KOMİSYON KONUŞMASI

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli bürokratlar, Komisyon üyeleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir iki noktanın altını çizerek başlamak istiyorum. Gerçekten, tabii, Sayın Bakan, burada bütçe hakkındaki görüşlerini ifade ettiler kameralar önünde, bu iyi bir şey. Fakat yürütmenin bu alandaki sözcüsünün halka konuşabilmesi ama ondan sonra kameraların, hele hele Mecliste yaptığımız bir görüşmede milletvekilleri konuşurken yani halkın iradesi konuşurken... (Gürültüler)

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen, müdahale yok. Gerekirse ben yaparım müdahaleyi.

Buyurun.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Bu, doğru bir şey değil; bu, kınanması gereken bir durum. En nihayetinde halkın parasını bütçelendiriyoruz, vergiler alınıyor. Dolayısıyla halkın da kendi vergileriyle ne yapıldığını bilmesinin hakkı vardır. Hangi grup ne diyor, bunun halka açık olması, bütçenin transparan olması lazım. Bu açıdan doğru değil.

İkincisi: Ünal Bey de söyledi, sizin yakın zamanda da basında bir açıklamanız oldu. Yakın dönemde size dair bazı iddialar gündeme geldi. En nihayetinde bütçe tartışıyoruz. Bakan olarak da bu konuya, bu Komisyonun huzurunda da bir açıklık getirmeniz iyi olur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu benim katıldığım 5'inci bütçe görüşmesi. Sürekli olarak her sene bütçede belli bir artış öngörüyoruz fakat şu beş yıldır benim gözlemim, bizim bütçemiz arttığı oranda Türkiye'nin dış politikasında genel anlamda bir gerileme, bir izolasyon olduğunu düşünüyoruz. Tabii, burada suçladığımız Dışişleri Bakanlığı değil, Türkiye'nin genel politikasına dair birçok yanlış var ve bu yanlışların diplomatik anlamda çok fazla savunulabileceğini düşünmüyoruz.

Ben bütçenin teknik detaylarına çok fazla girmeden mümkün mertebe genel siyasi durum ile Türkiye'nin temel gündemi olan dış politika gündemleriyle ilgili fikirlerimi paylaşacağım.

Oraya da geçmeden şunu da ifade edelim: Türkiye'de bir kurumsal dış politikadan ikili ilişkilere dayalı transaksiyonel bir dış politikaya doğru bir geçiş var. Gerçekten artık hem alay konusu olmaya başladı. Mesela, bir damatlar diplomasisi var ABD'yle olan ilişkilerde. Berat Bey ile Trump'ın damadı yani bu ilginç bir durum, çok tartışılıyor. Türkiye'de belki siz bunları görmüyorsunuz ama uluslararası kamuoyu bunları çok ciddi şekilde tartışıyor. Yani kurumsal bir perspektiften yoksun, lobicilikle, şahsi ilişkilerle ya da işte Başkanla, 2 Başkan arasındaki telefon görüşmeleriyle iş kotarmaya çalışan bir dış politika durumu. Yani hasbelkader Trump'a veyahut da damadına bir şey olursa Amerika Birleşik Devletleri'yle politika üretebileceğiniz neredeyse zemin kalmamış. Senato orada yok, işte, Temsilciler Meclisi yok gibi gibi. Dolayısıyla böyle çok ilginç, şahısların ön plana geçtiği bir dış politika geleneği oluşuyor gibi.

