KOMİSYON KONUŞMASI

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Sayın Başkan, çok kıymetli Komisyon üyeleri; Adalet Komisyonu olarak icra dairelerinin iş yükünü hafifletmek ve işlemlerine hız kazandıracak düzenlemeler ile kamuoyunda konkordato olarak ifade edilen çok fazla yer alan sistemin aksayan yönlerini düzenleyen 27 maddelik bir kanun teklifini görüşmek üzere toplanmış bulunmaktayız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak teklifin geneli üzerinde kısa bir değerlendirmede bulunacağız. Bu vesileyle Komisyonu saygıyla selamlıyorum.

Değerli üyeler, abonelik sözleşmesinden kaynaklanan para alacaklarına ilişkin takibin başlatılması usulü hakkındaki kanun taslağı esasen Aralık 2017'de Adalet Bakanı tarafından hazırlanmıştır. Bu tasarı taslağına konkordatoyla ilgili bazı düzenlemelerin eklenmesiyle yeni bir torba teklif olarak Komisyonun gündemine girmiştir. Ancak, teklifte ilk bakışta göze çarpan temel sorun yeni bir kod kanun metnine çerçeve kanun maddeleri yerleştirilerek torba hâline dönüştürülmesidir. Bilindiği üzere siyaset terimi, "kod kanun" belirli bir alanda yeni baştan bir düzenleme yapan kanunu ifade etmektedir, çerçeve kanun ise kod kanunda yapılan değişikliği ifade etmektedir.

Teklif metnine baktığımızda, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu, 492 sayılı Harçlar Kanunu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu, 6754 sayılı Bilirkişi Kanunu'nda düzenlemeler içeren bir teklif bulunmaktadır. Teklif bu hâliyle 1'inci maddesinde açıklanan amacını ve 2'nci maddesinde yer verilen kapsamını orantısız bir biçimde aşmaktadır. Bu bakımdan, teklifin kanun yazım tekniğine aykırılığı daha en başından sakıncalı bulunmaktadır. Bu yüzden teklif adının "abonelik sözleşmesinden kaynaklanan para alacaklarına ilişkin takibin başlatılması usulü hakkında kanun ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi" olarak değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Kıymetli Komisyon üyeleri, teklifin geneline ilişkin olarak ise belirtmek isteriz ki hukukumuzda takip yöntemlerinden biri olan ilamsız icra takibi dürüst bir alacaklı açısından bir kolaylık sağlasa da kötü niyetli kişilerin elinde bir dolandırıcılık vasıtası hâline gelmektedir. İlamsız takipte hiçbir belge ibraz etme zorunluluğu olmadığından bu tür kötü niyetli kişiler gerçekte borçlu olmayan vatandaşlara ödeme emri göndererek yedi günlük itiraz süresinin kaçırılması sonucunda kesinleşen şeklî bir alacağa da sahip olabilmektedir. Hâl böyleyken ilamsız takiplerin tüketici aleyhine olacak şekilde bir otomasyon sistemine bağlanması ve üstüne üstük tüketicinin tüm mal varlığının bu süreçte incelemeye açılması kanımızca kabul edilemez bir yaklaşımdır.

Değerli üyeler, teklifin gerekçesinde de belirtildiği üzere, bugün çok sayıda vatandaşımız icra iflas işlemleriyle boğuşmaktadır. Bir yandan, bu işlemlere hız kazandıracak teklifler hazırlanıyorsa, esas önemli olan, vatandaşlarımızın icra dairesine düşmesini engellemek olmalıdır yani Çin atasözünde belirtildiği gibi "Bir kimseye iyilik yapılmak isteniyorsa, ona balık vermek değil, balık tutmayı öğretmek gerekmektedir." 2018 yılının son aylarına girdiğimiz şu dönemlerde icra ve iflas dosya sayısı 20 milyona yaklaşmıştır. Bu bağlamda, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi UYAP'ta günlük tutulan verilere göre icra dairelerindeki icra iflas dosya sayısı 19 milyon 901 bin 807'dir. Bu rakam 2008 yılında 8 milyon civarında olup son on yılda artış yüzde 100'ü geçmiş durumdadır. Bunların arasında da çoğunlukla bankaların ve telefon şirketlerinin vatandaşa açmış olduğu icra takipleri söz konusudur.

