| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278 ) ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ve Sayıştay tezkereleri a)Dışişleri Bakanlığı b)Avrupa Birliği Başkanlığı c)Avrupa Birliği Bakanlığı ç)Türk Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 18 .11.2019 |
İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, saygıdeğer milletvekilleri ve Dışişleri Bakanlığımızın kıymetli çalışanları; geçmişten gelen sorunlar ve ilave güncel gelişmelerle birlikte hareketli ve hararetli bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Küresel rekabetin giderek daha fazla çok kutuplu bir hâl almaya başladığı böylesi önemli bir dönemde gerek coğrafi gerekse siyasi olarak yaşanan hemen her önemli hadisenin ya da olayın merkezinde yer alıyoruz ya da oldukça yakınında bulunuyoruz. Suriye konusu bunun açık bir örneği olsa da Lübnan, Irak ve akabinde İran'a sıçrayan gösteriler, Körfez'de yaşanan gerilim ve yoğunluğu artmaya başlayan çatışmalar, ehemmiyet arz eden gündemlerle 2020 yılında da muhatap olacağımızı şimdiden işaret ediyor. Bu çerçevede bazı konu başlıklarındaki görüşlerimizi ifade etmek istiyorum.
Hâlihazırda var olan 462 bin kilometrekarelik Mavi Vatan sahamızın geniş bir kısmı Doğu Akdeniz'de yer alıyor. Son yıllarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, İsrail ve Mısır'ın başlattığı, zaman içerisinde Avrupa Birliğinin de dâhil olduğu kimi ülkelerin faaliyetlerinin kabul edilebilir ve meşru bir tarafı yoktur. Uluslararası hukuk, deniz hukuku ve diğer koşullar Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki haklılığını, yürütmüş olduğu arama, tarama ve sondaj faaliyetlerindeki meşruluğunu her yönüyle ortaya koyuyor. Bu anlamda ülkemizin Doğu Akdeniz'de kendi deniz sahamızda yapmış olduğu tüm faaliyetlerin arkasında olduğumuzu ifade etmek isterim. Zira Türkiye kendi deniz alanlarında kendi egemenlik haklarının gereğini yerine getiriyor. Benzer şekilde Kıbrıs Adası'nın durumu konusunda şekillendirilmeye çalışılan gündemi de dikkatle takip ediyoruz. Şimdiye kadar adadaki garantörlük konusunu tartışmaya atmaya açmak isteyen çevrelerin bugün gayrihukuki bir şekilde sadece Rum kesiminin hassasiyetle yaklaşımlarını dikkate alan ve böylelikle adaya müdahale zemini arayan çabaları beyhudedir. Kıbrıs Adası'nda söz sahibi olan üç garantör ülke vardır; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan haricinde adada tutum belirlemek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bu kapsamda özellikle Avrupa Birliğinin tavırlarının yersiz ve temelsiz olduğunu ifade etmek gerekiyor. Zira Avrupa Birliği Kıbrıs konusunda herhangi bir karar merci konumunda değildir, olamaz da. Yıllar evvel yanlış ve yine meşru olmayan bir şekilde Güney Kıbrıs Rum kesimini birliğe üye olarak kabul eden Avrupa Birliğinin hatası da işte bu nedenle en başından başlıyor. Gelinen aşamada ülkemizin Kıbrıs'ta var olan garantörlük haklarını kullanması, adanın sahip olduğu zenginlikleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve dolayısıyla Kıbrıs Türklüğünün de istifade edebileceği bir yaklaşımla koruma gayreti içerisinde olması önemlidir ve bu kararlılık sürdürülmelidir. Dolayısıyla, gerek kendi deniz alanlarımızda gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti deniz sahalarında süregelen arama, tarama ve sondaj faaliyetlerinin devam etmesi bu alanlardaki haklarımızı koruyacağımız konusunda tüm uluslararası çevrelere verilen bir kararlılık mesajı olması anlamında zorunlu bir durumdur, geri adım atmamız söz konusu olamayacaktır. Adada şimdiye kadar çözümsüzlükte direten tarafların ve sorunu yanlış kararlarla çıkmaz sokağa yöneltenlerin Türkiye'ye ders verecek hâlleri asla yoktur ama bu saatten sonra alacakları dersler elbette vardır. Hazımsızlığın ana kaynağı da belki de budur.
