| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | On Birinci Kalkınma Planının (2019-2023) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/777) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 16 .07.2019 |
CAVİT ARI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, değerli bürokrat arkadaşlarımız; ben de öncelikle hepinizi saygıyla sevgiyle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
On Birinci Kalkınma Planı'nın 5 temel esas üzerine kurulu olduğunu ifade etmiştik. Bunların sırasıyla istikrarlı ve güçlü ekonomi, rekabetçi üretim ve verimlilik, nitelikli insan ve güçlü toplum, yaşanabilir şehirler ve sürdürülebilir çevre, hukuk devleti, demokratikleşme ve iyi yönetişim olmak üzere 5 temel esas üzerine kurulu olduğu ifade edildi.
Değerli arkadaşlar, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması, ekonomik ve sosyal refahın artırılması hukuk devleti, demokratikleşme ve iyi yönetişim ilkelerinin devlet tarafından güçlü bir şekilde sahiplenilmesi ve etkili bir biçimde uygulanmasıyla mümkündür. Yani ekonominin başarısı, ekonominin güçlü olması ve ekonomiye güven duyulmasının en temel öğesinin o ülkedeki hukuka olan güvenle alakalı olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Eğer o ülkenin hukukuna güven yoksa, yargı sistemine güven yoksa yurt içerisinde ticaret yapanların birbirine karşı ve yine devlete karşı olan güveninde bir zafiyet olacaktır ve yine özellikle yurt dışından ülkemizde yatırım yapacak olan kişiler veya kurumlarda bir kaygı olacaktır. İki ülke düşünün, bu iki ülkeden bir tanesinde adalet sistemi, tamamen belirli kurallarla, hiç kimseyi ayrıştırmadan düzenli bir şekilde işleyen, güven veren bir şekilde çalışmakta, diğer tarafta ise hukukla ilgili, yargıyla ilgili ciddi bir endişe ve kaygı var. Yatırımcı siz olsanız hangi ülkeyi tercih edersiniz? Yani son dönemlerde özellikle ülkemiz ekonomisinde yaşanan sıkıntıların en temel etkenlerinden birisinin yargımızda yaşanan sıkıntılar olduğunu buradan üzülerek ifade etmek istiyorum. O nedenledir ki eğer biz On Birinci Kalkınma Planı'nın başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesini sağlayacaksak ve ülkemizin ekonomik refah seviyesini yükseltebileceksek öncelikle hukuk sistemimizin yani yargı sistemimizin hak ettiği şekilde güvenilir bir vaziyete ulaşmasını sağlamak zorundayız.
"Yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altında bulunduğu, idarenin tüm işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olduğu, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile kanun karşısında eşitlik ve sorumluluğun benimsendiği, vatandaşlara etkin hak arama yollarının sağlandığı hukuk devleti anlayışının daha da güçlenmesi, kurumsallaşması ve pekişmesi plan döneminin en önemli önceliklerinden birisidir." diye ifade edilirken, burada yasama, yürütme ve yargının hukuka olan bağlılığının üzerinde özellikle durulmuş olmakla beraber, maalesef ki geçtiğimiz süreç içerisinde özellikle yürütmede bulunanların yargının kararlarıyla bağlı olmak bir yana, maalesef yargıyı tahakküm altına almaya dönük girişimleri bulunduğunu açıkça bu ülke yaşamıştır.
"İfade özgürlüğüne ilişkin mevzuat ve uygulama gözden geçirilerek bireylerin hak ve özgürlük alanlarının geliştirilmesi yönünde düzenlemeler yapılacaktır." diye güzel bir cümle var programda. Ama ben sizlere şunu söylemek istiyorum: Biz özgürlüklerden ve bireysel hak aramadan, düşünce özgürlüğünden bahsederken son üç, dört yıl içerisinde Cumhurbaşkanına hakaret davalarında olağanüstü bir patlama olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun sebebinin de Cumhurbaşkanlığı Başkanlık sistemiyle beraber artık Cumhurbaşkanının sadece Cumhurbaşkanı olmasının ötesinde, bir siyasi partinin genel başkanı olmasından kaynaklanan... Ve Sayın Cumhurbaşkanı konuşurken Cumhurbaşkanı olarak konuşup siyaseten en sert söylemleriyle rakiplerine her türlü sözü söyleyebilirken, muhalif düşüncede olan kişilerin yapmış olduğu eleştiriler, siyasi eleştiriler maalesef ki Cumhurbaşkanına yapılmış gibi değerlendirilerek şikâyetçi olundu. Bu nedenle de son dört yılda ülkemizde yaklaşık 90 bin kişi hakkında soruşturma açıldı. Siyasi eleştiri yapılırken siyasi parti genel başkanı gibi eleştiri yapıp, kendisine eleştiri yapıldığında Cumhurbaşkanı gibi değerlendirildiğinde bu davaların sayısı olağanüstü bir şekilde artmaya devam edecektir. Eğer biz hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden bahsedeceksek bu konulara da dikkat etmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum.
