| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | On Birinci Kalkınma Planının (2019-2023) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/777) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 15 .07.2019 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın hazırun, ben de hepinize saygılarımı sunuyorum.
Korkarım benim de bu planla ilgili olarak söyleyeceklerim çok sevimli olmayacak çünkü açıkçası bu plan kötü yazılmış bir plan. Yani her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız birtakım rakamlar verdi -zaten burada da var- çok sayıda insanın, akademisyenin katkıda bulunduğunu söylüyor ama doğrusunu isterseniz katkıda bulunulmuş bir metin değil bu metin. Gerçekten bir yerden baktığımızda tek tek önemli fikirler var belki ama metnin bütünü itibarıyla baktığımızda iyi hazırlanmamış, iyi tartışılmamış ve asıl önemlisi, Türkiye'nin sorunlarını tam realize etmemiş, tam anlamamış bir zihniyetle yazılmış.
Ben bu metni okuyunca arkadaşlar, çok açık söylüyorum "Neden Türkiye ekonomisi kötü yönetiliyor"la ilgili olarak da bir fikir elde ediyorum çünkü bu kadar kafası karışık, bu kadar dünyadaki trendlerle Türkiye'deki olaylar arasında bir bağ kuramayan bir anlayışla yazılmış bir plan, doğrusunu isterseniz herhangi bir iktisadi aktörün takip etmesini bekleyeceğimiz bir plan olamaz. Dolayısıyla, bence de bu plan anlamı olmayan bir plan.
Bir örnek vereyim sadece size: Mesela sayfa 4'te diyor ki: "Küresel finansal kriz, serbest piyasa ekonomilerinin işleyişine yönelik inancı da zedelemiştir." Yani "2008'de yaşadığımız kriz, serbest piyasa ekonomilerinin sorunları çözme konusundaki yeteneğinden şüphe edilmesini gerektiren gelişmelere sebep oldu." diyor fakat, öte yandan sayfa 7'de de diyor ki: "Kurallı tam rekabetçi serbest piyasanın gelişimi desteklenecektir."
Şimdi, dünyadaki gelişmeleri okumaya çalışan bir akılla baktığınızda eğer bu sonuca varıyorsanız yani serbest piyasa ekonomisinin sorunları çözme kabiliyetinin olmadığına ilişkin bir şüphenin giderek yaygınlaştığı kanaatine sahipseniz, o zaman, şimdi, durup dururken nereden geliyor Allah aşkına "Tam rekabet sistemine sahip çıkacağız." cümlesini söylemeniz? Yani, siz, dünyanın bu gelişen trendine neden ve hangi sebeple karşı bir pozisyon alıyorsunuz?
Açıkçası görülen şudur arkadaşlar, bütün iktisatçılar bu konuda hemfikirdir: 2008 krizinden sonra, bir kere iktisat politikalarıyla ilgili olarak bildiklerimizin gerçekten yeniden düşünülmesi gerektiği bir dönemi yaşıyoruz, bu bir.
İkincisi de serbest piyasa ekonomisinin bize vazedildiği biçimiyle, özellikle bizim gibi kalkınma sorunları olan bir ekonomide etkisinin sınırlı olacağını kabul ediyor.
Şimdi, bütün bunlar varken, bir bakıma bütün bunlar ortak akılken, şimdi siz bu planda diyorsunuz ki: "Biz tam rekabet sistemini getireceğiz, tam kurallı rekabetçi bir sistemi getireceğiz."