Doğu Akdeniz konusu gündeme gelmişken Libya'yla ilgili olarak ülkemizin, meşru hükûmetin yanında yer alan bir tutum izlemesi, böylelikle de doğru bir pozisyonda durmasının anlamlı olduğunu belirtmek gerekir. Ancak Doğu Akdeniz'de Türkiye karşıtı tutum takınan başta Fransa olmak üzere kimi ülkelerin baştan sona Türkiye karşıtı bir pozisyonda yer alarak Libya'da tesis edilmeye çalışılan huzur ve istikrara engel olma girişimlerine karşı da uyanık olunmalıdır. Zira Kıbrıs, Doğu Akdeniz'in nasıl ki kalbiyse, gelinen aşamada Libya, kimileri tarafında kurulmaya çalışılan karanlık oyunun son parçasıdır. Egemenlik haklarımız mevzubahis olduğunda bundan taviz verebileceğimizi kimse düşünmemelidir. İzlenen siyaset her anlamda bu algıyı güçlendirmelidir. Konu egemenliğimiz olduğunda hiç şüphesiz Meclisimizin de Hükûmetin yanında yer alan bir duruş sergilemesi ayrıca önemlidir.
Bu konu kuşkusuz ki Rusya'dan aldığınız S-400 uzun menzilli hava savunma sistemleri için de geçerlidir çünkü Türkiye kendi ihtiyaçları doğrultusunda bahse konu olan sistemlerin temini için ihaleye çıkmış, ancak ne yazık ki müttefikimiz olduğunu iddia eden hiçbir ülke beklediğimiz şartları karşılayamamıştır. Neticede karar verilmiş, üretim sağlanmış ve teslimatın ilk aşaması da tamamlanmıştır. Kullanıcı personelle ilgili eğitim faaliyetlerininse devam ettiği ifade edilmektedir. Böylesi bir süreç içerisinde hangi gerekçeyle ve ne için olursa olsun, bu sistemleri nerede ve nasıl kullanacağımız konusundaki var olan kararın sadece Türkiye'de olduğu unutulmamalıdır. S-400 meselesi bizim açımızdan ülke savunmasına katkı sağlayacak bir mevzu olduğu kadar, yapılan yorum ve alınan tutumlarla giderek ve daha fazla bir egemenlik meselesi hâline gelmiştir. Bu kapsamda, Amerika Birleşik Devletleri'yle sürdürülen ilişkilerin zorlu bir hâl aldığı, ancak yanlışların da yine Amerika Birleşik Devletleri'nden kaynaklandığı ve bunun kısa süreli bir zamanı kapsamadığını ifade etmek gerekir. Ne yazık ki NATO'da aynı çatı altında bulunup müttefik ülkeler olarak kabul ettiğimiz düzlemde ABD yönetimi, uzun yıllardan bu yana ülkemize verdiği taahhüt ve sözlerini tutmamış, iç siyasi koşulları münasebetiyle Türkiye'yle olan ilişkilerini yıpratacak aşamaya kadar gelinmesine sebep olmuştur. Suriye'de PKK/PYD terör örgütüne verilen destek, FETÖ terör örgütünün açıkça koruma altına alınması ve son olarak bazı yaptırımlar yoluyla Türkiye'yi tehdit etme cüreti ABD'ye hiçbir şey kazandırmayacaktır. Millî egemenlik haklarımız ve millî güvenlik kaygılarımıza saygı duymayıp hak vermeyen, böylelikle dostluğumuz ve dahi müttefikliğimizin kıymetini bilmeyenlerin, yokluğumuzun yaratacağı azabın da farkında olmaları gerekir. Türkiye, zorlu ve küresel açıdan önemli olarak değerlendirilen olaylardan birincil derecede ve belki de diğer ülkelerin hiçbirinin etkilenmediği kadar ciddi sınamalarla muhatap kalmışsa da 2019 yılında bize göre başarılı bir dış politika sürdürülmüştür. Bu kapsamda Sayın Bakanımıza ve Dışişleri Bakanlığının personeline teşekkür ediyorum.
