KOMİSYON KONUŞMASI

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, dünkü bilgilendirme geniş bir bilgilendirmeymiş. Öncelikle Dışişleri Bakanlığı, Komisyonu geniş bir şekilde bilgilendirdiği için, çok alışık olduğumuz bir durum olmadığı için teşekkürü hak ediyor. Alışık olduğumuz bir durum olsaydı rutin olurdu, biz yine teşekkür ederdik ama alışık olmadığımız bir durum.

BAŞKAN VOLKAN BOZKIR - Sayın Salıcı, daha sık gelirseniz alışık olduğunuz durumlar olabilir.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Efendim, parti işleri müsaade ederse daha sık geleceğim.

AHMET HALUK KOÇ (Ankara) - En zor görevde ama, en çok başı ağrıyanlardan, örgütlerden sorumlu.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Yoksa Dışişleri Komisyonuna katılıyor olmaktan ben büyük bir keyif alıyorum ama her zaman fırsat olmuyor maalesef.

Şimdi, öncelikle şunu söyleyeyim: Komisyonda eleştirileri ortaya koymak Genel Kuruldan çok daha önemli çünkü burası bu işin mutfağı. Dolayısıyla burada eleştirileri açık bir şekilde ortaya koyabilmeliyiz ki her ne kadar bizim anlaşmayı reddetme, anlaşmada düzeltme yapma gibi bir imkânımız olmasa, Komisyonun onu iade etme gibi bir imkânı olsa da burada sonuçta Türkiye'de dış politika yapım aşamasının önemli noktalarından bir tanesi Dışişleri Komisyonu. Ama üzülerek belirtmek lazım ki uzun zamandan beri Türkiye'de dış politika yapım aşamasının hiyerarşisi ya da piramidinin ne olduğu konusunda bizim kafamızda ciddi tereddütler var. Yani normal koşullar altında Parlamento Genel Kurulu da siyasi partilerle yapılan görüşmeler de -Dışişleri Komisyonu da Parlamento çerçevesi içinde- doğal olarak Dışişleri Bakanlığı da Türkiye'de dışişleri oluşturma sürecinin parçalarıdır ama bu parçalar bir süreden beri işlemiyor, en azından layıkıyla işlemiyor. Dışişleri Komisyonu, Parlamentomuzun saygın -bütün dünya parlamentolarında öyledir- komisyonlarından bir tanesidir, önemli bir işlevi vardır ama mesela şöyle bir şey yaşardık biz eskiden: Siyasi parti liderleriyle görüşen bir Cumhurbaşkanı olurdu, Millî Güvenlik Kurulunda da konuşulurdu dış politika, Dışişleri bakanı dönem dönem siyasi parti liderlerini ziyaret ederdi, onlarla görüş alışverişinde bulunurdu çünkü ortak çıkarlara dayanan ulusal bir dış politika anlayışı hâkim olurdu. Bunun örneklerinden bir tanesi Avrupa Birliğidir. Sayın Menderes zamanında anlaşma hazırlığı yapılmıştır, Sayın İnönü zamanında 1963'te anlaşmaya imza atılmıştır ve o gün bugündür bizim siyasi geleneğimiz Avrupa Birliği konusunda mutabakat sağlanan nokta neyse o noktanın arkasında durur. Örnek, Türkiye'de Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin çıkarları noktasında ciddi bir tartışma yoktur çünkü o da o dönemin siyasi partileri arasında ve daha sonraki süreçlerde de mutabakatla götürülmüş noktalardan bir tanesidir. Ama ne yazık ki şu andaki iktidar döneminde ortaya çıkan, örneğin Suriye politikasında biz çok başka tezler savunur durumdayız, Suriye politikasıyla ilgili de siyasi parti liderleriyle görüşen, onlarla temas kuran bir anlayış hiçbir zaman söz konusu olmadı.

Libya'yla ilgili az önce Sayın Koç'un ifade ettiği bazı noktalara yönelik vurgu yapıyor olmamızın nedeni de Libya'nın başımıza yarın öbür gün başka bir Suriye olarak dönmemesi içindir. Orada bir iç çatışma var, taraflar var, Birleşmiş Milletler tarafından kabul gören bir hükûmet var, bir de Birleşmiş Milletler tarafından kabul görmeyen ama işte, dönemin ruhuna uygun bir şekilde vekâlet savaşlarının bir parçası olarak orada mücadele veren Hafter güçleri var. İki anlaşmanın birlikte yapılmış olması doğal olarak bizde az önce Sayın Haluk Koç'un tam da anlamıyla vurguladığı şüpheleri ortaya çıkarıyor. Onun için bu konu önemli, bunun vurgulanmasına ihtiyaç var, ortaya konmasına ihtiyaç var yani bir eş zamanlılık var mı yok mu, bunun ortaya konmasına ihtiyaç var.

