KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli yardımcıları ve bürokratlar, sayın üyeler ve basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, ben şöyle başlamak istiyorum: Bir kere makroekonomiyi yönetmenin zorluklarıyla ilgili olarak karşılaştığımız duruma çok kısa da olsa bir bakmak lazımgeldiğini düşünerek birkaç cümle söylemek istiyorum. Şimdi bilindiği gibi, 2008 krizinden sonra özelleştirme, serbestleştirme ve deregülasyon ilkeleri çerçevesinde benimsenmiş olan, "Washington Uzlaşması" denilen ve serbest piyasa ekonomisinin tek ve vazgeçilmez mekanizma olduğunu kabul eden görüşlerde bir sıkıntı çıktı. Çünkü hatırlayacaksınız, 2008 krizinin özellikle finansal piyasalardaki deregülasyonlarla doğrudan ilgili olduğu o zaman FED Başkanı Bernanke'nin de açıkladığı bir şeydi bu, daha sonraki çalışmalar da büyük ölçüde bunu gösterdi. Sonuçta, ülke ekonomilerini nasıl yönetmek gerektiğiyle ilgili olarak belirgin bir teori etrafında bir uzlaşma üretilemedi; zaten, böyle bir teori de yoktu esasında. Dolayısıyla da herkes biraz kendi yoluna gitmeye karar verdi ve özellikle, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki siyasi süreçlerde bu bir şekilde karşılık buldu ve bir anlamda, tarihte kalmış olması gereken korumacı politikalara yeniden döndük. Bu öyle bir şey ki korumacı politikalar sadece Amerika'da ortaya çıkmadı, diğer ülkelerde de milliyetçilik biçiminde ortaya çıkan ulus devletler çatısı altında artan bir biçimde korumacı politikalarda bir eğilim giderek yükselmekte. Bunun hemen akabinde ya da bunun paralelinde gelişen bir olay da tabii ki doğal olarak korumacılık ticaret savaşlarını gündeme getirdi ve özellikle Amerika ve Çin arasındaki kavgalar gerçekten dünya ekonomisinde büyük bir belirsizliğe yol açtı. Yani işin bir tarafında zaten küreselleşmiş bir ekonomide ulus devlet mekanizmaları için üretilmiş olan teorilerle nasıl yol almak gerektiğiyle ilgili soruların cevabını bulamamış olan iktisatçılar ve siyasetçiler el yordamıyla bir yol almaya başladılar. Şimdi "Bu yol nereye kadar geldi?" derseniz, benim gördüğüm kadarıyla yani konuştuğumuz bağlama getirecek olursak şöyle diyelim: 2018'de dünya ekonomisi yüzde 3,7 ancak büyüyebildi, 2019'da yüzde 3,2 ve önümüzdeki yıl için de yüzde 3,1 civarında bir öngörü var. Yani genel olarak ekonomik büyümelerde büyük bir daralma oldu. Bunun asıl sebebi veya en önemli sebebi -en azından benim anladığım kadarıyla- bu korumacı politikaların getirdiği ticaret savaşları oldu. Dolayısıyla da bugünün dünyasında küresel ekonomide, siz de sözünü ettiniz ama benim sizin kadar çok belirgin olmayan bir biçimde tereddütlerim var. Yani küresel ekonomide ekonominin nereye gideceğiyle ilgili olarak çok belirgin bir öngörüde bulunmak zor diye düşünüyorum. Mesela, yarın Orta Doğu'da bir krizin yaratacağı petrol fiyatlarının yükselmesinin getireceği bir başka mecra olabilir veya Çin ile Amerika'nın anlaşması biçiminde, bir ticaret anlaşmasına varması biçiminde bir başka yol açılabilir. Dolayısıyla da benim gördüğüm kadarıyla büyük bir belirsizlik var dünya ekonomisinde ve bu belirsizliğe bir anlamda eşlik eden ulus devletler içinde toplumsal rahatsızlıklar var. Yani ben sadece Suriye'yi düşünerek söylemiyorum, Suriye bunlardan sadece bir örneği ama diğer örnekleri sizler de biliyorsunuz, Bolivya'dan tutun özellikle gelişmekte olan birçok ülkede toplumsal olaylar bir anlamda, yatırımcıların kararlarını da büyük ölçüde etkilemeye başladı.

