| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç'ın, YÖK'ün faaliyetleri hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 12 .03.2020 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Evet, YÖK bağlamlı özel bir bilgilendirme gündemiyle bir araya gelmemiz hasebiyle ben konuşmalarımı -ve akabinde bir iki de sorum olacak- sınırlamak istiyorum çünkü bu toplantıdan beklentisi yüksek camianın çeşitli paydaşları var. Bunu özellikle vurgulamak istiyoruz. Burada çok özel bir gündemle bir araya gelmiş bulunmaktayız. Elbette ki Millî Eğitim Bakanlığının, Millî Eğitim camiasının saymakla bitmez bir sürü sıkıntıları var. Bizler de zaten onların çözümü için burada bir araya gelmiş bulunmaktayız.
Ben sözlerime başlamadan önce Sayın Başkan, değerli akademik heyetinizi, idari heyetinizi saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz diyorum.
Efendim, malumunuz, gerçekten sunumunuzdan çıkarılacak en önemli sonuç şudur: Türkiye'de -bir akademisyen olarak söylüyorum, hem lisans ve lisansüstü eğitimlerini karma almış bir meslektaşınız olarak söylüyorum hem Türk eğitim sistemini bilen hem de Batı'da lisansüstü eğitimini yapan bir arkadaşınız olarak eklektik bir gündem oluşturup bir iki şeyi paylaşmak istedim- gerçekten YÖK bir vizyon ve misyon değişikliği sürecini yaşıyor. Bunu bazen zaten alt başlıklara siz yansıttınız, ifade ettiniz. Bizler de duymaktan büyük bir mutluluk hissettik. Neydi bu, adını koymak gerekirse, dünyevi ve uhrevi iki bağlamlı ele almak gerekirse? Bir taraftan, ilmin nerede olursa olsun alınması gereken evrensel bir şey olduğunu, bunların da üniversite ayağı üzerinden yapılmasının sağlanması birinci dereceden sorumluluğumuz, yani "Çin'de de olsa alınız." hükmüne bağlı olarak. İkincisi de muasır medeniyetler seviyesine ulaşmanın yolu da budur. Bu da ikisini eklektik olarak bir araya getirdiğimiz zaman misyon ve vizyonun anlam ve önemi ortaya çıkmaktadır.
Şimdi, Kıymetli Hocam, Değerli Başkanım; birkaç ana başlıkta bir şeyler ifade ettiniz -merakımı bağışlayın- bu Dijital Dönüşüm Projesi'nden bahsettiniz. 5 bin öğretim üyesi ve 50 bin de öğrenciyle başlanan bir projeydi. Burada, üniversite isimlerine baktım ve 16, 2020'de de bunu 20'ye çıkarma gibi bir öngörünüz var. Acaba bu, ihtiyaca binaen mi, bu üniversitelerden gelen talebe binaen mi yapılan bir uygulama yoksa hayır, periyodik olarak rotasyona tabi tutarak bütün üniversitelerde gerçekleştirilecek mi? Ben tam anlayamadım yani ihtiyaç odaklı mı yoksa rotasyon sizin öngörünüzle mi yapıldı? Bunu sormak istiyorum.
Tabii, yine, çok güzel, duymaktan mutlu olduğum bir şey... Lisans, lisansüstü ve doktora programlarında bir yeknesaklık yok, bir böyle başıbozukluk var. Program açılıyor, malumunuz, hepimiz yaşadık bunu. Gerek ve yeter şart açılışta arandı ama hani, saldım çayıra, Mevla'm kayıra misali, devamı gelmiyor. Bazen hülle yollarıyla açılan bu bölümler, lisansüstü programlar, bir bakıyorsunuz ki birkaç yıl sonra kadük kalıyor, yürümüyor. Bu bağlamda sizin gerçekten sürekliliği de takip eden bir kriterler manzumesi oluşturacağınızı işittim, o da gerçekten çok yerinde bir şey.
