KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle herkese sağlıklı günler diliyorum, umarım kısa zamanda ülkemizde yer alan salgın hastalık son bulur ve bunu en az zararla atlatabiliriz.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ ve Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin ortak imzasıyla getirilen teklif, İnfaz Kanununda Yapılan Değişiklik Teklifi olarak adlandırılıyor, ancak bunu arkadaşlarımızla incelediğimizde, değerli akademisyenlerin görüşünü aldığımızda bizim açımızdan İnfaz Kanunu'nun ötesinde bir af kanunu olduğu yönünde. Türk Ceza Kanunu'nun 65'inci maddesini değerli arkadaşlarımın açıp okumasını tavsiye ediyorum, muhakkak biliyorlardır, ancak meselenin anlaşılabilmesi için burada bunun bir üstünden gitmekte fayda var. Der ki Türk Ceza Kanunu'nun 65'inci maddesi "(1) Genel af halinde, kamu davası düşer, hükmolunan cezalar bütün neticeleri ile birlikte ortadan kalkar. (2) Özel af ile hapis cezasının infaz kurumunda çektirilmesine son verilebilir veya infaz kurumunda çektirilecek süresi kısaltılabilir ya da adlî para cezasına çevrilebilir." der. Şimdi, bunun, yerleşmiş olarak akademi dünyasındaki değerlendirmesi, bizim buraya gelen teklifin görüşülmesi münasebetiyle bu kapsama girdiği düşünülmekte, biz de bu kanaatteyiz. Buradan Anayasa'nın 87'nci maddesini açıp oraya bakmaya davet ediyorum yine milletvekili arkadaşlarımızı. Anayasa'nın 87'nci maddesi der ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; Milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak; Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir." Şimdi, bir iş yapıyorken ilkesel olarak bunun doğrusu neyse onu yapmak lazım. Maalesef, son yıllarda Türkiye'de çok defa Anayasa'nın çeşitli maddeleri ihlal ediliyor. Bunu, Meclis eliyle de birçok kere biz itirazlarımızı dile getirdik, yapılan uygulamalarda da karşılaşıyoruz. Bu düzenlemeye Cumhuriyet Halk Partisi olarak katkı sunacağımız yerleri var, onları detaylarıyla anlatacağım ama bir defa, Anayasa'ya sadakat yemini etmiş milletvekilleri olarak bunu Anayasa'nın emredici hükümleri neyse ona uygun olarak yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, bu bir afsa -ki öyle- affı nasıl görmek, nasıl değerlendirmek lazım? Şimdi, değerli milletvekilleri, hukuk düzeni tarafından yapılması yasaklanmış, yapıldığında yaptırımla karşılaşılan fiilleri ifade eden suç ile bu fiilleri işleyenlere karşı devlet yetkisini kullanan, yargı organlarınca uygulanan yaptırımları kapsayan ceza, anlaşılacağı üzere, birbirini bütünleyen kavramlardır. Devletler suç sayılan fiilleri kanunlar çerçevesinde cezaya bağlayarak toplumsal düzenin belirli ilişkiler çerçevesinde sürdürülmesini amaçlamaktadır. Bu açıdan, suç da ceza da toplumsal bir olgudur. 2 kavramı merkezine alan ceza hukuku da toplumsal birlikteliğin tesisinde vazgeçilmez önemlidir. Ceza hukukunda belirleyici kriterse cezanın ölçülülüğü ve caydırıcılığıdır. Ancak o zaman toplumsal birliktelik adalet ve güven temelinde sağlanabilecektir. Tersi durumda ceza hukuku, bir fayda yaratmaktan çok parçalanmaya yol açacaktır. Bu açıdan ceza hukukunda af uygulaması hukuk düzeni açısından sorunlar içeren bir uygulamadır çünkü toplumsal birlikteliği hedef edinerek işletilen Ceza Kanunu hükümleri belli bir döneme mahsus olarak ilga edilmektedir. Öte yandan tabii af aynı zamanda anayasal bir kurumdur. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin geçerli olduğu yerde bir fiilî suç hâline getiren ve ona ceza bağlayan organ olan yasama organının bir beşerî fiili suç hâline getirmeye veya ondan çıkartmaya, ona bağladığı cezayı kaldırmaya, bunu azaltmaya yetkisi vardır şüphesiz. Bunları yapmaya yetkili bir organ olarak bu konuda bir düzenleme yapabilir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, burada af düzenlemesinin hukuki dayanağı olmakla birlikte kıldan ince, kılıçtan keskin hassasiyette bir konu çünkü bir yanıyla suçluyu ve mağduru, diğer yanıyla da toplumsal vicdanı etkilemektedir. Bunun için infaz adaletinin adaletin hassas terazisinde iyi ölçülmesi lazım.

