| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2452) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 18 .12.2019 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın üyeler, değerli bürokratlar ve basın mensupları; hepinize iyi akşamlar.
Doğrusunu isterseniz, ben konuştuğumuz konunun yeteri kadar derinlikte ele alınmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu, şöyle ifade edeyim: Bu konuştuğumuz konu, sadece Türkiye'ye ait bir konu değil esas itibariyle. Bence çağımızda bütün devletlerin yeniden düşündüğü, düşünmesi gerektiği bir konu. Yani devlet kendini nasıl koruyacak? Vallahi, bu, bu maddeyle aşılabilecek bir sorun değil yani, bu çok daha derin bir sorun. Neden derin? Şöyle, kısaca anlatmaya çalışayım size: Bakın çağımız -benim görebildiğim kadarıyla- bir kimlikler çağı. Yani ulus devletler artık içinde kimliklerin ayrışmaya başladığı bir hâl alıyor. Bunun anlamı şu: Siyaset, kimlikler üzerinden yapılır hâle geliyor. Dolayısıyla da her siyasi parti belli bir kimliğin taleplerini yansıtan bir biçime dönüşüyor. Türkiye'deki durumu biliyorsunuz, AK PARTİ'yi, MHP'yi, HDP'yi, hepsini biliyorsunuz; bunlar, Türkiye'deki talepleri olan ve taleplerini mevcut koşullar altında parlamento düzeyinde ifade etme imkânı bulan esasında farklı kimlikler. Bu şöyle bir şey esasında: Bu yeni bir durum, bu ulus devletlerde...
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - 82 milyonu kardeş biliyoruz biz.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ya, kardeş olup olmamasından bahsetmiyorum arkadaşlar, bakın...
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Dünya barışını kastediyorsanız...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır; bakın, şöyle söyleyeyim...
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Etnik kimlik olarak diyorsanız...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Arkadaşlar, ya, bir izin verin, müsaade edin. Yani ben siyaset yapmıyorum şu anda, siyasi bir konuyu konuşuyorum ama siyaset yapmıyorum, sosyolojik bir durumu tespit etmeye çalışıyorum.
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Zaten yanlışlık orada, sosyolojik tespitiniz doğru değil.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır, doğru olmadığını...
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Sayın Katırcıoğlu, lütfen...
Buyurun Sayın Katırcıoğlu.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Benim görüşümü kabul etmeniz gerekmiyor, ben kendimi anlatıyorum, kendi fikrimi anlatıyorum, kabul etmeyebilirsiniz.
Ama bu toplumda sizin arzu ettiğiniz ve bizim de arzu ettiğimiz bir biçimde henüz daha "biz" duygusunu paylaşma imkânı bulamadı Türkiye. Dolayısıyla da gördüğümüz kadarıyla, bunun mücadelesi verilmekte Türkiye'de. Her siyasi parti kendini öyle konumlandırıyor, kendi değerleri üzerinden siyaset yapıyor. Tabii, değerler üzerinden siyaset yapmanın bir çıkmazı vardır çünkü anlaşmamız ve uzlaşmamız zordur, problemin önemli kaynağı budur. Her neyse, ben konuya dönecek olursam şuraya getirmek istiyorum: Şimdi, bu konuştuğumuz konu bence... Sayın Durmuş Yılmaz bir örnek verdi ki o örneği ben de defalarca yaşamışımdır. Ben de üniversitede akademisyen olduğumdan dolayı belki birçok devlet kurumunda mülakat sırasında benden de katkı istenmiştir ve ben bunu yaparken Sayın Durmuş Yılmaz'ın anlattığı olaylara benzeyen çok olay yaşadım. Yani çok başarılı görülen bir çocuğun neden alınmadığını sorduğumda "Camiye gidiyor, beş vakit namaz kılıyor." denildiğini hatırlıyorum. Şimdi, dolayısıyla da bu, o günün şartlarında o günün hâkim olan kimlik veya -işte, ne bileyim, nasıl ifade ederseniz- değerler sistemiyle baktığımızda doğru olan bir şeydi ama şimdi artık doğru değil, başka bir yere geçtik, başka bir dönemdeyiz diyelim.