Bir diğeri, dış politika yapım aşamasının ciddi şekilde gözden geçirilmesine ihtiyaç var. Yani eğer biz şöyle bir durumda olacaksak: Türkiye'de iç politikada doğal olarak biz eleştirilerimizi dile getiriyoruz, iktidar da kendi görüşlerini ortaya koyuyor ama "dış politika" dediğimiz şey iktidar ve muhalefetin duruşundan bağımsız bir şekilde hepimizi bağlayan bir iş; bu ülkenin Silahlı Kuvvetlerini de, bu ülkenin ana çıkarlarını da, ulusal çıkarlarını da ortaya koyan bir iş. Dolayısıyla burada bir görüşme trafiğinin, farklı görüşleri almanın Türkiye'nin dış politikada daha az hata yapmasına, mümkünse hatasız bir dış politika yürütmesine ciddi katkısı var. Örnek, baştan beri Dışişleri Bakanlığımız eliyle iktidarın yürütmüş olduğu Suriye politikasının tam tersi bir noktada durduk biz, bugün sevinerek görüyoruz ki bizim durduğumuz noktaya doğru yaklaşıyorsunuz. E, ne oldu, Türkiye bundan ne kazandı, toplamda ne kazandık? Hiçbir şey kazanmadık. İktidarın vermiş olduğu rakamlarla 40 milyar dolara yakın bir harcama yapıldı, askerlerimiz hayatını kaybetti, siviller hayatını kaybetti, 4 milyona yakın mülteci şu anda Türkiye'de bütün şehirlerimizde aramızda yaşıyor ama bu konularda daha önce yapılan uyarılar dikkate alınmış olsaydı belki iş bu aşamaya gelmeyecekti. Bu da bize büyük bir mutluluk verecekti çünkü amacımız, Türkiye'nin çıkarlarının doğru bir şekilde savunulabiliyor olması ve bizim toplumsal barışımızda, huzurumuzda olumsuz bir durumun ortaya çıkmıyor olması.

Şimdi, Sayın Koç ifade ettiği için ben bütün detaylarıyla söyleme ihtiyacı duymuyorum, Doğu Akdeniz'de bizim gördüğümüz ve eleştirdiğimiz bir sıkışmışlık söz konusuydu. Bu anlaşma bu sıkışmışlığı aşma yönünde önemli bir aşama mıdır? Evet, aşamadır. Gecikmiş midir? Çok gecikmiştir. Anlaşmayı olumlu bulmakla birlikte, anlaşmaya "evet" diyecek olmakla birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, Rum ve Yunanistan ikilisinin yanlarına başka bir partner ülke alarak yapmış oldukları üçlü anlaşmaların bu kadar artmasında Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de ve Orta Doğu'da izlemiş olduğu yanlış politikaların da etkisi olduğu kanaatindeyiz. Örneğin bizim Mısır'da büyükelçimiz yok, biz Mısır'la görüşemiyoruz. Doğu Akdeniz'deki doğal gaz yataklarıyla ilgili ana aktörlerden bir tanesi Mısır, bir diğeri İsrail, İsrail'de de büyükelçimiz yok, İsrail'le de normal bir ilişki süreci yürütmüyoruz. Şu anda, Libya'da çatışan taraflardan Birleşmiş Milletlerin tanıdığı tarafla anlaşma yapıyor olmaktan dolayı Birleşmiş Milletlerin bu anlaşmayı onaylayacağını, kabul edeceğini, kayıtlarına işleyeceğini söylüyoruz ama Suriye'de Birleşmiş Milletlerin kabul etmiş olduğu tarafla hâlâ görüşmüyoruz. Dış politikamızla ilgili temel çelişkilerimiz var, temel sorunlarımız var. Bu temel sorunların giderilebiliyor olması için bizim daha geniş çerçeve içinde konuşan, siyasi partilerin de elini taşın altına koyduğu, onlardan sorumluluk almalarını isteyen bir anlayışa ihtiyaç var; bunun olması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu anlaşmanın bir aciliyeti var mı? Evet, bu anlaşmanın bir aciliyeti var. Bu anlaşmanın hızlı bir şekilde Komisyondan geçmesinde Türkiye'nin çıkarları var mı? Türkiye'nin çıkarları var. Ama Hükûmetin işine geldiği zaman millî birlikten bahsedip işine geldiği zaman da Fransız aksanıyla konuşma laflarını telaffuz ediyor olmasından da, duyuyor olmaktan da mutluluk duymuyoruz; onu ifade edeyim.

