KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE ( İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, komisyonumuza katılım sağlayan değerli uzmanlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teklif kamuoyunda "üçüncü yargı paketi" olarak anılmakta. Bir süre öncesinde ilk etapta Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan daha sonra da Adalet Bakanı tarafından çerçevesi çizilen, Yargı Reformu Strateji Belgesi'ne göre paketler halinde, yargı paketleri ekseninde yargıda bir reform olacağına yönelik açıklamalar oldu. Bu, üçüncüsü olarak görülen bir paket. Gerçekten bunun bir yargı reformu olup olmadığını bir öncekilerle birlikte değerlendirip ana hatlarıyla bundan sonrası için yapılması gerekenleri çizmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii her komisyon toplantısı öncesinde ne yazık ki karşılık bulamasa da dile getirdiğimiz samimi temennimizi bir kez daha ifade ederek konuşmama başlamak istiyorum. Görüşmeleri partili saflaşmalara kurban etmeden, karşıt fikirlerin demokratik saygı çerçevesinde müzakere edildiği, yapıcı önerilerin dikkate alınarak düzenlemenin olgunlaştırıldığı bir seyirde geçirmeyi grubum adına diliyorum. Bu ortamı sağlamamız toplantımızı nitelikli bir hale dönüştürmekle kalmayacak, 83 milyon olarak bugünlerde ihtiyaç duyduğumuz uzlaşma ve birlikteliğe de önemli katkı sağlayacaktır.

Adalet Komisyonumuzun değerli milletvekilleri, her birinizin çok iyi bilmesine karşın, popülist yaklaşımlar ve siyasi konjonktür nedeniyle göz ardı edildiğini düşündüğüm bir noktayı paylaşmak suretiyle bugün içinde bulunduğumuz duruma ilişkin, sorunlara ilişkin bazı tespitlerim olacak.

Bildiğiniz üzere cumhuriyetimiz anayasal devlet niteliği taşımakta ve güçler ayrılığı temelinde bir uygulamayı esas almaktadır. Bizler de bu Anayasa üzerine yemin ederek göreve başlamış kişileriz. Daha önceki konuşmalarımda da belirttiğim üzere anayasal devlet, iktidarda olanların devlet gücünü şahsi gücü olarak görüp sınırsızca kullanmasını engelleme amaçlı bir kavramdır. Çağımızda niçin anayasal devlet kavramı etrafında örgütlenme ihtiyacı duyulmuştur diye kendimize sorduğumuzda bunun yanıtı çok açıktır: Sınırsız ve subjektif olan devlet gücünün bireyin özgürlüklerini yok etme ihtimalini engellemek içindir. Anayasal devlet bireyin varlığını korumayı esas almıştır ve varlığı bireyin özgürlüklerinin teminatıdır. Başka bir ifadeyle, tek tek bireylerin oluşturduğu bütündür anayasal devlet kavramı.