Şimdi, bizim ekonomimize gelirsek -zamanı doğru kullanmak adına söyleyeceğim- evet yani son verilerde olumlu sayılabilecek bazı işaretler var. Yani mesela, sanayi endeksindeki, üretimindeki artış veya Perakende Satışlar Endeksi'ndeki artış -ben rakamları vermiyorum, hepiniz biliyorsunuz, onun için sadece değerlendirme yapmaya çalışıyorum- Tüketici Endeksi'ndeki artış ve reel endekslerdeki artışlar, bütün bunlar esasında Türk ekonomisinin, dibe gelmiş olan bu ekonominin yükselme trendine oturma ihtimalini sanki söylüyor, gösteriyor diye düşünmek lazım. Fakat Sayın Bakan, benim gördüğüm kadarıyla, bu rakamlar yeterli değil bence. Yani, baktığımızda, mesela, Reel Sektör Güven Endeksi pozitif bir şey gösteriyor ama İnşaat Sektörü Güven Endeksi'ne baktığımızda pozitif değil, aksine negatif gibi veya artışlara baktığımızda, hata payları içinde de değerlendirilmeyecek olan artışlar var. Dolayısıyla da şunu söylemeye çalışıyorum: Zaten oldukça yaygın bir belirsizliğin olduğu dünya ekonomisi içinde, esasında, Türkiye ekonomisi de büyük bir belirsizlik içinde. Türkiye ekonomisinin nereye gideceği çok belli değil. Dolayısıyla da yani bu noktadan bakarsak eğer, sizin bütçeniz meselesi etrafından bakarsak, evet, Türkiye ekonomisini bu dipten çıkarmak da mümkün olabilir ama olmayabilir de.

Şimdi, buradan giderek şöyle bir yere getirmek istiyorum: Biliyorsunuz, makroekonomi, mikroekonominin yansımalarından oluşur. Yani makroyu belirleyen şey mikro firma bağlantılarıdır, firmaların davranış kalıplarıdır, firmaların ilişkileridir. Şimdi, böyle baktığımızda, değerli hazırun, şöyle söyleyeyim: Türkiye ekonomisinin bir merkezi vardır, bir de o merkezin etrafında çevresi vardır. Merkezinde daha çok holding şirketleri vardır, dahaçok ihracat için üretim yapan büyük şirketlerdir bunlar, bankalarla ilişkileri iyidir, devletle ilişkileri iyidir ve bunlar ekonominin büyükleridir bir bakıma. Bir de, etrafında "KOBİ" dediğimiz yani çevresinde yer alan KOBİ'ler vardır ve bu KOBİ'ler de kimi zaman rekabet ilişkisi içinde olur merkezdeki firmalarla, kimi zaman da onlarla birlikte davranmak durumunda kalır; işler iyi gidiyorsa onlarla birlikte davranırlar, işler kötü gidiyorsa, büyükler küçüklerin üzerine basacağı için zarar gören de küçükler olur genellikle.

