KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bilmiyorum nasıl anlatabilirim ruh hâlimi. Ama galiba şöyle başlasam iyi olacak: Bu Komisyonda ilk defa bulunuyorum ama Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim ve Plan ve Bütçe Komisyonunda iki yıldan bu yana çalışıyorum ve orada elde ettiğim ve daha sonra Meclisteki pratiklere baktığımda da gördüğüm şey, esasında demin bir arkadaşımızın söylediği gibi muhalefetin hiçbir kıymetiharbiyesi yok. Bunun adına ne derseniz bilmiyorum ama bana göre Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin sonuç olarak getirdiği gerçeklerimizden bir tanesi. O nedenle de şimdi konuşayım mı, konuşmayayım mı, neyi ne kadar konuşayım diye düşündüğüm de -insanoğlu işte konuşmadan da yapamıyor galiba- onun için de bir şeyler söylemek ihtiyacımdayım ama bileseniz ki burada çoğunluğunuz vardır muhtemelen öyledir. Dolayısıyla da elleriniz kalkacak ve bu kanun teklifi bu hâliyle geçecek.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Şu anda çoğunlukları yok.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Efendim, ben geneli üzerinde konuşmak üzere söz aldığım için geneli üzerinde konuşmak istiyorum. Bir kere şunu belirtince herhâlde belki de söylediklerimi bir yere bağlamanız mümkün. Ben bu yasanın hazırlık komisyonu üyelerinden birisiydim. 1991'de, benim ve birkaç arkadaşımızın inisiyatifiyle oluşan bir yasaydı bu ve bu yasayı tabii ki bizler hazırlayanlar olarak müthiş heyecanla ki benim mesleki olarak... Ben sanayi iktisatçısıyım ve sanayi iktisadı derslerini bitirdiğimizde yıl sonunda, mutlaka şunu söylemek zorunda hissederdiniz kendinizi: "Bizim de bir antitröst yasasına, rekabetin korunmasına ilişkin bir ihtiyacımız var." Dolayısıyla da o günün koşullarında rahmetli Erdal İnönü'ye danışman olduğumda bunu gündeme getirme imkânı bulduk ve yasa sonuçta hâlâ da başından bir sürü şey geçerek devam ediyor diye düşünüyorum.

