KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım, Sayın Yükseköğretim Kurulu Başkanım, değerli bürokratlarımız, basınımızın değerli temsilcileri; bugün bütçe görüşmelerinde gündemimizde olan Bakanlığımız, aslında birini diğerinden ayırmak istemem ama ülkemizin geleceği, aydınlık geleceğimiz adına en önemli ve üzerinde çok hassasiyetle, dikkatle durmamız ve muhalefetin dediği doğrulara da dikkat ederek, değer vererek, gerekiyorsa yaptığımız iş ve işlemlerde ve planlama süreçlerimizde gereken değişiklikleri de sadece doğruyu ve gerçeği bulmak adına dikkatle davranmamız gereken bir Bakanlığımız. O nedenle böylesi kutsal bir görev yapan, eğitim görevi yapan başta Sayın Bakan, bütün bürokratlar, bütün öğretmenlerimiz, bütün eğitim emekçileri olmak üzere gerek ilköğretim, ortaöğretim, lise gerekse yükseköğretimde görev yapan tüm eğitmenlerimize ve eğitim emekçilerine baştan şükranlarımı sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, öğrenme bir süreç, doğal olarak da bir amacı var bu sürecin. Bireyin gelişimi, bireyin topluma, insanlığa yarayışlı birey olması ve toplumu toplum yapan değerler manzumesinde bireyin aydın, çağdaş ve nitelikli bir birey olabilmesi adına gerçekleştirilen bir süreç ve devletin de bu süreci bu amaca yönelik en uygun koşullarda sağlaması gerekiyor. Bu koşullar aslında Millî Eğitim Temel Kanunu'nda çok temel genel amaçlar dizesi içerisinde belirtilmiş. Bunu okumak istemiyorum zaman alacak diye ama bu genel amaçlara tam anlamıyla uyabiliyor muyuz, uyamıyor muyuz, biraz bunu da konuşmamın içeriğinde ifade etmek isterim.

Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığımızın bütçesinin 177 milyar 605 milyon 504 bin olduğunu biliyoruz ve bunun merkezi yönetim bütçesi içerisinde yüzde 16,2 oranında teşkil ettiğini de biliyoruz. Gayrisafi yurt içi hasılada ise oransal değeri yüzde 2,6'ya düşüyor. Bakın, OECD ortalaması yüzde 6, OECD üyesi ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılalarının da ortalama yüzde 6'sı, bizde yüzde 2,56. Yani böylesi kutsal, böylesi önem arz ettiğimiz, önem yüklediğimiz kurumun bütçesinin, bu da gösteriyor ki, en azından OECD ortalamasına gelebilmemiz adına, gayrisafi yurt içi hasıladaki oranının en az 2 katına çıkması gerekiyor.

Ben eminim, Sayın Bakan, Sayın YÖK Başkanı, bürokratlarımız, mevcut bütçenin çok daha üzerinde olmasını temenni ediyorlar, buna göre bir hazırlık yapıyorlar ama kısıtlama, sınırlar, öncelikler... İşte ben de diyorum ki: Merkezî yönetim bütçemizin öncelikleri belirlenirken eğitime daha öncelik verilmesi, gerekiyorsa buradan asla kısılmaması gerekiyor.

Bakın, ödenek üstü harcama var 2018'de 32 milyar lira. Bu ne demek? Bu yanlıştır demiyorum. Ödenek üstü harcamanın yapılması iyi bir şey, demek ki ihtiyaç duyuldu ve ödenek üstü harcama kondu ama demek ki planlama yapılırken öyle bir kısmışız ki Millî Eğitimi, ödenek üstü harcamayla 32 milyara ihtiyaç duyulmuş. Kısmayalım, sınırlandırmayalım, bundan tasarruf etmeyelim. Eğitimden tasarruf olmaz, olmamalıdır. O nedenle, bunu özellikle belirtmek istiyorum.

Tabii, eğitime bütçeden ayrılan payın sürekli gerileme içerisinde olduğunu da söylemek lazım bunun yanında, 2018'de yüzde 17,66 iken 2020'de yüzde 16,1'e düşmüş.

SALİH CORA (Trabzon) - Yıllarca en fazla pay...

BAŞKAN - Ya lütfen Sayın Cora!

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Biraz sabrederseniz... Ben sataşarak konuşmuyorum. Ben sizin de ortak fikirde olmanız dileğiyle konuşuyorum Sayın Cora.

BAŞKAN - Buyurun, buyurun... Devam edin.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Yani söylediğim rakamlar gerçek rakamlar. Bunları da çarpıtarak söylemenin bir anlamı yok.

