KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; Sayın Bozkır yok burada, daha hiçbir üye konuşmadan, peşinen "Niye Kudüs'le ilgilenmiyorsunuz?" diye sordu, gitti. İlgileneceğiz, Sayın Bozkır'a haber verin, ilgileneceğiz.

Değerli arkadaşlarım, dış politikayla ilgili konuşurken sürekli "karşılıklı çıkar ilişkileri" diye yorumlarlar. Bir yere kadar elbette yani iki ülke arasındaki ilişkide her iki ülkenin ve halklarının çıkarları gözetilir mutlaka ama birtakım ilkelerden de vazgeçilmez. Diyelim siz sıkı bir şekilde demokratik ilkelere bağlıysanız, karşı taraf değilse buna dikkat ederseniz ya da sizin nefret söylemi, ırkçılık gibi ciddi hassasiyetleriniz varsa bunu yapan ülkeye ve yönetimine dikkat edersiniz.

Bir de ciddi bir problem: Dış politikayı iç politikanın malzemesi hâline getirmek, bu da çok ciddi bir problem özellikle son zamanlarda ve özellikle Türkiye için. Sayın Bozkır'ın ifade ettiği Filistin ve Kudüs meselesi Türkiye'de ve Arap ülkelerinde, diğer Müslüman ülkelerde en çok iç politikanın malzemesi hâline getirilen konudur. Ciddi bir trajedi orada yaşanıyor ama herkes, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri ve lideri Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere iç politikanın malzemesi hâline getiriyor. Sayın Bozkır "Kimse konuşmadı." filan... Bakalım, Adalet ve Kalkınma Partisinin Filistin ilişkilerine filan bakalım. Yani bir taraflan kameraların önünde Filistin'in üzerine kavga ediyor, bağırıyor, çağırıyor, "..."()lar, şunlar bunlar ama öbür taraftan İsrail'le arka kapıda, arka planda ilişkiler devam ediyor, en zor şeylerde bile ticari ilişkiler zirve yapıyor; bunlar oluyor, nasıl oluyor? Oluyor işte bunlar çünkü çifte standart uyguluyor, çünkü dış politikanın konularını acımasız bir şekilde, insafsız bir şekilde iç politikanın malzemesi yapıyor, insanlar neye duyarlıysa onu malzeme yapıyor.

Tabii, bir başka konu da var. O konu da: Büyük ideolojiler böyle çökünce, gerileyince dinî ve etnik kimlikler ortaya çıkmış, iç politika da dış politikada da bunlar müthiş bir şekilde kullanılan malzeme hâline gelmiş. Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri de bunu yapıyor. Sayın Bakanın anlattığı gibi çok iyi ilişkiler filan yok. Öyle düşünülen, edilen, ortak akılla karar verilen, buna göre temkinli bir şekilde dış politikadır diye hareket edilen böyle değil, böyle bir konu yok. Dış politikada on tane düşünülür, bir tane söylenir diplomasinin kuralları içinde ama öyle değil, bir şey atılıyor, bir şey yapılıyor, "Ben yaptım, ben sahip çıktım, şöyle yaptım." filan. Türkiye müthiş bir şekilde geri düşüyor, zarar ediyor; sonra o zararın iki misli daha geri verilerek bu telafi edilmeye çalışılıyor. Bu, Amerika'yla ilişkilerde de böyle oldu, Rusya'yla ilişkilerde de böyle oldu, Suriye'yle ilişkilerde de böyle oldu, oldu ve oldu, olmaya ve devam ediyor. En son Amerika'yla olan ilişkiler... Ne verildi ne alındı bilmiyoruz. Rusya'yla olan ilişkilerde, uçak düştü işte, "Ben verdim emri." falan. Sonra neler yapıldı, neler verildi de bu noktaya gelindi? Tutarsızlık var yani sizin dış politika yöneliminiz yok aslında, dış politika yönelimi yok. Bu, ta baştan beri, 2002, 2003'te başladı, BOP günlerinde başladı arkadaşlar. Sayın Erdoğan o Irak savaşına Amerika'yla birlikte girmeye can atarken meşhur 1 Mart tezkeresi esnasında... Hâlâ "Niye benim üzerimden görmüyor Amerika?" Amerika'yla bütün problemi "Niye benim üzerimden görmüyor? Benden iyi partner mi var bu bölgede?" Peki, Amerika bu bölgede ne yapıyor? Ne yaparsa yapsın, Irak'ı parçalasın, başka ne yaparsa yapsın, "Benim üzerimden niye yapmıyor?" kavgası verdi, 1 Mart tezkeresinin şeyi de buydu.

