| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278 ) ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ve Sayıştay tezkereleri a) Millî Savunma Bakanlığı b)Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 21 .11.2019 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanım, tabii, Millî Savunma Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz, uzmanlık isteyen, bilgi isteyen, hassas konuların da içinde olduğu bir bütçeyi konuşuyoruz ama burası Plan ve Bütçe Komisyonu, dolayısıyla aklımızın takıldığı her şeyi soracağız.
Şimdi, öncelikle, belki de usulde bunu tartışmamız gerekirdi. Millî Savunma Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz ama Millî Savunma Bakanlığına, ordumuza silah temin eden Savunma Sanayii Başkanlığının bütçesini konuşamıyoruz, onu Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle birlikte konuşacağız. Yöntem olarak bu yanlıştır diye düşünüyorum ben çünkü Millî Savunma Bakanlığıyla ilgili birçok yatırımları, bütçeyi Savunma Sanayii Başkanlığı kullanıyor; bunu ifade etmek isterim.
Şimdi, Millî Savunma Bakanlığının harcamaları üzerine şöyle bir tabloya baktığımız zaman, en çok harcama personel -bütün bakanlıklarda az çok- ve mal ve hizmet alımıyla ilgili. Millî Savunma Bakanlığında mal ve hizmet alımı dediğimiz zaman, tabii, silah, mühimmat akla geliyor ama bakıyorum şimdi ayrılan paraya, 2018'de 20 milyar ayrılmış, 16 milyar harcanmış; 2019'da 18 milyar ayrılmış, 9 milyar harcanmış; 2020 için de 18 milyar teklif ediliyor. Burada yani Millî Savunma Bakanlığıyla ilgili ordumuzun ihtiyaçları, silahları, mühimmatları başka bir kalemle mi... Çünkü Savunma Sanayii Destekleme Fonu'na baktım, oradan mı diye, onun bilanço büyüklüğü 45 milyar TL, oradan da çok olmuyor. Savunma Sanayii Başkanlığının bütçesinde 83 milyon TL diyor. Nereden, hangi kalemden harcanıyor, nerelere yazılıyor? Özellikle de niye böyle giderek düşüyor? Başka bir kalemden mi oluyor? Bunu Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri olarak merak ederiz, öğrenmek isteriz.
Değerli arkadaşlar, şimdi, en çok konuştuğumuz konu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Barış Pınarı Harekâtı ve ondan sonra gelişen -aslında sadece bir askerî olay değil bu, hepimiz biliyoruz- Amerika'yla yapılan mutabakat, Rusya'yla yapılan mutabakat, Amerika Birleşik Devletleri gezisi, Sayın Cumhurbaşkanının "kısmen başarı" diye tanımlamış olduğu siyasi yönü, hatta polemikleri falan öne çıkan bir konu. Buradan hareketle Türkiye'nin en temel soruları da insanın aklına geliyor.
Şimdi, S-400 F-35 tartışması, Patriot'lar tartışması "Amerika mı, Rusya mı, Türkiye'nin ekseni, nereye gidiyoruz, ne oluyoruz?" gibi dünya kadar soruyu akla getiriyor.
Şimdi, biraz evvel "siyaseten" diye ifade etti grup sözcümüz Sayın Kuşoğlu. Bize göre, bu harekât sonrasında, başta planlandığı şekilde beklenen bir başarı ortaya çıkmamıştır ama yani netice itibarıyla bu iş bitmiş değil, devam eden bir süreç ve siyasi yönü yani masanın çok daha önde bulunduğu bir süreç gibi geliyor bana.
Şimdi, Amerika gezisine Türkiye-Amerika ilişkileri açısından bakıyoruz. Gazetelerde çok şeyler yazıldı, çizildi "Ne oldu, sonuç nereye geldi, ne gibi başarılar elde edildi?" diye baktığımızda Türkiye'nin en temel problemi, bu S-400'ler üzerinde yaptığımız F-35, S-400 tartışması, güvenlik, YPG, bu dolaylı olarak güvenli bölge. Bu çerçevede Amerika'yla son zamanlarımızdaki tartışmalara, Ermeni tasarısına, yaptırımlara, bütün bunlara baktığımız zaman, Amerika ile Türkiye ilişkilerinde her şey, geliyor, S-400'lere düğümleniyor. Bu, sadece Türkiye-Amerika ilişkileri değil, Türkiye-NATO ilişkileri... Yani S-400, bana göre, yaptığım okumalarda, araştırmalarda bir askerî kavram olmaktan çok daha öteye geçti yani siyasi bir kavram oldu, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili önemli kavramlardan biri hâline geldi.