Bu doğru değil arkadaşlar, zaten öyle de değil. Yani, bakın, ben size şöyle söyleyeyim, birazdan daha ayrıntısıyla da konuşacağız fakat emin olun bu metni yazan arkadaşlar şöyle bir yerden bakmışlar; bence makro iktisatla uğraşan arkadaşlar yazmış bunu. Yani toplumda ekonominin dip akıntılarında ne oluyor, firmalar düzeyinde ne oluyor gibi bir meselesi olmayan bir bakış açısıyla yazılmış bu metin. Fakat arkadaşlar, Mehmet Şimşek sizin arkadaşınızdı, Mehmet Şimşek geldiğinde beri dilinde tüy bitti adamcağızın, "Mikro reformlar, mikro reformlar." dedi. Peki neydi bu mikro reformlar? İşte esasında şimdi konuşmamız gereken reformlar ve bu metinde olmayan reformlar. "Mikro reformlar" dediğimiz şöyle bir şey, belki şöyle bir çerçevede ifade edebiliriz serbest piyasa ekonomisi veya buna benzer sistemlerle ilgili konuşurken. Yani eğer bir toplumda bireyler demokrat olamıyorsa o toplumda sandığın olması, o toplumda demokrasinin olması anlamına gelmiyor. Tıpkı bunun gibi piyasada firmalar var ama eğer o firmalar o piyasa kurallarına uymadan çalışıyorsa o piyasaya biz serbest piyasa ekonomisi diyemeyiz. Türkiye'nin esasında varmış gibi gözüken ama olmayan bir gerçeğidir bu. Yani hatta daha açık söyleyeyim, 1980'de 24 Ocak Kararlarıyla biliyorsunuz bu anlayış -neoliberal politikalar anlayışı diyelim veya Washington konsensüsü dediği Durmuş Bey'in- bize de yansıdı, biz de serbest piyasa ekonomisine geçmeye çalıştık. Ama arkadaşlar, çalıştık, geçemedik, şu anda da geçemedik ve dolayısıyla da Türkiye ekonomisinin sorunlarını konuşurken bu ekonominin dip akıntılarındaki firmalar dünyasının ilişkilerini ve orada fiyatların nasıl oluştuğu, üretim kararının nasıl alındığı gibi meselelere bakmadan bunu yapamazsınız. Mesela bu metinde sürekli "verimlilik" diyor, zaten en önemli meselesi verimlilik bu planın. Burada verimliliği teknoloji olarak anlıyor, halbuki verimlilik sadece teknoloji değildir arkadaşlar, verimlilik aynı zamanda rekabettir, eğer bir ekonomide rekabet yoksa verimlilik de olgun bir düzeyde değildir demektir. Neden öyledir? Çünkü büyük firmalar çok yüksek kâr marjlarıyla çalışabildiği için aksak rekabet koşullarında herhangi bir şekilde teknoloji iyileştirmeye de yönelmezler ve dolayısıyla da verimlilik artışı onlar için bir dert değildir. Şimdi böyle baktığımızda demin de söylediğim gibi bu metni yazan arkadaşlar makro ekonomiyle daha çok iştigal etmiş olan arkadaşlar ve Türkiye ekonomisin mikro temelleriyle ilgili olarak çok da büyük fikirleri yok anlaşılan. Tabii bu, metni çok kabul edilmesi zor bir metin hâline getirmiş oldu benim gözümde çünkü Türkiye'nin bu sorunları konuşulmadan herhangi bir planın yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla da hani bir görevi yerine getirmişler, hani bir plan sürecimiz var ya bizim, sürekli olarak bir plan hazırlıyoruz, hani artık bunun bir kıymetiharbiyesi kaldı mı çok emin değilim ama, hani diyoruz bu plan hiç olmazsa özel sektördeki aktörlerin uzun vadede devleti nasıl düşündüğünü anlamaları ve bir yol gösterici olmaları için gerekir diye düşündüğümüz için yazıyoruz ama benim anladığım kadarıyla bu metin öyle bir metin değil. Bu metin olması gerekenleri anlatan bir metin. "Böyle olsa iyi olur." "Ama öyle mi olmuş? derseniz, buna bir cevap vermemiz mümkün değil.
