| Komisyon Adı | : | (10 / 361, 405, 406, 407, 410) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Kimyasal Enstitüsü Uzman Araştırmacı Recep Burak Dürüs'ün, Geleneksel Bitkisel Tıbbi Ürün Geliştirilmesi Projesi ve TÜBİTAK'ın bu alanda yaptığı diğer çalışmalar hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 26 .06.2019 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şöyle konuya başka bir zaviyeden bakmakta da fayda var diye düşünüyorum.
Sayın Dürüs AR-GE'den bahsetti. AR-GE son analizde "yetişmiş insan" demek, "bilim insanı" demek, "Laboratuvarında ya da uygun koşullarda bilimin kuralları doğrultusunda rahatça, özgürce çalışabilir insan." demek.
Daha önce Meclis Genel Kuruluna da defalarca gelen bir problem var, çeşitli siyasi partiler bunu ifade ettiler, ciddi bir beyin göçüyle karşı karşıyayız. Yani bir polemik olsun diye söylemiyorum bunu tabii ama yani akademilerin önemli ölçüde içi boşalmış durumda. Çok sayıda gerçekten alanında yetkin insan ki kendi arkadaşlarım var çalışan, yurt dışına gitmiş durumdalar ya da bir şekliyle bu kanun hükmünde kararnamelerle işlerinden uzaklaştırılmış durumdalar. Şimdi biz eğer gerçekten bir şey yapacaksak bir tarafı yıkarken diğer bir tarafı inşa ya da imar etmek mümkün değil. Bilimin özgürce gelişebildiği, bilimin kurallarını siyasetin değil bilimin koyduğu yerde bilim gelişir. Düşünün yani Güney Kore'yle 1970'li yıllarda aynı ligde yarışıyorduk, keza Finlandiya'yla yine öyleydi. Şimdi Güney Kore'nin Samsung'u var, Hyundai'si var şunu var bunu var, bizde ise o oranda bir ilerlemenin olmadığı ortada. Bilim demokratik ortamlarda gelişiyor. Örneğin çok belki bilindik bir şeydir. Amerikan uzay programı olduğu gibi aslında Almanların biriktirdikleri üzerine kuruldu Tom Brown'dan hatta nükleer program Oppenheimer'a kadar, ne bileyim Einstain'e kadar, bunlar Alman bilim insanları tabii. Akademi insanın aynı sinir sistemi gibidir. Akademi hasarlanmaya başladığında kendisini onarabilmesi ne yazık ki çok mümkün değil. Şu anda Alman bilimi ve teknolojisi oldukça ileride olduğunu varsayarız ama yine de ikinci savaştaki yaşadığı travmanın hakkından gelebilmiş durumda değil yani hâlâ bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Dolayısıyla biz bilime, bilim insanlarımıza daha özerk, daha demokratik çalışma ortamları oluşturmak zorundayız. Bu mesele Tıbbı ve Aromatik Bitkiler Komisyonunun tek başına meselesi değil kuşkusuz, burada çözeceğimiz bir mesele değil ama işin bu tarafını gözden ırak tutarak içinden çıkabilmek çok fazla mümkün değil diye düşünüyorum. Bir şey üretiyoruz arkadaşlar yani ürün bizim ürünümüz. Örneğin zeytinyağı. Zeytinyağını şişeye koyup İtalya'ya gönderiyoruz. Örneğin bizim 10 liraya sattığımız zeytinyağına İtalya kendi markasını basıyor, 110 liraya satıyor. Bu nasıl oluyor? Sayın Hocam az önce bahsetti, yerli bir firma Fransa'ya gitmiş aynı şeylerle orada üretim yapıyor ama "made in Turkey"i görenler almadığı hâlde "made in France"ı gören ürünü alıyor. Aslında şişenin içerisinde İtalya başka bir şey koyuyor, bizim koymadığımız bir şeyi koyuyor. Mesela Leonardo da Vinci'yi koyuyor, Michelangelo'yu koyuyor, Rönensans'ı koyuyor. Böylece o ürün bir fikirle beraber satılıyor. Şimdi, endüstri 4.0 denen şey nedir? Yalnızca sibernetikte, yapay zekâda, şurada burada ileriye gidiş falan değil, aynı zamanda fikirdir endüstri 4.0 denen şey, fikir satabilmektir ve maddi malı satmaktan daha öte bir anlam kazanmaya başladı artık fikir. Soru şu, bu Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Komisyonunun da sorusu aynı zamanda: Bu ülke bu kadar kadim medeniyet, bu kadar çeşitlilik, çoğulculuk, bir çiçek bahçesi gibi bu kadar farklılıklar. Biz bu şişenin içerisine kendi kültürümüzü, kendi kadim geçmişimizi, Anadolu halklarının çeşitliliğini koyup da bunu pazarlayamıyorsak, işte o zaman dönüp diyoruz ki: Bizdeki kozmetik firması Fransa'ya gittiğinde nasıl bunu yapabiliyor? Tam tersine biz mesela kendi ayağımıza sıkmak konusunda mahiriz bu konuda. Ben Tarım Komisyonunda görev yapıyorum aynı zamanda, şu Afrin zeytinleri meselesini biliyorsunuz. Arkadaşlar, Afrin zeytinleri Afrin'den alındı, Türkiye'ye getirildi, Tarım Bakanı da biliyorsunuz teyit etti. Bu Afrin zeytinlerini biz sonra sattık. Şimdi zeytinyağı ihracatçıları başkanı da meseleden dertli. Diyor ki: Bu, bir, bizim üreticimizi vurdu; iki, bizim imajımızı vurdu. Çünkü yurt dışından bakan Türkiye'ye zeytinyağı diye çalıntı zeytinyağı diye bakıyor ona. Mesele böyle olunca şimdi diyor: "Biz niye bunu yapıyoruz? Bizde yeterince zeytinyağı var, yeterince zeytin var, niye kendi üreticimizi zor duruma sokuyoruz?" Uluslararası planda... Mesela İspanya'da üretici dernekleri ayağa kalktılar bu konuda. Niye kendi ayağımıza sıkıyoruz? Arkadaşlar, pozitif imaj oluşturmak, bu bilimde demokrasiyle, aynı zamanda özgürlükçü ortamla, aynı zamanda da ürettiğimiz ürüne kendi hikâyemizi vermekle. Geçen hafta Komisyon olarak Çorum'daydık, güzel de bir gezi oldu. Orada ürettiğimiz şeyi... Mesela Hitit medeniyeti ve Hitit kültürüyle Hattuşaş'la, fırtına tanrısı Teşup'la, güneş tanrıçası Arinna'yla ilişkilendirelim, satalım bu tarih, bu kadim geçmiş bizim kadim geçmişimiz. Ne bileyim başka bir yerde başka bir medeniyet vurgusu olur, onunla beraber, bir fikirle beraber bunları alana çıkartalım. Bence dünya bu anlamda yeni bir değişim ve dönüşüm trendi içerisinde. Önümüzdeki dönemde yapacağımız çalışmaların eğer pazar, hani neydi Başkanım "Malına güvenme pazara güven." miydi?
BAŞKAN - Evet, malına değil pazarına güven.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Eğer bu pazara güveneceksek, o pazarı tahkim edeceksek biraz meseleye bu zaviyeden bakmak gerekir diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.