İkinci bir durum: Yine Ünal Bey de değindi, bu Dışişleri Bakanlığının genel kadro yapısıyla ilgili bir durum. Arkadaşlar, siyasetten dökülen ne kadar insan varsa ha bire oraya buraya elçi diye atanıyor. Yani en son Egemen Bağış herkesin gözünün içine sokula sokula Prag Büyükelçiliğine atandı. İlginç bir durum. Yani bazen gerçekten şöyle düşünüyoruz, samimiyetle söylüyorum; yani bilerek, böyle ısrarla... Bakın "Siz ne yaparsanız yapın biz kendi insanlarımıza sahip çıkıyoruz." diye mi yapılıyor bunlar, yoksa çok dehşetengiz dış politika yetenekleri mi var bu insanların, bilmiyoruz. Benim bilebildiğim, bana gelen notlar kadarıyla daha önce AK PARTİ'de milletvekilliği yapmış ya da AK PARTİ'de danışmanlık yapmış ya da iktidara yakın kurumlarda çalışmış ama dış politika geçmişi olmayan en az 16 büyükelçimiz var. Yanlış olabilir, 13 olabilir, 15 olabilir ama bu, ciddi anlamda -tırnak içinde söylüyorum- o şahısların şahsiyetleriyle ilgili bir şey değil ama bu kurumsal anlamda bir yozlaşmaya çok ciddi kapı açmış durumda.

Bu konuları belirttikten sonra şunu söyleyelim: Tabii, Sayın Bakan burada düşüncelerini ifade ettiler. Görebildiğimiz şu: Türkiye son derece aktif, girişimci, insani dış politikayı önceleyerek her tarafta tam saha pres uygulamaya çalışıyor. Vallahi yani Sayın Bakanın çok çalıştığını defalarca söyledik. Gerçekten yani çok yoğun çalışılıyor fakat bu çalışma yanlış politikalarla, yanlış belirtilen politikalarla ilgili olduğu için çok sonuç almıyor. Size birkaç tane örnek vereyim. Mesela, Sayın Bakan uluslararası platformlarda çok ciddi anlamda destek alındığını, Türkiye'nin çok fazla itibar kazandığını filan söylüyor da... Temsilciler Meclisinde geçen bu yasalar, doğru, son derece güncel politik durumla ilgili kararlar aldılar orada fakat 403'e karşı 15 oy; bu kadar lobi çalışmasının yapıldığı, bu kadar paranın akıtıldığı, bu kadar bire bir görüşmelerin yapıldığı bir noktada üzerinde oturulup düşünülmesi gereken bir şey.

Başka bir örnek vereyim: Avrupa Parlamentosunun bu seneki raporunu biliyorsunuz; yanlış hatırlamıyorsam 370'e 108-109 gibi bir oyla geçti; Türkiye'nin üyeliğinin askıya alınması, müzakerelerin durdurulması gibi birçok yaptırımı öngören bir rapordu. Avrupa'daki algı tamamen değişmiş; on yıl önce böyle bir durum yoktu, oylamalar bunun tersineydi, tam tersineydi.

Bir örnek daha vereyim: Geçen gün Parlamentolararası Birlikte bu Suriye meselesiyle ilgili Türk delegasyonunun da bir önergesi oldu Fransa'nın karşı önergesine karşı olarak; oylama yapıldı, sayılar: 670 küsura 77. Şimdi "Ya, bunlar çok önemli değil, bunlar yok hükmündedir." diyebilirsiniz; değil, uluslararası kamuoyu, uluslararası algı meselesidir.

Ben "Parlamentolararası Birlikte Türkiye'ye kim oy vermiş?" diye baktım; Pakistan, Azerbaycan, Nijerya ve 1 oy da Şili'den gelmiş, kim bilmiyorum ama durum bu. 180 civarı üye ülke var; Katar bile çekimser kalmış, Rusya çekimser kalmış. Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan; bunların hiçbirisi topa girmemiş Suriye meselesiyle ilgili, bizim HDP olarak "işgal" olarak tariflediğimiz bu durumla ilgili. Tamamen bir diplomatik yalnızlık, kuşatılmışlık söz konusu.

