| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2596) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 11 .02.2020 |
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Bütün Komisyon katılımcılarını saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, genel gerekçede bahsi geçen üç husus var: Bir tanesi, deniliyor ki: "Finansal sektör verimli ve etkin çalışmıyor, birtakım düzenlemeler yapacağız ve etkinleştireceğiz." Sonra deniliyor ki: "Finansal sektörde faaliyetlerin kapsam ve çeşitliliğinin gelişmesine ihtiyaç var." Bu ihtiyacı doğuran bir dizi de sebep söyleniyor. "Biz, bu yasayla bu kapsam ve çeşitliliği geliştireceğiz yani finansal piyasaları derinleştireceğiz." Bir de uluslararası ilke ve standartlara uyum sağlama kaygısı var ki ona girmeyeceğim çünkü Sibel Hocam, Sayın Vekilim detayıyla girmiş oldu.
O zaman, karşımızda olan soru şu: Finansal piyasalar etkin ve verimli çalışmıyor diye düşünüyorsak ve yeterince derin değil diye düşünüyorsak, derinliğine engel olan ve etkin çalışmasının önünde engel olan unsur nedir? Bu unsuru doğru tespit edersek, o zaman bu engeli ortadan kaldırıp kaldırmayacak bir yasa teklifi olup olmadığını tartışabiliriz.
Temel unsur ve engel güven erozyonu. Güven tamamen yok olmuş vaziyette. Ekonominin finansal piyasalar açısından ihtiyaç duyulan en önemli unsuru güven. Güvenin olmadığı yerde herhangi bir finansal işlemin olmasını beklemek mümkün değil.
Şimdi, güvenin olup olmadığını nerede görüyoruz? Ya, madem mesele finansal piyasalar, iki ölçütten görmek mümkün. Bir tanesi, yabancıların Türkiye finansal piyasalarına bakışını gösteren CDS risk primi. Bu risk primi -biraz önce Sayın Hamzaçebi çok net bir biçimde ortaya koydu- bize benzeyen ekonomilerle kıyaslandığında çok aşırı düzeyde yüksek. Düşüyor olması herhangi bir şey ifade etmiyor. Bize en yakın olan Güney Afrika'nınkinden neredeyse 2 kat yüksek bir CDS primi var Türkiye'nin. Dolayısıyla, yabancılar Türkiye finansal piyasalarının riskli olduğunu düşünüyor. Sadece yabancılar değil, yerel finansal aktörler de riskli olduğunu düşünüyor ki mevduatların içerisinde yabancı para cinsinden mevduatların oranı yüzde 52'ye ulaşmış vaziyette. Bu iki veri, bize temel sorunun güven olduğunu söylüyor.
O zaman soru şu: Bu yasa güveni tesis edebilir mi? Etmeyeceği o kadar açık ki. Bilakis güven bunalımını derinleştirecek bir yasa. Yani yasa, iddia ettiği şeyi yapmak bir yana, iddia ettiği, düzeltmek üzere yola koyulduğu şeyi derinleştirecek, kendini ayağından vuran bir yasa. Yani hakikaten "Pes" dedirten bir hâli var. Nasıl oluyor tartışmak çok zor oluyor ama birkaç unsur var: Bir, neden güven yok ve neden bu yasa o güveni tesis etmez?
Ekonominin gerçekleri ve ihtiyaçlarından kopuk bir yönetimle karşı karşıyayız. Zira bu yasa da ekonominin gerçeklerinden kopmuş. "Türkiye'de kriz var mı?" sorusuna "Var." yanıtını vermeden yasa yapabileceğimiz bir dönemde değiliz. Türkiye'de ağır bir kriz var, bir toplumsal bunalım var ve bu toplumsal bunalım, krizin artık finansal boyutunun ötesinde bir sosyal boyuta eriştiğini gösteriyor.
O zaman, burada tartışılması gereken temel meseleler önce sosyal boyutu içermek durumunda çünkü finansal piyasadaki güven erozyonunu giderecek olan şey, gerçeklikle buluşmuş olan bir iktidardan geçer. Bu krizin olduğu gerçeğini kabul etmeden korkarım ki hiçbir yasa hedefine ulaşmayacak.
Bir diğeri de şu: Bu kriz bu düzenin bir sonucu. O zaman düzeni değiştirmek gerekiyor krizin çaresini oluşturabilmek için.
Peki, düzeni düzen yapan şey ne? Bu düzenin en önemli unsuru şu: Gelir yaratacak üretken alanlar yerine ranta kaydık ve bunu yaparken de gelir yaratamadığımız için, çok borçlanan, aşırı finansallaşan bir düzen kurduk, şimdi, düzenin çıkardığı krizi çözmek için daha da çok finansallaşan daha da çok kredi peşinde koşan bir çare arayışı içerisindeyiz. Bu, düzenin devamını sağlar, krizi çözmez, krizi derinleştirir. Dolayısıyla, özüyle yanlış bir yasayla karşı karşıyayız.
