KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bir defa, en başta, usul açısından bir konuyu özellikle vurgulamak istiyorum. Geçtiğimiz Adalet Komisyonu toplantılarında da dile getirdiğim, çelişik ve çarpışık bulduğum bir husus. Türkiye Büyük Millet Meclisinde artık iktidar partisi, muhalefet partisi diye bir şey yok. Bizim karşı çıktığımız, yanlış bulduğumuz, Türkiye'ye fayda getirmeyeceğini düşündüğümüz, sizin desteklediğiniz, argüman olarak sunduğunuz ve özellikle şunu ifade ettiğiniz bir kuvvetler ayrılığının daha keskin olacağı, yasama, yürütme, yargı arasındaki o ayrımın daha güçlü olacağı, yasaları Parlamentonun çıkaracağı, yürütmenin bunu uygulayacağı, Mecliste de bir hükûmet olmayacağı ki fiilen de böyle... Dolayısıyla Mecliste şu ana kadar bütün komisyonlarda sadece Meclisin sayısal olarak 1'inci partisi pozisyonunda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin görüşleri değerlendiriliyor, tartışılıyor ve kabul ediliyor yani bunların hemen hemen hepsi de geçiyor hiç itirazsız bir şekilde. Ancak kabul edilir ya da edilmez, yargıya ilişkin verilen birçok teklif var. Diğer komisyonlar için de aynı şey geçerli. Bir defa, bunların komisyon gündemine alınması zaruri yani Anayasa değişikliğinde eğer biz halka yalan söylemedik, bizim iddiamız bu diyorsak, bir kanun yapımında eğer bir tereddüt yaşanıyorsa onun evresindeki o çalışmalara bakılır, gerekçelere bakılır. Bu gerekçeler de bizatihi sizler tarafından dile getirildi. Dolayısıyla önce bu ayrımın son bulması lazım ve ilk Komisyon toplantısında bu durumun düzeltilmesi yani gerekirse Komisyon toplantı sayısı da artırılabilir.

İşin esasına girerken, Sayın Başkan, tabii, buyurgan, her şeyi ben bilirim, her şeyi kendisinin en iyi bildiğini düşünen anlayış aslında dünyaya çok zarar veriyor yani hem dünyaya hem Türkiye'ye. Birçok ülke bunun ceremesini çekiyor, biz de çekmeye devam ediyoruz. Ne zaman ki bakıyorsunuz dünyanın herhangi bir yerinde bir karmaşa var, bir çatışma ortamı var, bir savaş yaşanıyorsa orada istinasız muhakkak -tırnak içinde- bir bilen de var, her şeyi biliyor ama ne zaman ki baksanız işte gerek anayasal sistemi sağlıklı gerek toplumdaki ekonomik denge düzenli, toplumsal huzur üst düzeyde, orada bir bilen yok, birçok bileşenin ortaklaşa karar verdiği süreçler var. Zaten değerli olan da karşısındaki tarafından sınanabilen, onunla ortaklaştırılabilen, beraber üretilen bilgi yani sorunlara çare olabilecek bilgi de gerçek de yasalar da böyle çıkar. Şimdi, maalesef on yedi yıldır aynı anlayışta ısrarla devam ediliyor. Bakın, iç siyasetten dış siyasete kadar, ekonomiden eğitime hemen hemen her alanda o kadar tahribata rağmen hiçbir ders çıkartılmadan sürekli "ben bilirim" anlayışı devam ediyor.

2015 yılında milletvekili seçildiğimizden bugüne kadar, kesintisiz dört yıldır Parlamentoda tüm süreçleri dikkatle takip eden biri olarak defaatle dile getirdiğimiz ancak âdeta "Kendin çal, kendin oyna." kabilinden bir bakış açısıyla hiç önemsenmeyen bir hususu bir kez daha dile getirmek istiyorum. Şimdi, bakınız, burada en büyük tahribat parlamenter sisteme verilmiştir, Parlamentoya verilmiştir. Ulusal meclisler yani toplumdaki ulusal meclisler demokratik ülkelerde iki temel özellik taşır. Bunlardan ilki toplumsal dokudaki farklılıkların ortak potada eritilmesi, bir diğeri de toplumsal hayata yönelik düzenlemelerin bilimsel temelde, teknik niteliği yüksek çalışmalarda hazırlanmasıdır.