Şimdi, bu teklif geldiğinden, konuşulduğundan beri Cumhuriyet Halk Partisi olarak inanın defalarca bu konuda toplantılar yaptık. Yani, öyle bir düzenleme yapalım ki burada aldığımız görevin, sorumluluğun gereğini yerine getirelim, evet, cezaevlerindeki oran Türkiye'ye yakışmayan bir oran, çok ciddi bir artış var, 50 binlerden 300 binlere geldi, bir düzenleme yapalım ama bunu da infaz adaletini sağlayarak, objektif kriterler belirleyerek yapalım. Burada, infaz adaletinin sağlanması, Anayasa'nın eşitlik ilkesinin, dolayısıyla da Anayasa'nın 2'nci maddesinde "Cumhuriyetin nitelikleri" başlığı altında ifade edilen hukuk devletinin bir gereğidir. Daha önce Türkiye tarihinde çıkartılan af düzenlemelerinde, özellikle en son Rahşan affı sonrasında iş Anayasa Mahkemesinin önüne gittiğinde verilen karar ve yapılan uygulamada ilk başta öngörülenden daha farklı bir sonuçla karşılaştı Türkiye bu nedenle. Dolayısıyla çok öngörerek, gerçekten hukukun bütün kurallarına uyarak düzenleme yapılması lazım.

Değerli milletvekilleri, suçluların cezasının tamamen ya da kısmen kaldırılmasını öngören af uygulamaları modern demokrasiler ve cumhuriyetlerde sıklıkla başvurulan bir yöntem değildir. Buna karşın monarşilerde ve hukuk devleti kurallarının geçerli şekilde işletilmediği ülkelerde af uygulamasına sıklıkla başvurulduğu bir gerçektir. Ne yazık ki ülkemizin tarihinde de azımsanmayacak sayıda, çeşitli adlar altında af düzenlemeleri, infaz indirimleri yapılmıştır, bunu bütünüyle alıp hesapladığınızda ortalama altı buçuk yıla denk gelen bir rakam çıkıyor.

Af düzenlemeleri özü itibarıyla bir sonuç tabii; var olan toplumsal düzenin suç üretmeye uygunluğu, hukuk düzeninin sağlıklı işlememesi ve yönetim şeklinin otoriterliğe kayması nedeniyle özgürlüklerin gittikçe sınırlanması af ve benzeri uygulamaları gündeme getirebilmektedir. Af, vücuda verilmiş bir kortizon gibi görülebilir, yan etkileri de ortaya çıkar. Bu yüzden af düzenlemeleri konuşulmadan önce sistemsel işleyişteki aksaklıkları görmemiz gereklidir. Üzücü ama karşımızda duran gerçek, Türkiye'nin sosyal, ekonomik olarak tam bir çöküş yaşadığıdır. Dar tabanlı işsizlik oranı yüzde 13,7; geniş tabanlı işsizlik oranı yüzde 20'lerde, gençlerimizin yüzde 36'sı işsiz, gerçek enflasyon yüzde 30'larda; gelir dağılımı açısından en zengin nüfusun, yüzde 5'in gelirden yüzde 21, en yoksul yüzde 5'in ise binde 9 pay aldığı bir ekonomik düzen elbette ki suç üretecektir; dolayısıyla önce bunun önüne geçebilmek lazım.

Bakın, bir başka veri: Boşanan çiftlerin sayısının 2018 yılında 143.573'ken 2019 yılında yüzde 8 artarak 155.047 olduğu görülüyor. Cumhuriyet başsavcılıklarına son on yılda gelen dosya sayısı yüzde 52 artıyor ve 9 milyon 252 bin sayılarına ulaşıyor. Her yıl yüz binlerce dosyanın bir sonraki yıla bırakılmak zorunda kalındığı ceza infaz kurumlarında 31 Aralık 2018 tarihindeki kişi sayısının bir önceki yıla göre yüzde 14 arttığını, ondan sonra devam eden senelerde de hep bu artışın devam ettiğini, bugün 300 binlere geldiğini görüyoruz.