Bir mesele daha söyleyeceğim -sayfa numarasını geçeyim, bulursunuz- gelir dağılımı meselesi. Şimdi gelir dağılımıyla ilgili şöyle diyor: Bu özellikle küresel krizden sonra ülkelerde gelir dağılımı problemleri oldu. Hem ülkeler arasında hem ülkeler içinde gelir dağılımı problemlerinin arttığını söylüyor, ki bu genel olarak bütün Batı dünyasında kabul edilmiş olan bir gerçek. En azından meşhur Thomas Piketty'nin kitabından sonra bütün dünyada gelir dağılımının çok önemli bir konu olduğunu tekrardan keşfediyoruz. Fakat bir tek cümle yok. Yani bu küresel gelişmelerin Türkiye ekonomisine olan etkileri sayfasına baktığımda, sanki bizi hiç etkilemiyor bu süreçler, dolayısıyla da gelir dağılımıyla ilgili herhangi bir önlem bile önerilmemiş gibi gözüküyor.
Şimdi arkadaşlar, bir şey daha söyleyeyim size, yani ben konuları o arkadaşlarla karşılaşsam konuşmayı çok isterdim ama yani bu gelir dağılımı problemi özellikle son yıllarda küresel krizlerin veya genel olarak krizlerin ana sebeplerinden olduğuna dair önemli yazılar çıkıyor iktisat literatüründe. Aşağı yukarı şöyle bir şey söyleniyor: Eğer gelir dağılımı bozuluyorsa zenginler daha fazla tasarruf ederek bankalar aracılığıyla yüksek gelir elde etmeye çalışıyorlar. Yoksullar da yoksul oldukları için bankalardan kredi talep ediyorlar ama her bir kredi talep edenin artan riskliliği sonuçta bir balonun şişmesine sebep oluyor ve "2008 krizi de büyük ölçüde buralardan kaynaklandı." diyorlar. Şimdi, dolayısıyla bu kadar önemli bir konu bizi sanki hiç etkilememiş gibi konuşulmuş. Bir sonraki sayfalarda -daha sonra konuşacağız- şöyle bir cümlesi var planın: "Gelir dağılımı problemini istihdam artırarak çözeceğiz." diyor.
Arkadaşlar, istihdam artırmak zaten görev yani o, ekonomide üretimin artması için gereken bir şey ama gelir dağılımı başka bir şey, paylaşımla ilgili bir mesele. Dolayısıyla da gelir dağılımıyla ilgili olarak bir vizyonunuzun olması lazım. Bunu da ben şahsen göremiyorum.
Bunun da ötesinde bir başka şey daha söyleyeyim: Türkiye ekonomisine gerçekten yakından baktığımızda şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz: Türkiye ekonomisinde iki tane sorun var, iki düalizm var diyorum ben ona, çözülmemiş problemler olarak söylüyorum. Bunlardan bir tanesi, tarım ve sanayi arasındaki düalizmdir, sanayi ve tarım arasında tam anlamıyla bir entegrasyon olmamıştır. Dolayısıyla da bunun bir sürü "implication"ları vardır cari açıkla, ithalatla vesaireyle. Bir problem yumağı burada. İkinci yumak da sanayinin kendi içinde büyük firmalar ile küçük firmalar arasındadır. Bu da hiç konuşulmuyor. KOBİ'ler konuşuluyor ama ülkedeki tekeller konuşulmuyor. Şimdi, böyle bir yaklaşım da olamaz çünkü sonuç olarak biliyoruz ki biz bu ülkede, bu ülke ekonomisinde bazı holdingler var, çok yüksek üretim düzeylerine sahipler, çok yüksek sermayeye sahipler, ihracat pazarlarına üretim yapıyorlar, ileri geri bağlantıları yapılmış, zincirlerle kendi mallarını satabiliyorlar vesaire vesaire böyle bir yumak var ve bunların üstelik de bir çoğu bankalara daha kolay access edebilir nitelikte. Eskiden, en azından 2001 krizinden önce bunların kendi bankaları vardı ama 2001 krizinden sonraki uygulamalarda bu bankaların sahipli ve en azından kredi paylaşımıyla ilgili olarak bazı önlemler getirilmişti. Ama sonuç olarak şu an itibarıyla baktığımızda krediye ulaşım gibi bir mesele var ki bu da yine bu çerçevede baktığımızda serbest piyasa ekonomisi dediğimiz ekonominin nasıl çalıştığıyla ilgili olarak dikkate almamız gereken meselelerden bir tanesi.