Şimdi, o zamanlar biz buna çalışırken idare hukukçularıyla görüştük tabii ki ve inanır mısınız idare hukukçuları ısrarla "Ya bizim idare hukukumuzda özerk bir kurum yoktur, olamaz. Onun için de boşuna uğraşıyorsunuz." dediler. Şimdi anlıyorum ki bu Kurumun başına gelenlere bugünden baktığımda, o hocalar haklıymış hakikaten yani özerk bir kurum olamazmış bizde. Burada bu lafı söylerken Kurum üyelerini asla işaret ederek konuşmuyorum ama bu yasa, esas itibarıyla devlete karşı da devletin uygulamalarına karşı da rekabeti tesis etmek üzere oluşturulmuş olan bir yasadır. Çünkü devlet de kendi tercihleri çerçevesinde rekabeti piyasalarda bozabilir. Bakın, ben size bir örnek vereyim. Yani bir örnek dediğim, 1980 öncesi Türkiye'ye baktığımızda, Türkiye'de bir KİT sistemi vardı ve KİT sistemi öyle garip çalışıyordu ki yani bunu konuştuğumuzda da tuhaf karşılanıyordu. Yani şöyle söyleyeyim: Bunlar genellikle ara malı üretiyorlardı, ara ve yatırım malı üretiyorlardı yani özel sektörümüz kullanıyordu bunların ürünlerini ve bunların ürünlerinin fiyatlarına da Bakanlar Kurulu karar veriyordu. Dolayısıyla Bakanlar Kurulu esas itibarıyla dolaylı olarak özel sektörün maliyet düzeyinin ne olacağına kendisi karar veriyordu. Ben mesela o zaman öğrendiğimde şaşırmıştım, KİT'lerde üretilen ürünlerin fiyatları maliyetinin altına satılıyordu. Tabii ki bunun bir gerekçesi vardı, maliyetin altına satılırsa ne olur? Özel sektörün maliyetleri düşer dolayısıyla da fiyatları düşer mi acaba? Eğer rekabet varsa düşer, rekabet yoksa düşmez, ne olur? Kâr marjları artar. Böyle oluyordu dolayısıyla da bir yandan devlet bütçesinde açık vererek KİT'lere destek verdiklerinden dolayı enflasyon oluyordu -enflasyon da bir vergidir sonuç olarak- bir de buradan geliyordu. Dolayısıyla da tuhaf bir sistemdi yani devlet esas itibarıyla bırakın piyasayı düzenlemeyi, piyasanın üzerinde var oluyordu. Diyeceksiniz ki: "Bu, ithal ikamesi politikalarının bir sonucuydu 1980'lere gelene kadar 60'lardan." Evet, tamam öyleydi, öyle uygulanması gerekir miydi, gerekmez miydi ayrı bir tartışma ama sonuçta geldiğimiz yer itibarıyla baktığımızda, devlet de yaptığı yardımlarla, aldığı kararlarla piyasa mekanizmasını bozabilir. O sebeple de Rekabet Kurumunun bağımsız olması gerekir ve bu bağımsızlığı biz, tabii ki idare hukukçularının bize söylediği "Bizde özerk kurum olmaz." cümlesinin gerçekliğini değiştirmek üzere büyük bir heyecanla bu yasayı hazırlarken dedik ki: Şöyle bir şey yapalım, devletin çeşitli kurumlarından ikişer kişinin önerildiği ve Bakanlar Kurulunun da bunları 1'e indirerek seçtiği 11 kişiden oluşan bir kurum yapalım. Bu, hiç olmazsa hani devletin, hükûmetlerin etkisinden bir ölçüde bizi koruyabilir diye düşündük dün.

İkinci olarak, dikkat edin bu Kurumun bütçesinin, bütçede yer yoktu. Şimdi bilmiyorum durumu nedir. Ama bu Kurum, kendi bütçesini, piyasalarda sermaye artırımını yapan şirketlerin binde bilmem kaçı kadar bir pay alarak kendi mali imkânlarını kendi yaratıyordu, dolayısıyla mali olarak da bir bağımlığı yoktu, bir tür özerk yapıya sahipti.

Kaldı ki, çalışanları da bu özerkliğe uygun olmak üzere özel kanun maddeleriyle korunuyordu, yetkileri vardı, güçlü yetkilerdi ve dolayısıyla da bu insanlar özerk bir yapı içinde ve uzman olması gereken insanlar olarak düşünüldü. Uzmandan kastettiğimiz de hakikaten uzmanlığı bu olan çünkü çok teknik bir konudur bu. Hem hukuki ayağı bakımından öyledir hem iktisat ayağı bakımından öyledir, çok teknik bir konudur ve öyle "Hadi gelin de şöyle bir karar verelim." diyemezsiniz. Dolayısıyla da dedik ki, uzmanlardan oluşsun fakat Meclisten geçerken... Ki Meclisten geçme hikâyesi de ayrı bir hikâyedir. Biliyorsunuz, Avrupa Birliğine katılma kararının verildiği 1996 yılında bu kanun geçti, bir gecede geçti ve herhangi bir tartışma da olmadı. Her zaman hani yapılabilen bir şey tabii bizim Meclislerimizde ve böyle geçti gitti ve geçerken de efendim, "Üniversitelerin ve akademilerin, iktisadi ve ticari bilimler akademilerinin iktisatla ilgili alanlarından mezun olanlar..." vesaire gibi bir cümleyle geçiştirildi ve bu Kurumda ziraat müdürleri yani ziraat "background"u olan insanlar görev yaptılar başkan olarak. Yani bu kadar uzmanlık isteyen bir mesele de kurumun çalışan insanları -bu kadar zaman içinde söylüyorum tabii, kuruluştan bu yana geçen zaman içinde- artık nasıl ifade etmek lazım bilmiyorum ama en azından olması gereken uzmanlık kriterlerinden ve özerklik kriterlerinden uzaklaştı. Sonra, yanılmıyorsam Ömer Dinçer -benim Marmara Üniversitesinden arkadaşımdır kendisi- Müsteşardı yanılmıyorsam, bir değişiklik yaptı, 11 kişiyi 7'ye indirdi ve sonra da anladığım kadarıyla şimdi o 7'yi de Cumhurbaşkanı atar hâle getirildi ve dolayısıyla da hani o idare hukukçularının söylediği gibi efendim, özerk herhangi bir kurumun bu topraklarda olamayacağını bize kanıtlamış oldular.