Şimdi, bir af düzenlemesi konuşacaksak eğri oturup doğru konuşmamız lazım, karşı karşıya kaldığımız sorunların kökenine inmeksizin atılacak her adım yarın önümüze karanlık yeni tünellerin çıkmasından başka sonuçlar yaratmayabilir, ısrarla yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını dillendirmemiz de bu açıdan boşuna değil. Hepimizin hafızasında canlı olarak duran 15 Temmuz darbe girişimine gidilen süreçte ve sonrasında yaşananları göz ardı etmememiz lazım. Malumunuz, darbe girişiminde bulunan FETÖ yapılanmasının en önemli ayaklarından biri yargıdaydı. Uzun yıllar yargıyı ele geçirme faaliyetleri yürüten ve ne yazık ki mevcut AKP iktidarının kendisine dokunduğu ana kadar sesini çıkarmayıp altın tepside imkânlar sunduğu bu yapı binlerce insanımızın kaderiyle oynamıştır, haksız hukuksuz yargılamalarla ceza almasına sebep olmuştur. Darbe girişiminin ardından FETÖ üyesi ya da iltisaklı olduğu gerekçeleriyle 5 bine yakın yargı mensubu ihraç edilirken bu kişilerin karara bağladıkları dosyalar nedeniyle şu anda binlerce, on binlerce insan cezaevindedir. Değerli arkadaşlar, burada yeniden yargılamalar, kamuoyunda bilinen, kamuoyuna mal olmuş meşhur insanların, daha böyle medyanın tartıştığı konularda oldu; normal vatandaşın, sıradan vatandaşın dosyalarının hiçbiri yeniden değerlendirilmedi. Dolayısıyla, bunun baştan bir yöntem geliştirilip değerlendirilmesi lazım kamu vicdanının tekrardan tesis edilebilmesi, sağlanabilmesi açısından. Yine ayrıca, FETÖ borsası aracılığıyla, varlıklı olan kişilerin serbest kalması sağlanmaktadır. Değerli arkadaşlar, kelimenin tam anlamıyla yargıda ikili uygulamayla karşı karşıyayız. Bakın, ünlü fizikçi Einstein'ın dediği gibi: "Nedenler değişmeden sonuçların değişmesini beklemek budalalık olur." Dolayısıyla, sosyal düzende ve yargı sistemindeki ciddi sorunlar orta yerde dururken af düzenlemesi yapmak, sadece bunu yapmak sorunları geçici ötelemek olur.

Bugün görüşmekte olduğumuz af düzenlemesini, önümüze gelen, sıra sayısı verilen, vesaire olan, sıradan bir teklif olarak değerlendirmemek lazım. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının zedelenmesini, yürütmenin yargı ve yasama üzerindeki ağır baskısını görmeksizin, sonuç verici bir çözüme ulaşmayacağımız kesin. Türkiye'de bugün yargının içine düştüğü durum, varlık nedenini yok edecek derecede tehlikeli bir hâl almıştır. Hepimizin çok iyi bildiği ancak bu yasa teklifinin önemi nedeniyle buradan bir kez daha söylenmesinin gerekli olduğunu düşünerek sıklıkla şahit olduğumuz yargının üzerindeki siyasi vesayeti aktarmak isterim. Yargıdaki, yargımızdaki adaleti sağlamayı yani temel işlevini yerine getirmekte, iktidarın, özellikle AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı siyasi açıdan kendine misyon edinmiş, onun sözleri, onun davranışları sonrasında kararlar veren bir organ hâline gelmemelidir. Bakın, Tayyip Erdoğan, Türk yargısının itibarını sarsmakta âdeta hiçbir dakika tereddüt etmiyor; iktidar temsilcilerinin aylarca "terörist" söylemiyle iç siyasette bozdurup bozdurup kullandığı isimlerin yabancı devlet başkanları ve yetkilileriyle görüşmenin ardından tahliye edilmesi hâlâ hafızalarımızda canlılığını korurken daha yakın tarihlerde yaşanan onlarca yargısal süreç yargı sistemimizin gerçek anlamıyla reforma tabi tutulmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Ekonomik düzenimizde maalesef, kötü bile diyemeyeceğimiz, Berat Albayrak'ın yönetiminde gerçekten çok sıkıntılı bir ağır sonuçla karşı karşıya kaldığımız bir dönem yaşıyoruz. Çok yakın zamanda burada bakın ne oldu: Üretim mallarındaki fiyat artışlarında, özellikle patates, soğan fiyatlarındaki yükselişlerde terör faaliyeti arayıp idari ve yargısal tahkikat başlandı. Ülkemizin çıkarları açısından tartışmalı dış politika ve askerî kararlara karşı düşünce özgürlüğü sınırları kapsamında görüş açıklayanlar ve sosyal medyada paylaşım yapanlar hakkında halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek ve terör örgütü propagandası suçlamalarıyla on yılı aşkın hapis cezası istemiyle davalar açıldı.