Sizin çifte standardınıza -aslında hepimizin çifte standardı diyebilirim- bir güzel örnek Uygurlardır. Bu Uygur Türkleri herhâlde dünyada en çok zulüm altında inleyen, en çok haksızlığa uğrayan halklardan biridir ve fakat Türkiye'de dışarıdan falan herkes görmezden geliyor. Müthiş bir propaganda, sanki dünyanın bütün teröristleri Uygurlardan çıkıyor. Birileri ideolojik körlükten dolayı görmüyor. İlber Hoca bir yazı yazmış, Uygurlara dikkat çekmiş, birtakım gazetelerde, dergilerde "İdeolojik körlük, hayır, Çin filan, öyle olur mu?" denmiş. Uygurlar görünmüyor, siz de görmüyorsunuz. Şimdi Çin'le ne yapıyoruz? Kültür ve barış yılı mı başlıyor, programları mı başlıyor? Peki, Uygurların durumu nedir? Uygurların durumu konuşulacak mı, edilecek mi? Evet, onlar yani Uygurlar -"Uygur Özerk Bölgesi" filan diyoruz ama- çok sıkı şeyler altındalar, insanlar kamplarda inliyor; kendi dilleriyle yazamıyorlar, konuşamıyorlar; en küçük provokasyonlarda büyük olaylar meydana geliyor. 2 milyon insanın -bilmiyoruz, doğrudur, yanlıştır kapalı bir bölge- kamplarda olduğu söyleniyor, baskı altında olduğu söyleniyor ama bunlarla ilgili hiçbir şey yok. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin de çok fazla bir şey de yaptığı yok. "Yapıyoruz." falan gibi laflar ediliyor ama yaptığı yok.

Bir başka görmediğimiz konu değerli arkadaşlarım, sizin çifte standardınız, Yemen. Yemen nerede Sayın Bakanım? Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partili üyeler size soruyorum: Yemen'de ne oluyor haberiniz var mı? Yemen'de bir iktidar savaşı olarak başladı, sonra Suudi Arabistan oraya daldı Arap Baharı'yla beraber, daha başka yere de daldı, Bahreyn'e gitti, bin iki bin kişiyi öldürdü, çıktı; Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiç sesi çıkmadı, görmedi bile. Şimdi aynı şeyleri Yemen'de yapıyor, orada her gün insanları katlediyor, bir koalisyon var, bu koalisyon yerel güçlerden oluşuyor gibi görünüyor ama Amerika'sı, Fransa'sı, İngiltere'si de destek veriyor, bir tane diktatörü yerinde iktidarda tutmak için destek veriyor ama Türkiye Cumhuriyeti devleti bunu hiç görmüyor.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin son zamanlarda yaşamış olduğu en büyük diplomatik skandal Suudlu gazeteci Sayın Kaşıkçı'nın öldürülmesi. Nerede, kimse niye bir şey söylemiyor? Kapandı gitti gibi görünmüyor. Niye Suudi Arabistan'ı görmüyorsunuz? Suudi Arabistan'ın Yemen'de yaptıkları zulmü niye görmüyorsunuz? Açlıktan kıvranan insanları niye görmüyorsunuz? Birleşmiş Milletler rapor üstüne rapor yayınlıyor, hani beğenmediğimiz Birleşmiş Milletler. "Açlık başladı." diyor zaten. İnsanlar kırılıyor, ölüyor. Niye ses çıkmıyor, niye bu çifte standart?

Değerli arkadaşlarım, bunları görmediğimiz müddetçe gideceğimiz bir şey yok. Adalet ve Kalkınma Partisinde -"millî, yerli falan" diyoruz ya- böyle bir dış politika, geniş ufku olan, vizyonu olan, dış politika böyle bir şey göremiyorum ben değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bakın, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmete geldikten sonra bir süre tutunma gayreti... Tutunma gayreti de şuydu: İçerideki vesayet güçleri, kendi iktidarına karşı olan çevrelere karşı tutunmak için dışarıdaki çevrelerden, dışarıdaki güçlerden destek aldı bir süre, ilişkileri iyi devam ettirdi filan ama ondan sonra ne olduysa bir şekilde koptu. Dış politikayı şimdi neyin üzerine kuruyor, kim dostumuz, kim düşmanımız, hangi ittifakların içindeyiz, hangisinde değiliz? Bunları yaparken bir ülkeyle şöyle yada böyle ilişki inşa ederken neye bağlı kalıyoruz? Bunları hiç kimse bilmiyor. Kendilerinin de bildiği kanaatinde değilim değerli arkadaşlarım.