Sizlere soruyorum: AKP iktidarında geriye bıraktığımız hangi düzenlemede toplumsal mutabakat yakalanabildi ya da bu arzulandı ya da bir meseleyi tümüyle ele alıp uygulamaya geçebildik? Yani neredeyse hiç.

Şimdi, uzunca bir süre, Türkiye Büyük Millet Meclisi, âdeta bir kanun fabrikası gibi kullanıldı. Geçen yılki seçimlerden sonra uygulanan sistemle ilgili kısma geleceğim ancak oraya kadarki kısımda on binlerce kanun maddesi çıkartıldı bu Parlamentoda ve bu kanunlar neydi diye düşünen olursa mesela -birçoğunda belki siz de Parlamentoda bulunuyordunuz yani bugün söylesek birçoğunu hatırlamazsınız ama- çok enteresan, en fazla değişikliklerden biri de yani ilk üçte yer alan şekilde de Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde değişiklikler olmuş. "İkincisi ne?" desek, ikincisi de Kamu İhale Kanunu'nda değişiklikler olmuş yani artık sayısını takip etmekte zorlanıyoruz, yılda ortalama 13 kez Kamu İhale Kanunu'nda değişiklik yapılıyor. Şimdi, buradan ne çıkıyor? Toplamda işte 200'lere yakın bir değişiklik olmuş. Ceza Kanunu siyaseti bir kullanılan argüman hâline gelmiş durumda, zaman zaman toplumdaki tepkilere göre bazı yasalar, bazı suç tipleri -yüksek cezalar veriliyor, infazda oynamalar oluyor- bir argüman hâline gelmiş durumda. Diğeri de yandaş iş insanları için bir yolsuzluk ekonomisi yaratıyor yani bunun bir izahatı yok. Bir Kamu İhale Yasası doğru bir şekilde bir defada ele alınabilir. Hangi ülkede bu denli değişmiştir?

Şimdi, en son değişiklik, 2018'den itibaren kanun fabrikası olmaktan çıktı Meclis ama buna da sevinemedik çünkü bakın, 16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan Anayasa değişikliği oldu, bir sistem geldi, bir rejim değişikliği diyoruz biz. Biz bunun bir tek adam rejimi olacağını söylemiştik, ısrarla kuvvetler ayrılığına vurgu yapmıştınız, tersini savunmuştunuz. Şimdi, gelinen süre içerisinde daha Anayasa değişikliği yürürlüğe girer girmez Anayasa'nın hilafına aykırı bir şekilde ilk uygulama ortaya çıktı. Ne o? Anayasa ne zaman yürürlüğe girecekti? 3 Kasım 2019 tarihinde. O tarihe kadar ne olacaktı? Yeni Anayasa'ya uygun kanunları Meclis çıkaracaktı yani önümüzdeki ay bu Anayasa yürürlüğe girecekti. Daha ilk başta hemen hızlıca bir seçim oldu OHAL ortamında. Orada ne verilen sözler tutuldu, hiçbir şey de olmadı. Dolayısıyla burada kendi kurguladığınız, düşündüğünüz, savunduğunuz sistemi dahi siz bizatihi bozdunuz, hayata geçirmediniz.

Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin duvarında yazar: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diye. Aslında her birimiz milletin vekili, sözcüsü olarak zamanında gerçekleri ifade etmekten korkmamalıyız. Bunu yapmazken belki de bedelini en az biz ödeyeceğiz. "Asıl bedelini kimler ödeyecek?" dersek, evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan, çocuğuna güzel bir gelecek hayali kuran, barış ve huzurlu bir vatanda yaşamak isteyen adı Ayşe, adı Mehmet, sadece bize güvenip buraya gönderen masum milyonlarca vatandaşımız ödeyecek.