Eğitim yatırımlarına ayrılan kaynak 2002'de yüzde 17,8 iken 2020'de -geldiğimiz nokta-yüzde 4,65; eğitim yatırımlarına ayrılan kaynak. Yani yüzde 17-18'lerden yüzde 4,5'lara. Dolayısıyla yatırımların gayrisafi yurt içi hasıladaki payı ise 2018'deki, bir önceki yıl yüzde 0,21'ken 2020'de yüzde 0,12. Yatırımı gittikçe kısıyoruz, kısıyoruz.

Şunu diyebilirsiniz: Artık eğitimde yatırıma ihtiyacımız yok. On numara, dört dörtlük, hiçbir ihtiyaç kalmadığı için yatırımdan tasarruf ediyoruz. Böyle mi gerçekten? Buna inanıyor muyuz? Böyle olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Tabii, YÖK'ün payı da azalıyor, 2020'de yüzde 0,73'e düşmüş durumda.

Şimdi, tabii, eğitimde ilk, orta, lise, YÖK hangi alanda, hangi yaş grubunda olursa olsun nicel ve nitelik yetersizlik olduğunu ve bunun devam etmekte olduğunu da görmek lazım.

Nitelik açısından: Sayın YÖK Başkanımız "Öğretim üyesi sayısından çok iyiyiz." dedi ama. Ben de bir akademisyenim, üniversiteden ayrılarak buralarda bulunan bir meslektaşınızım. Ama akademik başarının sadece nicel ve öğretim üyesi sayısıyla belirlenemeyeceğini, ortaya konamayacağını da gayet iyi biliyoruz. Burada öğretim üyesi başına düşen araştırma sayısı, yurt dışı endekslere giren yayın sayısı, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı gibi verilerin kıyaslamasıyla bu başarıyı ortaya koymanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Tabii, Yükseköğretim Kalite Kurulunun bu konudaki çalışmalarını da dikkatle, takdirle izliyorum. Diliyorum Kurulun çalışmaları bu başarıyı bize sağlar.

Ama PISA verileri bakarsak, PISA verilerinin ne olduğunu da hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bu verilere baktığımızda OECD ülkeleri ortalamaları 2015 -daha henüz 2019 raporu yayınlanmadığı için 2015 verileri üzerinden konuşuyoruz. 2019'da dilerim bunlar daha iyi bir noktaya gelmiştir- 72 ülke arasında matematik alanında 49'uncu sıradayız, okuma alanında 50'nci sırada, bilim alanında 52'nci sıradayız. Dolayısıyla burada bu verilere göre nitelikten bahsetmek de pek mümkün değil, arzu ettiğimiz nitelikten bahsetmek pek mümkün değil.

Millî Eğitim Bakanlığının bu ABİDE... 8'inci sınıf öğrencilerinin örneğin yüzde 16'sının daha 4 işlem yapamıyor olduğu Bakanlığın kendi raporunda, yaptığı çalışmada ortaya konmuş.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bunun çeşitli sebepleri var. Yani bir kere üniversitelerin idari ve mali özerkliğinin esas olması, baskıya üniversitelerde son verilmesi, üniversitede öğretim üyeleri ve öğrencilerin aydın birey olarak yetişebilmesinin önünün sınırsınız, sonsuz açılabilmesi, fikir özgürlüğünün mutlak olması, bilimsel bilgi ve teknolojiyi üreten üretim merkezleri olması gerekiyor ama fikir beyan eden barış akademisyenleri hakkında yapılan işlemler ne yazık ki bu konuda üniversitelerde... Bunun sadece barış akademisyenlerinin şahıslarıyla ilgili olmadığını, üniversitelerin tümünde öğretim üyeleri üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu ve bu bahsettiğim özgürlüklere yönelik otosansür, otokısıtlama getirdiğini de görmek, bilmek gerekiyor.

Tabii, değerli arkadaşlar, biz ülke olarak gelişmek istiyoruz, büyümek istiyoruz, üreterek büyümek istiyoruz. Bu üretimi, başkalarından lisans alarak, başkalarının patentlerini alarak, başkalarının fikrî mülkiyet haklarını kullanarak değil, kendimiz üreterek, AR-GE yaparak, araştırma geliştirmeyle, patent ve fikrî mülkiyet hakları geliştirerek ulusal ve uluslararası düzeyde yapmamız gerekiyor ama hâlen daha 0,96 hedef koyuyoruz AR-GE yatırımlarında gayrisafi yurt içi hasıladan pay olarak.

