KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, sevgili üyeler ve basının temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, Sayın Bakan, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığının başındasınız, tabii, çok önemli bir Bakanlık; özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülke statüsünde olan bir ülkenin kalkınma sorunları var, altyapı sorunları var, dolayısıyla da bu sorunları çözmek üzere görevlendirilmiş durumdasınız. Yani ben şöyle baktım ve birçok projeyi hayata geçiriyorsunuz anladığım kadarıyla. İyi bunlar, bunlara bir itirazımız olmaz zaten. Fakat beni rahatsız eden bir şey var, onu size söylemek istiyorum.

Bakın, Türkiye'de bu kalkınma hamlesi sürecinde bir yandan piyasa ekonomisine bağlı olduğunu ileri süren bir Hükûmet var, iktidar var ama öte yandan iradi kararlarla ekonomiyi yönlendirmeye çalışan bir Hükûmet var. Şimdi, her zaman bu ikisi iç içe geçtiği zaman problemler çıkar ve bizde de problemler çıktığı kanaatindeyim ve kurulmuş olan bir düzen var on yedi yıldır, on sekiz yıldır; bunun bir kısmında daha adil, daha eşitlikçi sayılabilecek, daha reformist bir anlayışla iş yapıldığını düşünüyorum ama belli bir tarihten sonra da esasında bu yaklaşımlardan vazgeçildiğini, özellikle 2008 krizi sonrasında tamamen iradi kararlarla, tamamen merkezî kararlarla yönetilen bir ekonomiden ancak söz edebiliriz diye düşünüyorum. Dolayısıyla da sizin Bakanlık olarak önünüzdeki altyapı projelerini davetle ihale etmeniz kadar rahatsız edici konulardan başka biri olamaz gibi geliyor bana yani iyi ifade edemedim ama bunun ciddi bir sıkıntı olduğu kanaatindeyim. Yani özellikle bu denli büyük projelerde bir anlamda kapalı kapılar ardında sayılabilecek ihalelerle bu eylemlerinizi, bu çabalarınızı sürdürmeniz doğru değil bence. Niçin doğru değil? Bakın, bilmiyorum hiç düşündünüz mü ama -şimdi demin Sayın Bekaroğlu konuşurken isim vermek istemedi ama benim açımdan bir sıkıntısı yok, ben vereyim- 3-5 tane inşaat şirketi var. Esasında inşaat şirketi olarak başladılar ama artık bunlar inşaat şirketi falan değil. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin doksan yıllık Koç gibi, Sabancı gibi büyük gruplarına rakip olabilecek olan ve sadece inşaat sektöründe değil artık, enerjiden turizme, çimentoya kadar, birçok alanda yatırım yapan şirketler bunlar. Öyle ki bunları neredeyse her yerde görüyoruz.

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Koç'a rakip olsun, ne var yani?

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bir dakika, müsaade edin, ne olacağını da söyleyeceğim.

Daha geçen gün Enerji Bakanlığının bütçesi konuşulurken görüyoruz ki dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinde 21 bölgeye ayrıldı, 21 bölgenin neredeyse 10-12 tanesinin -bilindik- Kolin İnşaat, Cengiz İnşaat ve Limak İnşaata verilmiş olduğunu görüyoruz. Hadi "Bu da bir şey değil." diyebilirsiniz, olabilir, orada da hani yatırımları olabilir. Fakat beni en çok rahatsız eden şu: Bakın, medya özellikle başka bir anlam taşıyor bütün demokrasilerde yani medyanın sağladığı şey, sadece bir haber veya bir eğlence değildir; medyanın sağladığı şey, esasında demokrasinin bizatihi kendisidir. Ve hatta modern siyaset bilimcileri derler ki: "Modern siyaset medyayla yapılan siyasettir." Dolayısıyla medyanın bu kadar önemli bir kurum olduğunu düşünürsek mesela şu çarpıcı gerçeği görmek zorundayız. Bu şirketler, adını andığım bu şirketler -aynı zamanda okuyayım isterseniz- Sabah, Atv, a Haber, Takvim, Star, Akşam, Güneş, Kanal 24, SKY TV, 360 TV vesaire gidiyor. Bunlar yani ilk anda yazdıklarım; bunların radyoları var, bunların başka birtakım medyayla ilişkili şirketleri var.

Şimdi, Sayın Bakanım, böyle bir düzen, doğru bir düzen değil. Bu çünkü şunu söylüyor bana: Bu medya şirketlerini kontrol eden bu şirketlerin -esasında bu oluyor, olmuyor ayrı bir mesele, bence oluyor ama, diyelim ki siz olmadığını düşünebilirsiniz, ben buna da saygı gösteririm- alacakları ihaleler ile Hükûmeti medya bağlamında desteklemek arasında bir ilişki kurulma ihtimali çok güçlü. Ben bunun böyle gerçekleştiğini düşünüyorum zaten. Yani bu ihaleler boşuna verilmiyor bu insanlara ve yani dediğim gibi objektif kriterlere dayanan ihale sistemleri olmadığı için de burada haksız yere bir piyasa gücü oluşturuyorsunuz. Bunu yani Bakanlığınız olarak söylemiyorum, benim baktığım yerden baktığınızda -dün de bir vesileyle galiba konuşuyorduk- ben Türkiye'nin şu anda ekonomisinin ve siyasetinin en önemli sorununun giderek merkezîleşmiş olmasından kaynaklandığı düşünüyorum. Yani bir yandan "serbest piyasa" diyorsunuz ama serbest piyasa şu demek bir bakıma: Üretim kararlarının piyasada firmalar tarafından serbestçe alındığı bir düzen olması lazım, hatta bunun için de 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunu'nu çıkarmışız bir de, şu anda da yürürlükte. Ne diyor o kanun? İki şeyi söylüyor esasında. Bir: "Firmalar fiyat anlaşması yapamaz." İki: "Hâkim durumda olan bir firma hâkim durumunu kötüye kullanarak rekabeti bozamaz, bozarsa cezası var." diyor. Ve cezaları da son derece ciddi cezalar. Şimdi, bu kanunlar burada dururken ben burada Rekabet Kurumuna da sordum, dedim: Ya, nasıl bir şey bu, medyadaki tekelleşmeyi görmüyor musunuz? Bana cevap veremediler ama sonra bana bir cevap göndermişler "Hiçbir ölçüde bu böyle gözükmüyor." diyor. Benim şu anda hani pozisyonum o değil ama onlara, pekâlâ, bunun nasıl olduğunu çok ayrıntılı anlatabilirim ben çünkü benim mesleğim bu.