Bakın, bugün ülkemizde karşı karşıya kaldığımız durumu en iyi anlatan kavram nedir desek, depremdir aslında çünkü jeolojik olarak da psikolojik olarak da sosyolojik olarak da ekonomik olarak da toplumsal ve bireysel olarak da tartışmasız bir deprem yaşamaktayız. Belli bağlamlarda dünyanın genelinde bir deprem yaşandığı gerçeğini göz ardı etmiyorum ancak Türkiye Cumhuriyeti olarak biz bu içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşanan bu saydığım alanlardaki deprem emin olun 7'nin üzerinde ve bunun çok büyük sancılarını ülke olarak yaşıyoruz.

Bakın, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde herhangi bir pozisyonda görev yapan herkes için söylenebilir bu; bakanlar için, grup başkan vekilleri için, Meclis Başkanı için. Biz biliyoruz ki Sayın Erdoğan'ın oluru olmayan, oradan sonuçlanmayan, onun icazetiyle çıkmayan ya da ona yakın çevreler tarafından, saraydaki birtakım görüşmeler sonucu olmayan hiçbir önemli mesele hayata geçmez, böyle bir imkân yok. Dolayısıyla, ha, orada da maalesef görüyoruz ki âdeta bir iktidar savaşı yaşanıyor; bakanların birbirine karşı olan söylemleri, işte birbirini FETÖ'cükle suçlamalardan tutun da başka birçok söyleme kadar yani sonuçta bunlardan da Türkiye zarar görüyor.

Peki, Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklandı. Bunu bizatihi yürütmenin başı açıklıyor. Kim tarafından hazırlanıyor? Yürütme tarafından hazırlanıyor. Bunun hazırlanmasında gerçekçi olursak yani birbirimizle öylesine konuşmaz ve samimi konuşursak Meclisin fonksiyonu çok az, burada çok bir dahlimiz yok. Yani bir örnek verelim: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri... İşte, orada Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde kimlerle görüşülerek bunun hazırlandığına ilişkin en sonunda bir skala var 38 maddeden ibaret, onların 23'üncü maddesi buradaki Komisyon üyeleriyle ilintili. Adalet Bakanlığının Hâkimevinde bizi bir yemekli toplantıya daveti -tarih de verebilirim, 26/12/2018 tarihinde- ve orada olası bir yargı reformu yapılması düşünülen bazı şeylerle ilgili bir sohbet toplantısı şeklinde geçti, kısa bir şey ve biz dedik ki o zaman da: "Şayet bizi sürecin içine katarak Türkiye'nin yargısal sorunlarını çözmek istiyorsanız Türkiye'de bu uzun süredir gördüğümüz bir şey değil, olumlu bir adım olur ama o zaman paydaşı hâline gelmek lazım bunun veyahut da paydaşı hâline getirmek istemiyorsanız da hangi alanlarda ne gibi değişiklikler öngörüyorsanız bunları bize verirsiniz, biz bunları parti olarak tartışırız, size geri geliriz, böyle bir katkımız olur." Bunu niye vurguluyorum? Şimdi, Türkiye'nin sorunlarından da biri böyle mış gibi yapıyor olmak. Bunun bir anlamı yok. Biz orada bir nezaket yemeği yedik, geçti. Biz o 38 maddede yer aldığı şekilde bu işin paydaşı olmadık. O gün söylenen, toplantılarda konuşulan sözler bitmiş ki kimsenin belki hatırladığı bile bir şey yok yani bir resmî toplantı değil, içeriği tartışılan, sunulan bir teklif yok, dolayısıyla buradan faydalı bir şey çıkmıyor.

Şimdi, Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde problemli gördüğümüz alanlardan biri şu: Yani ben teklifin içeriğine gelmeden bu kısmın iyi anlaşılmasını istiyorum. Teklifin içeriğinde yüzde 90'ında belki Cumhuriyet Halk Partisi üyeleri olarak tek tek katılacağız burada ve göreceksiniz, olumlu bulduğumuz yönler de var ama bu bir reform niteliğinde değil. Yani bir belge "reform" adı aldığında, paketler hâlinde geldiğinde adının "reform" olması ona reform niteliği kazandırmaz.