Kıymetli milletvekilleri, teklifin "ödeme emri" başlıklı 5'inci maddesinin (1)'inci fıkrasında "Takip talebinin sisteme kaydedilmesinden sonra sistem tarafından ödeme emri düzenlenir." denilmektedir. Türk hukukunda "sistem" adında bir makam, mevki, bir otorite bulunmamaktadır. Elektronik sistemlerde sistemi kullanan bir makam ve o makamı işgal eden bir yetkili bulunmakta ve gerekli hukuki işlemleri güvenli elektronik imzasını kullanarak başlatmakta, sürdürmekte ve de sonlandırmaktadır. Bu nedenle, ödeme emirlerinin sistem adında anılan, tamamen otomatik algoritmalarla çalışan yapay bir zekâ tarafından düzenlenmesi mümkün olsa da bu emirlerin İcra İflas Kanunu'nun 60'ncı maddesindeki gibi mutlaka yetkili icra müdürünün ya da kanunda yetkilendirilecek bir icra müdür yardımcısının elektronik imzasına ve dolayısıyla bir hukukilik denetimine tabi olması gerektiği kanaatini taşıyoruz. Aksi hâlde tüketicilerin hiçbir kontrolden geçmeden şeklen kesinleşen haksız icra takipleri karşısında da savunmasız kalacağını düşünüyoruz. Nitekim, Avrupa Ödeme Emri'ne ilişkin 1896/2006 sayılı Tüzük'te ilamsız ödeme emrinin yetkili mahkeme tarafından kontrol edilerek gönderilmesi öngörülmektedir.

Yine "Ödeme emrine itiraz edilmemesi veya itirazın hükümden düşürülmesi" başlığıyla teklifin 8'inci maddesi de, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'na aykırıdır. Şöyle ki: İcra İflas Kanunu'nun 8/A ve 78'inci maddelerini değiştiren teklifin 10 ve 11'inci maddelerinde alacaklının, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden bu sisteme entegre diğer bilişim sistemleri vasıtasıyla borçlunun mal, hak veya alacakları sorgulayabileceği düzenlenmiştir.

Belirtmek gerekir ki, alacak hakkından doğan kişisel menfaatlerin tatmininin kolaylaştırılması hedefinin kitlesel çapta kişisel verilerin doğrudan doğruya ilamsız takip yapan herkese açılmasını gerektirmeyeceği açıktır. Alacaklının hakkı ile kişisel verilerin gizliliği ve güvenliğinin orantılı bir biçimde korunması gerektiği hususunu vurgulamakta yarar görüyoruz. Bunun için, bunun daha sıkı, daha sert koşullara bağlanması gerektiğine inanıyoruz. Nitekim, 50 kuruş vererek takip konusu borçlu dışında dahi bütün herkesin mal varlığının bölünecek olması...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Yok öyle bir sistem.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Öyle diyor Başkanım. Yani orada "borçlunun" diyor sadece "takip konusu borçlu" demiyor. Onunla ilgili önerge vereceğim ben. Sadece "borçlunun" diyor. Şimdi, "takip konusu borçlu" olarak şey yapmak lazım. Diğer türlü 50 kuruş veren herkes, hepimizin, bizler dâhil, mal varlığını görebilmekte. Bu da şeyin olağan akışına...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Aman ha, yok öyle bir şey.

BAŞKAN - Neyse, açığa kavuştururuz, varsa öyle bir tereddüt bakarız.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Kesinlikle yok. Öyle bir şey olamaz, çok tartıştık biz onu. Eğer varsa değerlendiririz onu.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Ama kanun yazım dilinde "takip konusu borçlu" olarak denilirse. Şimdi, borçlu kim?

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Takibin borçlusu.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - İşte onu "takip borçlusu" olarak da ilave etmek gerektiğini düşünüyorum bir hukuk yazım tekniği bakımdan Başkanım.

Kıymetli milletvekilleri, teklif içinde yer alan önemli gördüğümüz bir başka husus ise konkordatoya ilişkin mevcut yasal hükümleri revize eden düzenlemelerdir. İcra İflas Kanunu'nun 285 ile 309'uncu maddeleri arasında düzenlenmiş olan konkordato 28 Şubat 2018 tarihinde Mecliste kabul edilip 15 Mart 2018 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 7101 sayılı İcra İflas Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'la yeni bir yapıya dönüştürülmüştür.

O dönem konkordato düzenlemeleri hakkında Meclis komisyon ve Genel Kurul görüşmelerinde partimiz Milliyetçi Hareket Partisi bugünkü düzenlemelere benzer ihtiyaçların hasıl olabileceğini dile getirmiş ve tedbir alınmasını vurgulamıştı. Aradan sekiz ay geçmiş ve o gün gerekli olduğunu söylediğimiz düzenlemeler üç aşağı beş yukarı bugün gündemimize gelmiştir.

Son yapılan açıklamalardan da anlaşılmaktadır ki, 15 Mart 2018 tarihinden bugüne kadar 356 köklü firma konkordato talep etmiştir. Tabii konkordato talep eden bu firmalarla alışveriş yapan işletmelerin sayısı şu an için net değildir. Konkordato talep eden firmadan alacaklarını tahsil edemeyip iflasa sürüklenen binlerce firmadan söz edilmektedir.