Şimdi, bu kısmını bırakayım, bir başka konu daha var. Bakın, şimdi ben söylesem "Siz Halkların Demokratik Partisi üyesisiniz, siz şöylesiniz, siz böylesiniz." diyeceksiniz ama ben söylemeyeceğim. Bakın, burada bir çalışma var. Bu çalışmayı yapanlar Ufuk Akçiğit, Yusuf Emre Akgündüz, Seyit Mümin Cilasun, Elif Özcan Tok, Fatih Yılmaz. Bu, Merkez Bankasının bir çalışmasıdır, bir projesidir ve burada, bu arkadaşlar -ki çok değerli insanlardır bunlar benim bildiğim kadarıyla- diyorlar ki: Türkiye'de -yani kanıtları da burada ama artık konuşmayı çok fazla uzatmış olmayayım- 2012'ye kadar yoğunlaşma oranlarında bir düşme oldu, 4 firma konsantrasyon oranı ölçüsü bakımından hem de Herfindahl İndeksi itibarıyla düşme oldu fakat 2012'den sonra acayip bir şekilde arttı; diyagramlarda gözüküyor zaten bu. Peki bunun sonucu ne oldu? Yine kendileri söylüyor, bunun sonucunda olan şey şu arkadaşlar: Büyük firmaların kâr marjları göreli olarak arttı. Zaten bunu beklememiz lazım yani eğer ülkede, ülke ekonomisinde tekelleşme artıyorsa doğal olarak tekelleşen firmalar fiyatlarını şişirirler ve dolayısıyla da kâr marjlarını artırırlar. Zaten böyle olmuş. Son data 2016'ya kadar, böyle olmuş. Peki daha sonra ne olmuş? Enteresan yine bence, yine kendileri söylüyorlar, endüstriye giriş çıkışlarda problem olmuş. Endüstrilere giriş zorlaşmış. Yani rekabet zayıflamış, içeri girmek isteyenler, bir piyasaya girmek isteyenler giremez hâle gelmişler.