Bakın, Yargı Reformu Strateji Belgesi hangi tarihte açıklandı? 30 Mayıs 2019 tarihinde. Toplumda öylesine büyük bir beklenti var ki yani bu işte... Biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesinin Başkan Yardımcısı yargıya güvenin yüzde 20'lere kadar düştüğünü açıkladı. Daha önce Cumhurbaşkanı Yardımcısı 38 seviyesinde bir rakam vermişti, velhasıl çok düşük seviyelerde bir şey var. Burada demek ki bugüne kadar yapılan işlerde problem var. Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin daha en başında bundan önceki yapılanlar savunuluyor Sayın Başkanım. Yani 2009'da yapılan, 2015'te yapılan 1'inci, 2'nci yargı reformu diye bahsediliyor. Hâlbuki ben FETÖ iddianamelerinin çok büyük bir kısmını okudum; kimisi 1.200 sayfa, kimisi 2.500 sayfa, kimisi 4.600 sayfa; birçoğunda da cumhuriyet savcılarının çok ciddi emeği var, önemli tespitler var. Orada tespitlerden biri de şu Sayın Başkan: 2010 Anayasa değişikliğini FETÖ'nün amaçlarına ulaşmak bakımından önemli basamaklardan biri olarak gördüğü, yargıyı ele geçirdiği ve bunun için bugüne, darbe girişimine hazırlıktaki en temel dönüm noktaları olarak görülüyor. Bugün bunu cumhuriyet savcıları yazıyorsa hâlâ Bakanlığın açıkladığı bir strateji belgesinde bu iş niye sahiplenilir? En azından bir öz eleştiri pozisyonu geçer ve yeni adımlar meşruiyeti güçlü bir şekilde atılırsa toplumsal olarak yargıya güveni de artırma yöntemi çıkar. Mesela, belgede yazıyor, iktidarın hak ve özgürlükler konusunda on yedi yıldır büyük ilerleme yaptığından bahsediliyor. Şimdi burada ben bir şey söylerim, siz başka bir şey söylersiniz, anlaşırız, anlaşamayız; neye bakacağız biz burada? Ülkemizde uluslararası kuruluşlar tarafından -ki bazılarına biz de üyeyiz- yapılan ölçümlere bakacağız. En son baktığımız bir şeyde Türkiye'de hak ve özgürlükler konusunda yapılan ölçümlerde 180 ülke arasında 157'nci görünüyoruz; geriye gidiyoruz, ileri gitmiyoruz.

OHAL'e ilişkin hem süre bakımından hem de çıkarılan KHK'ler açısından söylenen şöyle bir şey var: Zorunluluk ve orantılılık kriterlerine uyulduğu söyleniyor. Uyuldu mu? Yani bunu böyle söyleyince uyulmuş mu olacak? "En fazla üç ay için çıkaracağız." denen OHAL iki yıl gibi bir süre aldı ve terör örgütleriyle mücadelenin dışında birçok alanda düzenleme yapıldı, köklü değişiklik oldu. Daha sonrasında bunlar toptancı bir şekilde onaylandı ve yürürlükte bir kanun maddesi hâline geldi. Dolayısıyla bunların hepsi bizim hukuk sistemimizi tarumar eden meselelerdir. Bunları çok kapsamlı bir şekilde ele almak lazım.

İnfaza ilişkin düzenlemeler... İnanılmaz bir şekilde toplumda bir beklenti var. Bizim sosyal medyamız başta olmak üzere, telefonlarımız, WhatsApp'larımıza kadar mesajlarımız bu meseleyle ilgili âdeta patlıyor, başka bir iş yapamıyoruz. Yani bir gün bir yerde bir şey yapacak olsak, bir "tweet" atsak yüzlerce mahkûm yakını altına... Şimdi, bu mesele olur, olmaz ama emin olun, tabiri caizse, toplum verem oldu bu mesele yüzünden. Öylesine büyük bir baskı ortamı... İnsanları beklentiye sokmak kadar kötü bir şey yok. Herkes önüne bakar, olmaz denilir, geçer, gider. Bu meselenin de hızlıca halledilmesi lazım.

