| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2762) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .04.2020 |
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi, ben de bütün arkadaşları selamlıyorum.
Öncelikle, söylemek istediğimiz şu ki bu kanunun tümünün aslında Anayasa'ya aykırılık üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Her defasında söylüyoruz ama maalesef bu Komisyona gelen kanunların hiçbiri bir Anayasa denetiminden geçmiyor, Anayasa'ya uygunluk denetiminden geçmiyor ve bu kanun, aslında toplumun büyük bir çoğunluğunu etkileyecek bu kanun da Anayasa'ya aykırı bir biçimde önümüzde.
Şimdi, aslında teklif sahipleri, çok geniş bir kesimle mutabakat yaptıklarını, görüştüklerini ifade ediyorlar ama biz bunun aslında çok da istenilen düzeyde olmadığını biliyoruz çünkü bize gelen talepler var, bugün burada olmak isteyen kurumlar vardı. Mesela Nafaka Hakkı Kadın Platformu Komisyona da dilekçeyle başvuru yapmış, TCK 103 Kadın Platformu, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği ve aslında bu konuda yetkin, etkili daha birçok kurum ve kişiler bugün buradaki tartışmaların içerisinde yer almak, fikirlerini beyan etmek; bu fikirlerin ne kadar yansıdığını da görmek istiyorlardı. Bu koşullarda, şu anda bütün dünya bir pandemiyle uğraşırken tabii ki fiziki olarak mümkün olmayabilirdi ama işte, başka teknolojik aletler üzerinden aslında buraya katılabilirlerdi ya da aslında şu anda en öncelikli konumuz tartışılabilir, onun için "Anayasa'ya aykırı." diyoruz yani bu süreç içerisinde, katılımcılığın bu kadar dar tutulduğu, bir şekilde sınırlı bir zamana sıkıştırılan, kurumlar var, evet ama kurumların kendini bire bir içerisinde hissetmediği, kanun teklifinin bütünü aslında ayrımcılıkla dolu bir teklif şu anda önümüzde. O açıdan, biz, öncelikle bunun Anayasa'ya aykırılık açısından bir değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ayrıca, kanunların zamana uygunluğunu da bence tartışmak lazım. Şimdi, toplumsal beklenti, toplumsal hassasiyet ne? Biz bugün, işte, pandemi bütün dünyayı bu kadar sarmışken kendi sağlığımızı da riske atarak ama binlerce insanın da sağlığını riske atarak ne konuşuyoruz? Şu anda cezaevinde 300 binden fazla insan var -suçları ne olursa olsun- bunların dışarıdaki aileleriyle beraber aslında milyonlarca insandan söz ediyoruz. Hepinize de gelmiştir, nasıl ki biz burada otururken sağlığımız konusunda tedirgin olup maskeler takıyoruz, işte, burada sayıyı azaltmaya çalışıyoruz, burada bize kolonyalar dağıtılıyor, işte, gelirken termal kamerayla şöyle bir bakılıyoruz acaba ateşimiz var mı, yok mu diye; milyonlarca insan şu anda cezaevinde bu virüsün yayılması konusunda büyük bir tedirginlik içerisinde ve büyük bir beklenti içerisinde. Tabii ki infazda eşitlik meselesi bizim Meclis olarak esaslı tartışmalarımızdan biri olmalı ama aslında şu anda önümüze geldiği biçimde bir tartışmayla değil çünkü "infazda eşitlik" diye gelen ama infaz yasasını iyice karmaşıklaştıran, işte, infaz yasasında suçlar arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği iyice artıran; bir taraftan zaten bazı suçlar açısından yüksek olan düzenlemelerin yanında bir taraftan da işte, insanlara neredeyse verilen cezanın tümünü yatırtmaya dönük bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Şimdi, beklenti bir eşitlik ama öncelikli beklenti, dünyayı saran bir pandemi karşısında, dünya örneklerinden de görüldüğü gibi, cezaevleriyle ilgili hızlıca bir adımın atılması. Ama bu adım şöyle olmamalı: Biz işte, sayıyı azaltmaya çalışıyoruz ama bu bir kesim için af da değil. Biz biliyoruz ki bu kanun teklifi, işte, sunumlarda da söylendi, bir af olmadığı ifade edildi ama aslında bu kanunun esası bir kesim açısından af niteliği taşıyor