Değerli milletvekilleri, bakın, 24 Haziran 2018 tarihinde bir genel seçime girdik, bir Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. Bu Komisyon bu seçimlerden sonra oluştu ve yaklaşık iki yıllık bir süreç geçti. Bu süreçlerde Komisyonda toplam 6 tane kanun teklifi görüşülerek Genel Kurula sevk edildi. Bunlardan ilki 15 Temmuz darbe girişiminin ardından geçici olarak ilan edileceği söylenen ancak iki yılı aşkın süre devam ettirilen OHAL'in kaldırılmasının ardından getirilen 27 maddeden ibaret ve özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamaları kanunla kalıcı olarak tanımlayan düzenlemeler. İkincisi, ticari ilişkilere yönelik 27 maddeden ibaret değişiklik. Üçüncüsü, icra iflas mevzuatını kapsayan 13 maddeden ibaret değişiklik. Dördüncüsü, spor müsabakalarında şiddete yönelik uygulamaları içeren 20 madde. Beşincisi, çeşitli kanunlarda değişiklik öngören torba niteliğinde bir teklif 39 madde ve son olarak af düzenlemesi 70 maddeden ibaret. Şimdi, süre açısından bir ortalama çıkarmak gerekirse Komisyonun nasıl çalıştığını... Komisyon tarafından anlaşılması amacıyla bunu izah ediyorum. Komisyon yaklaşık her dört ayda bir toplanmış, sevk edilen teklifleri görüşmüş, çeşitli kanunlarda toplam 196 maddede değişiklik yapmış. Bakın, bunları bazen günlerce süren müzakereler sonucunda Komisyondan geçirilerek kanunlaştırma sürecine göndermişiz. Mecliste çalışan diğer Komisyonlar açısından, çalışkanlık açısından takdir edilecek bir Komisyon esasında. Ancak hiç de istenilen sonuçları çıkarmıyor. Şimdi, öncelikle bu görüşmeler sırasında yani 196 maddeyi kapsayan tekliflere, en sonuncusu af düzenlemesinde on sekiz saat kesintisiz toplantı yaptık. Muhalefet partilerinin verdiği değişiklik önergelerinin tek biri bile kabul edilmedi. Yanlış duymadınız, bakın, burada günlerce dile getirdiğimiz görüşlerimizin hiçbir karşılık bulmadığını bir kez daha ifade etmek isterim. Bu mudur şimdi sizin Parlamento işleyişinden anladığınız? Buradaki çalışmayı gerçekten ne zannettiğinizi merak ediyorum. Her şeyin en doğrusunu siz mi biliyorsunuz? Muhalefet partisi milletvekilleri olarak bizlerin hiçbir konuda bilgi sahibi olmadığını mı düşünüyorsunuz? Aslında böyle düşünmediğinizi tahmin ediyorum ve ne yazık ki sorun da tam buradan kaynaklanıyor, düşündüğünüz gibi davranmıyorsunuz. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki bizim Komisyonumuz ile Anayasa Komisyonu Meclisin diğer tüm komisyonlarından farklı ve belli açılardan da daha hassas nitelikli Komisyonlar ve bunların işleyişinde olabildiğince titiz çalışmalar yürütülmesi gerekli. Ne Meclis yasa fabrikası ne de Adalet Komisyonu teklif keşidecisi. Dünyadaki adalet komisyonlarının, anayasa komisyonlarının çalışma şekillerini vakit buldukça inceleyip araştırıyorum. Bizim uyguladığımız metotla bu şekilde çalışan komisyon var mı dünyada, bir bize gösterin. Bizimki özellikle son değişiklikle birlikte tamamen bize özgü bir hâl aldı.

Değerli arkadaşlar, temelde yaşadığımız bu anlayış sorununun neden olduğu haksızlıklar ve hukuksuzluklara her geçen gün yenilerinin eklendiği bir Türkiye yaşamaktayız. Geldiğimiz aşama yetki gasbına kadar ulaşmış durumda. Bunun en tehlikeli örneklerinin de yargı erkinin bağımsızlığını yitirmesi ve ardından yargı erkinin de yetkilerinin gasbıdır. Yargının alması gereken kararlar idare tarafından uygulamaya konulmakta, tedbir adı altında yargısal işlemler siyasi iktidar tarafından kullanılmaktadır. Yargısal süreçler tamamlanmadan belediye başkanlarının görevden alınması, yerel yönetimlere kanunlarla tanınan yetkilerin merkezî hükûmet tarafından engellenmesi; eleştirel ve araştırmacı gazeteciliğe yönelik baskı amaçlı itirazlara ilişkin daha yargısal süreçler işletilmeden Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve Basın İlan Kurumu devreye sokularak cezalar yağdırılması; ne acıdır ki bütün bunlar bizim yeni normalimiz olmuş durumdadır. İşte bizim rejim sorunu dediğimiz işte tam budur. Kurumlar vardır ancak işlevsizdir ve tüm yetkiler bir kişidedir bunun adı da monarşidir. Bir adım sonrası bildiğiniz üzere sürekli ve soya dayalı iktidardır. Yani 97 yıl önce son verdiğimiz yönetim şeklidir. Tabii ki cumhuriyet nesilleri haklarından ve kazanımlarından vazgeçmeyecektir. Ancak bu gidişatın ne kadar zarar verdiğinin, herkesin, başta da monarşi heveslilerinin farkına varması en azından sorunların daha fazla büyümemesi, çözümsüzlüğe varmaması açısından hayati önemdedir.