Daha geçtiğimiz çok yakın bir zaman içinde Sayın Başkan, bakın, 1 milyar 670 milyon TL'ye İstanbul Finans Merkezi satın alınıyor, Varlık Fonu ödüyor bu rakamı. Niye? Belli müteahhitler batmasın diye. Değil mi? İflas eden müteahhitlere destek olunuyor. Peki, borcu ödemeyen, iflas eden vatandaşımız ne olacak? Bunlar da borcunu ödeyemediği için içeride Çek Kanunu'na muhalefetten. Ya, batmış adam yani ekonomik kriz var. Şimdi, bunlara ilişkin bir düzenleme yapmazsak da nasıl toplumsal adaleti sağlayabiliriz? Sağlayamayız.

Yargıda FETÖ borsası iddiaları... Bunu biz söylemiyoruz, bizim söylediklerimize belki daha farklı bakıyorsunuz ama sizin partinizin milletvekilleri dahi söylüyor bunu, televizyonlarda tartışılıyor, günlerce bu konu toplumun hafızasına işlendi. Bu meseleye başta Adalet Komisyonu olmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi el atmalı. Türkiye'de suça karışmış, bir şekilde içinde olmuş, dâhil olmuş hiç kimse pozisyonuna, arkasındaki siyasi gücüne bakılmaksızın yargı karşısında, adalet karşısında eşit pozisyonda olabilmelidir. İnsanları söyledikleri ya da söylemedikleri nedeniyle yargılamak, cezalandırmak... Bizim Anayasa'mıza, kanunlarımıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Anayasa -95'inci madde- uyarınca taahhüt altına girdiğimiz yükümlülüklere, bunlara baktığımızda bu zaten bunların birçoğunda suç değil yani kanunun içeriğinde bazı yerlerde özellikle vurgulanmış, vurgulanması iyidir ama bunlar zaten suç değil. Ama sırf birileri iktidarı destekliyor diye her istediğini özgürce söyleyebilecek, her istediğine ilişkin her şeyi söyleyecek; önceki yıllara ilişkin "tweet"leri, açıklamaları, sosyal medya paylaşımları, bunların hepsi olacak ama iş... Yani ben burada insanların söyledikleri ya da söylemedikleri üzerinden bir tartışma ortamı açmam, bu Komisyonun konusu değil bu, iş çok uzar ama adaleti sağlamakla yükümlü insanlar olarak şunu söylemek durumundayız: Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanına altı yıl önceki "tweet"leri nedeniyle on yıla kadar ceza veriliyor ve onun attığı o tartışmalı "tweet"lerden çok daha ağır şeyleri çok kısa zaman içerisinde söyleyen onlarca siyasetçi, bürokrat, bakan, milletvekili ortada duruyor ve tek bir işlem yapılmıyorken burada yargı herkese eşit ve adil durumda diyemeyiz. Yani bunu böyle söyleyerek toplumdaki o adalet duygusunu sağlayamayız. Böyle davranırsak, eğer geçmiş dönemdeki "tweet"ler, açıklamalar üstünden bir yargılama yapacağız dersek emin olun FETÖ ve PKK'yla ilgili geçmişte söylenenlerden dolayı başta AKP'li siyasetçiler olmak üzere, bakanlar, milletvekilleri olmak üzere tabiri caizse yüzlerce insan yargılanır yani katbekat daha fazlası üstüne.

Ben size birkaç tane örnek vereceğim, konuşmamın geneliyle ilgili kısmını böyle tamamlayacağım.