ama bir kesim açısından da husumetli bir yaklaşımla "İçeride kalsınlar, virüs gitse öldürsün." Yani aslında fiilî de bir idam uygulamasıyla karşı karşıyayız çünkü beklenen bir tehlike bu. İşte, bir kişi gitti, herhangi bir hastalığa yakalandı, bir kalp krizi geçirdi ya da işte, bir hastalığa yakalandı, yaşamını yitirdi meselesi değil arkadaşlar. Şu anda cezaevlerinde salgının yayılması durumunda aslında hepimizin sorumluluğu altında ezileceğimiz bir meseleyle karşı karşıyayız ve bunun af olmadığını savunuyoruz. Ya, bu, bir kesim için bir af. Eğer afsa bunu ayrıca konuşmak lazım. "Bu nasıl af düzenlemesi?" başka bir biçimde tartışılır. Affın hem konuşma yeri burası olmamalı ama bir taraftan da Meclisteki geçme çoğunluğunun da bambaşka olduğunu bilerek aslında burada tıpkı birçok zaman hukukçuların yani işte mahkemelerin yaptığı kanunu dolanma meselesinde olduğu gibi Meclis de aslında kanunu dolanarak gizli bir af ama bir taraftan da işte, husumetli bir yaklaşımla da işte "toplumsal hassasiyet" diyerek aslında partilerin kendi hassasiyetleri üzerinden önümüze getirdikleri bir kanunla karşı karşıyayız. Onun için bence doğru oturtmak lazım. Bu bir aftır yani bunun adını doğru koyalım, ona göre tartışalım. Eğer bu afsa tartışmayı oradan kurup buradan yürütelim yani hiç birbirimizden saklamayalım, toplum hepimizi izliyor şu anda, insanlar hepimizi dinliyor ve esas amaçlarımızı ortaya koyalım yani esas ne düşünüyoruz, ne istiyoruz; hepimiz ifade edelim burada. Açık olalım, toplum da ne istediğimizi bilsin. Toplumun beklentisi, hassasiyeti ne? Onu da bir konuşalım. Çünkü arkadaşlar, bizi onlarca insan arıyor, her gün arıyor yani farklı farklı suçlardan arıyorlar. "Şu cezaevinde karantina uygulaması varmış, tedirginiz." diyorlar, size de söylüyorlar. İşte, diyor ki: "Elâzığ Cezaevinde karantina uygulaması varmış, biz tedirginiz." Bir defa, cezaevindeki doluluk oranı çok yüksek, hatta olması gerekenin neredeyse 3 katı civarında. Şu anda af niteliğindeki bu kanun teklifiyle -herhâlde- 70-80 bin kişi çıksa bile hâlâ cezaevinde bunun çok üstünde bir doluluk oranı var. Bu, bir taraftan af niteliği taşıyor ama bir taraftan da sürekli bir düzenleme hâline getiriyor ama içerideki insanların yaşamını, yaşam hakkını koruyacak bir düzenleme de değil.
Şimdi, bu Meclisin esas görevi, bu pandemi anında toplanıp belki tek maddelik, belki 2 maddelik; ne kendi sağlığımızı riske atacak ne oradaki, cezaevindeki insanların sağlığını, yaşamını riske atacak bir teklifle gelecekti ve "Bizim esas niyetimiz bu. Burada biz yaşam hakkını savunuyoruz. Suçu ne olursa olsun, cezaevinde kaldığı müddetçe bu artık öncelikle Hükûmetin, devletin sorumluluğu altında ama bir taraftan da bütün Meclisin sorumluluğundadır." deyip aslında bir adım... 2 maddelik olabilirdi ve bizim burada yirmi dakikada, yarım saatte bitireceğimiz bir meseleydi. Arkadaşlar, diğeri, uzun uzun üzerinde konuşmamız gereken bir mesele işte, adaletin sağlanması, infaz kanununda belli düzenlemelerin yapılması. İşte "Biz şu suçları terör suçları kabul ediyoruz, bunları siz siyasal suçlar olarak değerlendiremezsiniz, düşünce, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiremezsiniz; o açıdan biz böyle dedik. Görüş aldık biz oradan buradan, bir sürü kurumdan, partiden ama en nihayetinde bizim hassasiyetimiz bu çünkü söz söyleyen, kendini ifade eden, ifade özgürlüğü kapsamında cezaevinde olanlar bize muhalif. Onun için, bizim hassasiyetimiz toplumsal hassasiyet mahiyetindedir çünkü biz çoğunluğuz, çoğunluğun tahakkümünü de biz uygularız." mantığıyla bir ceza infaz düzenlemesi olamaz. Bu, ne uluslararası standartlarda bir düzenleme olur ne toplumsal vicdana uygun bir düzenleme olur ne de Türkiye'deki iç hukukumuza uyan bir düzenleme olur.