Bakın, Allah rahmet eylesin, Erbakan Hoca on bir ay iktidarda kaldı, siz on altı senedir iktidarsanız. On bir ayda bir sürü işler yaptı ama bunlardan yaptığı bir tanesi de sizin görmezden geldiğiniz, uluslararası yükümlülükler şey yapmasın diye formalite icabı topladığınız D-8'lerdi. Ne güzel günlerdi değil mi yani Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan, Türkiye bir araya geldiler. Öyle insanların karikatür şeklinde yazdıkları çok fazla düşünülmemiş, işte "Avrupa Birliği var, ben de bu taraftan İslam birliği kuruyorum." filan şeklinde yapılmış bir şey değil, çok iyi de düşünülmüştü, bu ülkeler özellikle de seçilmişti. Anlaşmaları burada okuyacak durumda değilim. Ama iş birliği alanları belliydi, ticari nasıl yapacakları, karşılıklı çıkarlarda nasıl gözetilecekleri; her şey belliydi. Kısa, orta, uzun programlar hepsi yapılmıştı. Hedefler de müthişti ve ortadaydı, herkesin bir şekilde bildiği hedeflerdi.

Peki, sizin ne? Şimdi size soruyorum: Sizin hedefleriniz ne? Gerçekten Orta Doğu'yla ilgili, İslam dünyasıyla ilgili, Balkanlarla ilgili nasıl ilişkiler şey yapacağız? Avrupa Birliğiyle ilgili tam üyelik hedefimiz diye daha birkaç gün önce Hükûmet yetkilileri tarafından açıklandı. Nedir peki bu hedef? Nasıl gerçekleştireceksiniz, ne yapacaksınız? Madem hedefiniz budur niçin bu şekilde zikzaklar çiziyorsunuz, niçin gereğini neyse onu yapmıyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğine üye olmak istiyorsanız yapılacak şeyler bellidir. Yani birtakım tavizler şunlar bunlar, elbette gelir tıkanır. Siz demediniz mi Sayın Bakanım, Ankara'da gündüz vakti havai fişekler atılırken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Biraz daha...

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, toparlayın, buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Toparlayacağım.

"Avrupa Birliği ister alsın bizi ister almasın, biz Ankara kriterleri deriz, yolumuza devam ederiz." Neydi Ankara kriterleri? Elbette demokrasiydi, elbette hukuk devleti... Tamam ekonomide de birtakım şeyler vardı ama insan haklarıydı, hak ve özgürlüklerdi; bunlardı. Peki, bunların neresindeyiz değerli arkadaşlarım? Şu anda Türkiye demokrasinin neresinde? Dünya bu konuda bize nasıl bakıyor? Hak ve özgürlükler konusunda nerelerdeyiz değerli arkadaşlar? Tutulan raporlarda bizimle ilgili neler yazılıyor? Bunlara bir bakmak gerekiyor.

Şunu ifade edeyim: Siz var olan... Var olanlar çok mükemmel değildi elbette, dünyanın şartları. Eleştiriyorduk da. İşte "Yurtta sulh cihanda sulh." güzel bir şeydi ilkesel olarak ama bu bir yerde hiçbir şeye karışmamak, hiçbir yerde fikrini söylememeye de dönüşebiliyordu. Daha aktif filan... Daha aktif olacağız ama bizim gücümüz ne? Bizim gücümüz ne? Hiçbir şeyi abartmamamız gerekiyor. Özellikle de uluslararası ilişkilerde abartmayalım, içeride seçimde şurada burada abartalım ama. Gücümüz ne? Gücümüz oranında hareket etmek durumundayız. Türkiye bunu yapmıyor. Bir tane kişinin, özellikle de iç politikada, seçimlere falan endeksli olarak hamaseti üzerinde kurulu gidiyoruz ve dünya kadar kayıplarımız oluyor. Bu kayıplar için kim hesap veriyor?

Şimdi diyorsunuz ki "Seçimler geliyor, biz kazanıyoruz." Evet yani şimdiye kadar kazandınız -bundan sonra kazanacağınızı falan sanmayın- ama mesele kazanıp kazanmama meselesi değil. Mesele, netice olarak, ülke olarak ne kazanıyoruz, nereye düşüyoruz? Bu konuyla ilgili ciddi bir muhasebe yapma zamanı gelmiş ve geçiyor.

Sayın Bakanım, bütçeler bir fırsat. Geliyorsunuz -yani Dışişleri Bakanlığının bütçesinin böyle olmaması gerekiyor- bir hamasetle geçiyorsunuz, hiçbir problem yok, her yerde her şeyi yapıyorsunuz. Her tarafta problem var. Türkiye'de, Balkanlarda, Yunanistan'la...

Sıfır sorun. Ne sıfır sorunu ya? Her ülkeyle eskiden hiç bilmediğimiz... Ha "Büyüdük, herkesle ilişkimiz var, bundan dolayı sorunlarımız var." filan. Öyle değil; yanlış yapıyorsunuz da sorunlarınız var, bir kişiye endekslediniz diye sorunlarınız var. Türkiye'nin temel problemi tek adama endekslemektir. Böyle bir demokrasi olmaz, böyle bir ülke olmaz, böyle bir Türkiye olmaz değerli arkadaşlarım, bundan hepimiz zarar ederiz.

Bütçeniz hayırlı olsun.