| Komisyon Adı | : | (10 / 38, 466, 494, 536, 978, 983, 984) Esas Numaralı Meclis Araştırma Komisyonu |
| Konu | : | Düzce Üniversitesi Bağımlılıkla Mücadele Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Dilek Demirezen'in, "Düzce modeli" olarak geliştirdikleri yapılanma, bilişim teknolojileri bağımlılığının nedenleri ve çözüm önerileri hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 19 .06.2019 |
Şimdi, bazı sorulardan ve zaman zaman bazı sunumların arasındaki şeylerden şöyle bir anlam çıkıyor gibi olabilir: Bu Komisyon nihayet bu işe el attı ve artık teknoloji bağımlılığı ile mücadelede yapılması gerekenlerin ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini, kimlerin yapması gerektiğini bunlar bulacaklar ve uygulamaya geçecek. Bu, pek çok sosyal problem tartışılırken karşılaştığımız bir yanılsamadır. Öyle sosyal sorunların, toplumsal sorunların orada bir yerlerde hazır bekleyen paket çözümleri yok, siyasal sorunların da öyle, sosyal sorunların da öyle. Onları biz tartışa tartışa, konuşa konuşa, deneye yanıla bulmak zorundayız. Onun için uzmanlarımızı çok sıkıştırmayalım, uzmanlarımızdan çok fazla şey de beklemeyelim. Böyle durumlarda ben hep eski kovboy filmlerinin bir sahnesini hatırlıyorum. Eski siyah beyaz kovboy filmlerinde "saloon" vardı biliyorsunuz, kovboyların gelip içki içtikleri, kavga ettikleri yer. Sık sık kavga çıkar orada. Genellikle bu "saloon"ların bir köşesinde bir piyano vardır ve piyanonun başında da bir piyanist icraisanat eylemektedir. Bazı filmlerde bazı "saloon"larda o piyanistin başucunda bir levha asılıdır. Levhada şöyle bir yazı vardır: "Piyanist elinden geleni yapıyor, lütfen piyaniste ateş etmeyin." Şimdi, uzmanlarımız "saloon"daki piyanistler gibi, siyasetçilerimiz de öyle. Bir yandan müthiş bir kavga, bir hercümerc bir karışıklık, dışarıdan bakıldığında anarşi gibi görülen, kargaşa gibi görülen bir hareketlilik yaşanıyor ve herkes bütün bu karışıklığa bir anlam ve bir düzen verme işini siyasetçilerden, uzmanlardan, öğretmenlerden bekliyor, bu yanlış. Teknolojik dönüşümlerin bu kadar keskin virajlar aldığı dönemlerde böyle karışıklıklar olur. Her teknolojik dönüşüm mutlaka toplumda yerleşik değerleri sarsar, yeni bir değerler skalasının oluşmasına yol açar. Zaman içerisinde tam oturdu derken başka bir teknolojik gelişme tekrar bütün o yerleşik düzeni altüst eder. Bugüne kadar böyle olmuştur, teknoloji tarihi bunun da tarihidir aynı zamanda.
Bizim yaşadığımız problemin büyüklüğü şurada: Bu teknolojik dönüşüm, bundan önceki teknolojik dönüşümlerin hiçbirine benzemiyor, hem derinlik itibarıyla hem genişlik itibarıyla. Bizim iletişim bilimlerinin kurucu babalarından Marshall McLuhan'ın bir sözü vardır: "Her teknoloji bir insan organının uzantısıdır." Tekerlek ayaklarımızın uzantısıdır, insan normal şartlarda ayaklarıyla 5 kilometre hızla yürür, tekerlek icat edildikten sonra 15 kilometre, 20 kilometre, şimdi 120 kilometre hızla gitmeye başladık. Tekerlek, bizim yürüme kabiliyetimizi, ayaklarımızın yürüme kabiliyetini katlayan bir teknoloji. İşte sizin ve benim gözümdeki gözlükler de gözümüzün uzantısı. Gözümüzle görmekte zorlandığımız şeyleri bir teknolojik destekle, bir teknolojiyle görebilir hâle geliyoruz. Mikroskop da gözümüzün uzantısı, teleskop da gözümüzün uzantısı, bunun gibi. Elbiseler de bir teknolojidir ve derimizin uzantısıdır. Dolayısıyla, insanın bütün duyularının uzantılarından oluşur "teknoloji" dediğimiz dünya ama tarihte ilk defa en merkezî organımızın uzantısı ortaya çıktı: Bilgisayar, beynimizin uzantısı, o yüzden işler bu kadar kökünden sarsılıyor. Tekerlek de dönüştürdü ama bilgisayar çok daha radikal ve derinden dönüştürüyor çünkü en merkezî organımızın, düşünme organımızın, beynimizin fonksiyonlarını katlamaya başladı. Onun için, tabii, nasıl diğer teknolojiler de kendine göre birtakım rahatsızlıklar, hastalıklar ürettiyse aynı zamanda, yararlılığı kadar birtakım yan etkileri de olduysa bunun da yan etkileri var, işte, "teknoloji bağımlılığı" dediğimiz de bunlardan bir tanesi. Bunları tartışacağız. Her şeye çözüm bulacağımız iddiasında değiliz. Baştan da söyledik, Komisyonumuzun ilk toplantısında söylemiştik: Türkiye'de hem kamu kuruluşlarında hem sivil toplum kuruluşlarında hem akademyada, üniversitelerde bu alanda çok güzel işler yapılıyor. Problem, bunların birbirinden haberdar olmaması, kimin ne yaptığından birbirimizin haberdar olamaması. Düzce Üniversitesi bir anket formu geliştiriyor, Anadolu Üniversitesinin ondan haberi olmuyor veya Yeşilay bir uygulama başlatıyor, Aile Bakanlığı başka bir uygulamayla bir duplikasyon, tekrar bir şey yapıyor. Dedik ki: Önümüzdeki dönemde bu Komisyonun raporuyla birlikte hem bu alanda herkes kimin ne yaptığından daha çok haberdar olabilecek ama asıl ve daha önemlisi, ilgili kamuoyu nereden, ne tür hizmetler alabileceği konusunda daha çok bilgilenecek. Bizim şu ana kadar dinlediğimiz bütün kurum temsilcilerinden ve hocalardan, uzmanlardan aldığımız işaret. ilgili kamuoyunun bütün bu yapılan güzel işlerden yeterince haberdar olmadığı ve dolayısıyla bu hizmetlerden yeterince yararlanamadığı.
Şimdi, geçen hafta BTK'yi -Bilgi Teknolojileri Kurumunu- dinledik. "Biz her türlü kötü kullanımla mücadele ediyoruz." diyorlar, tamam; "Peki, sizin şikâyet hattınız var mı? Ben internette yapılan yanlış bir uygulama konusunda size şikâyet etmek istersem hangi numaraya müracaat edeceğim?" diyoruz, "Henüz bir telefon numaramız yok." diyorlar. "Peki, biz sizinle nasıl buluşacağız?" "İşte, şu www..." Kardeşim, ben oraya girdikten sonra zaten işim bitti. Bu kadar basit çözümler bile bazen ihmal edilebiliyormuş meğerse, onu görüyoruz. Onun için, ben ilgili katılan bütün kurum temsilcilerine, uzmanlarımıza çok teşekkür ediyorum. Yaptıklarından haberdar olmaya başladıkça bizim bu bir sinerji doğuracağını ümit ettiğimiz fonksiyonumuzun, görevimizin daha da yerinde olduğunu görüyoruz.