Dolayısıyla da buradan şunu söylemek istiyorum. Bu kurulmuş olan sistem doğru bir sistem değil. Biz eğer becerebiliyorsak halkı katmak zorundayız alacağımız kararlara.

Sayın Bakan, sizler karar veriyorsunuz, Cumhurbaşkanı karar veriyor. "Çılgın proje" diyor, "o" diyor, "bu" diyor vesaire fakat bu kararların o kararları ilgilendiren insanlar tarafından da alınması lazım. Tekrar edeyim, mesela çılgın proje... Benim de böyle çılgın projelerim var, böyle bir proje olabilir ama bu proje hayata geçmeden önce o projeyi ilgilendiren insanlarla tartışmak ve konuşmak lazım, dünya böyle bir dünya çünkü. Yani, hatırlayacaksınız, bir zamanlar Mesut Yılmaz iktidarı vardı ülkede; bir Karadeniz kara yolu projesi getirdiler gündeme ve dünyanın parasını oraya gömdüler. Şimdi de ne konuşuluyor? Karadeniz Sahil Yolu Projesi'nin ne kadar olumsuz etkileri olduğu konuşuluyor yani doğayı katlettiğini; oradaki insan örgüsünü, köy yapısını, şehir yapısını nasıl olumsuz etkilediğini konuşuyoruz.

Dolayısıyla da benim önerim -tabii, burada konu olduğu için ben de bu düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum; bir işe yarar mı onu bilemiyorum, sizler değerlendirirsiniz ama- benim kanaatim odur ki çağımızda, insanların, artık kendi hayatlarını ilgilendiren kararlara kendilerinin de dâhil olmak istediklerini biliyorum. Bu, bizim ülkemizde de böyle; öyle olduğunu düşünüyorum. Örneklerini verebilirim ama çok uzatmayayım. Bu perspektif sizin Bakanlığınızda yok bence; sizin Bakanlığınızda olmadığı gibi zaten Türkiye'yi yöneten iktidar partisinde de yok maalesef. Benim şahsen bir birey olarak, milletvekili olarak iktidar partisini sürekli uyarmaya çalıştığım şey budur. Yani, biz kararları merkezîleştirdiğimiz ölçüde daha katı hâle getiririz ve dolayısıyla esnekliğimizi kaybederiz. Ta İbni Haldun'dan beri merkezîleşme daima ve daima çöküntü getirir.

Sayın Bakanım, son bir şey daha söyleyeceğim; bunu ben yaşadığım için, yaşıyor olduğum için söyleyeceğim size; bunu da anlamakta çok zorlanıyorum. Bakın, şöyle bir şey: Şimdi, ben diyelim ki -Meclis salı gününden itibaren; salı, çarşamba, perşembe çalışıyor- İstanbul'dan evimden arabayla çıkıyorum, Sabiha Gökçen Havalimanı'na geliyorum, arabamı bırakıyorum ve Ankara'ya uçuyorum; sonra dönüyorum, arabamı alıyorum. Şimdi, bakın, bugün uçsaydım eğer bilet ücretlerini -şimdi, biraz önce çıkardım- okuyayım size: Tabii, çeşitli saatlere göre 83 TL, 93 TL, 93 TL, 83 TL, 93 TL, 93 TL, 103 TL gibi gidiyor; bir tane 163 var, 14.20 uçağı; bu, Pegasus'un; yanlış ifade etmiş olmayayım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bitireceğim.

(Oturum Başkanlığına Sözcü Abdullah Nejat Koçer geçti)

OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Buyurun Sayın Katırcıoğlu.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, uçuşuma 100 lira para veriyorum fakat arabam orada üç gün kaldığı için ne kadar veriyorum, biliyor musunuz? 140 lira veriyorum, evet, 140 lira veriyorum. Bir gün/yirmi dört saat 48 lira 50 kuruş, iki gün olursa 97 lira, üç gün olursa 140 lira. Ve bu fiyatlar Sabiha Gökçen'in fiyatları ama mesela -yanılmıyorsam- İstanbul Havalimanı'nda bir gün 63 lira.

ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) - VIP'de bedava.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır, o başka; ben genel olarak söylüyorum.

Sayın Bakan, bu, şunu söylüyor bana, yine aynı yere getireceğim: Evet, insanlarımız arabasıyla gelmiş; koyacak da bir yer yok, oraya koyuyor ve uçak parası kadar da parayı oradaki o işletmeye ödüyor. Ben bunun haksız olduğunu düşünüyorum. Bunun, esasında, özellikle sizin yaptığınız altyapı yatırımlarından yararlanmak isteyen vatandaşlarımızın ödediği ücretlerin çok yüksek olduğu gerçeğiyle de yakın olduğunu düşünüyorum; tıpkı Avrasya'dan geçerkenki gibi, tıpkı Osmangazi'den geçerkenki gibi yüksek olduğunu düşünüyorum.

Galiba benim söyleyeceklerim bu kadar.

Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.