KOMİSYON KONUŞMASI

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Trump tarafından açıklanan yüzyıllık barış planı asla kabul edebileceğimiz bir şey değil. Daha önce de Bahreyn Konferansı'nda, detaylarını açıklamamış olmakla birlikte, damadıyla birlikte bu projeyi nasıl yürüteceğinin işaretlerini vermişti ve o zaman da bizler tepkimizi ortaya koymuştuk.

Tabii ki Filistin'le dayanışma içinde olmak Türkiye'ye düşen en önemli görevlerden biridir fakat ben, şimdi İçişleri Bakanlığı adına konuşan sayın bürokratın ifade ettiklerini gözden geçirdiğimde, burada "İsrail" diye bir şey yok; yani İsrail'e karşı ne yapacağız, nasıl bir dayanışma içinde olacağız? Bunu bir soru olarak sorduktan sonra, bu noktadan devam etmek istiyorum.

Mazlum Filistin halkıyla dayanışma içinde olunduğuna dair gerçekten Mecliste grubu bulunan 5 partinin imzasıyla bir açıklama yayınlandı, bu da önemli bir şeydi, kıymetli bir şeydi fakat bunun arkasının gelmesi gerekiyor. Mesela, elimdeki bir iki veriyi sadece sizlerle paylaşmak istiyorum: Bugün, Türkiye'nin İsrail'le birlikte yürütmüş olduğu ticari ilişkilere, askerî ilişkilere, hiçbir şekilde oralara değinilmeden normalmiş gibi kabul edilip devam ediliyor. Mesela, 2000 yılında -yani AKP iktidara gelmeden önce- Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 1,1 milyar dolar düzeyindeyken 2018'de 5,6 milyar dolara yükselmiş durumda.

Yine, 2010 yılındaki Mavi Marmara saldırısının sonucunda İsrail'le diplomatik ilişkiler en düşük seviyede seyrederken ekonomik ilişkiler ise hiçbir şekilde gerilemedi, tam tersi artış göstermiştir. Yine, TÜİK verilerine göre 2009-2010 yıllarında İsrail'e 590 bin çimento ihracatı yapıldı. Gönderilen bu çimentonun nerede ve nasıl kullanıldığını eminim ki bütün Komisyon üyeleri çok iyi biliyor. İşgal edilen Filistin topraklarında yani önce tankla topla giriyorlar, sonra iş makineleriyle girip orayı dümdüz bir saha hâline getiriyorlar, sonra askerî çadırlarını kuruyorlar, o bölgeyi tahkim ettikten sonra orada kendi vatandaşlarını oturtmak üzere evler inşa ediyorlar. Filistin'in işgali adım adım böyle gerçekleşirken orada, bu binalarda, İsrail'in işgal ettiği topraklarda kendi vatandaşlarının konut elde etmesine hizmet sağlıyoruz çimento göndererek.

Bir diğer yapmak istediğim vurguysa şu: Hepiniz hatırlayacaksınız Sayın Erdoğan'ın "one minute" çıkışını. O çıkışın hemen akabinde, işte Mavi Marmara süreci kamuoyu tarafından ve Hükûmet tarafından değerlendirilmişti ve çok büyük öfkeler ortaya konuldu. Fakat gerçekten bizim açımızdan utanç duyulması gereken bir şeye imza atıldı. O da neydi? Mavi Marmara'nın hesabı hiçbir şekilde sorulmadı, sadece tribünlere ve kamuoyunu yanıltacak genel mesajlarla bu yapıldı. Bunun en temel belgesi de bu hesabın sorulmadığına dair en temel belge de 20 milyon dolar kan parası karşılığında ulusal ve uluslararası davaların düşmesidir. 20 milyon dolar resmî bir tazminat olmamakla birlikte, transferi gayriresmî bir şekilde gerçekleşmiştir. Bütün bunlar bizim açımızdan elbette yapılacak. Bu anlaşmada ne kadar Filistin halkının yanında durulacağına dair... Anlaşmanın alt metnine de baktığımızda, bu konularla yeterince ilgilenmediğini görüyoruz bu anlaşmanın.

Yine, bir vurguyu daha yapmak isterim. Mazlum Filistin halkının yanında bu kadar ciddi bir biçimde yer aldığımızı ifade ediyoruz ve gerçekten ben tekrar ediyorum, kıymetli bulduk, 5 partinin ortak imzasıyla bir metnin yayınlanmasını. Fakat İsrail'de yaşananlara, İsrail'in yaşattıklarının benzerini biz... Mazlum Filistin halkıyla dayanışırken burada, Türkiye topraklarında ve Suriye topraklarında yaşayan Kürt vatandaşlara dönük benzer uygulamaların olduğunun altını çizmemiz lazım. Filistin halkının yanında samimi bir şekilde olabilmenin yolu Türkiye'de halklar sorununu çözmek, Kürt sorununu çözmek ve Kürt halkına bu eziyeti çektirmemek ve -tırnak içinde ifade ediyorum- bir düşmanlık hukuku üzerinden ilişkileri geliştirmekten vazgeçmemiz gerekiyor.

İki soru sorarak tamamlayacağım konuşmamı. Birinci sorum Türkiye-İsrail ilişkisiyle ilgili. Anlaşmaya bakıldığında Türkiye ve Filistin için tarafı oldukları uluslararası sözleşmelere uygun bir biçimde güvenlik iş birliğinin gerçekleşeceği dile getirilmiştir. Bugün doğru bulmasak da dünyanın birçok ülkesi tarafından Hamas ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Türkiye bu anlaşmayla "terör" ifadesini kullanırken hangi tanımı kullanmaktadır, bunları mı kastetmektedir, kendi yasasındaki tanımı mı kullanmaktadır, yoksa imzaladığı uluslararası sözleşmelerin tanımını mı kullanıyor?"

Bir diğer sorumsa şu: Türkiye'nin İsrail Devleti'yle güvenlik anlaşmaları var mıdır, varsa 2 ülkeyle benzer anlaşma yapılması, anlaşmaları karşılıklı olarak geçersiz kılmaz mı?

Teşekkür ederim.