KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, çok kıymetli hazırun; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, öncelikle usuli açıdan birkaç hususun altını çizmek istiyorum. Daha önceki toplantılarda da dile getirdiğimiz bir husus. Bir defa, biliyorsunuz, sistem değişikliği olduktan sonra ki bu sistem savunulurken gerek Anayasa Komisyonunda gerek Meclis Genel Kurulunda sıklıkla sizler tarafından tekrar edilen bir husus vardı, o da şuydu: "Çok katı bir kuvvetler ayrılığı olacak. "Yasama, yürütme, yargı arasında, parlamenter sistemdeki özellikle yasama ve yürütme arasında daha yumuşak bir ayrım varsa çok daha katı olacak." denildi. Yine, biliyorsunuz, yeni sistem itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinden çıkan bir hükûmet yok dolayısıyla Mecliste iktidar partisi de yok esasında; Meclisin 1'inci partisi, 2'nci partisi, 3'üncü partisi şeklinde sıralandığını söyleyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında, yeni sistem yürürlüğe girdikten itibaren Meclisin yasama faaliyetleri içerisinde sürekli iktidar partisi milletvekillerinin verdikleri teklifler komisyonlarda görüşülüyor, çoğunluk itibarıyla yasalaşıyor. Ancak diğer partilerin yani Meclisin 2'nci, 3'üncü, 4'üncü partilerinin vermiş olduğu teklifler hiçbir şekilde görüşülmüyor, gündeme dahi alınmıyor. Bunun gerek bizim partimiz açısından gerek diğer partiler açısından ciddi sıkıntı olduğunu düşünüyorum, kamuoyu açısından da. Yani kamuoyunu yakından ilgilendiren -mesela, af gibi bir mesele- bir teklif veriliyor, kabul edilir, edilmez ama bu, gündeme sizler isteyene kadar alınmıyor. Açıkçası buradaki yapılan bu yanlış aslında "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" -ki dünya anayasal sisteminde böyle bir sistem yok, biz bunu icat ettik- o sistem yürürlüğe girsin diye çabalanırken söylenen sözlerin de bir anlamda boş olduğunu gösteriyor; bunun altını bir kez daha çizmek istedim.

İkincisi, burada eğer yasa yapmanın daha kalitelisi, daha iyisi olsun isteniyorsa öncelikle yapılması gereken meselelerden biri de şu: Bizlere bu ve benzeri tüm teklifler toplantıdan iki gün önce dağıtılıp hemen iki gün sonra toplantı gününün verilmesini de ikinci bir usuli yanlışlık olarak görüyorum. Yani bir hafta, on gün, on beş gün yani illa, mevzuatta yer alan asgari süre kullanılarak değil ki acil bir konu olduğunda belki o düşünülebilir ama bunun gibi meselelerle ilgili daha önceden teklifin gönderilmesi, ilgili komisyon üyesi arkadaşların bu teklif üzerine kapsamlı bir şekilde çalışması, STK'sinden taraftar derneğine, kulüplere kadar gerekirse de ziyaretler edip görüş alması, demin teklif sahiplerinin izah ettiği gibi acaba taraftarlar ya da taraftar dernekleri veyahut da kulüpler bu konuda ne düşünüyor, bunu diğer partilerin milletvekillerinin de birinci ağızdan dinlemesi faydalı olurdu.

Üçüncü bir usuli yanlışlık -ki bunu konuşmamın devamında izah edeceğim yine- şu: Yasamanın kalitesini ne belirler desek burada yine temel etkenlerden biri, bir yasanın ne kadar süre yürürlükte kaldığı da önemlidir. Çünkü o yasa yapılırken çok kapsamlı bir şekilde hazırlandığını, geleceği gördüğünü, öngörülü bir yasa olup olmadığını da böyle anlarız. Bizde ise özellikle 2002'den bu yana bunu hep görüyoruz yani bu Meclis çatısı altında çıkan yasalar çok kısa süre içerisinde sürekli değişikliğe uğruyor, bazen de hepten bu kanun kaldırılıyor.

Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'a gelince... Ki burada "düzensizlik" kelimesi yerine bu ve benzeri yasaları çıkaran ülkelerde düzensizlik yerine "taşkınlık" şeklinde kullanılmış, bizde "düzensizlik", biraz daha muğlak bir ifade. Kime göre, neye göre düzensizlik? 2002'den bu yana baktığımızda, 2004 yılında ilk etapta bir yasa çıkıyor değil mi, 5149 sayılı Kanun, ona da "Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun" deniliyor ve o yasa, çıktıktan çok kısa bir süre sonra iki defa değişikliğe uğruyor, biri 5340 sayılı, bir diğeri 5728 sayılı Kanunlarla değişikliğe uğruyor. Bunların tarihleri de 2005 ve 2008 yılları yani biri bir sene sonra, biri de birkaç sene sonra tekrar değişikliğe uğruyor. Ayrıca, bu dönem içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında sporda şiddetin önlenmesiyle ilgili bir Meclis araştırması komisyonu kuruluyor. Bu komisyonun raporunu da ben okudum, aslında güzel tespitler de var ama "Yararlanılmış mı?" dersek bence yararlanılmamış birçok açıdan, birazdan birkaç örnek de verebilirim.