AKP iktidarının yargısal süreçlere müdahalesinin yol açtığı adaletsizlikler ve toplumsal kutuplaşma hukuk tarihi açısından da ders niteliğindedir. Anayasa Mahkemesinin kararlarına saygı duymadığı, bizzat Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik kumpas davalarının savcısı olduğu, ortada idari yargı kararları bulunmasına karşın inşaat temelli çeşitli projeler dahil iş ve işlemlerin kanunsuzca devam etmesini sağlayan ve hiçbir dönem eksik olmayan, talimatla gözaltı, tutuklamalar yaptıran dönemin Başbakanı şimdinin Cumhurbaşkanı konumundaki AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sanki Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı makamı ilan edilmiş, kendisi de bu konumdaymış gibi hareket etmektedir. Bir talimatla siyaseten kendine muhalif olanlar hakkında adli işlem başlatılıyor, gözaltına aldırtıyor, tutuklatıyor. Erdoğan çıkıp bir konuşmasında... Hemen o ilin savcıları harekete geçiyor ve işlem yapıyor. Bakın, en son, partili arkadaşlarımızın başına gelen olaylar. Şimdi bir Covid-19 salgını var ve bu nedenle vatandaşların umutlu haberler beklediği günlerde kameraların karşısına çıkıyor Erdoğan, Adana'da Yüreğir ilçesi gençlik kolları başkanımız Eren Yıldırımı suçlayıcı açıklamalarla hedef gösteriyor ve partili kardeşimiz Eren Yıldırım tutuklanıyor. 17 gün boyunca haksız yere tutuklu kaldıktan sonra ancak dün serbest kaldı. Savcılık makamının Eren Yıldırım hakkında afaki değerlendirmelere dayalı hapis istemli iddianamesi de ayrı bir hukuk garabeti.

Şimdi, aynı şekilde İzmir'de partimizin tüm kademeleri tarafından kınanan, camilerden yabancı sözlü bir marş çalınması, yine, partilimizin, içeriğine baktığımızda sorumluları göreve çağıran sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu olayda başta Sayın Erdoğan olmak üzere iktidar temsilcileri görüş beyan etme sınırlarının ötesinde hedef göstermeye yönelmiştir. Aynı şekilde laflar cımbızlanarak, dönüştürülerek, yeni anlamlar yüklenerek sosyal medyada trol örgütlenmesi aracılığıyla kamuoyu yaratılarak partimizin Gurup Başkan Vekilleri il yöneticileri hakkında soruşturmalar başlatılıyor. İktidarı destekleyen, sırtını iktidara dayamış kişilerin tartışması suç olan açıklama ve işleri de görmezden geliniyor. Mesela bir kadın pekala bir televizyon programına çıkıp ölüm tehditleri savurabiliyor.

Değerli arkadaşlar, yaşadığımız yozlaşma, bozulma, erozyon, genel ifadeyle sorunların hepsinin temelinde siyasetin yargısallaşması gelmektedir. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslanın, Anayasa Mahkemesinin 53'üncü kuruluş yıl dönümündeki şu sözlerini anımsatmak isterim: "Yargının kurumsal anlamda siyasal organların etkisi altında kalması ve siyasi mülahazalar ekseninde ayrışması büyük bir tehlikedir. Bu anlamda yargının siyasallaşması hukuk devletinin sonu olur. Diğer yandan yargının bir vesayet organı gibi davranarak, siyaseten alınması gereken kararları alması da siyasetin yargısallaşması tehlikesini doğurur. Siyasetin yargısallaşması ise demokrasinin sonu olur. Dolayısıyla yargının siyasallaşması ve siyasetin yargısallaşması demokratik hukuk devleti için aynı ölçüde tehlikelidir. Yargının vesayet ve siyasetle ilişkisini normalleştirmenin ve yargı bağımsızlığını sağlamanın en önemli yargısal araçlarından biri hiç kuşkusuz güçler ayrılığı ilkesidir."

Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu Anayasa Mahkemesi başkanı söylüyor. Bir de yüksek yargının bir diğer kurumu olan Yargıtayın yeni emekliye ayrılan başkanı İsmail Rüştü Cirit'in 2018-2019 adli yıl açılış töreninde yaptığı bir konuşmadan bir alıntıyı paylaşacağım. Diyor ki Sayın Cirit: "İnsan haklarının, demokrasinin ve hukuk devletinin en önemli güvencelerinden biri hiç şüphe yok ki kuvvetler ayrılığı ilkesidir. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin 16'ncı maddesi kuvvetler ayrılığının anayasal devlet için zorunlu bir unsur olduğunu belirtmektedir. Anayasa, kuvvetleri kullanacak organları ve bunların işlevlerini ortaya koyan yazılı bir belge olmakla birlikte, yönetilenler yönetenlerin sınırlarını bu belgeyle tespit etmekte ve onları kontrol imkânına sahip olmaktadır. Kuvvetler ayrılığı prensibi, iktidarı kullananları sınırlayarak gücün tek elde toplanmasını engellemekte, erkler arasındaki dengeyi sağlamaktadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, özünde, yargı organına yasama ve yürütme organının müdahalelerine karşı yargı bağımsızlığının korunmasını öngörür. Yargı bağımsızlığı, tüm çağdaş anayasalarda ya da kanunlarda yer alan temel bir prensip olduğu gibi, ulusal ve uluslararası düzeydeki etik ilkeler arasında da 1'inci sırada yer alır. Yargının bağımsızlığı devlet tarafından güvence altına alınmalı ve Anayasa'da veya kanunlarla düzenlenmelidir. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ile insan hakları ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulandığı yönetim sistemlerinde gerçek anlamına kavuşabilir. Bu ilke, yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında ayrımı belirginleştirmesi açısından demokrasinin, yargı bağımsızlığının ve insan haklarının en önemli teminatıdır." Şimdi, Sayın Cirit burada 2017 tarihli Anayasa değişikliğini de işaret ederek diyor ki: "Anayasa değişikliğiyle öngörülen Cumhurbaşkanlığı sistemi kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanmasını daha önemli bir hâle getirmiştir."

Değerli arkadaşlar, hem yargının üst düzey temsilcileri hem de değerli hukukçuların dikkatleri çektiği üzere, yargı bağımsızlığının ihlalinde sınırlar çoktan geçilmiştir. Ya yargı bağımsızlığını sağlayacağız ya da siyasal bir yargı oluşacak. Bugün hâlâ ağır sonuçlarını yaşadığımız, daha da yıllarca izlerini silmekte zorlanacağımız FETÖ/PDY benzeri örgütlenmelerin toplumsal barışımıza vurduğu ağır darbelerle gittikçe dağılacağız. Demokrasimiz ve hukuk sistemimiz açısından ciddi derslerin çıkartılması gereken FETÖ'nün devlette, özellikle yargıda oluşturduğu yapılanmanın neden olduğu ağır sonuçlara karşı bugün iktidar eliyle yargıda gruplar, kadrolar oluşturulmaktadır. Hakyolcu, pelikancı, Menzilci, son günlerde basına yansıdığı kadarıyla bir de Adalet ve Medeniyet Dernekçileri çıktı. Bu ve benzeri birçok yapılanmanın yargıda etkin olduğu yer yer karşılaştığımız olaylar ve haberlerle teyit edilmiş durumdadır. Özellikle halkın haber alma hakkı doğrultusunda yayıncılık yapan Cumhuriyet gazetesi, Sözcü gazetesi, OdaTV internet siteleri gibi, bunlar hakkında açılan çeşitli soruşturmalara baktığınız zaman, yapılanların büyük bir çoğunluğunun tamamen hukuk dışında olduğunu göreceksiniz.

Değerli milletvekilleri, sorunlarımızı aşmamızın ilk adımı olarak ifade ettiğim anayasal devlet ve hukuk devleti şartlarını sağlamamız için yapılması gereken ilk iş, herkesin görüşü, inanışı, düşüncesi, cinsiyeti ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa var olan yasalar karşısında eşit muamele görebilmesidir. Bunu niçin vurgulama gereği duyduğumu hepiniz tahmin ediyorsunuzdur çünkü bugün Türkiye'de iktidar sahipleri ve idareciler tarafından gittikçe "makbul ve sakıncalı vatandaş" yaklaşımı sergilenmektedir. AKP siyasi düşüncesinin karşısında olan, onu eleştiren, sorgulayan ve katılmayan kim varsa, bir şekilde, siyasetçiler ya da sosyal medya trolleri veya Emniyet ve yargı kanalıyla enterne edilmekte, haklarında aylarca sürülen soruşturma sonucu mağdur edilmekte; herhangi biri, hatta eski bir AKP'li bile olsa, mevcut AKP politikalarını düşünce ve ifade özgürlüğü haklarını kullanarak eleştirirse özel ve toplumsal hayatına dört koldan, yetkili ağızlardan, sosyal medyadan, kamu kurumu reklamları ve ihalelerle ayakta tutulan iktidar medyası yayınlarıyla saldırılarla karşı karşıya kalır, masumiyet karinesi yok sayılır, kriminalize edilir, bizzat onu korumakla sorumlu makamlardaki isimlerce bütün bu örnekler yapılır. Son zamanlarda örneklerini defalarca yaşadık.

