KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Zamanın Başbakanı Erdoğan bir yerde devleti şirket gibi yönetmekten bahsetmişti. Şu dönemde de bu yönelimin sonucu ve alametifarikası olarak bir patron bakanlar dönemi başladı. Baştan söyleyeyim arkadaşlar: Ben bu yönelimin kesinlikle yanlış bir yönelim olduğunu düşünüyorum ve reddediyorum. Tüccardan Tarım Bakanı, hastane patronundan Sağlık Bakanı, turizm patronundan Kültür ve Turizm Bakanı olmaz. Bu, onların kişiliğinden bağımsız bir şeydir, ontolojik olarak işveren, patron meselelere kâr ekseninden bakar. Derler ya: "Elinizde çekiç tutarsanız bütün meseleleri çivi gibi görürsünüz." diye; ontolojik olarak böyledir, kâr etmek için bakar; dolayısıyla, kamusal meselelere yaklaşımları problem olacak. Nereden biliyorum? Sayın Bakan bir sunum yaptı, o sunumun içerisinde turizm çalışanlarına ilişkin, set işçilerine ilişkin, buradaki işçi, emekçi kesime ilişkin Allah'tan tırnak ucu kadar ilaç namına hiçbir şey yok; oysa, biliyoruz ki insanlar setlerde çok kötü koşullarda çalışıyorlar. Ama söylemesi keyifli geliyor, milyon dolarlık dizileri etrafa ihraç ettiğimizden rahatlıkla bahsediyorsunuz. Eyvallah, edin ama o diziler, bilin ki, pek çok emekçinin kanı ve teri pahasına çekiliyor; iki çift laf etmek, bütçede bunlardan bahsetmek gerekmez mi? Dedim ya, bu, ontolojik bir meseledir. İşverenden, patrondan eğer bakan yaparsanız bu mesele daha da derinleşerek devam eder.

Bakın, kanayan yaralar tiyatrolar. Şimdi, tiyatroların sahneleri yok. Tiyatrolara ödenek geliyor ve bu bütçeler yeterli değil. Bunlar sahneleri kiralamakla harcanıyor. Tiyatro çalışanları arasında denklik ya da eşitlik söz konusu değil. Sanatçılar, sanat teknik çalışanları ve memurlar birbirlerinden çok bağımsız, çok farklı kategorilerde ele alınıyorlar ve değerlendiriliyorlar. Örneğin, memurlar 3600 ek göstergeye tabi değiller ve bu, onları -hiç abartmıyorum- sefalet sınırında yaşamaya mahkûm ediyor arkadaşlar. Yine, kadro yok; sanat teknikte çalışanların çok büyük bir kısmı, hemen hemen tümü sözleşmeli durumdalar.

Bir başka mesele antik kentler. 25 bin civarında antik sit var, 2.500'üne kazma vurulmuş; arkadaşlar, geri kalanı -özel ilgi alanım olduğu için biliyorum- definecilerin tasarrufuna bırakılmış durumda çünkü -buraya gelmeden arkeologlarla da konuştum- ödenek neredeyse yok gibi. Ya bakın, bu hızla gitsek mesela Hattuşa'yı -her sene Hattuşa'ya giderim- yüz yıl daha kazmak gerekir; Truva, keza, yine öyle. Dolayısıyla, Bakanlık bir taraftan baskı yapıyor çünkü para kazanmak istiyor, buraların turizme açılmasından yana ama çevre düzeni yapmaya ödenek yok, orada çalışacak insanlara yönelik ödenek yok. En fazla da arkeologlar bu konuda ciddi manada muzdarip.

Hasankeyf... Ciddi bir kültür kırımıyla karşı karşıyayız değerli arkadaşlar, ciddi bir tarih kırımıyla. Dünyada bir eşi daha olmayan bir yapı bir baraja kurban edilmiş durumda. Yedi bin yıllık Sur'un haritası değiştirilmiş durumda. Sur'un içerisine beton dökmüş durumdayız ya böyle matrak şey olabilir mi? Son derece korkunç bir şey.

Yine, buna ilişkin pek çok yerde -ya antik kentleri geziyoruz- antik kentler mezbelelik durumda. Yani, güvenli... Bir Kanatlı Denizatı Broşu'nu 2 defa Uşak Müzesi'nden çaldılar, ayıptır ya ayıptır. Hani getirdiklerinizi söylüyorsunuz ama bunlar nasıl gidiyor, biraz da ondan bahsedelim. Burada ciddi bir ihmal var değerli arkadaşlar.

İki çift laf da -süre çok kısa- RTÜK ve TRT'ye etmek istiyorum. Ben Aleviyim, TRT'de kendi inancıma ve kültürüme ilişkin hiçbir şey görmüyorum; sosyalistim, kendi görüşüme ilişkin hiçbir şey görmüyorum; HDP'liyim, yüz yetmiş altı saat AKP'ye TRT süre vermiş, HDP'ye sıfır vermiş. Ben bu memlekette vergi veriyorum, askerlik yaptım ve hakkımı helal etmiyorum, haram olsun diyorum.