KOMİSYON KONUŞMASI

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bugün ikinci bölüme dair konuşacağımız için esasında geleceğe dair önümüze konmuş olan tabloyu değerlendireceğiz. Ama geleceği konuşabilmek için geçmişte yaşanmış olanları bir kez daha masaya yatırmak gerekiyor. 2013 yılında -burada sıkça söylendi- kişi başına millî gelirimiz 12.480 dolardı. Aradan altı yıl geçti. Çok da yorulduk, emek verdik, çalıştık, mücadele ettik ama bu yorgunluğun sonunda hepimiz fakirleştik. Öyle bir fakirleşme ki bugün 9.420 dolara düşmüş millî gelirimiz kişi başına. Şimdi bu fakirleşmenin tesadüf olmadığının altını çizmemiz gerekiyor. Tesadüf değil, başkanlık rejiminin Türkiye'ye dayatmış olduğu hukuksuzluğun, başkanlık rejiminin Türkiye'ye dayatmış olduğu keyfîliğin, başkanlık rejiminin Türkiye'ye dayatmış olduğu antidemokratik anlayışın bir sonucunda fakirleştik. O zaman eğer kurumlara değil, şahıslara dayanan keyfî bir başkanlık rejiminin böylesine ağır ekonomik koşullar doğurduğu gerçeğinden tespitle başlıyorsak bir kalkınma planının ilk ve öncelikli yapması gereken şey, toplumu fakirleştiriyor olan bu olguyu değiştirmektir.

Onun için, dün de söylemiştim, bugün de böyle başlamayı önemsiyorum: Türkiye'de herhangi bir kalkınma planından bahsedeceksek her şeyden önce Türkiye'nin gelenekleriyle uygun, Türkiye'nin tarihine sahip çıkan ama en önemlisi, Türkiye'nin geleceğini aydınlatacak parlamenter demokrasiyi güçlü bir şekilde kurmak üzere adımlar atmak zorundayız. Bunun yapılmadığı hiçbir yerde kalkınmanın gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır.

Şimdi, dolayısıyla, bu kalkınma planı bir temenni belgesi olmanın ötesine geçmiyor. Dün de söylemiştim: Bu bir kalkınma planı değil, bir dizi uluslararası metinden yapılmış tercümenin boca edilmiş olduğu, kilit kelimelerden oluşan bir temenni belgesi. "Temenni belgesi" derken bunu esasında veriye dayanarak söylüyorum. 164'üncü madde, hedefleri şöyle tarif ediyor, diyor ki: "Sermaye birikimi hızlandırılacak, sanayileşme süreci hızlandırılacak. Verimlilik artacak. Üretim süreçleri ihracata dönük olacak. Yenilikçi ve ithalat bağımlılığı azalmış bir yapıya dönüştürülecek." Peki, bunları yaparken ne değişecek de birdenbire Türkiye'de sermaye birikmeye başlayacak? Ne değişecek de birdenbire Türkiye ihracatı, üstelik de yenilik temelli yapıyor hâle gelecek?

Doğrusu, hiçbir şeyin değişmeyeceği, bu rejimin yani tek adam rejiminin alametifarikası olan bütün unsurların devam edeceği, esasında planın içerisinde yazıyor. Diyor ki: "Güçlü koordinasyon olacak." Esasında şunu söylüyor: "Güçlü koordinasyon altında bugün krizi çıkaran güç merkezîleştirilmesine devam edeceğiz." Hatta madde 237.3'te açıkça şu ifade ediliyor: "Yatırımların tüm işlemleri tek bir muhatap üzerinden yürütülecek." Dolayısıyla tek adam rejimi derken bunu hafife alarak söylemiyoruz.

İkincisi "Öncelikli sektörler belirlenecek." deniyor yani bugün ahbap çavuş ekonomisi daha önce süper teşviklerle yaptığı gibi, öncelikleri neye göre belirlendiği belli olmayan teşvik sistemlerine devam edileceği söyleniyor. Bu yetmiyor "Vergi adaleti güçlendirilecek." denilerek sanki vergi tabana yayılmamış gibi daha da yaymayı vadeden bir düzen kuruluyor.