Bakın, değerli arkadaşlar, diğer bir konu, son günlerde tartışılan bir mesele daha var, partimize emanet edilen İş Bankası hisseleri. Bu konu, uzunca bir süredir ısıtılıp ısıtılıp önümüze geliyor. Sanki Cumhuriyet Halk Partisi'nin buradan bir kazancı varmış gibi kamuoyunda da bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Hâlbuki işin aslına baktığımız zaman, Kurtuluş Savaşı esnasında Hindistan müslümanlarının gönderdiği 600 bin liralık kaynağın büyük bir kısmı Kurtuluş Savaşı esnasında kullanılıyor. Gelen paranın kalan kısmı da yeni kurulan bir bankaya Atatürk tarafından hissedar olarak -İş Bankası kurulduğunda 1 milyon sermayeli- 250 bin lirası verilerek bu hisseler satın alınıyor ve bu hisseler, ölümünden sonra Cumhuriyet Halk Partisine teslim ediliyor ancak bir şartla, gelirleri Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu tarafından kullanılmak üzere. Yani Cumhuriyet Halk Partisi burada bu 4 üyeyi gönderiyor, buradan bir kârı yok sadece miras hukukunu yerine getiren konumda, Atamızın mirasını yerine getiren konumda. Şimdi, bu mesele daha önce... 1953'te el konuldu, 1963'te Anayasa Mahkemesi iade etti. 80 darbesi sonrasında darbeciler tarafından el konuldu, daha sonra Yargıtay iade etti. Miras hukukunu ilgilendiren bir durum ama bu, açıkçası Türkiye'nin imajını hem içeride hem dışarıda zedelemeye yönelik, oldukça da sakıncalı bir durum ve tartışılıp tartışılıp düşünülüyor. Umarım böyle bir yanlışın içine girmez Türkiye, Türkiye'de hukuka saygının tamamen bittiğini dünyaya ilan etmez.

Şimdi, Türkiye tabii hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştıkça, mafyatik hukuksuz ilişkilerin hakim olduğu, yapılan seçimlerin Yüksek Seçim Kurulu darbesiyle yok sayılıp tekrarlandığı, uluslararası sermayenin yatırım yapmak istemediği ve sonucunda da bugünlerde adeta davulla zurnayla çağrıldığı günlere gelmiş olduk. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanan bir siyah vatandaşın polis tarafından öldürülmesi olayı aslında bir anayasal devlet ve hukuk devleti sorunu olarak görülmelidir. Yaşanan ırkçılığın dünya kamuoyuna yansımasının ardından gerekli soruşturmaların hızla başlatılmaması, tam tersine bizzat Amerika Başkanı tarafından neredeyse ırkçılığa destek niteliğindeki mesajları bugün yaşananlara en büyük nedendir. Buradan dersler çıkarmak lazım. Toplumlarda ırkçılık, bölücülük, toplumsal düzeni sarsmak isteyenler olabilir ancak bunu destekleyen idareciler olması ötekileştirme, nefret tohumları ekmek anlamına gelecektir ki bu sonuçları yıllarca sürecek ağır bedellere sebebiyet verebilir. O yüzden, herkesin nefes alacağı anayasal eşitlik hakkını ne pahasına olursa olsun savunmalıyız.

Değerli arkadaşlar, özellikle yargıda yaşanan sorunlar iktidar temsilcileri tarafından da fark edilmiş durumda. Bu nedenle geçen yıl mayıs ayında Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklandı. Bu, gerçek anlamda yapılmak istenirse bir çok sorun çözülebilir ancak bakıyorsunuz içerikleri itibariyle, geçen ekim ayında gelen şeyde avukatlara yeşil pasaport verilmesi tartışması olan, sanki büyük bir reform sağlayacakmış gibi... Yıllardır avukatların ihtiyacı olan bir düzenleme ama yargıdaki sorunları çözmeye yönelik bir adım mı, orası tartışılır yani pekâlâ İçişleri Komisyonunda Pasaport Kanunu'na ilave edilecek bir hükümle olabilecek bir şey. Daha sonrasına bakıyorsunuz af düzenlemesi, kısmi af, oradaki haksızlıklar, Anayasa Mahkemesi süreci -onu önümüzdeki günlerde değerlendireceğiz- şimdi de bu. Vaatler bu anlamda yerine gelmiyor. Gerçek anlamda yargıda reform diye konuşabileceğimiz konular var. Bunları, bakın, Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, 23 Nisan günü düzenlenen özel oturumda tüm kamuoyuyla paylaştı, bir kez de ben buradan hatırlatmak istiyorum.