"Gözaltı tutuklama ve diğer koruma tedbirlerine ilişkin mevzuat ve uygulama gözden geçirilerek bu tedbirlerin ölçülü bir şekilde uygulanması sağlanacaktır." denilmekte. Ceza Usul Kanunu'muzda tutuklamanın hangi şart ve esaslara ilişkin yapılacağı çok açıktır. Belirli ceza sınırlarında, belirli suçlarda, tutuklama öncelikli olarak değerlendirilmekte ve tutuklama esas, temel itibarıyla tedbir niteliğinde bir uygulama olarak Ceza Usul Kanunu'muzda ifade edilmektedir. Ancak uygulamada, bakıyoruz ki, aynı nitelikteki olaylarda bir mahkeme, aynı vakada şüphelileri tutuksuz yargılanmak üzere salabilmekte ama benzer vakada bir başka mahkeme tutuklayabilmekte.
Son dönemlerde toplumumuzda maalesef ciddi fiilî saldırılar yaşanmakta. Gazetecilere saldırı yapılmakta; sokakta giderken trafik magandaları, efendim, kendisini solladı diye diğerine saldırabilmekte; efendim "Omzuma çarptı." deyip, küçük bir şeyi bahane edip karşısındakini linç edinceye kadar dövebilmekte; efendim, neymiş "Herhangi bir ölüm tehlikesi yoktur, hayati tehlikesi yoktur." diye benzeri olaylarda tutuksuz yargılanmaya gidilmekte. Şimdi, biz tabii ki tutuklanmadan yana olan kişiler de değiliz ancak şunu da ifade etmek lazım: Toplumun huzurunun bozulacağı olaylarda daha dikkatli olunmalı ve Ceza Usul Kanunu'nda geçtiği şekliyle, toplumda infial yaratan olaylarda bu konularda biraz daha dikkat edilmeli.
Bu ülkede geçtiğimiz hafta bir TV muhabirine fiilî saldırıda bulunuldu ve saldırgan tutuklandı. Evet, gerçekten haksız yere bir basın mensubuna ve bir muhabire saldırılmışsa, dövülmüşse, linç edilmişse tutuklanabilir ama bu ülkede bir partinin, hele hele Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekiline linç girişiminde bulunuldu, sayısı hâlâ belirsiz olan onlarca kişi ölümüne saldırdı, taşla, sopayla vurdu ve maalesef, bırakın tutuklanmayı, o şahısların neredeyse kahraman olarak ilan edilmesi durumuyla karşı karşıya geldik. İktidar yanlısı bir gazete muhabiri saldırıya uğradığında saldırgan tutuklanabildi ama ana muhalefet partisine saldıranın elini kolunu sallayarak, bugün belli çevreler tarafından da kahraman ilan edilerek serbest bırakılmasına göz yumuldu. İşte, bu olaylarda böyle farklı uygulamaların da önüne geçmeliyiz ki topluma huzur ve barış gelebilsin.
"Mevzuat gözden geçirilmek suretiyle kamu kurumlarının ve görevlilerinin hesap verebilirliklerini artıracak etkin mekanizma oluşturulması amacıyla düzenlemeler yapılacaktır." denilerek özellikle bürokraside bulunan kamu görevlilerinin daha denetim altında tutulabileceğini, bu konuda da düzenlemeler yapılabileceğini ve gerektiğinde de bu şahıslar hakkında yasal işlemler yapılabileceğini ifade eden bir hedefle yine programda karşılaşmaktayız.
Ben buradan şunu sormak istiyorum: İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri mayıs ayı içerisinde iptal edildi, 23 Haziranda da tekrarlandı. Belediye yaklaşık bir buçuk ay süreyle bir kayyum tarafından yönetildi ve oraya atamayla görevlendirilmiş olan ilin Valisi tarafından yaklaşık bir buçuk ay süre içerisinde 3,3 milyar harcama yapıldığı ve 2.500 işçinin işe alındığı ifade edilmekte. Şimdi ben soruyorum buradan: Harcama kısmını bilmem, belki zaruri bir harcamadır, belki geçmişten gelen bir harcamadır veya belki de lüzumsuz bir harcamadır, onu da bilemiyorum veya belki seçimle alakalıdır, onu da bilemiyorum, harcama kalemlerini görmeden bu konuda iddialı konuşmak istemem ama oraya vali olarak atanan bir şahsın, bir kayyumun bir buçuk ay gibi kısa bir süre içerisinde yaklaşık 2.500 kişiyi oraya işçi veya personel almasını gerektirecek nasıl bir durum olabileceğini ben çok merak ediyorum ve böyle bir kamu görevlisi hakkında nasıl bir işlem yapmayı düşündüğünüzü de çok merak ediyorum.
Hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin gerekleri doğrultusunda yargılamanın hızlı, adil ve etkin şekilde işlemesi, öngörülebilir olması, adalet erişiminin kolaylaştırılması ve adalet sistemine duyulan güvenin artırılması hedeflenmekte. Değerli arkadaşlar, çok yakın tarihlere kadar belki de ülkemizin en güvenilir kurumlarının başında yargı mekanizması gelmekteydi, hepimiz bu olayları hatırlarız, yargıya yaklaşık yüzde 80'ler seviyesinde bir güven vardı ancak daha geçtiğimiz yıl içerisinde burada Adalet Bakanlığıyla ilgili bütçe görüşmesinde ortaya konuldu ki bugün gelinen noktada yargıya güven yüzde 20'lere kadar düştü. Bunun sebepleri acilen bulunmalı ki aslında sizler de takdir edersiniz ki özellikle yargı siyasetin etkisine girdikten sonra bu güvenle ilgili ciddi bir zafiyet yaşandığını hepimiz biliyoruz. Ancak hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin gerekleri doğrultusunda yargılamanın adil ve etkin şekilde yapılıp adalet sistemine olan güvenin artırılmasını hedeflemişsek eğer, burada tekrar yargıya güvenin nasıl artırılması gerektiği üzerinde de ciddi şekilde durulması ve bunun için çalışılması gerektiği açıkça ortadadır.
"Yargıda hedef süre uygulaması vasıtasıyla sistemin şeffaflığı artırılacak ve makul sürede yargılanma hakkı daha etkin korunacaktır." denilmekte. Değerli arkadaşlar, ben yaklaşık yirmi yedi yıldır avukatlık yapan ve mesleğimi bugüne kadar da aralıksız bir şekilde sürdürmüş olan bir arkadaşınızım. Yargıda onlarca sorun vardır. Yargının bugün içinde bulunduğu durumun ve de biraz önce bahsettiğim gibi, yargıya olan güvenin bu seviyelere kadar düşmüş olmasının birçok nedeni vardır, belki çok çok küçük bir oranda da yargılamaların uzun sürmesi söylenebilir ancak yargıdaki sorunu sadece yargılamanın süresine bağlı tutarak yargıda hedef süre belirlemesi inanın yargının bundan sonraki verecek olduğu kararlarının yeniden tartışılması demektir. Bakın, davanın veya olayın mahiyetine göre siz yargıda bir hedef süre belirlerseniz eğer, süre dolma kaygısı yaşayan savcı belki gereksiz dava açabilecek; efendim, yargılamayı yürüten hâkim "Süresi dolmak üzere." endişesiyle belki yanlış karar verebilecek. Yargıda esas olan hızlı karar verme değildir, esas olan doğru karar vermedir; o nedenle, yargının doğru karar verebilmesini sağlayacak yöntemleri geliştirmek zorundayız. Hedef süre bunlardan sadece bir tanesi olabilir ama oranı yönünden baktığınızda çok da önemli değildir.
Hâkim ve savcıların atama, nakil ve terfi sisteminin nesnel, önceden belirlenmiş ölçütlere ve liyakate dayalı olarak gerçekleşmesi, sağlanacak hedeflerden birisi olarak ifade edilmiş. Ben size soruyorum: 45 yaşına gelmiş, bir siyasi parti içerisinde il başkanlığı yapmış, ilçe başkanlığı yapmış, belediye başkanlığı yapmış, milletvekilli adaylığı yapmış, il, ilçe yöneticiliği yapmış, siyaseten kendi kimliğini açıkça ortaya koymuş, artık avukatlıkta 45 yaşına kadar belli bir meslek yapısına angaje olmuş kişilerle mi bunu sağlayacağız? Yakın tarihte bu saydığım özelliklere sahip bin civarında avukat alındı, avukat, hâkim, savcı yapıldı. 45 yaşına kadar bir mesleği icra etmişse bir avukat artık o avukattan hakimlik bekleyemezsiniz. Kaldı ki uygulamada yaşanan çok enteresan örnekler var. Öğlene kadar kendi bürosunda durup öğleden sonra makamına giden savcılar gördü bu ülke. Öğlene kadar bürosunda avukatlık yapıp öğleden sonra savcılık yapan savcılarla maalesef yaşıyoruz. Dolayısıyla, bakın, 45 yaş sınırı yargıya getirilen en büyük darbedir. Bunun sebebini ben çok iyi biliyorum çünkü 45 yaş seviyesine çıkaralım ki partili avukatlarımızı hâkim yapabilelim diye düşündünüz. İşte, o nedenle de çok sayıda partili avukat bugün hâkim oldu. Siz bu hâkimlerle, bu savcılarla yukarıda okuduğum hedefi gerçekleştiremezsiniz. Siyasallaşmış bir yargıdan bu hedefler beklenemez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Arı, son bir dakikanız.