Bakın bugün, Tayyip Erdoğan'ın dünürü, Baykar Makine Sanayi Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Özdemir Bayraktar'a zorunlu ara buluculuk sisteminden gelen bir dava dosyası kapsamında davet mektubu gönderen, benim de tanıdığım Avukat Seher Okşar Kadırgan hakkında Adalet Bakanlığı idari soruşturma başlattı, savcılık ise dava açması... Yani hakikaten anlaşılabilir gibi bir durum değil. Şimdi, yine, Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu'nun avukatı Celal Çelik'in, Erdoğan'ın Genel Başkanımız hakkında açtığı bir davada yaptığı savunmadan kaynaklı hakkında Cumhurbaşkanına hakaret davası açılması; yine, Rize'de bir kadını sokak ortasında tekmeleyerek darbeden şahsın adli kontrol şartıyla serbest bırakılıp sonrasında sosyal medyadan gelen tepkiler üzerine tutuklanması; yine bir örneğini Ahlat Sulh Ceza Hâkimliğinde yaşadığımız, sanığın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması şeklindeki kes yapıştır kararla cinayet şüphelisin tahliyesine; FETÖ sanığı eski Korgeneral Metin İyidil'in beraat ettirilip ardından itiraz üzerine tutuklanmasına ve HSK'nin soruşturma başlatmasına kadar, buradan saymakla bitiremeyeceğimiz çok sayıda çelişkili, anlaşılamaz kararların altına imza atılmıştır.

Bakın, çok yakın bir zamanda coronavirüse karşı iktidarın başlattığı yardım kampanyasına sosyal medyadan "zırnık yok" etiketi altında tepki gösterdiği için terörle mücadele ekipleri tarafından gözaltına alınan Hakan Gülseven, aynı şekilde yüzlerce gazeteci, haber ve görüşlerinden kaynaklı maalesef şu anda cezaevinde. Bakın, "Evde Kal Türkiye" kampanyasını hayatın gerçeği üzerinden sosyal medyada attığı "Ya, çalışmak zorundayım, nasıl evde kalayım. Beni virüs değil, bu düzen öldürür." mesajıyla eleştiren tır şoförü Malik Baran Yılmaz gözaltına alınıp kanunlara uymamaya teşvik suçundan mahkemeye çıkarıldı. Yargının iş yükü diyoruz ya değerli arkadaşlar, bunlar ağır eleştiri olarak kabul edilebilir, belki bizim dahi kabul edemeyeceğimiz birçok söylem olabilir ama bunlardan bir yargısal faaliyet çıkmaz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, yargının karşı karşıya kaldığı baskılar, otoriter sistemin aracı hâline dönüştürülmesi artık toplumsal vicdanımızda derin yaralar açma noktasına ulaşmıştır. Geçtiğimiz ay Çorlu'da tren kazasında hayatını kaybedenlerin ve yaralananların yakınları Mecliste partileri ziyaret etti ve bizi de ziyarette bulundu, Cumhuriyet Halk Partisini. Orada görüşmeyi gerçekleştiren kişi olarak çeşitli notlar aldım, çarpıcı bir hususu sizlerin vicdanına havale etmek istiyorum. Bakın, Çorlu'da kaza oluyor, 7'si çocuk 25 kişi hayatını kaybediyor, 317 kişi yaralanıyor. 8 Temmuz 2018 tarihinde bu kaza meydana geliyor. Ardından bu ailelerin yaşadıkları hakikaten bir hukuk rezaleti. Davaya bilirkişi atanıyor, bu bilirkişilerin Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarında daha önce danışmanlık yapmış, 1 milyonun üstünde para almış kişiler olduğu çıkıyor. Şimdi, bu, ciddi anlamda bir hukuk rezaleti. Burada özen gösterilmiyor ve bu insanların en başta maddi olarak kayıplarının karşılanması, ceza hukuku anlamında da bu insanlara yardımcı olunması lazım. İnsanlar anayasal haklarını basın açıklaması şeklinde göstermek istiyor, burada da toplantı gösteri yürüyüşünde görevlendirilenlerin görevlerini yapmalarına engel olma suçlamasıyla beş yıla kadar hapis davası açılıyor. Şimdi, burada çarpıcı olması açısından örnek vereceğim ama o kazada 10 yaşındaki torunu ortadan ikiye ayrılıp çok kötü bir şekilde hayatını kaybeden bir dedenin burada sanık olması hakikaten kabul edilebilir gibi değil. Buna tepkisi aşırı olsa bile -ki öyle olduğunu düşünmüyorum- burada hoşgörülü davranmak lazım. Yargımızın yargılama süreçlerinde yaşanan adaletsizliklerin ve dolayısıyla haklı ile haksızın doğru ayırt edilememesi sonucu tıka basa dolan cezaevleri sorununa son birkaç örnek vererek konuşmamın bu bölümünü sonlandırmak istiyorum.