Şimdi, dolayısıyla, buradan baktığımızda, bu yasada alınacak olan önlemlerin, konuştuğumuz konuyu engelleyecek bir tarafı yok. Yani ne olacaktır? Ben size söyleyeyim: Geçmişte olanın bir başka benzeri olacaktır, Sayın Durmuş Yılmaz'ın söylediği gibi. Yani bu sefer de bir anlamda, bugün devleti yöneten siyasi kimlik ve siyasi parti olarak Adalet ve Kalkınma Partisi kendini koruyan bir biçimde devlete insan alacaktır ve bu madde de buna hizmet edecektir. Şimdi bunu kabul edebilirsiniz, edebiliriz ama bu, sorunu çözecek bir mesele değildir arkadaşlar.
Bakın, ben size birkaç şey daha söyleyeyim: Geçmişte -yani Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde demek istiyorum- devlet kurumlarına alınan kişilerin nitelikleriyle ilgili olarak birçok söylenti çıktığında, hasbelkader, o dönemde benim de arkadaşım olan bazı bakan arkadaşlara, Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlara "Bu işi yanlış yapıyorsunuz, her geleni alıyorsunuz, halbuki bu devlette liyakat diye bir şey vardır." dediğimde, bana "Hoca, sen çok fazla duyarlılık gösteriyorsun, gerek yok, biz ne yaptığımız biliyoruz." dediler. Ama zaman geçti, anlaşılan o ki ne yaptıklarını bildiklerini söylediği zamandan sonra geçen zamanda ortaya çıkan hadiseler pek de öyle ne yaptıklarını biliyor olduklarını göstermiyor. Dolayısıyla da ben, mesela, Adalet ve Kalkınma Partisinin böyle bir maddeyi getirmesini de biraz şaşkınlıkla karşıladığımı söylemek zorundayım. Niye biliyor musunuz? Çünkü en iyi siz bilirsiniz bu devlete nasıl sızıldığını. Mesela, bir örnek vereyim ben size, daha bunun hesabı kitabı yapılmadı. 15 tane FETÖ'cü üniversite kuruldu, FETÖ'ye ait olduğu söylenen üniversite kuruldu. Peki, YÖK izin vermedi mi bunlara? YÖK izin verdi. Peki, YÖK nasıl verdi? Mesela, bunun anlaşılması, nasıl mekanizmalarla bu işin içine girdiklerinin görülmesi yararlı olur en azından bence yani devletin kendini koruması bakımından, gerekli mekanizmaları üretmesi bakımından daha anlamlı olur. Dolayısıyla da ben, böyle bir maddeyle işte, arşiv taraması vesaireyle kendini korumaya çalışan bir devlet yapısının, esasında, günümüz koşullarında olması gerekeni sağlayamayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla da benim de esasında önerim -bu, uzmanlık da isteyen bir konu ama- sadece hukukçuların değil, aynı zamanda belki siyaset bilimci ve sosyologların da işin içine dâhil edilmesi gereken bir biçimde ele alınması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Yani gerçekten de devlet tabii ki kendini korumak meşruiyetine sahiptir ama devletin kendini nasıl koruyacağı konusu gerçekten de özgürlük ve güvenlik bakımından gerçi hassas bir dengeyi ima eder. Dolayısıyla da bu, özellikle günümüzdeki farklılaşmış, kutuplaşmış toplumlarda ve çok köklü demokrasileri olmayan toplumlarda kaçınılmaz olarak kimlik iktidarlarına yol açıyor ve kimlik iktidarları da kaçınılmaz olarak kimlik çatışmalarına yol açıyor, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi. Dolayısıyla benim tavsiyem de -diğer bir çok arkadaşımın yaptığı tavsiyeye benzer biçimde- bunun daha uzmanların içerildiği bir ortamda ele alınması gerektiğidir.
Teşekkür ederim.