CAVİT ARI (Antalya) - Toparlıyorum.
Yine sınavda 70 bandını kaldırdınız 50 bandına kadar indirdiniz. Burada sınava giren kişilerin aldığı puanlar yarışmadı, sınava girenlerin siyasi referansları yarıştı. Siyasi referansların yarıştığı bir hâkim, savcı alımıyla yargıda güven sağlayamazsınız. Binlerce hâkim, savcı bugün yargıya alındıktan sonra tekrar 70 bandına çıkarmış olmanızın sonuca hiçbir etkisi olmayacaktır.
Yine hâkim, savcı kura çekimlerinde Sayın Cumhurbaşkanının çıkıp siyaseten bir ana muhalefet partisi liderini eleştiren konuşmalar yapıp o kurayı çeken genç hâkim, savcı adaylarının alkışlamak zorunda kaldığı bir yargı sisteminden yukarıdaki hedefleri bekleyemezsiniz. Bugün yargıda liyakat çökmüştür. Liyakatı siz geri getiremedikten sonra, sağlayamadıktan sonra yargının güvenini artıramazsınız.
Hâkim, savcılık, avukatlık ve noterlik mesleği için yeni bir mesleğe giriş modeli ve sınavı getirmek gibi bir hedef var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CAVİT ARI (Antalya) - Toparlıyorum Başkan.
Evet, ben de artık bu dönemde avukatlık mesleği için sınav sistemini destekliyorum, getirilmelidir. Ancak hukuk eğitiminin kalitesinin artırılması için eğitim süresi, girişte aranan başarı ölçütünün yükseltilmesi ve eğitim müfredatının yenilenmesiyle birlikte bağlantılı değerlendirirsek... Bugün Türkiye'de hukuk eğitimi de maalesef ki çok ciddi sıkıntılar yaşamakta. Bakın, üniversiteye girerken bundan daha iki sene, üç sene önce 150 bin bandı vardı. Yani üniversite öğrencilerinden ilk 150 bin içindeki öğrenciler hukuk fakültelerine alınırken özel üniversiteler öğrenci sayısını dolduramadı diye bu 150 bin bandı da kaldırıldı. Bakın, bırakın 150 bini, bu sayının 80 bine dahi çekilmesi çok zaruridir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CAVİT ARI (Antalya) - 150 bini kaldırdığınızda siz 300 bin seviyelerindeki öğrencileri hukuk fakültesine alırsınız ve böylelikle de zaten daha kalitesiz eğitimle kalitesiz hukuk fakültesi mezunları yaratırsınız.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: "Bilirkişilik sisteminin etkinliğini artırmak" cümlesi var. Bilirkişilik zaten şu an etkindir. Maalesef, bilirkişiler hâkimlerin yerine geçip karar verebilen bir mekanizma bugün Türkiye'de yer almaktadır. Bilirkişilerin kalitesini artıran, bilirkişilerin teknik olarak raporlar verebildiği, hukuki değerlendirmeleri ise hâkimlerin yapabildiği bir sisteme acilen geçmek zorundayız.
Ve son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Tarafsız ve bağımsız yargının kurucu unsurlarından olan avukatların acilen...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CAVİT ARI (Antalya) - Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
CAVİT ARI (Antalya) - Bağımsız yargının kurucu unsuru olan avukatların acilen hak ettiği şekilde değerine ulaşması gerekmekte ve yargının bir parçası olduğu hissettirilmelidir. Bakın bugün avukatların adliyede yaşadığı sayısız sorun vardır ve maalesef yargının bir parçası olmak görüntüsünden uzaklaştırılmaya çalışılmakta. En basitinden avukatlar adliyedeki otoparka dahi sokulmamakta. Bu kadar basit. Yani bu dahi avukatlar üzerinde ne kadar ayrımcı davranışlar sergilendiğinin açık göstergesidir.
Sonuç itibarıyla, eğer ülkede ekonomi düzelecekse, toplumsal huzur ve barış gelecekse acilen yargının düzelmesi ve hak ettiği seviyeye ulaşması gerektiğini ifade ediyorum. Burada yazan hususların da bunu sağlamaya tek başına yeterli olmadığını ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.