Güvenin olmamasının ikinci sebebi şu: Güvenin olabilmesi için özgürlüklerin olması gerekiyor. "Özgürlükler var mı?" sorusunun yanıtı çok açık; Türkiye'de özgürlük falan kalmadı. "Dövizde kriz var." diyen vatan haini. "Burada bir sorun var, başka bir şey yapılsın." diyen terörist. "Acaba, ülkenin geleceğine dair duyduğumuz kaygıda söz sahibi olabilir miyiz?" diyen "Sen sus!" denilerek yok sayılıyor.
Şimdi, böyle bir ortam içerisinde yani gerçekliğin kantarının iktidarın elinde tekelleştiği bir yerde, kimin vatanı ne kadar sevdiğini ölçen bir birimin iktidarın elinde yaratıldığı bir yerde, kimin daha hain -bakın, zaten herkes hain de- olduğuna karar veren kantarın iktidarın tekelinde olduğu yerde, "Finansal piyasalara dair söz söyleyenlerin hangi sözünün yanlı olacağı, hangi arzın veya hangi talebin gerçek olup olmadığına karar verecek olan kantar nedir?" sorusunun yanıtı açık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun.
SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - İtiraz eden herkes manipülatif ve spekülatif hareketten suçlanacak ve zaten terörist ve hain olan hepimiz daha da terörist ve daha da hain olarak bir geleceğin içine saplanmış olacağız. Temelde sorunumuz bu, özgürlüğün ortadan kalkmış olması.
İtiraz, demokrasinin temelidir, bunun olmadığı yerde güven olmaz, güvenin olmadığı yerde de finansal piyasa falan olmaz. Bu yasa da bir kez daha o kantarı tekelleştiren bir yasa olduğu için, güveni bizzat kendisi yok eden bir araca dönüşmenin en önemli taliplerinden bir tanesi. Bu yasa kendi kendini imha etmek için yapılmış âdeta.
Üçüncüsü, güvenin olabilmesi için şeffaflık gerekiyor, denetim gerekiyor, birtakım ekonomik çıpalar gerekiyor.
Şimdi, Varlık Fonu kuruldu, zaten berbat, ipotek fonu, paralel hazine, hepsi gerçekleşiyor adım adım gözümüzün önünde, çok şeffaf bir biçimde. Hiçbir denetlemeye tabi olmayan Varlık Fonu, şimdi sınırsızca borçlanacak. "Geleceğimizi ipotek altına alıyoruz, eyvah!" diyenlerimize "Terörist." Diyeceksiniz, sonra o ipotek altına almanın bütün sınırlarını ortadan kaldırıp Varlık Fonu'na sınırsızca borçlanma yetkisi vereceksiniz. Kusura bakmayın ama o geleceğin ortağıyız biz ve bu kaygıyı burada dile getirmekle de yükümlüyüz; çocuklarımız için olduğu kadar, bugün sağlıklı bir düzen içinde yaşamak için de bunu söylemek durumundayız. Bu yasa, mali disiplini yok ettiği için güveni yok eden bir yasadır. Dolayısıyla, amacını henüz yasa görüşülürken dahi yok etmektedir.
Şimdi, bir son söz, bir son güveni yok eden unsur, söylem ile eylem arasındaki tutarsızlıklar güveni yok eder. Bir yandan "Piyasa ekonomisi işletiyoruz." diyeceksiniz öte yandan piyasada müdahale etmediğiniz yer kalmayacak. Sosyal demokrat siyasetin ekonomi politikası denetleme ve düzenleme ister, piyasanın vahşetine teslim edilmemiş bir düzen talep eder ama piyasaların vahşetine teslim edilmemiş düzenden anlaşılan şey, şeffaf, herkese eşit, öngörülebilir kuralların denetlemenin ve düzenlemenin olduğu bir yerdir.
Burada düzenleme ve denetleme tamamen ortadan kaldırılıyor; keyfi, rastgele, istenildiği zaman ve isteyenin ne istediğinin belli olmadığı bir biçimde düzenleniyor. Bu, ne bir piyasa ekonomisidir ne de gerçek manasıyla bir devletçi ekonomidir. Artık adının konamadığı bir düzene geçmiş vaziyetteyiz. Söylem ile eylem arasında tutarsızlıklar sürdüğü sürece bu yasa ve birçok başka yasa bu düzeni düzeltemez. Bu yasa kendini de imha ediyor, geleceğimizi de imha ediyor. Bence olduğu gibi geri çekilmesi gerek çünkü içinde bir maddesi doğru, bir cümlesi doğru denebilecek bir bütüncüllüğü yok bu yasanın. Bu yasayı geri çekmeyi teklif ediyorum.
Teşekkür ediyorum.