İşletmelerimizle ilgili ekonomik olarak rakamlara baktığımızda, yine Merkez Bankası verilerine göre, özel sektörün uzun vadeli borcu 111 milyar dolar ve ticari krediler dâhil kısa vadeli borcu 50 milyar dolar olmak üzere toplam 161 milyar dolar dış borcu görülmektedir. Karşılıksız çek 16,7 milyar TL, protestolu senet 12,8 milyar TL, yılın ilk dokuz ayında 30 milyar TL'ye yaklaşmıştır.

Döviz kurundaki sert yükseliş, enflasyonun zirveye ulaşmasıyla birlikte yüksek faiz oranları karşısında ayakta kalmaya çalışan girişimcilerimiz, artık her sabah ilk iş olarak Ticaret Sicili Gazetesi'nde konkordato ilan eden firmalara bakarak güne başlamaktadırlar. Konu hakikaten önemlidir. Zira mevcut konkordato işleyişiyle ardı ardına seri iflasları tetikleyebilecek istenmeyen durumlar da söz konusu olabilecektir.

Kanun teklifinin öngördüğü düzenlemelere baktığımızda, işlemlerin biraz daha sıkı denetime tabi tutularak konkordato taleplerinde gerekli bağımsız denetim raporlarının esasları değiştirilmektedir. Bu düzenlemelerle konkordato talepleri mevcut hâlinden daha disiplinli ve teknik raporlarla desteklenen sıkı bir yapıya kavuşacaktır. Ancak teklifin 13'üncü maddesiyle İcra İflas Kanunu'nun 286'ncı maddesi değiştirilerek Sermaye Piyasası Kurulunun sermaye piyasasında faaliyet gösteren kuruluşlara ilişkin bağımsız denetim kuruluşu belirleme yetkisi kaldırılmakta, tüm yetki Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumuna verilmektedir. Oysa, SPK, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca sermaye piyasalarının güvenilir, şeffaf, adil ve rekabetçi bir ortamda işlemesi ve gelişmesinden, bu bağlamda yatırımcıların hak ve menfaatlerinin korunmasından sorumludur.

Bu kapsamda, Sermaye Piyasası Kanunu'nun 35'inci maddesi uyarınca sermaye piyasasında faaliyet göstermeleri hâlinde sermaye piyasası kurumlarından sayılacak olan bağımsız denetim kuruluşlarına ilişkin olarak aynı kanunun 62'nci maddesi çerçevesinde SPK'nun, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunca yetkilendirilen denetim kuruluşları için özel koşullar belirleme yetkisi bulunmaktadır. Nitekim, Danıştay 13. Dairesinin de 2013/2666 esas sayılı Kararı'nda da bu husus açıkça kabul edilmiştir. Yüksek yargının da benimsediği bu sistematikten ayrılarak konkordato sürecinde karara dayanak oluşturacak finansal raporları hazırlamakla görevlendirilecek bağımsız denetim kuruluşlarının yalnızca Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunca belirlenmesi yönünde bir düzenlemeye gidilmesi doğru bir yaklaşım olmamıştır.

Diğer yandan, konkordato kararı için istenecek belgelerle ilgili maddenin uygulanması bakımından ise Adalet Bakanlığına yönetmelik çıkarma yetkisi verilmesinin de, yargının takdir yetkisine müdahale anlamı taşıyacağı endişesini de taşımaktayız.

Sayın üyeler, teklifin 14 ve 15'inci maddeleriyle konkordato komiserliğine yapılacak atamalarda Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumuna liste hazırlama yetkisi verilmektedir. Hatırlatmak gerekir ki anılan kurumun misyonu, finansal raporların uluslararası standartlarla uyumlu olarak düzenlenmesini ve denetlenmesini sağlamaktır. Konkordato komiserliği ise, Türk milleti adına yargı yetkisini kullanan bağımsız mahkemelerce ödeme güçlüğü içinde bulunan ancak düze çıkması mümkün görülen borçluların faaliyetlerini gözeterek planın işleyişiyle ilgili olarak yetkili mahkemeyi bilgilendirmek üzere atanan kimseleri ifade etmektedir.

Bu anlamda, mali raporlama bakımından bir kesişme söz konusu ise de mahkemeleri aslen hukuki bir görev olan komiserliğe atanacak kimselerin idari bir kurumca oluşturulan özel bir listeden seçilmesine zorlamanın yargı yetkisine müdahale olarak algılanması kaçınılmazdır.