Şimdi, emeklilik sonrası, tabii burada profesörlere, bilim adamlarına böyle parantez arası, zaman zaman yapıyoruz; bunu da yapanlar camiadan insanlar. Tabii, küçük bir azınlığı hedef alarak ya da onu genele teşmil ederek bazen böyle haksızlık ediyoruz gibi... Aslında üniversitelerde öğretim üyeleri her türlü şarta rağmen ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Bilimsel katkıları var mı, yok mu, o ne kadar ölçülür? Aslında, bir bakıma kriterler var, teamüller de var ama maalesef... Benden önceki konuşmacıların bazıları ifade ettiler, burada yönetimlerin yani sizin, birinci dereceden alt kademelerinizdeki rektörlüklerden, dekanlıklara, müdürlüklere kadar takip edip bunun gerçekten liyakati esas kılarak... Bu da nedir? Ödüllendirmedir, yapanı ödüllendirip yapmayanı da birazcık teşvik etmek amaçlıdır. Bunlar yapılsaydı, bunlar da çok fazla gündeme getirilmezdi.
Efendim, doçentlik müracaatlarında bize ulaşan en önemli sıkıntılardan... Bu etik kurulla ilgili meselelerde jüri üyelerini bire bir muhatap bırakıyoruz. Burada gerçekten bir kaos oluşuyor yani hoca, bir bilim dalında 10 tane doçentlik dosyası okuyacak, onları değerlendirecek bir de efendim kriterlere uygun mu, değil mi, -etik meselelere vâkıf olup- o konuda da bir şeyler söyleyecek. Hâlbuki, YÖK, bunu, kurumsal bir şekilde, çok net, varsa da daha etkin hâle getirerek yani etik meseleleri, müracaat koşullarını, değerlendirme koşullarını sağlaması gereken bütün meselelerde yetkili ağız olarak şeffaf, ikna edici bir yöntemle, hukuktan referanslar vererek söylemeli, hoca sadece değerlendirdiği çalışma dosyasına odaklanmalı ve bu konuda düşüncelerini ifade etmeli diye düşünüyorum.
Bir de emeklilik sonrası profesörlerin sözleşmeli şekilde atanması... Milli Eğitimde şu aralar çok sıkıntılı bir meselemiz bu ücretli öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler yani onlara benzetme şeklinde değil de ihtiyaca binaen... Gerçekten verimliliğinin zirvesinde, duayen hocalarımız var. Bunları, bir dekanın, bir rektörün iki dudağı arasına sıkıştırmayalım, -onun Allah'a şükür o bağlamdaki geçmişi bellidir zaten- tam tersine ödüllendirici bir şekilde lütufkâr davranarak çok rahat bir şekilde değerlendirmek gerekir.
Ben, son söz olarak tabii, sosyal bilimci olarak da biraz alınganlık gösterdim. -Ahmet Hocam gittiler.- Şimdi, bilimler arası bir öncelik, sonralık böyle bir öndelik, arkadalık gibi bir mukayese hakikaten zarar verir. Siz, yine bu vizyon içerisine sosyal bilimleri de yerleştirdiniz. Eğitim şartlarında, bu tarihî üniversite sürecinde, aslında, Orta Çağ üniversiteleri tipik tarihî üniversitelerdir ve dönemi temsil eder. Oradan başlayıp daha sonra sanayiyle birlikte o kırmızı tuğla üniversiteleri daha sonra Amerika'nın yeni bir güç olarak gelmesiyle kampüs üniversiteleşme süreçlerinde dahi inanın disiplinler arası bir etkileşim vardır, yani 80 ihtilalinden sonra eksi 20,30 derecede "Çıkın, beden eğitimi dersi koyduk zorunlu yapacaksınız." ya da "İnkılâp tarihi dersini zorla dinleyeceksiniz." şeklinde süreçlerden geçtik, biliyoruz. Batı'da çok rahat, çok akıllı hatta bu, bazı okullarda inanın, ortaöğretim seviyesine çekilmiş yani fenne yatkın, efendim sayısal bilime yatkın çocuklara da mutlaka felsefenin, sosyolojinin, edebiyatın verilmesi doğal bir şey. Ben, bunu bir zorunluluk gibi değil de serpiştirerek, sevdirmenin, o içimizi burkan tablonun giderilmesine de büyük katkıda bulunacağı kanısındayım.
Teşekkür ediyorum.