Şimdi, Sayın Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisi üyesi Eren Erdem... Tavsiye ederim, dosyasını milletvekilleri de okusun. Çünkü sosyal medyada paylaşılan hakkındaki birçok şeye rağmen savcı bakmış, 4 suçtan soruşturma açmış, tespit etmiş, demiş ki: "Bu adam FETÖ'cü değil." Ondan takipsizlik vermiş. "Bu adamın herhangi bir şekilde bir terör örgütüyle de ilişkisi yok." Onunla da ilgili şey yapmış. 2 suç tespit etmiş, demiş ki: "Gizliliği olan bir soruşturmada gizliliği ihlal etti." Nasıl ihlal etti? Kendisini suçlayan biriyle ilgili "Bu adam gizli tanık, adı da budur." dedi, bunu ihlal olarak görmüş ki... Savcılık yaptınız, en iyi siz bilirsiniz. Biri savunma yaparken bunu söylediğinde bu ihlal olmaz zaten. Diğeri de FETÖ üyesi değil ama 17-25'le ilgili Karşı gazetesi genel yayın yönetmeniyken yaptığı haberler. Şimdi, mesela, bunlarla ilgili de bir standart yok zaten, 17-25'le ilgili yapılan yüzlerce, binlerce haber var onlarla ilgili şey olmayan. Dikkat ederseniz, Cumhuriyet Halk Partisi orada yargıya ilişkin bütün pozisyonları oldukça objektif bir şekilde paylaşmaya dikkat çekti ve kademeli bir şekilde bunlara topluma söyledi. Yargılanıyor, mahkemesi karar veriyor, oy birliğiyle tahliye ediyor duruşmaya çıkan mahkeme. Oradaki gizli tanık diyor ki: "Beni zorladılar aleyhine tanıklık yapayım diye, böyle oldu, şöyle oldu." Tahliye ediyor. Doğru, yanlış; onu tartışmıyorum, o buranın işi değil, biz yargıç değiliz. Kaç klasör dosya... Akşam cezaevinde tahliye kararı ulaşmadan bir üst mahkemeye yapılan itirazla üst mahkeme bütün klasörleri inceliyor ve oy birliğiyle tutuklama kararı veriyor. Devam eden ilk celsede aynı mahkeme oy birliğiyle mahkûmiyet kararı veriyor. Şimdi, bunlardan hangisi savunulabilir pozisyonda? Sözcü gazetesini, Cumhuriyet gazetesini... Lütfen, toptancı bir yaklaşım yapmadan en azından Adalet Komisyonu üyeleri bu dosyaları bir incelesinler insanlar niye bu davalarla ilgili feveran ediyor. Diğer gazetecilerle ilgili AİHM kararlarına ne oranda uyuluyor?

Türkiye'de KHK'lerin durumu... Kim ki hangi terör örgütüne -ister PKK olsun ister FETÖ olsun ister diğer terör örgütleri olsun- en ufacık yardım ediyorsa Allah bin belasını versin. Buruda özellikle şunu yapmamız lazım: Bakın, KHK'lerle ilgili doğrusuna yanlışına karar verecek kişiler bizler değiliz, mahkemelerdir. Anayasa'yı öyle yazmışız değil mi, bunun üstünde herkes mutabık, bir değişiklik talebi olmamış "Yargılama yetkisi mahkemelerindir." demiş. Karar verirken yazar oraya "Türk milleti adına karar" diye. Şimdi, mahkeme karar verecek, birine "Suçsuzdur." diyecek; senin onunla ilgili kurduğun bir komisyon, idari bir yapı diyecek ki: "Ben bunu uygulamam." Bu, hukuk devletinde olmaz. Bunları bugün düzeltmezsek yarın öbür gün emin olun bunların hepsinden ötürü biz -yükümlülüğü altında olduğumuz uluslararası sözleşmeler başta olmak üzere- milyonlarca tazminat ödeyeceğiz, yazık günah yani bunların hepsi yaşanacak.

Bu süre içerisinde biz belki hazırlık süreçlerine katılmadık yani davet edilmedik bu teklife ilişkin ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak üç aydan beri bir hazırlık içerisindeyiz ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan tüm partileri, 9 partiyi, Türkiye'deki sendikaları, baroları, meslek örgütlerini, mesleğe dair ilgili dernekleri davet ettik, oldukça geniş kapsamlı bir şekilde ayrı ayrı birimler oluşturarak aylardan beri çalıştık. Önümüzdeki haftadan itibaren de somut bir şekilde ortaya çıkacağız. En başta Türkiye'de bir defa Hâkimler ve Savcılar Kurulunu bir an evvel iktidarın etkisinden uzaklaştıracak dengeli, yargıyı bağımsız kılacak bir düzenleme yapılması lazım. Keza, Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçimine ilişkin düzenlemelere kadar.