Şimdi, buna şöyle cevap verebilirsiniz: "Efendim, bütün dünya Türkiye'nin büyük olmasını engellemek istiyor, mesele bu." Fakat arkadaşlar, on yıl önce bütün dünya Türkiye'nin büyümesini engellemek istemiyor muydu? Yani ne oldu, ne değişti? Dolayısıyla, dış politikada gerçekten çok samimiyetle, belki kapalı oturumlarda bir öz eleştiri sürecinin yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Zamanım da çok fazla kalmadı. Şimdi, özellikle Suriye'yle ilgili birkaç tane mesele var, Sayın Bakana da bu konuda sorularımız olacak.

Birincisi: Sayın Bakan, biliyorsunuz, bu "güvenli bölge" meselesi tartışmasında sürekli olarak "Suriye'de 30 kilometre talep ediyoruz, bütün sınırlardan 30 kilometre uzak tutacağız..." Yani, bu PYD-YPG vesaire, Suriye Demokratik Güçlerinin sınırın 30 kilometre ötesine çekilmesi... Hoş, 30 kilometre çekildikleri zaman sanki komşu olmuyorlar, başka bir şey oluyorlar; öyle ilginç bir durum da var. Fakat Sayın Bakan, şu an bu ciddi tartışılıyor, soruluyor: 30 kilometrelik alan istiyorsunuz; Bağdadi Türkiye'ye 5 kilometre mesafede öldürülüyor, IŞİD'in 2 numarası Cerablus'ta öldürülüyor yani hemen Türkiye sınırının dibinde; 2017'den bu yana Türkiye'nin hâkimiyetinde, denetiminde, istihbaratının gözetiminde olan bölgelerde bu tür meseleler oluyor. Bağdadi ailesinden çok fazla sayıda insan Türkiye'de, bunlar son dönemlerde tutuklanmaya başlandı, vesaire filan. Bu meseleye Dışişleri... Eminim size de çok fazla soru gelecektir bu noktada. Ya istihbarat hiç işini yapmıyor, bilmiyor veyahut da biliyorlar, göz yumuyorlar ama orada çok ciddi bir sıkıntı olduğunu düşünüyoruz, buna açıklık getirilmesi lazım.

Şimdi, bu tekil durumlardan sonra, ben bu konuşmanın kalan kısmında Suriye meselesiyle ilgili fikirlerimizi paylaşmak istiyorum arkadaşlar.

Bakın, daha önce Mecliste ifade ettim: Bu, Baba Esad'ın, Hafız Esad'ın Arap Kemeri politikası Sayın Bakan; 1970'lerde, biliyorsunuz. Bu da Cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletlerde gösterdiği tablo, harita. Burada çok ciddi, tuhaf bir benzerlik söz konusu. Hakkını yemeyelim, Hafız Esad "30 kilometre" dememiş, 10-15 kilometreyle yetinmiş, "440 kilometre değil, işte, 350 kilometrede falan tutalım..." Bu, Hafız Esad'ın Arap Kemeri politikası: "Kürtleri sınır bölgelerinden uzaklaştıralım ama oraya değişik yerlerden Arapları getirelim, yerleştirelim." Bir etnik mühendislik, bir savaş suçu, bir demografik mühendislik meselesi; Arap milliyetçiliğinin bir projesi olarak bunu uygulamışlar. Şimdi, elli yıl sonra Türkiye, Hafız Esad'ın tam olarak gerçekleştiremediği politikayı yürütmeye çalışıyor.