Bakın, kamuoyunda son dönemde Osman Kavala isimli iş insanının Gezi eylemleri kapsamında 2018 yılında tutuklanıp, dört yüz seksen gün sonra iddianamesi tamamlanıp, altı yüz gün sonra mahkeme önüne çıkıp sekiz yüz kırk gün sonra beraat edilmesi olayını çok tartıştık, bu dosya detaylarıyla konuşulacak bir dosya. Bu dosyayı -bilmiyorum- bu Komisyonda, Adalet Komisyonunda ve katılanlardan inceleyen, okuyan var mı? Ben detaylarını inceledim, konuşabiliriz ama konu bu değil. Benim dikkatinizi çektiğim şu: Burada verilen bir karar var, karar doğru olabilir, yanlış olabilir; birçok suçlama var, binlerce yıllık ceza isteniyor, en son sekiz yüz kırk gün sonra mahkeme beraat kararı veriyor. Şimdi, buradan beraat kararı verdikten sonra AK PARTİ Genel Başkanı Mecliste yaptığı konuşmada bakın ne diyor? Diyor ki video eşliğinde: "Bakınız, bunlar masum bir ayaklanma hadisesi değildir. Bunlar, ciddi manada, perde arkasında, Soros türü, bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır." Bu, Tayyip Bey'in görüşüdür, söyler söylemez, ona bir şey diyemem ama devamında başka bir şey var: "Bunun da Türkiye ayağı, malum, içerideydi; bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar." Şimdi, değerli arkadaşlar, yargı bağımsızdır ya, yargının verdiği kararla ilgili denetim mekanizmaları vardır, istinafa gider, Yargıtaya gider, yani bu denli siyasetin yargıya müdahalesi iyi sonuç doğurmuyor işte, kamu vicdanı tatmin olmuyor.

Şimdi, yine, 3 Aralık tarihinde, Ordu'nun Altınordu ilçesinde Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi 3'üncü sınıf öğrencisi Ceren Özdemir, Özgür Arduç isimli katil tarafından öldürüldü. Şimdi, bu katilin geçmişine baktığımızda ne yazık ki Ceren'in hayatını kaybetmesinin nedenlerinden biri de Türkiye'de infaz uygulamaları. Özgür Arduç isimli katil, 12 tane suç kaydı bulunan, on dört yıl önce Ordu'da bir çocuğu öldürmüş, cinayetten 2005'te tutuklanmış, 2018'de Rize'ye yarı açık cezaevine nakledilmiş, 1 Aralıkta firar ettiği ortaya çıkıyor. Adalet Bakanlığı Kontrolörler Kurulu Başkanlığının Özgür Arduç'un nasıl kapalı cezaevinden açık cezaevine geçtiğine yönelik başlatılan inceleme sonucunda, usulsüz şekilde ve gerçeğe aykırı değerlendirmeler yapılarak Ordu Kapalı Cezaevinden Efirli Açık Cezaevine geçirildiği saptanıyor. Çok yazık değerli arkadaşlar.

Şimdi, yine, İstanbul Beyoğlu'nda 23 yaşında İTÜ öğrencisi pırıl pırıl bir evladımız, Halit Ayar isimli evladımız, gasp ve hırsızlık yükümlüsü 27 yaşındaki Emrah Yaşar tarafından bıçaklanarak öldürülüyor. Emrah Yaşar'ın -on yıllık cezası da- Kırklareli Cezaevinden izinli olarak dışarıda bulunduğu ortaya çıkıyor. Şimdi, burada hükümlülerin izinli çıkması, Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin kapsamı genişletildi, buna göre gerçekleştiriliyor. Biliyorsunuz, bu yönetmelikte 2019'da en son bir değişiklik yapıldı ve ona göre bu kişinin oradan çıkması sağlanıyor, açık cezaevine çıkıyor ve bu olay yaşanıyor. Şimdi, bakın, bu öldürülen kişinin emekli polis memuru babası Mehmet Ayar ne diyor? Hepimizin kulağına küpe olması gereken nitelikte. Diyor ki: "Bizim canımız yandı, başkalarının canı yanmasın, daha güzel kanun çıkarsınlar. Devletimizin bunların üstesinden geleceğine inanıyoruz. Allah devletimize zeval vermesin. Güzel kanunlar çıkarsınlar ki herkes huzur içinde yaşasın. Biz yandık, başkaları yanmasın. Emirgan Karakolunda yedi buçuk yıl çalıştım, bu olaylara aşinayız, biliyoruz, metanetimi korumaya çalışıyorum, soğukkanlılığımı bozmadım, bozmak da istemiyorum. Yapacak bir şeyimiz de yok. Kolay değil, çok zor. Bir yerde bir eksiklik var, ama nerede var bilmiyorum. Halit ilk erkek evladımız, babamın ismini koydum, maalesef ömrü kısaymış. Halit çok başarılı bir çocuktu, madalyaları vardı, hocalarından aldığı ödülleri vardı. En son, üniversitede yüksek onur listesine alındı. Bunu dahi söylemedi bize, çok mütevazıydı. Allah bizden çok sevdi diyoruz, başka da bir şey diyemiyoruz."