Yine, yargıda bazı uygulamalar var yani hâkimlik teminatı eksikliğinden kaynaklı düşündüğümüz. Atıyorum, Anayasa Mahkemesi bir karar veriyor, ona uyan yerel mahkeme heyetini dağıtıyorlar bir anda. Hiç kimse bir izahat yapmadan adam ta Fizan'a kadar sürüyor tabiri caizse ya da görüyorsunuz, İstinaf Mahkemesi Başkanının ne oldu diye kimsenin bilmediği bir şekilde bir anda Mersin'e tayini çıkabiliyor ya da bizim partimizle ilgili, Enis Berberoğlu'yla ilgili bozma kararı veren istinaf mahkemesi üyelerinin hepsi ayrı ayrı mahkemelere gitti; canlı örnek. Şimdi, ne oluyor? Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik bir linç girişimi oluyor, tek bir kişi Sayın Başkan, tutuklanmıyor ki bence çok büyük bir olay, tek bir kişi tutuklanmıyor. Öte yandın, AKP Genel Başkanına hakaret... Yani Cumhurbaşkanı olmak bu ülkedeki en gururlu, en ulvi, bir insanın yaşayabileceği en önemli görevdir. Yeterli görülmedi, bir de AKP genel başkanı sıfatı istendi. AKP Genel Başkanına hakaret iddiasıyla 12.500 kişi -çok kısa süre önceki aldığım rakam- takibata uğradı. Diğer cumhurbaşkanları süresine baktığımız zaman yedi yıllık sürelerde -bu üç yıllık süre içinde- kimisi 300, kimisi 500, en fazla Gül'ün döneminde 800... O zaman ne çıkıyor burada? Cumhurbaşkanına hakaret düzenlemesi önceki parlamenter anayasal sistemde siyasetten uzak... Cumhurbaşkanlığı makamını korumaya yönelik, polemiklere giremez kastıyla hazırlanan o suç maddesinin bugün yürürlükte kalması anlamsız; zaten kamu görevlisine hakaret suç, kimse kimseye zaten hakaret etmemeli. Ama bir partinin genel başkanı sıfatını taşıdıktan sonra böyle bir ayrım olmaz.

Sayın Başkan, toparlıyorum konuşmalarımı. Şimdi özetle, getirilen teklif, bu, ameliyat olması gereken bir hastaya bir pansuman tedavisi. Buna "reform" denemez "reform" demiyoruz. Yeşil pasaport düzenlemesinin aslında bir reform olarak sunulmasına da ben karşıyım. Pasaport Kanunu'nda yapılacak herhangi bir değişikle her an olabilirdi. Mesela, CHP'nin İçişleri Komisyonu üyeleri geçtiğimiz dönem bunu dile getirdi, avukatlara yeşil pasaport gelsin diye. Ha, burada şu da ilave edilebilir: Belediye başkanlığı yapmış kimselere de verilebilir, bu tartışılabilir. Yani uzun yıllar belediye başkanlığı yapmış, pasaportu yeşil pasaportken elinden alınması da yanlış olabilir. Yani bunun kapsamını genişletebiliriz ama bu bir reform mu? Orası tartışılır.

Hukuk mesleğine giriş meselesine gelince, maddelere geçildiğinde biz izah edeceğiz onu, biz buna karşı değiliz, bunu da destekleriz; içeriğine ilişkin hangisi daha iyi olur onu da konuşuruz, maddelere geçildiğinde bunu söyleyeceğiz.

Şimdi, adalet akademisinin yeniden kuruluyor olması... Adalet akademisi kapatılırken söylenen gerekçelerle... Biz gerçek nedeni biliyoruz, gerçek neden başka bir şeydi. Burada kalıcı işler yapabilmek önemli. İnanın buna da karşı değiliz. Eğer burada mesleki anlamda eğitim verilecek, iyi işler çıkacaksa bu da konuşulsun, tartışılsın, yapalım bunu.