Bakın, zaten dediğim gibi, başa dönüp tekrar söyleyeyim, çokça ifade ettik: İnfazda kaçlı düzenleme var? Burada hukukçu arkadaşlarımız var, hukukçu arkadaşlarımız bile oturup "Şu kişi şu suçtan ceza almış, bir hesaplayın." dese, infazda uzman olmayan birçok arkadaşımız aslında oturup bu hesabı yapamıyor çünkü çoklu bir infaz düzenlemesi var. Şimdi, bir tane daha getirdik çoklu infaz düzenlemesi. Bir taraftan bunun aslında salgınla ilgili olduğunu, salgın vesilesiyle cezaevlerini boşaltma iddiamız olduğunu söylüyoruz ama kalıcı bir düzenleme yapıyoruz, bir tane daha karmaşık infaz düzenlemesi, bir tane daha ekledik üstüne. Peki, buradaki muradımız ne? Burada bir murat cezaevlerinin boşaltılması. Peki, cezaevlerinin boşaltılması ya da işte, oradaki insanların varlık nedeni infaz kanunundaki düzenlemeyle ilgili mi, yoksa gerçekten Türkiye'de hukuk sisteminin eşit, adil, tarafsız, bağımsız yürütülmemesiyle ilgili mi? Ya, bakın, on sekiz yıl içerisindeki suç oranlarının yüksekliğine bakalım. Niye suç oranları yükselmiş? Bunun tespitini yapalım, sosyolojik nedenleri araştırılsın. Bunun, mahkemeler nezdinde, yargı açısından nedenleri bir araştırılsın. Gerçekten insanlar tarafsız, bağımsız mı yargılanıyor? Ya, ben suç tipini ayırmadan söylüyorum. Bu ülkede sadece düşünceleri nedeniyle, muhalif oldukları için değil, yoksullar ile zenginler arasında da bir fark var yargı mekanizması açısından yani yoksulun, bir suç işlediğinde karşı karşıya kaldığı bir tavır ile daha zenginin bir suça karışması durumunda yargı açısından karşılaştığı sonuç aynı değil yani burada çok popüler, gazetelerdeki 3'üncü sayfa haberlerinden söz etmiyorum, her gün yaşadığımız, gördüğümüz; işte, bir taraftan "FETÖ borsası" olarak tariflendiriliyor ama sadece cemaat açısından değerlendirmeyeceğimiz bir mesele. Her konuda, ekonomik olarak daha zengin olanların bu ülkede yargı mekanizmasının içerisinde kendini daha çabuk akladığına, cezadan kendini kurtardığına hepimizin aslında şahitlikleri var, hukukçuların hepsi bunun şahitliğini taşır. Hiç "Yargı bağımsız, tarafsız." demeyelim. Ayrıca, bu ülkede yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı meselesi sadece bizim değerlendirdiğimiz bir mesele değil; bakın, Anayasa Mahkemesinin kendi verdiği kararlarda da aslında ortaya çıkan değerlendirme ve biz Anayasa Mahkemesi bendini eğer şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne koymamış olsak binlerce dosyada aslında 90'lı yıllardan daha ağır bir biçimde karşımıza çıkan sonuçlarla karşı karşıya kalacaktık yani insanlar böyle tariflendiği biçimde uluslararası standartlardaki "terör" kavramı içerisinde ya da onun propagandası içerisinde söz söyledikleri için, eylemlere karıştıkları için cezaevlerinde değiller; herhangi bir konuda attıkları "tweet"ler, iktidara muhalefet mahiyetindeki sosyal medya paylaşımlarında, katıldıkları eylem etkinliklerinde... Bakın, -bizden örnek vermek istemiyorum ama biz en abes örnekleri yaşadığımız için- bizim grubumuzdaki birçok milletvekili arkadaşımız Eş Genel Başkanımızın yaptığı konuşmada salonda bulunduğu için haklarında propagandadan fezleke açıldı. Ya buradaki hangi hukukçu arkadaş bunu açıklayabilir? Söylemediği bir söz... Biz ne yapacaktık? Ağzını kapatmadığımız için herhâlde şu anda hakkımızda propagandadan fezleke açılıyor ve böyle absürt örnekler sadece fezlekeye dönüşmüyor, sadece soruşturmaya dönüşmüyor, bunların tümü, bir biçimde ceza olarak geri dönüyor arkadaşlar.
Bu insanlar, cezaevindeki insanlar bunlar yani düşünceleri nedeniyle cezaevinde olanlardan kastettiğimiz bu. Bunlar söz söyleyen insanlar, siyasetçiler. Siyasetçi, siyaset yapacak ve bunun sınırı, siyasetçilerin eleştiri sınırı, toplumdaki herhangi bir insanın eleştiri sınırından daha yüksek olmalı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları, Anayasa Mahkemesinin kararları. Ve bir siyasetçi de en ağır eleştiriyi de kendine karşı kabul etmeli ama binlerce insan Cumhurbaşkanına hakaretten şu anda cezaevinde ya da ceza aldı, binlerce insan... Bu, işte temyiz yolunun açılmasıyla beraber birtakım azalmalar gelse bile binlerce insan... Biz sayıyı... Aslında, arkadaşlarımız varsa, Bakanlıktan arkadaşlarımız, bize en azından suç tariflerini bir yapsınlar. Kaç kişi şu anda Cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma geçirdi, kaç kişiyle ilgili dava açıldı, kaç kişi yakın zamanda temyiz yolunun açılmasıyla beraber cezaevinden çıktı? Cezaevleri, böyle İnfaz Kanunu'nu dolanarak, fiilî aflar getirilerek boşaltılmaz; özgürlük ortamı getirilir, insanları suça teşvik eden nedenler araştırılır, bunun önlemi alınır, buna göre adımlar atılır. İşte insanlar ekonomik nedenlerden mi bir suça karışıyorlar, sosyolojik nedeni tespit edilir, ıslah böyledir. Bunun tespitini yaparsınız, bununla ilgili adımlar atarsınız, düzenlemeler yaparsınız ve suçu bu şekilde azaltırsınız.