Sayın Başkan, süreç böyle geliştikten sonra, bakın, Dünya Basketbol Şampiyonası'nda Ankara'da ve İstanbul'da, daha sonra da Türk Telekom Arena'da Sayın Erdoğan'ın protesto edilmesinden hemen sonra, birkaç gün sonra Meclise bir yasa geliyor 31 Mart 2011 tarihinde, 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun. Bu kanunda 2004 ve devamında çıkarılanların hepsi bir tarafa bırakılıp baştan bir yasa yapılıyor. Baktığınızda, burada da aslında, yaygın şiddet olayları sonucu bir ihtiyaçtan ziyade, yapılan protestolardan duyulan rahatsızlığın bastırılmasına, engellenmesine, kontrol altına alınmasına yönelik bir yasa. Bu yasa maddeleri oldukça da ağır, bugün dahi bakıldığında ağır.

Peki, bizim, meseleyi düzenleyen bundan başka anlaşmalarımız yok mu? Mesela, Türkiye'nin taraf olduğu birçok uluslararası anlaşma var, yükümlülük altında olduğumuz düzenlemeler var; yine, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin tavsiye kararları var, UEFA ve FIFA'nın talimatları var. Yani yasal anlamda çok büyük eksiklikleri yaşadığımızı falan söyleyemeyiz. Eğer gerçekten sporda şiddet üzerine bir çalışma yapılıyorsa mesele biraz daha derin.

Burada tekrar 6222 sayılı Yasa'nın -ki kapsamı oldukça ağır- getirilen düzenlemelerle çok daha ağırlaştırıldığını görüyoruz. Muğlak ifadeler var. Yine bir örnek vermek gerekirse: "Toplanma alanları", "seyir alanları" aynı zamanda "stadyum" gibi, sanki futbol maçının izlendiği yer gibi, orada söylenen sözlerin tıpkı oralarda olduğu gibi işlem görmesi, cezai anlamda da iki yıldan beş yıla gibi cezalar öngörülmesi akıllara şu soruyu da getiriyor yani örneklemek gerekirse net anlaşılsın: Mesela, Beşiktaş taraftarı Çarşı, yıllardır Beşiktaş maçlarından önce toplandığı bir yer vardır Beşiktaş Meydanı'nda, orada tezahürat da yapar, taraftarlar orada eğlenirler, öyle maça giderler. O taraftarların oradaki buluşma yerlerine, oradaki eğlenme yerlerini -oralarda canlı olarak da zaten birçok maç da izleniyor yani stada gidenler dışında orada da izleyen oluyor- buraları da seyir alanı gibi algılayıp ona göre işlem yapmak gerçekten çok ağır sonuçlar doğurur. Yani "Hiçbir ayrım yapmadan herkese bu işlemleri biz uygulayacağız." dediğimiz zaman binlerce insana yargıda yeni iş yükü oluştururuz ve anlamsız cezalarla karşılaşılabilir.

"Dünyada bu konuda hangi alanlarda çalışma yapılmış, neye bakılmış?" dediğimizde önemli başlıklardan biri şu olmuş: Hangi nedenler şiddete sebep verir? Şiddeti nasıl önleriz? Bu taraftarlıkta olduğu gibi, hayatın her alanında olduğu gibi de temel iki tane şey çıkıyor ortaya: İşsizlik ve eşitsizlik. Yani işsizliğin çok yoğun olduğu, eşitsizliğin yoğun hissedildiği toplumlarda protesto kültürü ve o holiganizme kaçan taraftarlığın çok daha arttığını görüyoruz. İçinde biriktirdiği öfkeyi, kini çeşitli şekillerde dışa vuracağı, toplu alanlarla birlikte veya insanların bir araya gelmesinde orada oluşan psikolojiyle birlikte bazen istenmeyen olaylara sebebiyet verdiğini görüyoruz. Yine bununla birlikte hatalı hakem kararları, federasyonun kulüplere karşı yaklaşımı, tüm kulüplere karşı eşit davranmaması gibi başlıkların gerçekten şiddet üzerinde etkili olduğunu görüyoruz.