Dördüncü olarak 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın 7'nci maddesinin 2'nci fıkrasına yapılacak ilave ekleme cümleler şunu gösteriyor aslında yani düşünce açıklamak zaten suç değil, eleştiri mahiyetinde olan zaten suç değil ama demek ki kamuoyunda tartışılan onlarca karara siz de katılmıyorsunuz, demek ki kamuoyu önünde destekler açıklamalar yapıyorsunuz ama rahatsızlığınız var ki burada böyle bir düzenleme gelmiş ya da bunu hazırlayanlar açısından... Yani buradaki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddesindeki yükümlülükler, zaten bu açık, bu suç değil, kaldı ki Ceza Kanunu'muzun birçok maddesinde bunun suç olmadığı bizzat yazılmış. Yazılsın, eğer düzelecekse bu da yazılsın.

İşte aile mahkemelerinde uzman çalıştırılması. Maddelere geçildiğinde söyleyelim, faydası olacaksa hiçbir karşı çıkışımız olmaz.

Para cezasının ön ödemeyle ilgili meselesi de taksitle ödenmesi... Yani vatandaş zaten çok zor durumda, bunu Çek Kanunu'yla ilgili meseleyle ele almak lazım. Batmış adam yani içeri atsan da adamın ödeyecek durumu yok. Dolayısıyla bunlarla ilgili kısımda da bir şey düşünmek lazım. Yani belki bir seçenek yaptırma hani belki ticari yaşamı etkilemeyecek şekilde aynı zamanda ama insanların hayatını söndürmeyecek bir noktaya getirilmesi lazım.

Soruşturma aşamasındaki tutukluluk süresi... Bir süre konulması olur mu ama bakın, bu soruşturma aşaması zaten kovuşturma aşaması değil. Soruşturma aşamasında hangi suç tipi olursa olsun üç yüz altmış beş gün bir savcı birini tutukluyorsa, tutuklatıyorsa işlem yapıyorsa artık onunla ilgili davayı açsın, bir yıl uzun bir süre. Yani biz burada en fazla bir yıl olmasını, uzatılmış hâliyle bir yıl olmasını savunuyoruz çünkü zaten soruşturmada gözaltı yapmadan, tutuklamaya sevk etmeden önce belli bir evre savcı çalışıyor, orada bir engel yok. Delillerini tespit et, çok ağır cezayı gerektiren, tutuklamanı gerektiren bir şey varsa, o tedbire başvurman gerekiyorsa başvur ama bu bir yıl içerisinde davayı aç. Bugünkü teknolojik ortamda iki yıl gibi bir süre, uzatılmış hâli bir buçuk iki yıl çok uzun süreler, bir ölçülü olmak lazım burada.

Uzlaştırma kapsamının genişletilmesi var. Seri mahkeme, bazı suç tipleri için... Yani bunlar bizim hukuk sistemimizde tabii yeni denenecek şeyler, maddelere geçildiğinde hangi suç tiplerinin nasıl şey olacağını söyleyeceğiz.

Şunu da söyleyeyim, bazı suç tipleri için temyiz yolu açılması... Bunu biz olumlu buluyoruz. Bizim partimizin gruplar adına görüşülüp bu paketle ilgili sadece sorulduğunda... İlk aşamada dile getirilen kısımda "Ya 'kamu görevlisine hakaret' kısmı da ilave edilsin." dendiğinde bunun da ilave edilmesini olumlu bir adım olarak görüyoruz, bunu da söyleyelim yani bu tip adımlar aslında reformda amaçlanan hedef, o belgede yazdığı gibi insanların güvenini artıracak önlemler ve bu sonuçlar isteniyorsa buradan ne kadar meşruiyeti güçlü kararlar çıkarsa toplum da tatmin olacaktır.

Son şunu söyleyeyim yani hukukçu olarak hepimizin bildiği, herkesin yargıdan beklediği bir ülkedeki yargılamaların, kararların adil olması kadar adil görünmesini de sağlamak lazım. Dolayısıyla ortak aklın bu konuda muhakkak aranması gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkanım, bir husus var: Hukuk politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Muharrem Erkek başka bir toplantıya gidecek. Dolayısıyla arkadaşlarımızdan bir itiraz gelmez ise özellikle diğer Komisyon üyelerinden önce de görüşünü alıp başka bir yere gitmesi lazım, bir kısa değerlendirme imkânı tanırsanız seviniriz.