on yıl önce, sekiz yıl önce, yedi yıl önce Türkiye'ye son derece dostane bir şekilde her türlü destekte, yardımda bulunan kesimlerin ciddi bir hayal kırıklığı söz konusu.

Neyse, konuyu Suriye ve Rojava meselesine getirerek bağlamak istiyorum. Kırım Tatarları, Batı Trakya, Gagavuz, Balkan, Uygur Türkleri, bir taraftan bu tartışmalar, bizce yapılması lazım. Yani azınlık olarak hakları, kültürel, siyasal, toplumsal, ekonomik hakları, bir şekilde ellerinden alınan bütün topluluklar için söylüyoruz, olması lazım.

Fakat ortada bir de şöyle bir durum var: Dışişleri Bakanlığının bütçesine bakın yine, Kültür, Turizm bütçesine bakın, tek kelimeyle Osmanlıcı ve Türkçü bir yaklaşımla kültürel hizmetler veriliyor. Ya, Türkiye'de hiç mi yok Türk olmayan, Sünni olmayan vatandaşlar? Ben o kadar dış programa gittim, birçoğuna bakıyorum, gerçekten mezhepçi, ırkçı birtakım kültürel projelerin ötesine geçemiyor. Yok mu bu ülkenin, Osmanlının bakiyesinde Ermeniler, yok mu Aleviler, yok mu başka kültürler? Yeri geldiği zaman konuşuyoruz, 72 tane medeniyet, 72 tane kültür. Peki, bunların Dışişleri Bakanlığının en azından tanıtım bütçesindeki yeri nedir? Türkiye'nin eğer bunlar zenginlikleriyse, bunlara dair herhangi bir planlamamız, herhangi bir çabamız var mı? Bunları sormak lazım.

Kıymetli arkadaşlar, geçen El Monitör'de bir yazı çıkmıştı, tabii, teyide muhtaç bir durumdur ama bu Özgür Suriye Ordusu denen yapı içerisinde bir militanın ifadelerine yer veriliyordu. Makale var yanımızda, paylaşabiliriz ama, tabii, teyide muhtaçtır. Bu makalede militan şunu diyor, diyor ki: "Biz artık maaşlarımızı Türk lirasıyla almak istemiyoruz çünkü bu fiili devalüasyondan sonra Türk lirası çok değer kaybetti, aldığımız maaşlar Suriye'de iki hafta yetmiyor, biz bundan sonra Suriye dinarıyla maaş istiyoruz." diye öyle bir ifadede bulunmuştu. Orada, hani, bu Afrin "operasyon" değil, "işgal"i bağlamında birtakım tartışmalar yürütüldü.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)