Bununla birlikte, yine dünya genelinde algılamaların ve yaklaşımların yeniden her çevre nazarında güncelleştirmelere tabi tutulduğu dönemde biz de hiç kuşku yok ki "dost ülkeler" kavramının özellikle üzerine eğilme mecburiyeti taşıyoruz. Barış Pınarı Harekâtı sonrasında başta Türk Konseyine üye ve gözlemci ülkelerin Türkiye'ye verdiği desteği bundan sonrası için görmezden gelemeyiz, mutlaka bu değerin karşılığını da verebilmeliyiz. Dışişleri Bakanlığımızın başlatılacağını ilan ettiği "Asya açılımı" kapsamında Türk dünyasını bu çerçevede merkeze alan bir yaklaşımla değerlendirmesini temenni ediyoruz. Açıkçası bu konuyla ilgili, Bakanlığımızın da görüşünü yeri gelmişken heyetle paylaşmasını bekliyoruz.
Sayın Genel Başkanımızın da daha önce ifade buyurduğu gibi, gerekirse Türkiye bu koşullarda yeni bir dünya kurup orada yerini almasını da bilecektir. Tarihin coğrafyaya dar gelmeye başladığı ve suni olan yapılanmaların yıkılmaya yüz tuttuğu böylesine önemli bir dönemde, geçmişte edindiğimiz başarıları yine yapabileceğimiz akıllardan çıkarılmamalıdır. Yeter ki inanalım, yeter ki millî birlik ve beraberliğimizin kıymetini bilelim ve potansiyelimizi doğru kullanalım. İşte o vakit Türkiye, bölgesine ve dünyanın geri kalanına istikrar vadeden bir anlayışı da hayata geçirebilecektir ve hiç kuşku yok ki bunun önemli adımını da Suriye'den başlatmış bulunuyoruz. Barış Pınarı Harekâtı sonrasında gelinen aşamada sınırlarımızın terör unsurlarından arındırılmasıyla beraber Suriye'de normalleşmenin tesis edilmesine yönelik siyasi çabalarla ilgili, ülkemizin üstlenmiş olduğu öncü rolün de kayda değer olduğunu ifade etmek isteriz ve bu gelinen noktada da Astana ve Soçi zirveleriyle beraber şekillenen siyasi süreçlerin nihayetinde Cenevre'ye taşınmış olması ve öldü denilen siyasi sürecin canlanmasında da Türkiye'nin uluslararası arenada sağlamış olduğu katkının önemli olduğunu göz önünde bulundurmakla beraber, Suriye'nin toprak bütünlüğü elbette önemli, orada istikrarın sağlanması elbette önemli ancak bir nokta daha önemli ki bu konuda da her çevrenin hassasiyetle durması gerekiyor, o da terör örgütlerinin meşruiyet kazanma çabasına engel olunmasıdır. Çünkü hakikaten birileri sahada var olan fiilî durumların hukuki boyuta taşınması için de böylesi bir dönemde bazı gayretler içerisinde bulunuyorlar.
Bununla beraber petrole dayalı algılamalar da özellikle Irak'ta yaşanan karışıklık ve İran'da yaşanan karışıklıkla beraber düşünüldüğünde, Körfez'le birlikte Hazar Denizi ve Doğu Akdeniz üçgeni arasında kalan sahada önemli bazı gündemlerin işletilmeye çalışıldığı ve dahası, Kerkük merkezli olmak üzere mevcut durumda atıl pozisyonda olan ancak daha evvel kullanılan bazı hatların da işlevsel hâle getirilmeye çalışıldığıyla alakalı kuşkular da mevcuttur. Zannederim, bu konuyla alakalı da zaten çalışmalar yapılıyordur.
Elbette Kerkük-Ceyhan Boru Hattı bu anlamda Türkiye'nin önemli bir enerji merkezi, enerji hub'ı olması bahsinde büyük değere sahip. Körfez'de yaşanan kriz, özellikle Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve İran'la beraber yaşanan kriz, hiç kuşku yok ki, dünya petrol ticaretinin önemli bir kısmını bünyesinde barındıran ve sevkiyatının önemli bir kısmını bünyesinden geçiren Körfez bölgesinin istikrarsızlığı aslında giderek Kerkük-Ceyhan hattının da önemini ortaya koyuyor bazı ülkeler açısından, özellikle Irak açısından. Ancak, yeni bazı projelerin de hayata geçirilmesi noktasında kimi çevrelerin iştahını kabarttığı da ortadadır.