Bugün KOBİ'ler... Dün daha şeydi, dün yüzde 3 civarında yatırılabilir fonlardan pay alabiliyorlardı, onun için KOBİ'ler siyasallaştılar, Refah Partisi, hatta AK PARTİ arkasında güç olarak bulundular. Şu anda yüzde 20-25 civarında pay alabiliyorlar benim bildiğim kadarıyla ama yine de arkadaşlar, Kredi Garanti Fonu'na muhtaç hâlde üretim yapmaya çalışıyorlar ki çoğu da bildiğiniz gibi Kredi Garanti Fonu özellikle 2018'in son çeyreğinde çok büyük, 7,5'luk büyümeyi sağlamak üzere kullanıldı ama bunun sonucunda -geçen gün Durmuş Bey söylemişti haklı olarak, ben de öyle düşünüyorum- o itme inanılmaz bir sorun yarattı bankacılık sektörüyle ilgili olarak. Dolayısıyla ben bu tartışmaları değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Bir başka konu, sanıyorum Avrupa Birliği konusu hiç yok neredeyse. Arkadaşlar, yine son anketlerin, benim hatırladığım kadarıyla bulduğu bir bulgu olarak söyleyeyim, Türkiye halkının yüzde 60'ından biraz daha fazla, yüzde 62'si galiba, Avrupa Birliği üyeliğini talep eder durumda ve doğrusunu isterseniz Avrupa Birliğiyle ilgili olarak tabii ki ayrıca tartışılabilir olumlu olumsuz yanları ama bir gerçek var ki Avrupa Birliği bize bir çıpa gibi etki yaratıyordu. Onların kurallarını benimsemek durumunda kalmış olmaktan gelen, en azından kendi ülkemizdeki sorunların çözümüyle ilgili olarak bazı kolaylıklar sağlıyordu ama benim anladığım kadarıyla bu metinde yani bu planda bu konu da atlanmış gibi gözüyor.
Şimdi, yine konuşacağız daha sonraki aşamalarında bu planı konuşurken, inşaat sektörü ki bundan önce büyük yatırımların yapıldığı, diyebilirim ki sabit sermaye yatırımları içinde yüzde 56'ya varmış inşaat harcamaları. Anlaşılan, benim gördüğüm kadarıyla, bu metinde bu daha geri plana çekilmiş vaziyette yani "Artık, inşaat üzerinden gitmeyeceğiz." diyorlar. Bu, olumlu bir gelişmedir. İnşaat üzerinden gitmenin hep sakıncaları vardır ve çok söylendi bu yani yıllardan beri söylüyoruz bunu "İnşaatla kalkınma modeli, doğru bir model değildir dolayısıyla da bu modelden vazgeçmek gerekir." diye. Yine, benim anladığım kadarıyla, planda sanayiye bir yöneliş var ve sanayinin verimli bir şekilde işletilmesini sağlamak vesaire gibi amaçlar benimsenmiş durumda. Ama yine bu konuda da söyleyeceğim aynı şey bir bakıma, sanayinin gerçekten verimliliği artırabilmesi sadece teknoloji transferi, teknoloji iyileştirme veya bulma ve de uygulama cinsinden faaliyetlerle değil, aynı zamanda o firmanın içinde bulunduğu piyasadaki rekabet durumunun büyük ölçüde etkisi vardır.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, yine, şunu da görmedim: Şimdi, madem "Serbest piyasa ekonomisine tam kurallarıyla uyacağız." deniyor burada, o zaman ben hemen şunu söyleyeceğim size: Tam kurallarıyla uyulması demek, kuralları serdeden "enforce" eden kurumların da serbest çalışmasıdır ama öyle değil. 2011'den bu yana hepiniz biliyorsunuz ki Türkiye'de kurulmuş olan bütün üst kurullar doğrudan doğruya bakanlıklara ve bakanın denetimine açık hâle getirdi dolayısıyla bağımsızlıkları yok edildi. Burada bütçeyi konuşurken mesela, efendim, bu kurullardan bazılarının başkanlarını burada gördük ama nerede gördük? Yürütmenin arkasında gördük. Hâlbuki bunların bağımsız kurumlar olması lazım, orada oturmamaları lazım.