Şimdi, ben böyle baktığımda, sizin konuşmanızda da yer aldı, başka bakanların konuşmalarında da görüyorum, KOBİ'ler Hükûmeti ilgilendiren bir konu anlaşılan ve birçok da destek veriliyor. Yani, Kredi Garanti Fonu'ndan destekler veriliyor; mesela, Ticaret Bakanlığının "BAKK" diye bir projesi var, o çerçeveden destekler veriliyor, veriliyor. Fakat arkadaşlar, aldığımız sonuçlar çok parlak değil ve hatta şöyle söyleyeyim yani hayal etmeniz açısından şöyle söyleyeyim: Ekonominin çevresindeki küçük firmalar pazar paylarını kaybediyorlar, iflaslar artıyor -rakamlar var ama vermeyeyim yine de- ve buradan bir işsizlik üretiliyor tabii ki ve bütün bu desteklere rağmen bu şirketlerin ekonomideki ağırlıkları giderek azalmaya başladı. Fakat bunun yanında "Büyüklere ne oluyor?" diye baktığımızda -ki elimizde çok fazla veri yok ama ben 500 büyük firma anketinin sonuçlarından giderek baktığımda- büyükler 2019'da reel olarak yüzde 17,8 büyümüşler. Yani ekonominin merkezindeki büyük firmalar daha büyümüşler, ekonominin çevresindeki küçük firmalar da daha küçülmüşler veya yok olmuşlar. Arkadaşlar, dolayısıyla da, şöyle ifade edeyim size, karar alma mekanizmaları bağlamında baktığımızda, benim gördüğüm kadarıyla, ekonomide büyük bir merkezîleşme var. Yani esasında daha az sayıda aktör Türk ekonomisinde karar mercisi durumuna gelmiş vaziyette. Bu, bütün dünyada görüldüğü zaman üzerine gidilmesi gereken bir durumdur. Bir anlamda özet olarak kabul edeceğimiz -yine geçen gün bir başka vesileyle gündeme getirmiştim- 2015 yılı imalat sanayisi yoğunlaşma verilerine, oranlarına baktığımızda -sadece imalat sanayisiyle ilgili elimizde böyle veriler var ve maalesef, 2015'ten bu yana geçemiyor- Türk imalat sanayisinin yüzde 60'ı aşırı derece yoğunlaşmış durumda. Yani ne demek bu? Çok az sayıda, 3-4-5 firmanın hâkim olduğu bir yapı arz ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen, tamamlayınız.

Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, bu, tehlikeli bir şey ve benim anladığım kadarıyla, kararların merkezîleşmesi sakıncalıdır ve takip edilmesi lazım.

Şimdi, ben başka bir bağlamda da düşünmemize katkısı olacağını düşünerek bunu şöyle bir bağlantıyla söyleyeceğim: 2011 yılında Sayın Cumhurbaşkanı bütün bağımsız otoriteleri, bağımsız kurumları bir KHK'yle ilgili bakanlıklara bağladı. Burada da SPK, BDDK vesaire birçok kurum var ve bunların, esasında, kendi yönetmeliklerine ya da kanunlarına göre baktığımızda, mali ve idari bakımdan özerk oldukları söylense de aslında bakanlıkların uzantısı olarak duruyor.

Şimdi, arkadaşlar, ben burada çok kişiye söyledim, tekrar edeyim, Sayın Bakan da duysun isterim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen, tamamlayınız.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Tamamlıyorum.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, esas itibarıyla, bütün topluma ait olması gereken devlet kurumlarını Hükûmet kurumları hâline çevirerek kurumsal yapımızı mahvediyor. Yani bu, benim anladığım kadarıyla, Türkiye ekonomisinin önündeki en önemli problemlerden bir tanesi. Yani bu bağımsız otoritelerin kendi alanlarında karar vermelerini bakanlığa bağlamış olmak, bakanların da Cumhurbaşkanlığı katındaki kurullara bağlı gibi çalışması, bütün bunlar, esasında, bir yandan ekonominin kendi gerçeği içinde bir merkezîleşmeyi işaret ederken bir yandan da ekonominin de yönetilmesiyle ilgili bir merkezîleşmenin buna paralel gittiğini söylüyor.

Arkadaşlar, bunun sonu yoktur. Yani daha uzun zaman olmasını isterdim bunu konuşmak için ama bunun sonu yoktur çünkü yaşadığımız yüzyıl...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun, buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bir cümle daha söyleyeyim, bitireceğim.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun, buyurun, herkes zevkle dinliyor.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sağ olsunlar.

Şimdi, uzatmayayım o zaman ama ben şuraya getirmek istiyorum. Bunun bir çözümü vardır değerli arkadaşlar. Bunun çözümü birincisi, teknolojidir; ikincisi, özgürlüktür ve üçüncüsü de, belki bunların paralelinde gitmesi gereken kurumsallaşmadır. Biz özgürlükleri, kurumsallaşmayı, teknolojiyi geliştireceğimize bunu yapmıyoruz arkadaşlar. Esasında, yapmadığımız için bu tartışmalara devam ediyoruz. Yoksa, bazı arkadaşların söylediği gibi, Türkiye ekonomisi güçlüdür; güçlüdür de yani güçlü olmasını sağlayacak olan bir yönetimi olması lazımdır. Ben buralarda sıkıntı görüyorum Sayın Bakan.

Galiba, sürem bitti.

Teşekkür ediyorum.