Şimdi, değerli arkadaşlar, burada Mehmet Ayar kime söylüyor bunu? Direkt bize söylüyor yani Türkiye Büyük Millet Meclisine söylüyor, Adalet Komisyonu üyelerine söylüyor. Burada yapılan düzenlemeler bu kadar önemli ve çıkartılan yönetmelik, daha önce yapılan KHK, Komisyon ve Meclisin dışında yapılan işlerin sonuçları da bunlar yani bu Komisyonun bir iş yaparken elli kere etraflı düşünmesi lazım.

Daha, bakın, çok yakın bir zamanda bu corona salgınıyla ilgili, belediyelerin her zaman olduğu gibi bu tip durumlarda yaptığı yardım kampanyaları, bağış kampanyaları -adını ne söylerseniz söyleyin- ya hukuk şekliyle ilgilenmez, niyetle ilgilenir. Bağış toplama yetkisi var mı belediyelerin? Var. Kanunda bu yazıyor mu? Yazıyor. Daha önce bütün partilerin ayrı ayrı belediyeleri, kurumları bunu yaptı mı? Yaptı. Şimdi, böyle bir olayda ne kadar çok yardım toplansa o kadar kârdır, bu salgından o kadar çabuk kurtuluruz. Böyle bir olayın dahi siyasi yaklaşımla önüne geçildiğini görüyoruz.

Konuşmamda ifade ettiğim uyarılara karşın, izleyegeldiğimiz yapıcı muhalefet adına, bugün görüşmekte olduğumuz af teklifine parti olarak destek vereceğimizi partimizin yetkilileri çeşitli platformlarda dile getirmişti. Özellikle cezaevlerindeki doluluk oranının gün geçtikçe artması, bunların artık bir ıslah yeri olmaktan çıkmasıyla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Cezaevi doluluk oranıyla ilgili Türkiye'deki suç analizini yapabileceğimiz bazı verileri de dikkatinize sunmak istiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, ben bu verileri nereden alıyorum? Adalet Bakanlığının 2020 bütçe teklifinde verilen rakamlardan, yine Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 2019 yılında açıkladığı istatistiki verilerden. Şimdi bakıyorsunuz, Türkiye'de 2019'da 35 tane yeni cezaevi yapılması öngörülüyor; 28'i kapalı, gerisi açık. 2020 yılı içinde de 61 cezaevi kurumu yapılması planlanıyor. Ne kadar yapsak da kapasite o kadar büyük bir hızla artıyor ki buna yetişemiyoruz. Bakıyorsunuz, 2011 yılında 5 milyon 384 kişiye şüpheli sıfatıyla işlem yapılmışken 2018'de 3,5 milyon artarak 8 milyon 892 bine ulaşıyor. Şimdi, 2018'den bugüne geldiğimizde bu rakamın 10 milyon seviyelerine yaklaştığını görüyoruz. Şimdi, böyle baktığınız zaman değerli milletvekilleri, bir toplumda bu denli, 2 kata yakın suç oranının, soruşturmaların artması problemlidir. Buralara eğilmek ve bunların üzerinde düşünmek lazım.

Değerli milletvekilleri, yine, Türkiye İstatistik Kurumunun "Ceza İnfaz Kurumları İstatistikleri 2018" başlıklı verilerinde suç işleyenlerin oranı -burayı hızlı geçiyorum- baktığınızda ilkokul mezunu, ilkokul öncesi eğitim, ortaokul mezunu ve liseye kadar olanlar çok büyük bir kesimini oluşturuyor. Yani, eğitim seviyesi ne kadar düşük olursa o kadar suç işleme eğilimi artıyor; eğitim seviyesi yükseldikçe de suç işleme oranının düştüğünü görüyoruz. Tüm bu gerçekler şunu gösteriyor: Çözüm bulmaya çalıştığımız konu göz ardı edemeyeceğimiz ölçüde büyük, hem cezaevlerindeki şartlar hem de bu kişilerin yakınları açısından kritik bir aşamada. Dünyayı saran ve gün geçtikçe ülkemizde yaygınlaşan coronavirüse karşı alınması gereken önlemlerin biri de bu salgının cezaevlerine sıçramasını önlemektir. Sıçradığı takdirde bugün açıklanan rakamlar -açıkçası hiç düşünmek bile istemiyorum- katlana katlana gidebilir. Cezaevlerinin durumu, yaratılan beklenti, coronavirüs, aslında bizlerin bu konuya daha adaletli ve temelden çözüm oluşturmamızı zorunlu kıldığı gerçeğiyle bizi karşılaştırıyor.