Bu anlamda, Kerkük-Hayfa ve Kerkük Banyas Petrol Boru Hatlarıyla alakalı bahse konu olan işlevselliğin sağlanıp sağlanmadığı da hiç kuşku yok ki bazı çevreler nazarında bu dönemde dillendiriliyor. Yani Türkiye'yi enerji hub'ı olma noktasında baypas etmeye yönelik bazı senaryoların da vuku bulabileceğini gözden kaçırmamamız lazım.
Bir başka konu, Türkiye'nin, hiç kuşku yok ki, Suriye'de terör örgütlerine karşı vermiş olduğu mücadele. Bunu söylerken Suriye'de PKK/PYD terör örgütünün orada yalnızca Arap ve Türkmenleri değil, kendisine biat etmemiş bulunan Kürt kardeşlerimizi de yerlerinden yurtlarından ettiğini söylememiz lazım. Çünkü PKK/PYD terör örgütü zulmünden dolayı oradan Türkiye'ye göç eden çok sayıda Kürt kardeşimiz de mevcut. Türkiye bu mücadeleyi verirken hem kendi millî birlik ve bütünlüğünü tesis etme hem de aynı zamanda Suriye'de var olan, bu anlamda sadece Suriye'nin değil, bölgenin istikrarını etkileyecek ve bunun önünde engel olan koşulların da karşısında durarak, haklılığını da gelinen aşamada her yönüyle ortaya koyarak bir hareket alanını kendisinde buldu ve bunu sürdürüyor, sürdürmesi de elzem.
Diğer taraftan, sınırlarımızdan 30 kilometre derinlikten bahsediyoruz ki düzenlenen harekâtlar da zaten Birleşmiş Milletlerin, başta 51'inci madde olmak üzere, ilgili diğer şartlarından kaynaklı, bizim uluslararası hukuktan meşruiyet bulduğumuz konu başlıklarını kapsıyor. Ancak, PKK/PYD terör örgütünün 30 kilometre derinliğin altında da özellikle bölgenin sınırlarının değiştirilmeye çalışıldığı bir dönemde bir araç olarak kullanıldığı gerçeğini de gözlerden kaçırmamamız lazım. Fişhabur Sınır Kapısı, Irak ve Suriye'yi birbirine bağlıyor, M4 Kara Yolu'yla ilerleyen bir düzlemde Lazkiye'ye kadar iniyor. Buranın kontrolünü aldık, gayet doğru, ancak diğer yandan Kandil ve Sincar Dağı'nı birleştirip aynı düzlemden tekrar Suriye'nin içerisinden akıllarınca birileri tarafından yeni bir coğrafya yaratılmaya yönelik girişimlerin de olduğunu dikkatlerden kaçırmamamız lazım.
Tabii, bu şartlar altında Irak Hükûmetiyle beraber geliştirilen ortak anlayış ve teröre karşı mücadele çerçevesinde Irak'ın kuzeyinde de icra ettiğimiz terörle mücadele faaliyetleri de önemlidir. Temennimiz, nerede Türkiye'ye yönelmiş bulunan bir terör tehdidi varsa bunun kaynağının da vakti ve zamanında kurutulmasıdır. İnşallah, bu anlamda da başta Dışişleri Bakanlığımızın ilgili ülkelerle teması ve uluslararası kamuoyu oluşturma anlamındaki ülkemizin haklı gayretlerini ortaya koyması anlamındaki çabaları ve güvenlik kuvvetlerimizin de başarılı ve sonuç alıcı faaliyetleri de bizleri mutlu etmektedir.
Ben bu çerçevede sonuç olarak Bakanlığımızın merkezî yapılanması haricinde, dünya genelinde var olan büyükelçilik ve konsolosluklara da ayrılan bütçenin hangi esaslara göre belirlendiğini burada Sayın Bakanımıza da sormak istiyorum, bilgi verirse memnun oluruz.
Bu vesileyle de Dışişleri Bakanlığımızın 2020 yılı bütçesinin hayırlara vesile olmasını bir kez daha Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Sayın Bakanım, zatıalinizin şahsında da tüm Hariciye personelimize üstün başarılar diliyorum. İnşallah önümüzde geçireceğimiz yıl arkamızda kalan yıldan Türkiye açısından, memleketimiz açısından, milletimiz açısından çok daha hayırlı, faydalı, başarılı bir yıl olur. Cenab-ı Allah yâr ve yardımcınız olsun diyorum.