Tam kurallı serbest piyasa ekonomisini getireceksek eğer o zaman hemen şunu yapalım bence: Bu kuralların neler olduğunu ve bu kuralları uygulayan kurumların serbest çalışmasının koşullarını yeniden gündeme getirelim ve böylelikle en azından piyasa ilişkileri içinde kurallı bir ekonominin... Ki serbest piyasa ekonomisi kuralsız bir ekonomi değildir hepinizin bildiği gibi ama şu anda Türkiye'de bence hiçbir şey kurallı değil. Mesela, TÜİK'in rakamlarına bakın, imalat sanayisinin hemen hemen yüzde 60'ında, Batı'da olsa derhâl dava açılması, soruşturma açılması gereken düzeyde yoğunlaşma oranları görüyoruz. Bu, şaka değil; üstelik de bu, bugünün meselesi de değil. Ben yıllardan beri bu işlerle uğraşan bir insanım, yıllardan beri yaptığım ampirik çalışmalardan da gördüğüm kadarıyla bu yüzde 60 oranı her zaman karşıma çıkıyor, bazen sektörler değişiyor olabilir ama.
Bu, ne demektir arkadaşlar? Bu, şu demektir: Türk imalat sanayisinin yüzde 60'ı piyasa gücü yüksek olan şirketlerin verdiği kararlarla yürüyor. Şimdi, enflasyonu niye yüzde 10'un altına bir türlü düşüremedik sanıyorsunuz? Düşüremezsiniz. Bu, sadece alacağınız makropolitikalarla olacak bir şey değil ki çünkü sonuç olarak fiyatları piyasalar yapıyor yani firmalar yapıyor. Eğer firmalar rekabet içinde değillerse, firmalar kendi aralarında anlaşma yapabiliyorlarsa, firmalar kendi aralarında uyumlu eylem içinde davranabiliyorlarsa... Ki bu rakamlardan kabaca benim anladığım kadarıyla, Türk imalat sanayisinin çoğunluğu böyledir arkadaşlar. O zaman buradan Avrupa'da veya Batı'da olduğu gibi yüzde 2-3 civarında bir enflasyon oranı beklemeniz tamamen hayal. Çünkü bu kadar kuralsız bir ekonomide, rekabetin bu kadar önemsenmediği bir ekonomide, böyle bir bünyede fiyatların da düşme olasılığı çok fazla yoktur ne kadar makroekonomik politikalarda iyileştirme yaparsanız yapın.
Özetle, son bir cümleyle bitirmiş olayım, tabii ki bir emek harcanmış ama bence bu metin, gerçekten kötü bir metin. Bu metni yazan arkadaşlar tamamen makro bir perspektifle yazmaya kalkmışlar ama bence Türk ekonomisinin önemli sorunları, Mehmet Şimşek'in de söylediği gibi, mikrodadır; mikro ve yapısal reformların yapılması gerekir; bunların hiçbiri yoktur burada. Dolayısıyla bu plan, sadece yerine getirilmesi gereken bir görev gibi yazılmış bir plan gibi geliyor bana.
Teşekkür ederim.