Bir de deniyor ki: "Kurallı işleyen serbest ekonomi güçlendirilerek sürdürülecek." Oysaki kurallı denen serbest ekonomide soğan depoları basıldı, kredi faizlerine baskı yapıldı, bankalara kredileri kime vereceği merkezî yönetim tarafından dikte edildi. Yani bir serbest piyasa değil, serbest düşüş ekonomisi kuruldu. Bunun da devam edeceği söyleniyor.

Sonra şu iddia ediliyor: Ücretli ve işveren kesimlerinin yararına olacak şekilde, istihdam piyasasında çalışanların haklarını daha da tırpanlayacak esnekleştirmenin devam edeceği söyleniyor. Yani bugün ne varsa yarın bunların misliyle devam edeceğini söyleyen bir anlayıştan değişim bekleniyor.

Bu yetmiyor "Enflasyon üzerinde yüksek faiz olumsuz bir etkiye sahiptir." denilerek başkanın ağzından çıkan her şeyin artık kural görüldüğünü yani tek adam rejiminde "Tek adam ne diyorsa doğru budur." diyen bir anlayışla bilimden, gerçeklikten kopan bir anlayışın kurumsallaşmaya başladığını da bu planla Türkiye'ye dayatmış oluyor.

Şimdi, bir de içinde olmayanlar var metnin. O da esasında kurulan düzenin ne olduğuna işaret ediyor. "İçinden çıkan ne?" derseniz, toplumsal cinsiyet eşitliği çıkmış, kadınların erkeklerle eşit olduğu gerçeği çıkmış. Bunlara dayanan bütçeleme ilkeleri tamamen ortadan kaldırılmış. Yani içinde özgürlük yok, eşitlik yok; varsa yoksa rant var, varsa yoksa tek adamın dediği ve tek adam rejimini derinleştirecek yeni kurumsal yapılar var.

Şimdi, bir de bu "muhteşem" diye sunulan, hiçbir değişiklik barındırmadığı gibi, krizi derinleştirecek olan düzenin üç temel finansman ayağıyla finanse edileceğine dair de bir iddia var. Bu üç temel finansman ayağından ilki yurt içi tasarruflar, bugünkü düzeyinden artırılacağı iddia ediliyor. İkincisi, finansal piyasalarda bir şeyler yapılıp faizlerin düşürüleceği söyleniyor. Üçüncüsü, mucizevi bir şekilde doğrudan yabancı yatırımların oluk oluk Türkiye'ye akacağını, bunların madde 177'ye göre özellikle teknoloji transferi getirmek için kapıda beklediğini, 191'e göre sanayiye yönelen komple yeni yatırımlar olacağı ama madde 239.4'e göreyse yabancılara gayrimenkul satış süreçleri etkinleştirilerek esasında elimizdeki varı yoğu satma hesabında olduğumuz da ortaya çıkıyor.

Şimdi, bu üç finansman ayağını ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Yurt içi tasarrufların artırılması hedefleniyor. Peki, kim tasarruf edecek? Açlık sınırının 2.067 lira olduğu yerde 2.020 lira asgari ücret kazanan milyonlarca emekçi mi tasarruf edecek? Yoksa kapatılan şirketler, iflas eden, borçlu olan atölyeler, üstelik de borcu yeniden yapılandırılsın diye buradan alelacele torba yasalar geçirilen, zor durumdaki şirketler mi tasarruf edecek? Yoksa cirosuna "turizm payı" adı altında haraç kesiliyor olan turizm işletmeleri mi tasarruf edecek? Yoksa altı ay içerisinde bir yıllık bütçe açığını har vurup harman savurmuş olan kamu mu tasarruf edecek? Kim tasarruf edecek? Bu kadar gerçekten kopmuş, bu kadar Türkiye'den uzaklaşmış bir planın adının "kalkınma planı" olması içeriği kadar üzücü doğrusu. Gerçi, yanıtı kalkınma planının içerisinde de veriyor ister istemez, diyor ki: "Vergiyi tabana yaymaya devam edeceğiz." Zaten bugün esasında taban vergiyi ödüyor, dolaylı vergilerle ve emekçinin emek emek alın teriyle elde ettiği gelirden toplanıyor vergi. Daha ne kadar tabana yayılabilir?