Şu anda burada bulunan siyasi parti temsilcilerinin tamamı seçim dönemlerinde de seçim dönemlerinin dışında da ağır hakaret içeren cümlelerle kamuoyu önünde mahkûm edilmeye çalışıldı; şu anda burada temsil edilen bütün siyasi parti grupları, iktidar partisi hariç, işin müsebbibi olduğu için onlar hariç. Şimdi, bu, doğru bir şey değil, bu, doğru bir yaklaşım değil ne Türkiye'nin iç siyaseti açısından doğru bir yaklaşım ne de ulusal çıkarlarımız söz konusu olduğunda "Hadi gelin birlik ve beraberlik içinde olalım." diye konuşulduğu zaman doğru bir yaklaşım.

Komisyonda bütün siyasi parti temsilcileri, Komisyon üyeleri görüşlerini dile getirebilir mi? Evet, getirebilir. Kendi üsluplarınca dile getirebilir mi? Evet, kendi üsluplarınca dile getirebilir. Farklı üsluplarda olduğumuz için ya da Türkiye'nin çıkarlarını farklı yerlerde gördüğümüz için farklı siyasi partilerin üyesiyiz zaten. Siyasi partiler yoksa "demokrasi" diye bir şeyden bahsetmek çok mümkün değil. Dolayısıyla konuşma hakkıyla ilgili bir tartışmanın Dışişleri Komisyonu gibi kendi gelenekleri oluşmuş bir yerde tartışılıyor olması da hoş bir yaklaşım değil.

Mısır önemli. Mısır kıyı uzunluğu anlamında önemli ki bizim Doğu Akdeniz'deki temel tezlerimizden bir tanesi bu. Mısır'la Türkiye'nin ilişki geliştirmesi için, şu anda Türkiye'yi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla Mısır'daki yönetim arasında ciddi sorunlar var ama bu sorunlar Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarıyla ne kadar örtüşüyor? Bu konu tartışmalı, en azından bizim açımızdan tartışmalı. Mısır'da büyükelçimiz olsaydı, biz Mısır'la iyi ilişkiler geliştiriyor olsaydık bizim Doğu Akdeniz'deki tezlerimize Mısır'ın desteği daha farklı bir noktada olur muydu? Olabilirdi. Şu anda Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervleri anlamında teyit edilmiş bilgiye sahip olduğumuz birkaç ülke var. Bir tanesi İsrail, en büyüğü Mısır, bir de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bulduğunu söylediği bazı rakamlar var ama onun dışında kanıtlanmış herhangi bir rezerv yok; bizim bu 3 ülkeyle de temasımız yok. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni anlıyoruz, o, geleneksel ve tarihsel kaynaklara dayanan bir şey ama İsrail'le de Mısır'la da yani doğal gaz elde etmiş, kaynaklarını ispatlamış ve hatta satmaya başlamış bazı ülkelerle hiçbir temasımız olmadan biz kendi yalnızlığımızı aşacak bir anlaşma yapma noktasında olduğumuz için anlaşmaya olumlu bakıyoruz. Ama "Neden yalnızlaştık?" sorusunu sorduğumuz zaman onun daha derinde izleri var ve Hükûmetin şu ana kadar Doğu Akdeniz'de yürütmüş olduğu siyasetin biz doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Bu anlaşmaya "evet" diyeceğiz, bu anlaşmanın hızlı bir şekilde geçmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Dışişleri Bakanlığımızın ortaya koymuş olduğu Türkiye'nin uluslararası hukuka dayanan tezlerinin doğru olduğu kanaatindeyiz. İşte Meis Adası'yla ilgili de, adaların kıta sahanlığı meselesiyle ilgili de, geçmişte uluslararası mahkemelerde de, Birleşmiş Milletlerin vermiş olduğu kararlarda da bu tezlerin haklılığını ortaya koyacak işaretler olduğunu da biliyoruz, görüyoruz. Ama bu, bizim gerek Doğu Akdeniz'le ilgili gerekse de Orta Doğu'yla ilgili izlemiş olduğumuz yanlış siyaseti dile getirmeyeceğimiz ya da bunu vurgulamayacağımız anlamına gelmiyor.

Şu ana kadar sorulmuş olan, ifade edilen sorulara katılmakla birlikte bir tek soru da ben sorayım: Yanlış hatırlamıyorsam dün ya da evvelki gün Yunanistan'da siyasetçilerden birisinin Türkiye'nin doğal gaz bulduğuna dair bir iddiası oldu. Kendi iç siyasetini yönlendirmeye çalışan bir şey olabilir, bir soru da olabilir ama böyle bir durum gerçek midir, değil midir? Bizim orada sondaj gemilerimiz var, sismik araştırmalar da yapılıyor, dolayısıyla bununla ilgili herhangi bir gelişme var mıdır, onu da sormak isterim.

Teşekkür ederim.