Şimdi, biz kadına yönelik şiddet cezasının en üst seviyeye getirilmesini isteyenlerdeniz ama kadına yönelik şiddetin azalmasının bir yolu da topluma bilinç kazandırmaktır. Sizin oturduğunuz her ortamda, gittiğiniz her yerde kadın-erkek eşit değildir. İşte televizyonda çıkan kamu spotlarında kadının görevini tanımlayan, kadına işte ev içerisinde iş yapacak, yemek yapacak, temizlik yapacak, ütü yapacak gibi bir rolü büründüren; erkeğe de sadece oturacak ve hizmeti alacak gibi bir rol bölüşümü yaparsanız, böyle bir anlayış geliştirirseniz, buna itiraz eden kadını da şiddetle baş başa bırakırsınız; sonra gittiğinizde karakolda erkek polis tarafından da korunur, sonra o erkek sizin getirdiğiniz İnfaz Kanunu'yla şiddete uğrayan ama ölümle sonuçlanmayan cezalarda girer -örnekleri var- açık cezaevinden izne çıkar ve gelir kadını öldürür; örneklerini çokça yakın zamanda da yaşadık. Şimdi, tabii ki bazı konularda cezanın artırımı, evet, ama sadece cezayla da suç engellenmez, dediğim gibi, bir anlayış da geliştirmek lâzım. Peki, bununla ilgili ne yapıyoruz arkadaşlar? Sadece, işte, bir kesime yönelik sürekli bir biçimde tazyik... Bu kanun da böyle.
Bir taraftan ne yapmışlar bu kanun biçiminde? Şimdi, bir de dediğim gibi, müthiş bir toplumsal beklenti de var ama bu kanunun tümünde zaten bir infaz eşitsizliği getirmiş, bir taraftan da kanunda özellikle iyi hâlli olma koşulu o kadar daraltılmış ki bir kesim açısından neredeyse aldığı ceza beş yılsa beş yılın tamamı, altı yılsa altı yılın tamamını yatıracak biçimde aslında bir düzenleme var. Yetmemiş -yani eşitlememişiz düşünceleri nedeniyle cezaevinde olan insanları- bir de o kadar abartmışız ki, kurumun dışındakini kurum içindeki gibi "disiplin cezasına tabi olma" olarak tanımlamışız ve bu disiplin cezalarının sonucunda da insanların infazları yanacak, neredeyse cezasının tamamını yatacak. Yani bu kadar hasmane bir tavırla bir gruba yaklaşmak, bir devlet açısından... Bence böyle olmamalı, bir devlet kendi vatandaşlarına hasmane bir tutum geliştirmez. Yaklaşım bu olmamalı ya da bu kadar kısıtlama cezaevinde...
Biz maddelerle ilgili tek tek konuşacağız arkadaşlar yani cezaevinde zaten var olan yasakların tümü getirilmiş ve burada kanunlaştırılıyor. Gazete yasağı. İnsanların belli bir biçimde, belli sınırlar içerisine giren basın-yayın kuruluşları haricinde, basın-yayın kuruluşlarının içeriye girişi engellenecek. Ya da bundan bir hafta önce, aslında çok da kamuoyunda tartışılmayan, bir kararnameyle geçen bir tüzük vardı, infaz tüzüğü. Bu tüzükte aslında insanlara insanlık onuruna yakışmayacak biçimde davranışlar kılıfa büründürülüyor; buna karşı çıkan insanlar disiplin cezasıyla cezalandırılacak ve infazları yanacak; burada bir adalet olamaz. Hele ki dediğim gibi, yargı açısından, yargının tarafsızlığı, bağımsızlığı bu kadar tartışmalı bir durumken... Bakın, Osman Kavala örneğini arkadaşlarımız verdi, benzer örnek yine Selahattin Demirtaş örneği. Yani dediğim gibi, bizden çok vermek istemiyorum ama en absürt örnekler olduğu için veriyorum.
"Bir suçtan 2 kez yargılanılmaz." ilkesi belki binlerce yıl önce hukuk sistemine girmiş bir ilkedir. Bir suçtan bir defa yargılanılır ve bir defa ceza alınır yani siz aynı suçtan bir insanı 2 defa cezalandıramazsınız ama Selahattin Demirtaş bir suçtan bir defa tutukluydu, serbest bırakıldı; aynı suç, aynı fiille ilgili tekrar soruşturma başlatıldı ve bununla ilgili tutuklandı. Yani bu yargının... İşte cezaevi bunlarla dolu. İşte mesela Selahattin Demirtaş 2'nci defa aynı suçtan tutuklandığı için cezaevinde yani bu yetmezmiş gibi, bu kadar hukuksuzluk, bu kadar adil olmayan, taraflı ve bağımlı bir yargı ortadayken bir de dediğim gibi, tamamen bir karşıtlık, muhaliflik üzerine bir kanunla karşı karşıyayız.
Fikirlerimizi biz ifade ettik biz, verdiğimiz önerilerimiz de vardı, burada da birazdan maddeler üzerinde de önerilerimizi tek tek de ifade edeceğiz ama hiç kimse herhâlde böyle bir kanunla karşı karşıya kalabileceğini düşünmüyordu. Özellikle "Covid" diye hepimizi tehdit altına alan bir meseleyle karşı karşıyayken. Ya şimdi bu kanunun kendisinde birazdan, dediğim gibi, maddelerde konuşuruz. Şimdi, bakın, Birleşmiş Milletler "Tedbir alın." demedi cezaevleriyle ilgili. "Cezaevlerini siyasiler, politik mahpuslar açısından boşaltın." dedi bir de, "Serbest bırakın, hatta mümkünse -dediğim gibi- en az istisnayla cezaevlerini boşaltın." dedi Birleşmiş Milletler. "Sadece tedbir alın." demedi yani tedbirlerin ne kadar yetersiz olduğunu biliyoruz; şu anda cezaevlerinde tedbir yok arkadaşlar. Siz, işte "Avukatlara maske veriliyor, kapalı görüş yaptırılıyor, insanlar oraya gittiğinde temas sağlanmıyor." diyorsunuz ama biz burada kaç kişiyiz, bakın ne kadar tedirgin herkes burada kalmaktan, küçücük koğuşlarda insanlar...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Onun için toparlayalım.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Çok kısa Başkan, yani bu kadar önemli bir konuda herhâlde on beş dakikada bitireceğimi düşünmüyorsunuz.
Biz bu koşullarda, böyle bir toplantı yapmayabilirdik; dediğim gibi, en acilinden, gelseydiniz "Biz Covid'le ilgili en az istisnayla şu kanuna 2 madde getiriyoruz." deseydiniz başka bir tavır sergilerdik ama bu kanun, dediğim gibi, iktidarın hassasiyetini, iktidar ve teklif sahiplerinin hassasiyetini taşımış gelmiş bir kanun ve biz, milyonlarca insan, binlerce insan risk altındayken, sağlığı bir tehdit altındayken ve bunlar da hepimizin seçmeniyken -ben ayırmıyorum, bu insanlar, hükümlüler haricinde, cezaevindeki tutuklular da hepimize oy verdi, onlar da bizim seçmenlerimiz; seçmenlerimiz olmasa bile vatandaşlar, bu ülkenin vatandaşları- onlar bu kadar büyük bir risk altındayken, dakika dakika onlar açısından risk büyüyorken bizim burada aldığımız riskin bence onların temsilcileri açısından daha fazla olabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Onlar adına söz söylüyorsak daha büyük riski de alabilmeliyiz ama onları biz risk altında tutup kendimiz burada konforumuzu düşünürken binlerce insanı bu kadar işte küçücük ortamlarda "sosyal mesafe" dediğimiz şeyi uygulamayacakları bir durumda, kaderleriyle yüz yüze bırakıp böyle bir kanun konuşuyor olmak ayrıca bence hepimiz açısından önümüzdeki dönemlerde dönüp düşüneceğimiz bir durum.
Şimdi, dediğim gibi, bu kanun... Riskli bir dönemde konuşuyoruz arkadaşlar, normal bir süreçte değiliz, normal bir süreçte olsak daha belki bambaşka şeyler konuşacaktık, şimdi riskli bir durumdayız. Bütün Dünya Sağlık Örgütü, uluslararası sağlık örgütlerinin sıraladığı birtakım risk grupları var, bu risk grupları sıralanırken bile ayrımcılık yapılmış. Risk grubunda ayrımcılık olur mu? Şimdi 65 yaş üstü... Kronik hastalığı olan... Bakın, İnsan Hakları Derneğinin bir listesi vardı "Ağır hastalar" diye, ağır hasta mahpuslar 450'den fazla ama bu risk grubu sadece ağır hasta mahpusları kapsamıyor; belki kronik astım ya da akciğer hastalıklarının bir kısmı da ağır seviyede hastalıklar olarak değerlendirilmeyebilir. Ama bu hastalık açısından yani bu salgının yaygınlaşması, bu virüsü kapmaları durumunda ortaya çıkacak sonuçlar bakımından ağır risk gruplarını sayıyor Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye'deki tabip örgütleri ve hatta siz. Yani insanlara "Çıkmayın." dediniz, 65 yaş üstündekilere "Sokağa çıkmayın." dediniz, risk grubu kabul ettiniz, sokağa çıktıklarında gittiniz, polislerle uyardınız "Girin içeriye." dediniz, hatta o kadar abarttınız ki bir ayrımcılık, bir nefret söylemi hâline getirip insanları linç ettirdiniz sokak ortasında.
Şimdi, bunlar risk grupları. Peki, bu risk gruplarıyla ilgili bu teklif ne diyor arkadaşlar? 65 yaş üstü, kronik hastalıkları olan yani bu Covid salgınının yaygınlaşması durumunda ya da kendilerine bulaşması durumunda yüksek ihtimalle ölümle sonuçlanabilecek durumlara karşı teklifte bir şey yok. Var, ama bir ayrımcılık var. Aslında, onun için diyorum yani bir çoğunluk ya da muhalefet, karşıtlık üzerine hasmane bir tavırla bir bakış açısına sahip. Olmamalı, olamaz. Yani ne olursa olsun eğer yaşam hakkını savunuyorsak, eğer bu Meclis, gerçekten bu insanların ya da devlet, hükûmet kendini bu insanların yaşamından sorumlu hissetmiyorsa da hissetmeli. Yani üç gün sonra cezaevinden çıkacak herhangi bir olumsuz durum, herhangi bir cenazede, herhangi bir ölümde, iktidar "Ben öngörmüyorum." diyemez. Bakın, bu olası kast olur, Türk Ceza Kanunu'ndaki olası kast. Yani var, biliyoruz. Bildiğimiz bir durum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - O da kapsam dışı...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Hayır, ama siz olası kastla insanların ölümüne neden olacaksınız, hepimiz... Bu olası kasttır. O açıdan bu kadar ciddi bir mesele. Yani bu kadar ciddi bir meselede, bu teklifte tek bir cümle olmaz mı? Binlerce insan... Sizi aramıyorlar mı? Beni arıyorlar. Sadece düşünceleri nedeniyle siyasi tutsak, benim "tutsak" olarak tanımladığım... Siz nasıl tanımlarsanız tanımlayın ama hukuksuz bir biçimde, bağımsız, tarafsız yargının olmadığı bir yerde, düşünceleri nedeniyle cezaevinde tutulan insanlar için "hükümlü", "tutuklu" gibi hukuki tanımlamalar yapmam. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, bu benim düşüncem. Sadece onlardan söz etmiyorum, bakın, bambaşka suçlardan cezaevinde olan insanlar hepimizi arıyorlar. Adalet Komisyonu numaraları her tarafta dağıtılmış zaten, hepimizi tek tek arıyorlar ve tedirgin olduklarını söylüyorlar.
Peki, Hükûmet nasıl bir tedbir alıyor? 65 yaş üstüne dağıtıldığı gibi maske dağıtarak mı, kolonya dağıtarak mı? Bu bir tedbir değil. Tedbir, o insanların gerçekten daha düzgün beslenecekleri, temiz havadan daha fazla yararlanabilecekleri, sosyal mesafeyi daha iyi ayarlayabilecekleri cezaevi dışına çıkartmak. İşte, onun için diyoruz, istisnalar dışında -çok dar istisna olabilir o da- çok dar istisna dışında cezaevlerini boşaltmayı hedeflemeli bu iktidar. İşte Covid'e karşı tedbir böyle olur.
İran yaptı arkadaşlar, İran. İran ki hâlâ idam cezasını uygulayan bir ülke. İdam cezasını uygulayan bir ülke, bir hastalık sonucunda bu sorumluluğu almayıp cezaevlerini boşaltıyor ama idamı kaldırdığını, yaşam hakkını öncelediğini ifade eden, kendinin demokratik bir hukuk devleti olduğunu ifade eden bir ülkede, biz, hâlâ bu meselede ayrımcı, karşıtlaştırıcı bir bakış açısıyla yaklaşıyoruz. Bu, hepimiz açısından kabul edilemezdir. Yani sorumlusu hepimiziz.
Eğer şunu göze aldıysanız bir şey demiyorum. Bakın, buradan söyleyeceğim, üç gün sonra hatırlayın "Ölen ölsün, biz bunu bekliyoruz, hatta istiyoruz." Yani buysa eğer "Ölen ölsün." Hani, bir dönem vardı "Asmayacağız da besleyecek miyiz?" Yani bu mu acaba düşünce? Buna götürüyor şu anda, bu riskli durumda insanları cezaevinde tutmak. Ben gerçekten insanların duygularıyla da ifade etmek istiyorum, hissiyatlarıyla da ifade etmek istiyorum. Şu anda cezaevlerinde müthiş de bir tedirginlik var.
Cezaevlerine temizlik malzemelerinin dağıtıldığı ifade ediliyor; hiçbir temizlik malzemesi dağıtılmıyor arkadaşlar. Temizlik malzemeleri oradaki kantinlerde satılıyor; kantinlerde de 3 katı, 5 katı fahiş fiyatlarla temizlik malzemeleri satılıyor.
Batman Cezaevinde, dün, avukat arkadaşımın içerideki insanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunu söylüyorum; on günde 1 maske veriyorlarmış. Bu maskenin ömrü üç saattir -hekim arkadaşlarımız da var burada- "1 defadan fazla bunu kullanmayın." derler; siz, on gün boyunca bir insana bir maskeyi "Al, bunu on gün boyunca kullan." diyemezsiniz. Uygulama böyle ve oradaki adli şeyden söylüyorum.
YUSUF BAŞER (Yozgat) - Cezaevlerinde yok öyle bir şey...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Araştırın "Yok." demeyin, her söylediğimiz...
YUSUF BAŞER (Yozgat) - Hayır, araştırmaya gerek yok, Ben Cezaevi İzleme Kurulundaydım, biliyorum.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Cezaevi İzleme Kurulu, ben de orada yer aldım, aslında bunların ne olduğunu biz de biliyoruz. Bir arayın, sorun yani böyle direkt her söylediğimizi muhalefet gibi algılamayın. Bakın, biz, şurada muhalefet partisi tarafında yer alabiliyoruz, siz de iktidarda yer alabiliyorsunuz ama hassasiyetlerimizin ortak olması gerektiğini düşünerek ifade ediyorum, böyle hemen cepheden reddetmeyin, arayın, sorun. Siz bilmeyebilirsiniz, bu sizin talimatınızda olur olmaz demiyorum ama bir hakikat var ortada, o hakikati de görelim biraz, çok da böyle cepheden redde girmeyelim. Ben o kurulun nasıl çalıştığını da bilirim, kırk yılda bir giderdik biz bir cezaevine, o da mümkünse en iyi koşulları olan cezaevleri, üç yıl boyunca Elâzığ Cezaevine gitmeye uğraştık. Bugün, o kısım bizim meselemiz değil ama ben çok yakından da takip ederim cezaevlerinin durumunu.
Şimdi, dediğim gibi, arkadaşlar müdahale edince, açıkçası bir şey hâline geliyor ama şimdi cezaevinde kimler var, tekrar oraya geleyim.
Şimdi, arkadaşlarımız da örnek verdi. Domates, biber fiyatları yükselir, buna karşı halciler terör örgütü üyesi olur, onlar alınır. Gazeteci bir düşüncesini ifade eder, muhalif bir düşünce, işte Yeni Yaşam gazetesi ve en son alınan arkadaşlarımız da bambaşka suç uydurmalarıyla cezaevine alınırlar. Akademisyenler çıkarlar, derler ki: "Ben sizin siyasetinizi beğenmiyorum, ben bu ülkede barışı savunuyorum." Cezaevine girer, ceza alır; Anayasa Mahkemesi bununla ilgili karar verir, dışarıya çıkar. Öğrenciler çıkar, eleştirir; bursu eleştirir, yemek fiyatını eleştirir, gözaltına alınır; buna karşı eylem yapar, gözaltına alınır, cezaevine girer. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, biraz sessiz olabilir miyiz. Ayrıca, sosyal mesafeye de dikkat edelim, ihlal eden arkadaşlar var.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Herhâlde anlattıklarım önemsiz, onu anladım.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Hayır, Ayşe Hanım, bakın, dikkatle dinliyoruz, bize haksızlık ediyorsunuz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Devam edin Sayın Başaran ama toparlayın, süreniz dolmak üzere.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Daha var süremiz Başkan.
Şimdi, dediğim gibi, bu propaganda... Zaten Türkiye'de "terör" kavramı çok geniş olarak tanımlanan bir mesele. Bir de çok ucube bir madde var, ben bir hukukçunun bu ucube maddeyi savunmasını sindiremiyorum. Ben, şahsen -görüşüm ne olursa olsun- örgüt adına suç işlemek gibi, dünyada örneği olmayan ucube bir maddeyi, bir hukukçunun nasıl savunduğunu anlayamıyorum.