OECD ortalaması 2,4; Avrupa 28, ortalaması yüzde 2. Buraya gelmeden önce tekrar teyit ettim, baktım. İsrail ile Kore yüzde 4,5 ayırıyor değerli arkadaşlar. Kore'nin bugün bulunduğu ekonomik durum şans eseri değil, tesadüf değil. Amerika Birleşik Devletleri yüzde 2,8; biz gayrisafi yurt içi hasılada 0,96'yı hedef koyuyoruz. Yani 2020-21'de yüzde 1; 1,1'e doğru ancak varacağız.

Değerli arkadaşlar, AR-GE'ye çok kaynak aktaralım. Sayın Bakanım, Sayın YÖK Başkanım, daha çok kaynak aktaralım, bütçeye koyalım, imkânlarımızı bu yönde zorlayalım çünkü ancak bu sayede biz, yüksek teknolojik ürün, katma değeri yüksek ürün üretebilir, inovasyon yapabilir ve Hükûmetin çok sıklıkla kullandığı, bizim de tabii ki bu ifadelerden mutlu olduğumuz "millî ve yerli" olabilmek adına biz kendi AR-GE'mizi de, kendi patentimizi, kendi fikrî mülkiyet haklarımızı üretebilelim.

Şimdi, eğitim sürecinin, öğrenim sürecinin... Öğretim kelimesinin de ben kabul etmiyorum siz ne derseniz deyin. Öğretmek diye bir şey yoktur aslında. Birey öğrenir, sürecin kendisi öğrenmektir. Öğrenmek istemezse siz ne kadar anlatırsanız anlatın o süreç başarılı olmaz. Dolayısıyla bireyin, öğrencinin öğrenim isteği ve arzusunda olması ve koşulların da buna uygun olması gerekiyor ki eğitim ortamı, fiziki koşullar, öğretmen niteliği, öğretmenin kalitesi ve içerik tabii ki bu anlamda önem kazanıyor.

Peki, öğretim ortamı, başta öğretmen olmak üzere kalitesi doğru mudur, yeterli midir? Bakın, öğretmen kalitesiyle ilgili bir veri var. Bu araştırmada ben bunu çok önemsedim, hemen sizlerle paylaşmak istiyorum. Matematik başarısı yüksek olanların öğretmenlikten ziyade başka meslekleri arzuladıkları ortaya çıkmış. PISA sonuçlarına göre pek çok ülkedeki 15 yaşındaki öğrencilere "Gelecekte öğretmen olmak ister misin?" diye sorulduğunda, matematik başarısı yüksek olan çocukların öğretmenliği, diğer ülkelerde bizden daha çok istediği ama bizde düşük kaldığı, dolayısıyla başka bir meslek seçmek isteyenlerden 40,1 puan düşük olduğu, sıralamada Türkiye'nin diğer ülkelerin çok gerisinde olduğunu görüyoruz. Yani öğretmen olmak isteyen çocuk sayımız, başarılı çocuklarımız maalesef gittikçe azalıyor.

Tabii, öğretmen olmanın, bunu arzu etmenin koşullarını da yerine getirmek gerekiyor. Örneğin öğretmenin maaşı, toplumdaki saygınlığı, toplumdaki yeri önemli ki özlük haklarını, öğretmen maaşlarının OECD ortalamasının yarısından daha az olduğunu, OECD ortalamasının yüzde 48,7'si düzeyinde olduğunu da biliyoruz.

Tabii, bir yandan öğretmen ihtiyacı, branş öğretmenlerinde değil sınıf öğretmenlerinde ve doğu-batı arasında veya okullaşma anlamında, eğitimde fırsat eşitliği konusunda gerçekten bir eşitsizliği de görmek lazım ki öğretmenlerin 3600 ek gösterge talebini bilmek lazım. Atanamayan öğretmenlerin 2002'de 68 bin iken bugün 700 bine ulaştığını ve bunun hâlen bir sorun olduğunu ve 2020 bütçesinde bu anlamda bütçe rakamlarına baktığımızda bu atanamayan öğretmenlere müjde verecek, onları umutlandıracak bir bütçe olmadığını da görmek lazım. Oysa ki taşımalı eğitim ile birleştirilmiş eğitimden, sınıf uygulamalarından vazgeçilmesi ve atama bekleyen en az 200 bin öğretmenin bu anlamda istihdamının sağlanması da bu öğretim kalitesi açısından önemli. Okul öncesi eğitimde de okullaşma oranı düşük. OECD raporuna göre Türkiye 42 ülke arasında en sonda yer alan Suudi Arabistan'ın bir üzerinde yer alıyor, bir çabanın devam etmesi gerekiyor. Bakın, öğretmen maaşları ortalamada vaizlerden daha düşük, vaizden daha düşük öğretmen maaşına sahibiz şu anda. Bu ülkede, Atatürk'ün o veciz sözü, milletvekili maaşının öğretmen maaşından daha yüksek olmaması gerektiği konusundaki dileğini dikkate aldığımızda ne durumda olduğumuzu görüyoruz.

Tabii, gittikçe özel alana kayıyor aynı zamanda eğitim, öğretim. Devlet okulları arasında eğitim kalitesi eşitsizliği, bölgesel farklılıklar, velilerin özel okullara yönlendirilmesi, Millî Eğitim Bakanlığının da bu konudaki politikasının bu noktada olması dikkate değer, dikkat çeken bir konu.

Değerli arkadaşlar, engelli çocukların eğitime erişimi de çok düşük.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Kâtip Şirin Ünal geçti)

BAŞKAN - Ek süre verdim, tamamlayalım Sayın Sındır.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Teşekkür ediyorum.

0-18 yaş arası 600 bin engelli çocuğun yüzde 3,4'ü ancak bu eğitime erişebiliyor. Çocuk işçiliği sorununu gayet iyi biliyoruz, bunun temel nedeninin çocukların okula devam durumunun takip edilmesi, denetlenmesi ve çocukların okullara kayıtlanmalarının dikkatli bir şekilde takip edilmesi, denetlenmesi çok önemli.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde Suriyeli mülteciler var, biliyoruz, misafirlerimiz, başımızın tacı. Bir lokmamızı kendileriyle paylaşmayı bilen, bu kültüre sahip bir milletiz bu ülkede ama hâlen, Ekim 2018 itibarıyla eğitime erişemeyen 405.906 Suriyeli çocuk var, 1 milyon 47 bin 537 Suriyeli çocuğun 405.906'sı henüz eğitime erişemiyor. Onları da bu anlamda düşünmemiz gerekiyor.

(Oturum Başkanlığına Başkan Lütfi Elvan geçti)

BAŞKAN - Lütfen Sayın Sındır, tamamlayalım.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Toparlıyorum, eksiğim kalmasın diye şöyle bir göz gezdiriyorum.

Sayın Başkanım, burada söylemek istediğim bir mesele de okulların fiziki durumları. Tabii, bu FATİH Projesi, arkadaşlarımız bu konuya daha detaylı girecekler ama belediye başkanlığı da yapmış bir kişi olarak gayet iyi biliyorum, eşim de benim emekli öğretmendir, sınıf öğretmenidir, ikimiz de eğiticiydik. Okulunda ve birçok okulda, İzmir'de, Bornova da dâhil olmak üzere İzmir'de Bornova'da hâlen daha ikili eğitim yapılıyor, onu da söyleyeyim ama boyası, badanası gibi imkânlara maddi kaynak bulamıyor okullar, velilere dönüyorlar veya belediyelere dönüyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlayalım efendim.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Bitiriyorum.

İşte "Okullar Hayat Olsun" diye bir proje uygulaması başlatıldı, hâlen devam ediyor mu bilmiyorum ama o proje çerçevesinde Orman Genel Müdürlüğünden ağaç, işte belediyelerden de boya, badana ve işçilik desteği bekleniyor. Bu, tabii çok dağınık bir düzen getiriyor. Yapılacaksa Millî Eğitim Bakanlığı okulların bütün fiziki yapılarını, her şeyiyle belediyelere devretsin. Belediyeler de buna göre ödenek alsın ve bilsinler işlerini. Bu bir sorun, bu sorunun da en kısa sürede çözülmesi gerekir diye düşünüyorum.

Eğitimin salt öğretim ve öğrenim süreci olarak değil bireyin matematik, fizik, fen bilimleri dışında kültür, sanat, spor, müzik, vesaire gibi bireyin kendini gerçekleştirmesinde, bütünleştirmesinde, aydınlanma yolunda, kendini bütünleştirmesinde bu atölyelerin, bu çalışmaların da mutlaka desteklenmesi... İşte bu noktada yatırımın bütçeden daha yüksek pay alması gerekir diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Sayın Bakanım, tekrar bütçe hayırlı olsun diyorum, sizlere ve bütün Millî Eğitim camiasına, kutsal bir görev gören bütün öğretmenlerimize, bütün eğitim emekçilerimize şahsınızda, Yükseköğretim Kurulumuz da dâhil olmak üzere başarılar diliyoruz.