Amerika gezisini bir cümleyle özetlersek, Amerikalılar dediler ki: "Gidin, S-400'le ilgili meseleleri çözün, ondan sonra gelin, diğer konuları konuşalım." Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından, Dışişleri Bakanımızın açıklamalarından, yazılan yorumlardan benim anladığım şey bu. Öyle laflar geldi ki buralara -ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilemiyorum ama bunu gazeteciler aktardılar, Sayın Cumhurbaşkanı uçakta gelirken söylemiş- "Amerikalı senatör 'Traktörle ezin.' diyor. Biz de dedik ki: 'Kabul edemeyiz.'" Yani diyorlar ki Amerikalılar: "S-400 varsa bizim ilişkilerimiz olmayacak, yaptırımlar da tekrar gelecek, Ermeni tasarısı, bütün süreçler işleyecek." Zaten yaptırımların gelmeme şansı da yok, zaten kanunlar da bu şekilde.
Şimdi, bakın, yıllardan beri, Sayın Cumhurbaşkanı da dile getirdi, "Biz uçak yaptık da filan tarihte, bu uçağı uçurmadı, İnönü Kayseri'ye gömdü. Toprağın altında şu kadar uçağımız var." Bunu Sayın Cumhurbaşkanı da dile getirdi ve bildiğim kadarıyla Millî Savunma Bakanlığı ya da Genelkurmaydan bir açıklama oldu "Böyle bir şey yok." diye.
Şimdi, bize diyorlar ki: "Bunları ambalajından çıkarmayın." Bu da kabul edilemez diyoruz ama öbür taraftan da netice itibarıyla politika, diplomasi güç oranında yapılan işlerdir. Netice itibarıyla da Türkiye'nin gücü, elbette, Türkiye... Hamaset konuşurken tabii konuşuruz, bir sürü şeyler anlatırız, kahramanlıklar anlatırız ama neticede siyaset, uluslararası ilişkiler, diplomasi rasyonalitenin üzerinde yürüyor. Baktığımız zaman bu rasyonaliteyle olmuyor. Yani bu S-400'ler siyasi bir konu hâline geldi, Türkiye ile Amerika ilişkilerinin, Türkiye ile Batı ilişkilerinin, Türkiye ile NATO ilişkilerinin, Türkiye'nin savunmasının geleceği hâline geldi.
Şimdi, Rusya'ya yöneliyoruz. Daha evvel de burada ifade ettim, elbette bir ülke birtakım pazarlıklar yapar, değişik alternatifler kullanır eder, doğrudur ama yani bu konu öyle basit bir konu değil. Siz uzmanısınız bu işin, bizden çok daha iyi biliyorsunuz. Türkiye'nin silah sisteminde yıllardan beri olup bitenlerle bir anda başka bir sisteme geçmek o kadar kolay şeyler değil.
Öyle yazılar çıktı ki ne kadarı doğru bilmiyorum. İşte, "F-35'lere alternatif olarak SU-35'ler olacak ve bunları da boş olarak getirip biz kendi yazılımlarımızı koyacağız." filan. Yani bunlar ne kadar gerçekçi şeyler? Bu kadar basit mi bu işler? Eğer, gerçekten, S-400'ler ambalajlarından çıkmayacaksa 2,5 milyar dolar bütçeleri falan görüyoruz, paralardan biraz haberimiz var, bu ülkenin bu paralarının nasıl toplandığını biliyoruz. Tabii, savunmamız her şeyden önemlidir ama biz bu parayı, 2,5 milyarı Hükûmete veriyoruz, size veriyoruz ve bu para çok acayip önemli. 7,5 milyon çocuk aç yatıyor bu ülkede, 7,5 milyon yoksul çocuk var Sayın Bakanım. Bu, TÜİK'in araştırmalarında da var; 7,5 milyon yoksul. Bu çocuklara rağmen biz savunmamız için -tabii, savunmamız için vereceğiz- bu parayı veriyoruz. O hâlde bu paranın nasıl kullanıldığını sormak da bizim görevimizdir. 2,5 milyar dolar... Yani gerçekten ambalajları açılmayacaksa çok vahim bir durumla karşı karşıyayız. Niye böyle yaptık?
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanımız diyor ki: "Biz Patriot'ları da alırız, Amerika'yla da dost oluruz, Rusya'yla da dost oluruz." Ne güzel, olalım filan. Burada AK PARTİ'li arkadaşlar kızacaklar yine ama Sayın Cumhurbaşkanı dışarıda böyle derken içeride de sürekli gerilim yapıyor, sanki muhalefet düşmanmış gibi de davranıyor. Elbette kimseyle kavga etmeyelim, sıfır sorun filan.
