KOMİSYON KONUŞMASI

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Başlamadan önce Dışişleri ve Savunma Bakanlığının yetkililerine de sunumları için teşekkür ediyorum.

Çok şey söylendi, önemli eleştiriler getirildi. Ben bunları tekrarlamayacağım, bazılarının vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Bir de hani daha şu ana kadar ifade edilmemiş birkaç tane eleştirimi de ben paylaşmak istiyorum.

Birincisi: Ben dört yıldır bu Komisyonda çalışıyorum. Her ne kadar son dönemlerde çok yoğun katılımım olmasa da bütün gelen anlaşmaları, yasaları vesaire hepsini takip ediyorum. Daha önce -yanlışsam düzeltin- böyle bir anlaşma metnini çok fazla görmedik, ben hatırlamıyorum. Çünkü bu çok acil bir duruma binaen tasarlanmış, yazılmış. Zaten Libya'yla ilgili her şey -az önce bir arkadaşımız söyledi- alelacele yapılıyor yani bir şey yetiştirilmeye çalışılıyor. Trablus'ta anladığımız kadarıyla durum acil.

Şimdi, böyle bir anlaşma metni var elimizde, gerçekten bu bir anlaşma metni değil, bu bir tezkere, bu bir savaş tezkeresi. Bu şekilde okuduk yani ismi tabii ki üzerinde ama.

Şimdi ben bir sorumu sorayım: Yani bu anlaşma şayet geçerse Komisyondan ve Parlamentodan, şimdiden hazırlıklar var mı işin pratik, askerî, silah transferleri boyutunda? Muhtemelen, şey gibi düşünmek istemiyorum... Yani minareyi çalan kılıfını hazırlar zaten. Başlamış mı, neredeyiz, ne aşamadayız, arka kapılarda ne konuşuluyor; çok fazla bilmiyoruz. Birincisi bu yani bu Türkiye'yi Libya iç savaşının resmî olarak parçası hâline getirecek, siyaseten bir tercih yapmaktır. Biz, tabii, baştan söyleyelim, bunu doğru bulmuyoruz. Gerçi biz bir parti olarak şu ana kadar gelen en naif askerî iş birliği anlaşmalarına dahi "hayır" oyu vermiş bir partiyiz. Kesinlikle hiçbir askerî anlaşmayı biz onaylamadık. Bu, bizim ilkesel bir tutumumuz.

İkincisi, şimdi, ismi üzerinde... "Askerî iş birliği anlaşması" yalnız askerî iş birliği yok. Tek taraflı olarak, bu taraf diğer tarafa... Şimdi yani Libya, Trablus Hükûmeti Türkiye'yle ne iş birliği yapacak? Ne destek verecek? Ne yapabilecek? Hani pratik anlamda...

MUSTAFA CANBEY (Balıkesir) - Limanları kullanır. Deniz yetki alanları anlaşması yaptık.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Arkadaşlar, ben müsaadenizle bir bitireyim. Bakın orada mikrofon, basarsınız -basmışsınız zaten- söz hakkı gelecek size.

MUSTAFA CANBEY (Balıkesir) - Bastık, bastık.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Çok da gelmiyorum, fazla da konuşmuyorum, müsaade edin.

BAŞKAN VOLKAN BOZKIR - Sayın Özsoy, devam edin.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - İnsicamımı bozuyor, Başkan.

BAŞKAN VOLKAN BOZKIR - Sizin insicamınız bozulmaz, çok tecrübeli bir milletvekilisiniz Sayın Özsoy, devam edin buyurun.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Yani bu iş birliği, Türkiye tarafından görebildiğimiz kadarıyla tek taraflı olarak aslında son dakika bir kurtarma operasyonu. Acaba olabilir mi, bir caydırıcılığı olabilir mi? Sahaya baktığımız zaman 4 ülke görülüyor Katar'la birlikte. Türkiye -Avrupa cenahından da takip edebildiğimiz kadarıyla- İngiltere orada ve İtalya var. İtalya'nın ne yapacağı hiç belli değil, yarın kuyularla ilgili başka türlü anlaşırsa pekâlâ Hafter'le de çok kolaylıkla anlaşabilecek bir pozisyonda.

Diğerlerinde de işte Rusya'sından tutun, ne bileyim işte, birçok ülkeye kadar ciddi sıkıntılar var. Tabii, Orta Doğu'daki savaşlar artık basitçe bölge savaşları değil, küresel savaşlar. Suriye öyle, Irak öyle, Libya öyle. Dolayısıyla şimdi Türkiye bu tür anlaşmaları yaparken... En nihayetinde, bakın, bu bir askerî anlaşma. Türkiye bir NATO ülkesi. Ben soru olarak soruyorum yani NATO'yla bu nasıl görüşüldü, konuşuluyor? Tabii, Türkiye kendi güvenliğiyle ilgili her şeyi belki danışmak zorunda değil ama en nihayetinde bu tür tasarruflarda bulunduğunuz zaman içinde olduğunuz büyük paktların, birliklerin de tabii, ilişkilerini etkileyecektir. Yarın öbür gün Türkiye Libya'ya giderse, atıyorum, hani, Türk askerine orada herhangi bir saldırı olursa NATO'nun burada pozisyonu ne olacak gibi, gibi... Bir sürü orada bilmediğimiz durum söz konusu.