Şimdi, bütün bunlar ne söylüyor? Bütün bunlar şunu söylüyor arkadaşlar: Konuştuğumuz kanun, evet var, maddeleri var, 4'üncü madde, 6'ncı madde var, efendime söyleyeyim, işte fiyat anlaşmalarını vesaire, vesaireyi yasaklıyor ama gerçek bu değil. Gerçeğe baktığımızda, en azından 2012'den öncesi de... Hani uzatmak istemiyorum ama benim işim bu olduğu için size güvenle söyleyebilirim, 2012'den sonra -bu datalar da bunu söylüyor zaten- bir tekelleşme ortaya çıkmıştır, bir oligopolleşme ortaya çıkmıştır, bunun sonucunda da kâr marjları artmıştır vesaire, vesaire. Şimdi iyi kötü bu işlerle uğraşmış bir insan olarak ben Plan ve Bütçe Komisyonunda Ticaret Bakanlığının bütçesi konuşulurken rekabet konusu gündeme geldiğinde ısrarla dedim ki: Yani ne yapıyorsunuz, bu olacak iş değil yani Türkiye'ye ben baktığım zaman -Türk imalat sanayisi başta olmak üzere- inanılmaz bir tekelleşme var ve bu tekelleşmeyi sizin kontrol altına almanız lazım ama bu böyle olmuyor. Şimdi, o zaman benim sorduğum sorulara cevaplar geldi. Gelen cevaplar bence sorulan soruyu karşılayacak cevaplar değildi hakikaten. Kaldı ki bir ufak ayrıntı da vereyim size: Medya sektöründe, özellikle medya sektöründe çok şiddetli bir tekelleşmenin olduğundan söz ettim, verilen cevapta bana dendi ki: "Efendim, bunlar yapılan hesaplara göre yüzde 40 hâkim durumda değiller, yüzde 40'ın altında bu şirketler." Arkadaşlar, bu şirketler aynı mülkiyet altında muhtemelen. Dolayısıyla da "yoğunlaşma oranı" dediğimiz ama 4 firmanın pazar payıyla ölçülen rekabet düzeyi bize çok bir şey söylemez esasında. 4 tane şirket ayrı ayrı şirketler olabilir, rakip olabilirler ama aynı mülkiyet altında olabilirler; rakip olmazlar, o zaman tekel olurlar ve ben inanıyorum ki otursam, 2 asistanımla bu işi çözerim, öyle bir vaktim olmadığı için yapamıyorum ama şunu söyleyeyim size: Medya sektörü bugün dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun rekabet otoriteleri tarafından mutlaka müdahale edilmesi gereken bir sektördür. Niçin böyledir biliyor musunuz arkadaşlar? Ben izledim, şöyle yollar da bulabilirsiniz çok rahatlıkla: Devletten ihale alan şirketler -ki adlarını hepiniz biliyorsunuz- bu medyaların da aynı zamanda patronları; evet, böyle bir gerçek var; alın, bakın. Yani firmaların adlarına bakın, sahipliklerine bakın, bunu görürsünüz. Dolayısıyla biz şimdi ne konuşuyoruz Allah aşkınıza yani ne olmuş olacak?

Şimdi, bu yasa teklifine baktığımda da bu yasa teklifinde ne yapılmaya çalışılıyor? AB'ye bir tür şey var "Uyum yapacağız." falan. Arkadaşlar, eğer AB'ye uyum yapmak istiyorsanız, demin arkadaşımın söylediği gibi, devlet yardımları konusunda bir karar verin, yıllardır bekliyoruz. Veremezsiniz çünkü devlet yardımlarını özellikle bu Hükûmet hangi grupları destekleyeceğiyle ilgili siyasi kararların bir sonucu olarak kullanmaktadır. Dolayısıyla da benim gördüğüm kadarıyla burada "Efendim, Avrupa Birliği müktesebatına uygunluk sağlamaya çalışıyoruz." "İş yükümüzü azaltacağız." filan deniyor; iyi, peki, ne yapacaksınız? O da tuhaf bir şey, diyorlar ki: "Efendim, bazı istisnai durumlara izin vermek üzere kurul yetkili olmasın." Peki, ne yapsın? "Mahkemeler karar versin." Ya, arkadaşlar, ben size şunu söyleyeyim: Rekabet Kurumun kararlarının denetlendiği Danıştayda bu işten anlayan doğru dürüst kimse yok, yok; Danıştayda yok. Allah aşkınıza, hangi hâkim hangi ürünün muafiyet alabileceğine karar vermesi... Arkadaşlar, bırakın, bir hâkim buna karar versin Kurum bunu yapmakta zorlanır zaten.

Dolayısıyla da ben şunu söyleyeyim -çok uzattım ama diğer maddeler üzerinde de konuşmayı tabii ki istiyorum- ama eğer gerçekten hani "Muhalefetin lafı lafügüzaftır, sonuç olarak konuşurlar konuşurlar, biz ellerimizi kaldırırız, geçer." diyorsanız söylenecek bir şey yok tabii, hakkınız bu ama eğer gerçekten Türkiye için bir şey yapmak istiyorsanız, gerçekten Türkiye'nin ortak aklına, ortak çıkarına uygun bir şey yapmak istiyorsanız bu kanun teklifinin bu hâliyle geçmemesi lazım diye düşünüyorum.

Ben uzattım Başkanım, kusura bakma.