Bir teklif sunulurken şöyle bir çalışmanın da varlığını biz açıkçası isterdik. Bunca zamandır çeşitli şekillerde yasalar çıkarılıyor, düzenlemeler çıkarılıyor. Peki, hangi oranda şiddet olayları azaltılmış, daha önce ne kadardı, şimdi ne kadar yaşıyoruz? Bu kanun kapsamında kaç kişiye işlem yapılmış? Bunların sonuçlarını görseydik bir kıyaslama imkânımız da olurdu. Yine baktığımız zaman, şiddet olaylarının yaklaşık yüzde 95'i futbol kaynaklı yani diğer spor branşlarında çok fazla şiddet olayları görmüyoruz. Onun dışında, bir miktar basketbolda var, diğer alanlarda neredeyse hiç yok. Katılan kesime baktığımızda, yüzde 80'inin 30 yaş altında bir grup olduğunu görüyoruz. Bu tespit de bizim ülkemiz açısından önemli, yüzde 80'i 30 yaş altı. Bu aynı zamanda, ciddi şekilde, işsizlikten bunalan, baskı ortamından bunalan, en fazla protesto etmeye meyilli kesimin oluşturduğu grubu görüyoruz. Artı, buralarda da eğitim seviyesi üzerinden bir kıyaslama yapıldığında, eğitim seviyesi oranının düştüğünde şiddete meylin de arttığını görüyoruz.

Bu arada ne oldu? Peki, bu yasa tasarısı tekrar niye kapsamı genişletilerek alındı? Sayın Başkan, aslında, 6222 sayılı Yasa'nın uygulanmasında ortaya çıkan sorunlardan değil, tıpkı o yasanın çıkmasından hemen önce gerçekleşen taraftarların attığı sloganların, protestoların gerekçesi neyse çok yakın bir zamanda 31 Mart 2019 yerel seçimleri sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını Ekrem İmamoğlu kazandı ve kendisinin kazandığının kabul edilmemesi, üzerinden mazbatanın verilme süresinin emsallerine göre çok çok uzun bir süre sürmesi ve o süre içerisinde de "Mazbatayı ver, mazbatayı ver, İmamoğlu'na mazbatayı ver." sloganlarının taraftar gruplarında etkili olması. Kısa süre içerisinde eğer bizim hatırlamadığımız, sizlerin hatırladığı büyük bir şiddet olayı varsa futbol kulüplerinin statlarında gerçekleşen bunu spesifik olarak dinlemek isteriz ama bizim gördüğümüz kadarıyla yakın bir zamanda böyle büyük bir şey olmadı. Bu eleştirildi, çeşitli maçlara gittiği, işte oralardaki taraftar gruplarının tezahüratı eleştiri konusu oldu. Peşine de sanki o tezahüratlar cezalandırılıyormuş gibi mevcut olan ceza maddelerinde daha da bir ağırlaştırıcı faktörlere gidildiğini görüyoruz.

Sayın Başkan, özellikle toplanma yerleriyle ilgili ve seyir alanları kapsamının genişletilmesi, orada bir ilave yapılarak şu denmiş: Tabii, kesici, delici aletler vesaire bunlar kanunda yasak olarak tarif edilenler var, kanunda yasak olarak tarif edilmese de statlara sokulmaması gerekenler var. Yine, uyuşturucu ve uyarıcı maddeler kanunumuzda yasak, yasak olmakla birlikte elbette ki maçlara sokulması da hâliyle yasak. Bunların maçlarda kullanılması ya da sokulmaya çalışılması elbette ki bir ağırlaştırıcı unsur olarak görülebilir, buna da itiraz etmem. Ama burada düzenleme yapılırken de şuna dikkat etmek lazım: Gerek toplanma alanlarına gerek seyir alanlarına alkol ve uyarıcı maddeler ve işte uyuşturucu maddeler gibi, alkolü de bu sınıfa, bu kapsama alır şekilde bir değerlendirme de farklı algılara yol açabilecektir. Yani bir alkol kullanımı ile uyuşturucu kullanımının eşit olmadığını -bu Komisyon üyesi arkadaşlarımızın çoğu hukukçu- elbette ki herkes kendisi takdir eder ama bunu eşitleyen bir düzenlemeymiş burada verilmesinin de ayrıyeten hata olduğunu düşünüyorum.

Biz maçlara giderken aynı cezaevlerine giriyormuş gibi biyometrik kimlik, bunun sonucunda düzenlemenin yüz tanıma sistemiyle mi olacağı yoksa parmak iziyle mi olacağı konusunda tam bir netlik yok ama bu kadar ağırlaştıran şekilde bir düzenlemenin yapılması açıkçası taraftarları da futbolseverleri de maç izleme zevkinden alıkoyacaktır. Bunlar ihtiyaçtan doğan şeyler... Bu işi oldukça da güçleştiren bir düzenleme ve aynı zamanda bizim futbol açısından...

Son onu da söyleyeyim: Sporun toplumların gelişmesinde, kaynaşmasında, ülkelerin bütünlüğü açısından önemli katkıları var şüphesiz, sağlık açısından da genç nesillerin yetiştirilmesi bakımından da. Sporun her alanda teşvik edilmesi lazım. En son çıkardığımız yasalarla taraftarların maça gelme oranında da ciddi bir azalma kaydedilmişti o günden bugüne baktığımızda. Taraftarları daha fazla maça nasıl götürebiliriz, bence aynı zamanda bunu da düşünmek lazım. Bu denli önlemlerin fayda getirmeyeceği düşüncesindeyim. Maddelerle ilgili değerlendirmeleri de zamanı geldiğinde yapacağız diyorum.

Teşekkür ediyorum.