Şimdi, anlaşma metni çok detaylı gibi görünüyor. Hemen hemen her konu var, neredeyse "Ortak bir ordu kuralım." gibi ben okudum bunu. Hani, o kadar çok ortak alan var ki. Fakat bir taraftan da muğlak olan -Ünal Bey'in ifade ettiği- birçok şey de söz konusu. Anlayabildiğim kadarıyla Hükûmet diyor ki: "Siz bunu imzalayın, bu tastamam bir savaş anlaşması, bir tezkeredir. Biz oraya gitmek için planlamalar yapıyoruz. Ama içeriğini de kısmen muğlak bırakalım, yolda giderken duruma göre artık istediğimiz gibi biz bu meseleyi götürelim."

Arkadaşlar, bakın, Türkiye bir savaşın tarafı oldu Suriye'de, resmî olarak şu an Türkiye bir savaşın tarafı, iç savaşın tarafı. Libya ikincisi olacak. Bir koyup üç almanın siyasetinin sonuçlarını biz Suriye'de gördük. Bakın, bütün Suriye savaşının yükü Türkiye'ye bindi, mültecileriyle, sınırlarıyla, dünya ile ilişkileriyle. Şimdi, biz doğrusu biraz macera gibi görüyoruz. Doğu Akdeniz konusunda Türkiye'nin haklı kaygıları vardır, biz bunu söyledik. Özellikle oradaki enerji kaynaklarının Kıbrıs'ta yaşayan her iki kesim tarafından eşit bir şekilde kullanılması gerektiğini de söylüyoruz. Fakat böyle alelacele bir şekilde yani ülkeyi sonuçlarının ne olacağını çok kestiremediğimiz bir sürecin içerisine çekmek siyaseten sorumluluk değildir.

Bakın, ben iddia ediyorum, bizi bırakın, hoş biz dış ilişkilerle ilgileniyoruz, biz de çok anlamamışız Libya'da ne oluyor, ne bitiyor. Şimdi ben soruyorum: Gidin ortalama yurdum insanına, Türkiye toplumuna sorun, yüzde 95'i Libya'da kimin kiminle kavga ettiğini bilmiyor. Şimdi, toplum bunun ne olduğunu bilmiyor, üç-beş kişi oturacaklar, 82 milyon insan için "Hurra, biz buraya gireceğiz." diye karar verecekler. Toplum tartışmamış, genel anlamda sivil toplum tartışmamış, medyada doğru düzgün bir tartışma yok. İşte Komisyonda birkaç saat tartışacağız, kapatacağız, bir memleket savaşa girecek, bir savaşın parçası olacak. Bunu doğru bulmuyoruz.

Çok uzatmadan bitireyim arkadaşlar. Bir iki konu daha var altını çizmek istediğim. Gerçekten, şu konuda bir muğlaklık var: Askerî personel mi gidecek, işte "sivil yapılanma" dediği, daha önce basından biraz takip edebildiğimiz SADAT gibi kurumlar, daha hani... Çünkü şöyle bir argüman var: Rusya da kendi askerini göndermiyor, birtakım özel şirketler üzerinden oraya insanları götürüyorlar. Hani, bilmiyoruz, Ruslar kendi insanlarını o özel şirketlerin içerisine nasıl yerleştiriyorlar, yerleştiriyorlardır ajan... Çok bilmiyoruz, biz siyasetçiyiz, bu tür şeyleri çok fazla anlamıyoruz. Fakat görebildiğimiz kadarıyla, hani eğer zorunda kalınırsa pekâlâ Türk askeri de böyle bir savaşın içerisine... Gerçekten, Türkiye'nin direkt anlamda güvenliğini ilgilendiren bir durum değil.

Yani Suriye meselesinde oraya girilirken, her ne kadar biz katılmasak da, "Bütün dünyaya benim 900 kilometre sınırım var, oradan bana saldırılar geliyor, şu oluyor bu oluyor. Ben bir sürü güvenlik endişesi yaşıyorum." gibi bir argümanla gitti. Şimdi, dünyanın önüne Libya'yla ilgili ne söyleyeceksiniz? Doğu Akdeniz meselesini gündeme getireceksiniz -zaten orada da Türkiye iyice yalnızlaşmış durumda- ve bu hamlenin Türkiye'yi diplomatik alanda çok daha fazla yalnızlaştıracağını, ileride de bu keşmekeşliğin, bu kaosun en büyük ceremesini de Kıbrıs'ta yaşayan halkların çekeceğini şahsen düşünüyoruz. Böyle bir faturayı kesinlikle onlara ödetmemek lazım.

Ben burada bitiriyorum, teşekkür ediyorum.