| Komisyon Adı | : | DIŞİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi (2/2451) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 16 .12.2019 |
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan Yardımcılarına da verdikleri bilgiler için teşekkür ediyorum.
Evet biz, 21'inci yüzyılda yaşıyoruz ve dünya bildiğimiz gibi bir dünya değil ve dünyanın üzerinde işte ülkeler, rejimler, çeşitli, daha önce yapmadığı hamleleri yapıyorlar ve özellikle bölge de bir çatışma alanı hâline dönüşmüş durumda, bir paylaşım savaşı yaşanıyor pek çok yerde. Ve aslında bu tartıştığımız konuyu da ondan bağımsız ele alamayacağımızı düşünüyorum. Türkiye Hükûmeti sık sık şöyle bir düalizm içerisine giriyor yani "Ya savaşacağız ya da yok olacağız." gibi bir güvenlikçi bir söylemi sürekli olarak... Bunun da üzerine kurduğu dış politikası ve iç politikası var. Dış politika ve iç politikanın birbirini besleyecek şekilde de konumlandırıldığını görüyorum. Bu, Türkiye'de militarizmi gerçekten çok yükseğe taşıyan ve güvenlikçi politikaları çok yaygınlaştıran, derinleştiren ve bunun içeride de çok ağır bedeller de yaratan sonuçları olduğunu düşünüyorum, o yüzden bu gelen tezkereyi... Aslında bir savaş tezkeresinin belki bir önceliği olabilir yani bugün bu geldi, yarın savaş tezkeresi gelebilir, bunu öyle adlandırmasak bile. Fakat yani buna böyle "60 anlaşma yaptık bu da 61'nci olacak." gibi yaklaşamayız diye düşünüyorum ya da "Deniz Sınırları Yetki Anlaşması'nı biz imzaladık, o hâlde burada da bunu yapmalıyız." gibi yaklaşımın doğru olmadığını ben de vurgulamak istiyorum. Burada Türkiye'nin bu adımlarının, bu hamlelerinin... Yani biz istesek de istemesek de orada güçler arasında çatışma var ve biz meşru bir hükûmetin yanında yer aldığımızı söylesek de aslında bunun öyle olmadığını da biz biliyoruz çünkü daha istikrara kavuşmamış bir coğrafyadan bahsediyoruz ve dünyanın çeşitli güçleri burada hamleler yapıyor. Nasıl ki Suriye'de vesayet savaşları yaşandıysa burada da çeşitli potansiyeller olduğunu da görüyoruz. Zaten yaşanmakta olan şeyler de görüyoruz. Mesela Birleşik Arap Emirlikleri'nin Misurata'da Hava Harp Okulu'nu bombaladığına yönelik bir bilgi basına düşmüş durumda. Böyle bir alandan bahsediyoruz ve çok muğlak pek çok şeyi içeren, aslında askerî anlamda da bir anlaşma olduğu pek çok yerinden belli olan bir tezkereyi konuşuyoruz. Dolayısıyla da aslında konuştuğumuz şey, aynı zamanda bir iç politika konusudur da. Ben Türkiye'de özellikle son dönemde İHA'ların, SİHA'ların ve askerî sanayinin öne çıkartılmaya çalışıldığını ve işte hani yüzde 60'ları, 70'leri bulan yerli, millî sanayi gibi böyle kavramlarla da ifade edilen ve Türkiye'nin doğrultusunu daha militarizme doğru sürükleyen bu tür yaklaşımlardan uzak durmamız gerektiğini, diplomasiyi ve dışarıda barışçıl politikaları izleyen, kendine güvenen, kendi kendine yetebilen bir konumda olmak gerektiğini düşünüyorum. Bunun için Türkiye'nin kaynaklarının da bu şekilde seferber edilmesinin yanlış olduğunu, bu yani "ulusal çıkarlar" olarak tarif edilen şey; enerji şirketlerinin, silah şirketlerinin çıkarları ise eğer bunları ben ulusal çıkarlar olarak görmüyorum. Halkların çıkarlarını ulusal çıkarlar olarak görebiliriz ve ben bugün çok ciddi bir ekonomik krizden geçtiğimiz bir dönemde Türkiye'nin kaynaklarının bu tür tasarruflarla maceracı bir şekilde dış politikaya tahsis edilmesinin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum.
"Önleyici savaş" kavramı zaten aslında Amerika'nın başlattığı ve bölgede gerçekten çok ağır sonuçları olan yani bölge halklarına çok ağır bedelleri olan bir savaş stratejisi olduğunu da düşündüğümüzde yani şu anda önümüzde bulunan bu tezkerenin -ya da ne diyoruz- Mutabakat Muhtırası'nın gerçekten de son derece tartışma konusu olduğunu ve buradan bunu kabul etmediğimizi de belirtmek istiyorum.
Teşekkürler.