Sayın Bakan, tabii ki Türkiye'de üç dört yıldır ne yaparsanız yapın, hangi saldırganlık olursa olsun halka karşı, dışarıya karşı sürekli "Biz terörle mücadele ediyoruz." gerekçe bu. İnanın hiç kimse inanmıyor buna, hiçbir uluslararası platformda, total "Terörle mücadele ediyoruz. Onun için her tarafa giriyoruz, saldırıyoruz." kimse buna inanmıyor. Türkiye'nin güvenlik kaygıları yok mu? Var. Hiç kimse bunun aksini söyleyemez. Türkiye'nin güvenlik kaygıları var. Bakın, Orta Doğu'da Libya'dan tutun Irak'a kadar her taraf patlıyor, bir türlü istikrar bulamıyor. Irak'taki durumu görüyoruz. Şu an Lübnan patlıyor, Suriye'de 500 bin insan ölmüş, 10 milyondan fazla insan göç etmek zorunda kalmış. E, hâliyle Orta Doğu'daki bu çalkantılar, bu altüst oluşlar bu ülke için de çok ciddi güvenlik sıkıntıları ortaya çıkaracaktır. Fakat bizim ayrıştığımız temel nokta, bu güvenlik meseleleriyle nasıl ilgileneceğiz, biz bunları nasıl çözeceğiz, bu konuda taban tabana zıt gidiyoruz. Bir örnek vereyim size: Bakın, Türkiye'nin Suriye'de iki yönlü politikası vardı, Esad gidecekti ve Kürtler herhangi bir siyasal statü almayacaktı. Şu Suriye'de savaştan arta kalan ne kadar çeteci, çapulcu insan varsa Millî Suriye Ordusu olarak örgütlendirildi. Sayın Bakanım, "millî" kavramından kastettiğiniz eğer buysa biz HDP olarak hiçbir o zaman o "millî" kavramının içinde yer almayacağız. Eğer bu sivilleri ellerinden ayaklarından bağlayıp kurşun sıkan... Arkadaşlar, bir fotoğraf göstereceğim, lütfen kameraya çekmeyin, rica ediyorum, eğer kamera varsa kapatılsın, bu tür fotoğrafları göstermek çok hoş değil, duygularınıza da hitap etmek istemiyorum burada. Bir noktaya işaret etmek istiyorum. Sayın Bakan, hani bu fosfor gazıyla yakıldığı iddia edilen çocuk. Bunun fotoğrafı, yüzlercesi var. Her savaş... Savaş olduğu zaman insanlar ölür, sivil de ölür. Öyle Mecliste konuştuk, kimse dinlemedi. Savaş olduğu zaman bomba sormuyor ki, yerleşim yerlerinde savaş oluyor, siviller ölecek tabii. Ne olacak yani, ne bekliyorsunuz?

Yalnız, bakın, bir işgal girişimi oldu, hâlâ devam ediyor. Bunun ismine "fetih" dediler.

MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sen anlamazsın onu.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Geliyorum.

"Fetih" denildi buna, Fetih Suresi okundu camilerde vesaire Fetih Suresi okundu değil mi?

SALİH CORA (Trabzon) - Bir işin sorunsuz halledilmesi için okundu.

(Oturum Başkanlığına Başkan Lütfi Elvan geçti)

BAŞKAN - Müsaade edin arkadaşlar, müsaade edin.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Ya, arkadaşlar, birazdan cevap vereceksiniz, lütfen... Sözcüleriniz var.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Fetih duaları okundu.

SALİH CORA (Trabzon) - Siz bunun anlamını bilmiyorsunuz ama.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Ya, Fetih'le gittiniz Tevbe Suresiyle geleceksiniz, o ayrı.