Burada yapılması gereken, komiserlerin bilirkişi listesinden seçilmesini sağlarken teklifin geçici 15'inci maddesinin öngördüğü gibi bu listeyi idari bir organın hazırlamasına imkân tanımak değil, komiserlerde aranacak objektif unsurları ve nitelikleri ortaya koyan bir düzenleme yapılmasını sağlayarak mahkemelere bu konuda takdir hakkı verilmesidir. Nitekim, mevcut düzenleme de bu konuda Adalet Bakanlığını görevlendirmektedir.

Teklifin 20 ila 23'üncü maddeleriyle, aslında özü itibarıyla tamamen irade serbestisine dayalı bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk bütün ticari davalar için dava şartı niteliğine sokularak kanunen zorunlu hâle getirilmektedir. Hatırlatmak gerekir ki, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'nun "İradi olma ve eşitlik" başlıklı 3'üncü maddesinde "Taraflar, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda serbesttirler." denilerek arabuluculuk kavramının özüne ilişkin çok isabetli bir düzenleme yapılmıştır.

Şimdi, bu teklifle iradi olma yani "gönüllülük" ilkesinden ayrılmak suretiyle tüm ticari davalar için arabuluculuğun zorunlu hâle getirilmesi, arabuluculuk kavramından beklenen usul ekonomisi faydasını kat kat aşacak sakıncaları beraberinde getirmektedir. Özellikle gecikmesinde sakınca bulunan hâller nedeniyle bir tarafın ciddi ticari zararlara uğraması muhtemel bulunan uyuşmazlıklar bakımından zorunlu arabuluculuk aşamasının ek mali külfet ve zaman kaybına neden olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, işçi-işveren arasında zorunlu arabuluculuk işçi aleyhine işlemektedir.

Zorunlu arabuluculuk kavramı bazı ülkelerde aile uyuşmazlıkları ya da basit alacak türleriyle ilgili olarak kabul edilmekte ise de, kategorik biçimde tüm ticari uyuşmazlıkların zorunlu arabuluculuğa yöneltilmesi öncelikle Anayasa'mızdaki doğal hâkim ilkesine aykırı ve adalete erişim hakkını zedeleyici niteliktedir. Bu nedenle, ülkemizdeki ticari hayatın işleyişine ve hak arama özgürlüğüne ciddi anlamda olumsuz etki edebilecek bu düzenlemeden vazgeçilmesi kanaatimizce elzemdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, teklifin 24'üncü maddesinde 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu'nun 7'nci maddesinde değişiklik yapılarak bilirkişilik bölge kurullarının yazı işlerini yürütecek müdürlerin ilgili Adalet Komisyonu tarafından değil Bakanlıkça görevlendirilmesi öngörülmektedir.

Bölge adliye mahkemeleri istinaf olarak adlandırılan görevi yerine getiren yüksek mahkemelerdir. Bilirkişilik bölge kurulları, bölge adliye mahkemelerinden seçilen üyenin başkanlığında toplanacağından, bölge adliye mahkemesinin idari yönetimini gerçekleştiren bölge adliye mahkemesi Adalet Komisyonu tarafından anılan kurulların sekretarya hizmetlerini sürdürecek bir müdür görevlendirilmesi son derece doğaldır. Bu nedenle, bölge adliye mahkemesi Adalet Komisyonu tarafından görevlendirme yapılmasının ne gibi bir mahsuru olduğu, bu yetkinin neden Bakanlığa devredilmek istendiği tarafımızca anlaşılamamıştır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; konkordato konusunda ayakları sağlam yere basan tedbirler gecikirse ekonomi sayfalarında okuduğumuz, konkordatonun bazı firmalarca kötüye kullanımının daha da artabileceği, söz konusu bu durumun da firmalar arasındaki karşılıklı güveni de zedeleyeceği aşikârdır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, teklifle ilgili ilk görüşlerimizi aktarmaya çalıştım. Maddelere geçildiğinde, teklifte yer alan dile getirdiğimiz dikkat çeken eksikliklerin önergelerle giderileceğini düşünüyorum.

Ayrıca, bu tüm ticari davaları da kapsamasını biz işin esası Sayın Başkanım, değerli üyeler; doğru bulmuyoruz. Nitekim "ticari dava" dediğimiz zaman, işte 50 bin liralık bir dava da bazen ticari dava oluyor, ne bileyim, 50 milyon liralık, 300 milyon liralık, 1 milyon liralık bir dava da zaman zaman ticari dava oluyor.

O bakımdan, iki ay eğitim görmüş bir arabulucuya 100 milyon liralık, 500 milyon liralık bir davanın teslim edilmesini işin esası biz doğru bulmuyoruz. Burada belki 100 bin lira gibi bir meblağ sınırı getirilerek bu iş aşılabilir diye düşünüyoruz.

Şimdilik diyebileceklerimiz bunlar. Eksiklikleri önergelerimizle gidermeye çalışacağız. Komisyonumuza kolaylıklar diliyor, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim.