| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2762) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .04.2020 |
ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın üyeler, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle bu kanun teklifinin iade edilmesini ve aynı zamanda bu Anayasa'ya aykırılık iddiamız gözetilerek bu teklifin bir bütün olarak Anayasa Komisyonuna havale edilmesini biz talep ediyoruz, bu konuda bir karar verilmesini istiyoruz. Nedeni de gerekçemiz de şudur: Şimdi, bu teklifin tamamına şöyle bir baktığımız zaman, teklifin tamamının Anayasa'nın 10'uncu maddesine aykırı olduğu, eşitlik ilkesine aykırı olduğu; dolayısıyla -biraz sonra da gerekçesini açıklayacağımız üzere- bir zümreye, bir kişiye, âdeta bir adrese teslim şeklinde olduğuna ilişkin hükümler içerdiği; başka bir anlatımla genele dair olmayan, istisna içeren ve bu istisnaların da Anayasa'ya aykırılık teşkil edeceği kanısıyla biz bu iddiamızı ileri sürüyoruz ve bu konuda değerli Komisyonun bir karar vermesini talep ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, teklife şöyle bir baktığımız zaman -tırnak içerisinde- terör suçları, bu suç tipi 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda sayılan suçları gündeme getirmektedir. Toplumun sorununun çözümü olabilecek demokratik ve çoğulcu bir toplum yaratabilmenin yolunun, demokratik bir anayasanın oluşturulması ve yapılan demokratik anayasanın yaşam bulduğu kanunların yeniden tüm toplumun katılımıyla yapılmasından geçtiğini belirtmek istiyoruz. Her şeyden önce, TMK'nin bir kül olarak ele alınıp demokratik ölçülerle ortadan kaldırılmadığı sürece yapılacak her türlü kanun veya düzenlemenin demokratik bir toplumun inşasına katkı sunmayacağı açık bir durumdur.
Terörle Mücadele Kanunu'nun, siyasal iktidarın elinde, toplumun tüm kesimlerine karşı kullanılan bir vasıta hâline dönüştürüldüğü açık bir gerçektir. Türkiye'de halkların tamamının mevcut olan yasalara ve özellikle de cezalandırma aracı hâline getirilen TMK'ye inancı da kalmamıştır. Tarafsızlığı ve bağımsızlığı tartışılan mahkemelerin vermiş olduğu kararlar toplum nezdinde meşruluğunu yitirmiş durumdadır.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliğinin "terör" tanımının Türkiye'de çok geniş olduğuna ve bu yönde yeniden bir tanımlama yapması gerektiğine ilişkin Türkiye'ye defaten uyarıları olmuştur. Toplumsal muhalefet, bireysel muhalefet, düşünce hürriyeti, haber verme ve toplumu bilgilendirme hürriyeti baskı altındadır. Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme anlayışı, absürt ve korkunç bir ciddiyetsizliği, yargılama makamlarının yani devletin yargılama ciddiyetsizliğini gösteren bir hükümdür.
AKP Hükûmeti demokrasinin gelişiminin önünü kesme, ülkede ağırlaşan ekonomik, toplumsal, siyasal sorunların çözümü ve Kürt sorununun çözümsüz bırakılması için TMK'yi arada bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Siyaset yapan, ulus devlet modelini yok sayan, tekçi zihniyete karşı duran, düşüncesini açıklayan, gazetecilik yapan, "tweet" atan, bu nedenle de terörist olarak suçlanan binlerce mahpus bulunmaktadır. Bunları, başta eski Eş Genel Başkanımız, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız, parti yöneticilerimiz, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler, öğretmenler, sendika temsilcileri, iş insanları ve avukatlar diye sayabiliriz.
Bütün dünyayı sarsan ve saran, kasıp kavura ve pandemi olarak ilan edilen coronavirüs vakasından dolayı herkes risk altındayken en önemli risk alanı olan cezaevleri ciddi bir risk alanıdır. Birleşmiş Milletler, cezaevlerinin boşaltılması çağrısında bulunuyor. İçişleri Bakanlığı ise fırsattan istifade ederek kayyum operasyonları yapıp cezaevlerini HDP'li siyasetçilerle doldurmaya ve virüsle ilgili haber yapan gazetecileri, "tweet" atan vatandaşları gözaltına alıyor. Birleşmiş Milletler, cezaevlerinde coronavirüs salgını nedeniyle büyük bir felaketin yaşanmaması için hasta ve yaşlı tutsakların derhâl serbest bırakılması gerektiği çağırısında bulunuyor. Buna rağmen, mevcut iktidarın siyasi soykırımları devam ediyor, üniversite kürsüleri susturulmuş, düşünce açıklaması hedef alınmış, toplumun demokratik karşı koyma hakkı rafa kaldırılmış ve toplum Orta Çağ karanlığına sürüklenmiştir. Her yönüyle siyasal iktidar despotik yönetimiyle artık krizleri yönetemez hâle gelmiştir. Yaşanan pandemiyle ortaya çıkmıştır ki bu iktidar ve payendesinin bu halklara verebilecek bir iyiliği kalmamıştır. Hukuki düzenlemelerin tamamı, toplumun, emekçinin, yoksulun yararına değil, sermayedarların, çıkar gruplarının yararına dair düzenlemelerdir.
Kanun tekniği açısından "3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçların tamamı" denmek suretiyle bunları mevcut kanun teklifinin dışında tutmak tam bir eşitsizlik hâlidir. Terörle Mücadele Kanunu'nda, neredeyse temel Ceza Yasası'nda yer alan suç tiplerinin tamamı bu kapsamın içine girmektedir. Terörle Mücadele Yasası'nın 1'inci maddesine şöyle bir baktığınız zaman temel Ceza Yasası olan yasanın hemen hemen yarısından fazlası bu kanun kapsamına girmektedir. Terörle Mücadele'de neredeyse temel Ceza Yasası'nda yer alan uygulamaların yanında yine Anayasa'nın 10'uncu maddesinde "kanun önünde eşitlik" ilkesini düzenlemektedir. Bu kanun teklifi bu hâliyle Anayasa'ya tam aykırılık hâlini göstermektedir. En azından TMK'nin kapsamına giren ve binlerce insanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında tutuklu olması ve aynı zamanda hükümlü mahpuslar düşünüldüğünde, toplumsal barışın sağlanması ve zaruret hâli de gözetilerek kanun teklifinin kapsamının genişletilmesi kaçınılmazdır.
Yakın bir tehlike söz konusudur. Öldürücü niteliğe sahip olan coronavirüs karşısında ciddi risk altında olan cezaevlerinin gerek hijyenik ortamdan uzak olması, mahpusların beslenme ve bakım olanaklarının son derece kısıtlı olması hasebiyle dirençlerinin çok zayıf olması karşısında gerekli önlemlerin alınması ve ayrıca bu süreçte tahliye edilmemeleri neticesinde oluşabilecek olan ölümlerden devletin ve doğrudan doğruya siyasal iktidarın sorunu olacağı kaçınılmazdır.
Yakın tehlike hâli vardır ve bu tehlike insanın yaşam hakkını tehdit eden durumdadır. Yaşam hakkının korunması, riske edilmemesi ve eşit yaklaşımla tüm mahpusların serbest bırakılması iktidarın sorumluluğundadır ve nitekim yapmakla yükümlü olduğu bir zorunluluktur. Eşitsiz yaklaşımla mevcut hâliyle düzenlemenin çıkarılması, siyasal iktidarın cezai ve hukuki sorumluluğu yanında insani soruna neden olacak tartışma götürmez bir durumdur. Bu nedenle, Anayasa'nın ve evrensel hukuk ilkelerinin kaçınılmaz olarak öngördüğü "eşitlik" ilkesine uygun davranılarak "infazda adalet" ilkesi çerçevesinde infaza ilişkin teklifin yeniden düzenlenmesi zarurettir.
Tutuklular açısından olaya baktığımız zaman suçsuzluk, masumiyet karinesi esastır. Kural olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hükümleri uyarınca tutuksuz yargılama esastır. Türk yargılama sisteminde kural hâline getirilen ve infaza dönüştürülen en ağır tedbir, tutuklama tedbiridir. Bu uygulamanın almış olduğu hâl, yargısız infaz hâlidir. Uygulamada uzun tutuklama hâli yargılama hâkiminin, heyetinin üzerinde ciddi bir baskı aracı hâline gelmekte ve mahkeme büyük bir yükün altına sokulmaktadır. Kırılgan ve iktidarın baskısı altında olan yargının mevcut durumundan başka bir karar verme ihtimali de ne yazık ki mümkün olmamaktadır. Tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiş bir yargı sisteminin bu atmosferde adil, eşitlikçi bir karar vermesini beklemek mümkün değildir. Adil karar veren mahkeme üyelerinin maruz kaldığı uygulama ise mahkeme heyetinin dağıtılması ve üyelerinin sürgün edilmesidir. İşte bu nedenledir ki bağımsız ve tarafsız bir yargı mekanizmasının işlemediği hakikatiyle yüz yüzeyiz.
Kanun koyucu, neredeyse bütün yargılama takdir yetkisinin tamamını kanuna işlemekte ve mahkeme süresini mekanik hâle getirmektedir, mahkemeye başka bir yol ve seçenek bırakmamaktadır. Bu nedenle, bu son dönemde getirilen torba yasaların tamamında kısmen de olsa içtihat ve mahkeme kararlarının hükümleri kanuna eklenmektedir. Bu süreç, mahkemelerin mekanikleştirilmesi, içselleştirilmesi sürecidir.
"İnfazda eşitlik" ilkesi... Terörle Mücadele Kanunu'nun 7'nci maddesine göre propaganda yapan, düşünce suçu işleyen, muhalefet eden, düşünce açıklayan aktivist, gazeteci, avukat, siyasetçi, belediye başkanları mahpushanede kalacak. DGM'lerde hüküm giyenler var ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları mevcut, adil yargılanmadıklarına dair binlerce karar mevcuttur. Selahattin Demirtaş, iş insanı Osman Kavala, yazar Ahmet Altan ve düzenlemeden faydalanamayacak binlerce siyasetçi ve düşünür var.
Bu kanun teklifini hukuki ve siyasi boyutuyla değerlendirmeye tabi tuttuğumuz zaman, hukuki boyutuyla eşitsizlik yaratan bir düzenlemedir. Hukuk tekniği ve ceza uygulaması siyaseti bakımından genele değil özele, belli bir zümreye istisna yaratan bir düzenlemedir. Başka bir anlatımla, âdeta adrese teslim bir düzenleme içeren bir tekliftir. Bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman eşitlikçi değildir. İstisna içeriyor yani genel düzenleyici özelliğe sahip değildir. Anayasa metnine karşı hile barındıran bir düzenlemedir. Af niteliğinde ancak kanunla düzenleme yoluyla Anayasa karşısında dolambaçlı bir yol izlemektedir. "Adalet" ilkesine uzaktır dolayısıyla adil değildir.
Siyasi boyutuyla değerlendirmeye tabi tuttuğumuz zaman, devlete karşı işlenen suçların tamamının kapsam dışında tutulduğunu bahsetmekle birlikte insanlığa, cinsel dokunulmazlığa, çocuğa vesair suçlar da kapsam dışında. Ancak ideolojik ve politik uygulamalarla ceza adaletinin uygulanmadığı gerekçesiyle, toplumsal barışa katkı sağlamadığı amacıyla, anayasal düzenin tüm toplum tarafından benimsenmesinin sağlanması amacıyla, devlete karşı işlenen suçların politik olmaları sebebiyle yeni bir düzenlemeyle af çıkartılmalı. Ancak ve ancak, günümüz koşulları da gözetildiğinde, corona virüsü belasıyla karşı karşıya kalan bütün toplumların uzlaşmayla, birlikte bu meselenin üstüne gidebileceğini ortaya koyarak sonuç olarak şu açıklamada bulunmak istiyoruz: Derhâl cezaevleri boşaltılmalı ve cezaevlerinde risk altında olan bütün kesimler bu riskten kurtarılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, son olarak belirtmek istediğim bir husus var, o da şudur: Özellikle, olağanüstü mahkeme olarak kurulan ve binlerce insanın mağduriyetine neden olan mahkemeler söz konusu. Bu olağanüstü mahkemelerin vermiş olduğu kararların, şu anda kanun karşısında yasal dayanaktan yoksun olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin vermiş olduğu kararların hükümsüz olduğu hususu da gözetilerek, Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından verilen kararların resen ele alınarak yeniden karar tescil edilmesi ve bu mahkeme kararları neticesinde mağdur olan insanların, mahpusların derhâl tahliye edilmesi gerektiğini belirtiyor, maddeler üzerinde mevcut olan, ileri sürebileceğimiz muhalefet şerhlerimiz de saklı kalmak kaydıyla teşekkür ediyorum.