Bakın, ilginç bir şey var: "Muhammed'in ordusu kafirlere karşı mücadeleye gitti." dendi. Değil mi? Bakın, Serekaniye'den gelen görüntüler var, orada gidip o evleri yağmalayanlar, yakanlar aynen şöyle diyorlar: "Domuzlara, kafirlere ölüm.' diye giriyorlar malları yağmalıyorlar." Yalnız, ilginç bir şey var, bu çocuğun resmini boşuna göstermedim. Şu an tedavi altına alınmış bu çocuk. "Muhammed'in ordusu" diye gönderilen o çeteler... Bu çocuğun adı Muhammed, gerçek adı Muhammed. Orta Doğu coğrafyasında, bunu defalarca dile getirdik, sınırın o tarafında da bu tarafında ölenler birbirinden kültürel olarak çok farklı insanlar falan değil, Agop da olabilirdi, başka bir şey de olabilirdi ismi mesele değil ama en nihayetinde... Bakın, siz, Sayın Bakan, öyle diyorsunuz "Biz sahada güçlü olduğumuz için biz masada da güçlüyüz." Sayın Bakan, o kadar inkâr edilen Kürt meselesi ilk defa bölgesel ve küresel bir karakter kazanmış durumda. Kürtler sizin tahmin edemediğiniz kadar birleşmiş durumda ve bana sorarsanız Orta Doğu'da genel anlamda Kürt meselesinin çözüm koşulları tam da Türkiye'nin bu girişimleriyle daha fazla olgunlaşıyor fakat bir taraftan da maalesef çok karmaşıklaşıyor çünkü artık Orta Doğu'da kocaman bir Kürt meselesi var, Türkiye bunun parçası, uluslararası ve bölgesel aktörlerin hepsi Kürt meselesinin içerisine müdahil olduğu için her geçen gün daha çözülmez bir hâle geliyor. Artık Kürt meselesini çözmek için Amerika, Rusya, Fransa, Suud, Körfez, herkesle ilgilenmek durumundasınız.

Biz şunu söylüyoruz kıymetli arkadaşlar, meseleyi Suriye'de ya da Moskova'da ya da Washington'da çözemeyeceksiniz. Türkiye'nin kaçamayacağı çok yakıcı, çok büyük bir sorun var, yüz yıllık bir sorun, adı Kürt meselesi...

BAŞKAN - Lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Bunu inkâr ederek buna dair pozitif bir ajanda getirmeden, ortaya çıkarmadan Sayın Bakan, Türkiye'nin mesafe alması, Türkiye'de yaşayan halkların huzura, istikrara kavuşması mümkün değildir. Bakın, Rusya'yla olan ilişkilerin temel belirleyeni Kürt meselesidir çünkü Amerika'dan istediğini alamayan Türkiye ha bire Moskova'yla birlikte iş tutarak Kürtlerin Suriye'de siyasi statü elde etmesini engellemeye çalışıyor. Aynı şekilde Amerika'yla ilişkilerin bu kadar gerilmesinin sebebi, doğrudur, Amerika'nın YPG'ye verdiği destektir.

Biz ilk günden beri şunu söylüyoruz: Siz Suriye'deki 2-3 milyon Kürt'le kavga edeceğinize Türkiye'de 20 milyon Kürt var. Bu insanlarla oturup sorunları demokratik bir şekilde müzakere edip çözerseniz, işte kayyum atamaktan ziyade o belediye başkanlarıyla görüşürseniz, işte Selahattin Demirtaş'ı hapsetmek yerine onlarla görüşüp bu meseleleri çözerseniz, Türkiye'nin dışarıya müdahale etmesinin çok bir gerekçesi kalmaz. Dolayısıyla, Kürtlerle kavga eden bir Türkiye'nin Orta Doğu'da istikrarlı olması, ilerlemesi mümkün değildir.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Terörle mücadele ediyoruz. Kürtler bizim kardeşimiz. Kürtlerle kavga eden PKK.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Siz de Kürt değilsiniz bir defa.

BAŞKAN - Arkadaşlar, lüften...

Tamamlayınız lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Tamam, bitiriyorum arkadaşlar.

Tabii, bunu bir de Kürtlere sormak lazım.

Bizim düşüncemiz Türkiye Cumhuriyeti devletinin hem küresel hem de Orta Doğu'daki politikalarını değiştirmesi, buna da Kürt meselesinin içerideki çözümünden başlaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu, inanın birçok noktada hem Türkiye'nin önünü açacak hem de Türkiye'de yaşayan halkların umut ettiği, beklediği, o demokratik barışçıl düzen için bir adım olacaktır.

Teşekkür ediyorum.