Ama Sayın Bakanım, biz bir iş yaptık, Barış Pınarı'nda şu kadar insanımız öldü; ölenlere, şehitlerimize Allah rahmet eylesin. Güzel, bu gerekliydi, tamam ama dünyaya bunu anlatamadık. Daha dün, Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine aday oluyor, işte 160 küsur ülkenin oyunu alarak seçiliyor. Şimdi ne oldu da böylesine, bizim için hayati olan bir konuda nasıl, nerede bir hata yapıldı da işte Kuveyt şöyle böyle, Pakistan, Azerbaycan; başka bir tek ülke, bir tek yapıdan destek alamıyor Türkiye. Gerçekten bu nasıl bir şey, ne oldu nerede eksik yaptık? Bunu, bütün platformlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hepimizin tartışması gerekiyor. Nerede eksik yaptık? Gerçekten, bir taraftan işte Abdülhamit politikası yani "Değişik güçleri dengeleyerek biz bizim için çıkarımıza en uygun olan şeyi ortaya çıkaracağız." derken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Biraz daha...
BAŞKAN - Lütfen tamamlayalım efendim.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Hakikaten yani II. Abdülhamit'in olduğu gibi, işte otuz üç sene iktidarda kalıyor ama arkasından da koca bir imparatorluk gümbür gümbür gidiyor. Endişe ediyoruz. Burada yanlış politikalar var. Elbette bunların siyasi bir karşılığı olacaktır.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - İmparatorluk hangi dönemde gitti?
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Bakanım, bu yerlilik ve millîlikle ilgili gerçekten biz takip ediyoruz, görüyoruz, uzmanlara soruyoruz...
(Uğultular)
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ... savunma sanayisinde yani yerli olan, millî olan, Türkiye'de yapılan silah ve mühimmat konusunda çok büyük gelişmeler filan var ama ben merak ediyorum, bunlar nasıl hesaplanıyor? Bizim firmalarımız yaptığı zaman mı yerli, millî oluyor? Bunun bir standardı var mı? Yani bir silah imal edilirken ne kadar, nasıl... Mesela Türkiye'nin ihracatı şey yapılıyor, birinci sırada otomobil ihracatı var ama öbür taraftan da "yerli, millî otomobil yapacağız" diye işte kahramanlar filan arıyoruz. Böyle bir durum mu var savunma sanayisinde de? Bu konuyla ilgili de...
Birkaç cümleyle, bir konum kaldı, onu da söyleyeyim madem hemen, zorluyorsunuz.
BAŞKAN - Rahat olun.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Bakanım, çok merak ediyorum. Bu konuda çok da yazılar yazıldı, takip ettim. Şimdi sürem olmadığı için uzatamayacağım. Orduda orgeneralliğe, generalliğe yükselen subayların arasında kurmay neredeyse kalmadı, çok az sayıda kurmay albay var; sınıf subaylarından yükseliyor; bu, sadece Kara Kuvvetlerinde değil, Deniz ve Hava Kuvvetlerinde. Bunu anlıyoruz, 15 Temmuzla ilgili bir hadise yani bu çok açık, net bir şekilde görülüyor ama bu bir politika hâline mi geldi, bu ne zaman düzelecek, nasıl düzelecek?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - İki tane küçük sorum var, bitiriyorum .
BAŞKAN - Buyurun efendim.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bir tane küçük soru.
Suriye Millî Ordusu... Şimdi İdlib'de netice itibarıyla biz de Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz, bunu sık şekilde tekrar ediyoruz, doğru yapıyoruz, güvenliğimiz için de doğru olan budur ama netice itibarıyla ne olacak? Neticede orası Suriye'nin toprağı ve Suriye ordusu. Oradaki yabancı savaşçılar, teröristler, cihatçılar, bir sürü isimleri var yani orada Doğu Türkistanlıdan işte Türkmenlere kadar çok farklı kesimlerden, hakikaten herkesin terörist olarak kabul ettiği gruplar olduğu gibi, işte sizin "Suriye Millî Ordusu" dediğiniz ya da "Özgür Suriye Ordusu" dediğiniz elemanlar var. Bunlar ne olacak? Suriye ordusuna katılmaları çok şey gözükmüyor. Ne olacak bunlar yani? Biz bu meseleyi nasıl çözeceğiz, oradan ne kadar insan Türkiye'ye gelecek? "50 bin kişi" deniliyor savaşçı orada. Hatta daha da yukarıya çıkaranlar var. Bunlarla nasıl baş edeceğimizle ilgili bir cevabınız var mı?
Teşekkür ederim.