Bir defa, üyeliğin kriterleri vardır. Bakın, devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanan insanlarda bile üyeliğin kriterleri belliydi, üyelik kriterlerine göre insanlar üyelikten ceza alırdı. Biz, bugünkü Türkiye'de devlet güvenlik mahkemelerinin gerisine düşmüş bir durumdayız ve Anayasa Mahkemesi, devlet güvenlik mahkemelerinde askerî hâkim olduğu için ihlal kararları verdi ama bugün o kriterlere bile uymuyoruz. Bakın, devlet güvenlik mahkemelerinin kararlarıydı; kod ismi olacak, örgütün içerisi, mekanizmanın içerisi nerede olacak, yeri belli olacak vesaire gibi bir sürü şey sayıyordu. Bugün herkes üye, hatta 1 defa yetmiyor, 2 defa... 2 defa bir örgüte üye olunur mu?
Bakın, ben dosyayla Genel Kurulda bir konuşma yaptım, örnek verdim, bir örgüte 2 defa nasıl üye olunur arkadaşlar? Bir derneğe gidersiniz 1 defa üye olursunuz değil mi? 1 defa. Ya, bu örgüt nasıl bir şey ki 2 defa üye oluyorsunuz? Sabah örgüt üyeliğinden, öğleden sonra örgüt üyeliğinden, 2 defa insan nasıl ceza alır? Bir hukukçu bunu bana hukuken açıklasın, ben vazgeçeyim her şeyden. Yok, arkadaş, 2 defa üyelik... Hükümlü SEGBİS'le bağlanıyor, örgüt üyeliğinden hükümlü, bir daha örgüt üyeliğinden ceza alıyor. Bu nasıl açıklanır? Devlet güvenlik mahkemelerinde yoktu. Yoktu, yoktu, vallahi yoktu. Devlet güvenlik mahkemelerini savunacak hâle geleceğimizi bilmezdik de ona geldik.
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Biz de görmek isteriz Ayşe Hanım, getirin bize.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Ben getiririm size.
Bir tane daha söyleyeyim... Çok var, onun için diyorum.
Bakın, şimdi, üyelik nedir? Propagandaları birleştirip üyelik diye bir şey olabilir mi? Nasıl olacak?
Bakın, İdris Baluken...
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Başaran, bu ayrıntıları maddelerde de konuşacağız, toparlayabilir misiniz?
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Toparlayayım Başkan.
Şimdi biz eğer şurada "Siyasi suç yok." diyorsa arkadaşlarımız biz de bunun aslında bir düşünce, ifade özgürlüğü kapsamında bir mesele olduğunu açıklamak zorundayız. Şimdi bu konuda kanun sahipleri gelip bize dedi ki: "Biz siyasi suçu kabul etmiyoruz." Siyasi suç vardır var, işte olduğunun kanıtı. İşte, mahkemelerin de siyaseten karar verdiğinin kanıtını... Ben birkaç dakikanızı alıp toparlayacağım.
Şimdi, işte o üyelik dediğiniz şey propagandaların birleştirilmesinden oluşturulan bir şey. Nasıl propagandalar birleştirilip üye olunur? Yani bir insan... Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama bana göre propaganda da sizin tanımlandığınız biçimde değil, yani bana göre de değil hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin... Açık var, çerçevesi çok bellidir. Türkiye'de nereye çekseniz oraya gidiyor, lastik gibi bir madde hâline gelmiş, her yere çek herkes propaganda yapmış olabilir, herkes terörist olabilir. Şimdi propagandaları yan yana koyun toplayın, bir kilo armudu toplayın "Bu elma oldu." deyin, olacak iş mi ama Türkiye'de oluyor, oldu, verildi bu cezalar. İşte bunlar cezaevinde arkadaşlar, bunlar cezaevinde. E peki, bunlar siyasi suçlar değil size göre; düşünce, ifade özgürlüğü suçu da değil. E bunu bir de toplum hassasiyeti olarak gösteriyorsunuz, bu da size göre. Toplumun hassasiyeti sizin hassasiyetiniz değil, öyle anlamayın.
En sonunda ne yapıyorsunuz? Corona günlerinde bile insanları orada ölüme terk ediyorsunuz, bundan sorumlusunuz arkadaşlar. Vallahi billahi altında kalacağız hepimiz. Altında kalırız, cevap veremeyiz, gün gelir çıkar deriz ki: "Aslında ben 'hayır' demiştim." Verdiğimiz oyun arkasında duramayız. Bakın çok oldu böyle meseleler. Geldiler burada idamlara "evet" diyenler sonra o idamları kabul edemedi, bugün de bir idam fermanıdır. İdam fermanına eğer "evet" diyecek varsa benim söyleyecek bir şeyim yok. Tarih herkesi kendi yaptıklarıyla yargılar, herkes de kendi yaptıklarının karşısında, tarihin karşısında, toplumun vicdanında gerekli cevabı verir.