BAŞKAN - Sayın Böke, son iki dakikanız.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Bu yetmiyor, BES'in zorunlu kılınacağı söyleniyor. Zaten zorunlu kılınmıştı, yine ve yeniden bir zorlama olacağı söyleniyor. İlla ve illa kıdem tazminatı fonuyla emekçinin haklarının gasbedileceği söyleniyor. Bu da yetmiyor, gelirleri artırmak için ihtiyaç duyulan model değişikliğine gitmek yerine insanlara "Borçlanarak harcama yapmak yerine harcama öncesinde tasarruf etme davranışları desteklenecek." deniyor. Nasıl desteklenecek? İnsanlar sofrasına açlık sınırını aşacak ihtiyaçlarını giderecek yemeği koyamıyorlar. Esasında, bilimsel çalışmalar bize şunu söylüyor: Tasarruf edilebilmesi için önce gelire ihtiyaç var, tasarrufa ikna edilebilmek için de tasarruftan bir getiriye ihtiyaç var.

Şimdi, dönelim faizleri Cumhurbaşkanı eliyle zorla düşüreceğimiz bu yeni kalkınma döneminde bu faiz politikasının tasarruflara etkisine. Çok uzağa bakmaya gerek yok, 1'inci sınıf iktisat derslerinde öğretiyoruz bu ilişkiyi bizler. Faizlerin düştüğü yerde tasarruf etme eğilimi azalır. Enflasyonu düşürmek adına faizleri düşürme hevesiniz bundan sonra tasarrufun artmayacağının da garantisi olacaktır. Yani "Bu sadece bir kalkınma planı değildir." demek yeterli değil, bu planın dayandığı makroekonomik çerçeve tutarsızdır, kendi içinde bir bütüncüllüğü yoktur. Dolayısıyla sadece kalkınması eksik değildir, planı da eksiktir, boşu boşuna tartışıyoruz. Bunun toptan değişmesi gerektiği çok açıktır.

Üçüncü önemli mesele doğrudan yabancı yatırımlar. Şimdi, doğrudan yabancı yatırımlar benim uzmanlık alanıma da girdiği için hevesle bakıyorum ama doğrusu ürküyorum açıkçası. Gayrimenkul doğrudan yabancı yatırım değildir. Yabancılara ev satarak ülke finanse edilmez. Açık ki dünya ekonomisindeki makroekonomik gelişmelerde anlatıdan şöyle bir beklenti gelişmiş sizlerde: "Ya, nasıl olsa rahat bir dönem geliyor."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Böke, lütfen tamamlayınız.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Evet, son cümle.

Şunu söyleyeyim: Dünya ekonomisindeki gelişmelerde, madde 108, 113 ve 120'de zımnen şu varsayımla hareket ettiğiniz gözüküyor: "Ya, gelişmiş ülkelerde işler çok da iyi gitmeyecek zaten. Merkez bankaları para pompalamaya devam edecek. Biz model değiştirecekmiş gibi yapalım ama esasında modeli değiştirmeye falan ihtiyaç olmayacak." gibi bir algı oluşmuş sizlerde. Bunun da doğrudan yabancı yatırımlarla gerçekleşeceğine dair bir ibare konmuş. Doğrudan yabancı yatırım hukukun olmadığı, özgürlüklerin olmadığı, beşerî sermayenin, teknolojinin, birikimin olmadığı yere gelmez. Gelmediğini Türkiye son dört yıldır azalan yabancı sermaye yatırımlarından biliyor ve görüyor. Bilimden kopan kalkınamaz.

Çok teşekkür ediyorum.