Konuşmamda sıklıkla vurguladım, infaz adaletini yani suç istisnalarını olabildiğince dar tutup uygulamalarının özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü yönünden de kazanım sağlayacak şekilde olabilmesini gerçekleştirebilmemiz lazım. Az evvel Sayın Milletvekilimiz Ali Özkaya'nın beyanında yani burada, ifade özgürlüğü ve düşünce suçlarıyla ilgili olan kısımlarda... Yani biz bunu nasıl tarif edebiliriz? Suç konusu olayın, fiilin konuşmak olduğu meselelerde, haber yapmak olduğu, yazı yazmak olduğu meselelerde, bunlar, Ali Bey'in dediği gibi, evet, ilk derece mahkemesi sonrasında istinafa gidiyor, Yargıtaya gidiyor, Yargıtay yolu da bazıları için yeni açıldı, bu olumlu. Ama, düzenleme yaptığımız diğer suçlar da zaten bu aşamaları geçiyor. Yani, bu tek başına bir veri değil. Bugün gasp suçundan ceza indirimi vereceğimiz kişi de aynı aşamaları geçmiş oluyor yani yargıya madem güveniyoruz o konuda, o zaman bütün olarak değerlendirmemiz lazım, tersini de böyle görmek lazım ve bunu biz niye söylüyoruz? Çok defa karşılaştık, Cumhuriyet gazetesi, Sözcü gazetesi, çok sayıda aklımıza gelmeyen gazeteci, yazar, atılan "tweet"ler, söylenen sözler, uluslararası standartlarda tarifi yapılan, terör propagandasına uymayan, açık ve yakın bir tehlikeye sebebiyet vermeyen, üzerinden yıllar geçmiş, kimsenin görmediği belki okumadığı yazılar dahi olmak üzere suç konusu yapılabilmekte. Türkiye, terör ve terör örgütlerinden gerçekten çok çeken bir ülke. PKK'dan da, FETÖ'den de , DHKP-C'den de, diğer bir sürü terör örgütünden de çok bedel ödeyen bir ülke. Terörle mücadelede başarının kriterlerinden biri de yargısal anlamda da doğru bir şekilde mahkemelerin bu meseleye yaklaşmasıdır. Onun için, bu kısmı da çok önemsiyoruz.

Değerli milletvekilleri, şimdi, biz getirilen teklife genel olarak -söylediğim gibi- destek vereceğiz. Burada eksiklikleri söylüyoruz: İnfaz adaleti, mümkün mertebe kapsamının daraltılması önemli. Salgın bir hastalık var. Yine, çeşitli ilavelerle tutuk incelemesi özellikle çok dar tutulmalı yani tutuksuz yargılanma. 40 bine yakın tutuklu varsa elektronik kelepçe yapıp, evlerine gönderip ihlal etme durumunda tutuklanacağı ihtaratı yapılarak bir ara çözüm bulunması lazım. Çok ağır suçlar istisnalar tutularak bunun kısıtlanması, bazı suç tiplerinin genişletilmesiyle birlikte cezaevindeki olası salgın etkileri konusunda mesafe alırız.

Yine, Sayın Başkan, bakın, burada, biliyorum, belki, değerlendirme kısmı uzun oluyor ama bu konu çok önemli.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Toparlayabilirsek memnun olacağız.

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Şunun için bunu bu kadar etraflıca anlatıyorum: Böyle bir meselede normal bir zamanda yapılsa belki bizim partimizden 50-60 milletvekili gelip burada meramını anlatacak ancak sağlık koşulları nedeniyle -sizle de konuştuk- hepimiz özveriyle davrandığımızdan, burada değerlendirdiğimiz konuları etraflıca dile getirmeye çalışıyoruz. Unutulmamasını istiyoruz: Değerli milletvekili arkadaşlarımızın ilettiği düşünceleri de paylaşmaya gayret gösteriyoruz. Onun için, burada bakın, ekonomik suçlar bakımından çek suçunda bir düzenleme yapıldı geçtiğimiz günlerde. Bu aslında Adalet Komisyonunun yapması gereken bir işti ve eksik düzenleme yapıldı. Şu anda, böylesine bir durumda, ekonomik suç anlamında, böyle bir kriz ortamı varken, burada çek suçundan içeride kimsenin kalmaması gerektiği gibi, bunun üç ay sonraki durumunun da çok değişeceği yok. Bu düzenleme yetersiz, çekte hapis cezasının kaldırılması lazım çünkü dünya örneklerini incelediğimizde -geçmişte bu konuda tez yazmış biri olarak söylüyorum- çekte hapis cezasının uygulandığı ülkeleri... Biz bunu yanlış uyguluyoruz, bizde senet gibi uygulanıyor yani senet ayrıdır, çek ayrıdır. Çek, karşılığı olan paradır. Bir banka bu çek karnesini veriyorsa onun karşılığını ödemek zorundadır. Yani, bu ayrı bir konu ama bunun...

Şimdi, değerli arkadaşlar, burada son değerlendirme olarak şunu söyleyeceğim: Maddelerle ilgili hassasiyetlerimizi belirteceğiz. Bizim Türkiye'de, samimiyetle söylüyorum, yargıya güvenin arttırılması için -yüzde 20-30'lar olarak tarif ediliyor yetkililer olarak, bunun arttırılması için- Türkiye'deki yargı düzeldiğinde ekonomiye katkısını, sosyal yaşama katkısını, sosyal adalete katkısını, toplumsal barışa katkısını, önemini bilerek, hissederek bu konuda uzmanlaşmış çalışan insanlar olarak şu değerlendirmeyi yapmamız lazım: Adalet Komisyonu uzmanlık gerektiren bir konudur. Biz burada bunun gereğince pozitif anlamda her türlü katkıyı vermeye hazırız, bundan sonraki dönemde de yargıya güveni arttırmak adında yapılacak çok iş var, olumlu anlamda bu katkıları yaparız. Şunu ilke edinmek gerektiğini düşünüyorum: Biz, tabii, temsilciyiz. Biz bir emanet aldık, milletin temsilcileriyiz. Temsilci seçilmesi yani insanların kendine temsilci seçmesinin mantığı kendi adına seçtikleri temsilcilerin -tırnak içinde, liyakat sahibi olması ilkesiyle yapılmıştır bu- kendi adına doğru kararı verebilmesi. Bunun için temsilci seçer insanlar, bunun için temsilî demokrasi vardır da doğrudan demokrasi yoktur. Onun için her kararda, mesela şimdi dönüp de her kararda direkt halka sormazsınız, seçim dönemlerinde yaptığınız faaliyetler, izlediğiniz yöntemlerde halk sizin notunuzu seçimlerde verir, denetimini o zaman yapar. Biz yönlendiriciyiz; bizi üçüncü sayfa haberlerinin yönlendirmesi, gazetelerin, medyanın yönlendirmesi değil, böyle uzmanlık gerektiren konularda bizim medyayı ve toplumu yönlendirebilecek potansiyelde olmamız lazım. Ne oluyor biliyor musunuz? Getiriliyor üçüncü sayfa haberleri sonucunda hesapsız kitapsız cezalar, anlık arttırılıyor, infazlar çok arttırılıyor. Sonra yetkililer hesap kitap yapıyor, diyor ki: "Bu kadar cezaevinde adam olmaz bu suçtan, gelin bunu indirelim." Bakın, bunu defalarca yaşadık, defalarca yaşadık ve insanlar da bu polemikler içerisinde gerçekten sıkıldı, adalete güven sarsılıyor. Bu düzenleme, görüşme esnasında ben ısrarla arkadaşlardan şunu istedim: Bu düzenlemeye olumlu oy verecek biri olarak, ya, kimin çıkacağını bilmek istiyorum, hangi suçtan, ne oranda insan dışarı çıkacak? Bunu defalarca dile de getirdim. Bunun tespitinin elinizde olduğunu biliyoruz. Kapsamının farklı olduğunda da nasıl olacağına yönelik çalışma yaptığınızı da biliyoruz. Bunu bilin ki biz paylaşalım vatandaşla ve bilsin vatandaşımız da. 80 bin kişi mi çıkacak, 70 bin kişi mi çıkacak? Onlar niye çıktı, 230 bin kişi niye kaldı? Bunu doğru bir şekilde tarif edebilelim, anlatabilelim. Yani, günün sonunda şu gerçekle karşılaşmayalım: Vatandaş bize "Kardeşim, siz nasıl yasa yaptınız? Konuşanı içeride tuttunuz, adam vuranı saldınız." ya da "Hırsızlık yapanı saldınız, şunu yapanı tuttunuz, neye göre tuttunuz?" dediği zaman bunun izahatını yapamayız. Ya, bütün suçlar kötüdür. Dolayısıyla burada ilke koymak lazım. Evet, Türkiye'de gerçek anlamda terör suçu işleyen, vatandaşımıza silahlı saldırı yapan, askerimizi, polisimizi şehit eden, kurumlarımıza saldıran, gerçek anlamda darbeye karışmış vesaire gibi hakikaten toplumun ve ülkenin kabul edemeyeceği meseleler bir kalın çizgiyle çizilebilir. Partilerin hassasiyeti var, bunlar da belli bir mutabakat üzerinde konuşulabilir ama mümkün mertebe kamu vicdanı açısından ciddi anlamda çabalayalım. Bunun sonucunda ortaya çıkacak gerçekler, yarın öbür gün cezaevindeki tahliyeler, peşine gerçekleşecek olaylarda bu sayede, bu şekilde kimse de tek başına yüzleşmiş olmaz. Türkiye bir bütünüyle bununla yüzleşir. Maddelere geçildiğinde tek tek maddelerle ilgili düşüncemizi de paylaşacağız.

Teşekkür ediyorum.