Bir: Tüm toplumsal, siyasal ve kültürel kesimlerin katılımıyla yeni bir Anayasa yapmalıyız.

İki: Yeni Anayasa'nın omurgasını, yeni ve güçlü bir demokratik parlamenter sistem oluşturmalıdır.

Üç: Kuvvetler ayrılığı ilkesi ve hukuk devleti ilkesi, yargı kurumunun bağımsızlığını kesin olarak sağlamalıdır.

Dört: Türkiye Büyük Millet Meclisinde millî iradenin en geniş haliyle temsil edilmesini sağlayacak yeni bir seçim sistemi yaşama geçirilmelidir. Yeni bir siyasi ahlak yasasına ihtiyaç vardır. Beş: Yürütme,

Beş: Yürütme, tüm icraatlarıyla mutlak denetime ve hesap verebilirliğe açık olmalıdır. Sayıştay, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını denetlemelidir.

Değerli arkadaşlar, şimdi birkaç hususun daha altını çizerek konuşmamı tamamlayacağım. Şimdi, bizatihi yasama üyesi olarak o anayasal devletin dışına çıktığımız olaylardan birinin çok çarpıcı örneklerini bizler yaşıyoruz. Yürütmenin yasama üzerinde âdeta bir vesayeti var. Bakın, Anayasa'nın 98'inci ve İç Tüzük'ün 99'uncu maddelerine göre milletvekillerinin bakanlara sorduğu sorulara on beş gün içinde cevap verilir. Geçtiğimiz günlerde Mustafa Şentop bunu açıkladı, 7.116 soru önergesinden 323'ü süresi içinde yanıtlanmış, diğerleri yanıtlanmamış.

Şimdi, daha birkaç gün öncesine kadar... Bakın, daha çok yeni, bir ay önce ben bir soru sordum Sağlık Bakanlığına, sağlığı ilgilendiren bir şey ve dedim ki: Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi yeni hizmet yeri olarak planlanan Seyrantepe'deki yerin 2018 yılından itibaren açılması lazımdı, süresi geçti. Anlaşılıyor ki -tespitlere göre- bina yanlış yere yapılmış, kayma var, zarar var yani yüzlerce milyonluk bir kamu zararı oluşmuş. Bu hangi firmaya teslim edilmiş, kayma yaşandı mı yaşanmadı mı, ne zaman açılacak, yıkılacak mı? Bu, günümüzde çok net, güncel bir konu. Bakın, bir ay geçti, bununla ilgili cevap yok çünkü verilmek istenmiyor, verilecek bir cevap yok.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bir soru sordum seçim bölgem Güngören'le ilgili, vatandaşlar, hiç tanımadığım insanlar bizzat arayıp ulaştı bana, vekilleriyiz. Onların bölgesinde yapılan, Cumhurbaşkanı kararıyla riskli alan ilan edilen bir hususla ilgili, gerekçeleriyle ilgili sorular sordum seçmenimi aydınlatabilmek amacıyla; bir ay geçti, bu da cevaplanmadı.

Sayın Adalet Bakanlığına af kanunuyla ilgili bir soru sordum. Hatırlıyorsanız, Komisyonda geçen sefer yetkililere, sizlere de sordum bunu; af kanunu sonrasında kaç bin kişi içeriden çıkacak, bunun sayısını bize bir verin dedim, vermediniz. Genel Kurulda ifade ettik, bunun cevabını vermediniz. Adalet Bakanına soru sordum, bir ay geçti, cevabını vermiyor. Niye? Hangi suç tipinden kimler çıkacak, bilinsin istenmiyor. İşte, böyle taktik sahaları altına gelmiş durumda.

Bunun dışında, yine Adalet Bakanına, diğer bakanlara, Ulaştırma Bakanına, Cumhurbaşkanı Yardımcısına, İçişleri Bakanına yargıdaki FETÖ yapılanması, avukatlarla ilgili verdiğimiz soruların hiçbirine cevap verilmiyor. Açıkça Anayasa ihlali mi? Açıkça Anayasa ihlali. Benim şahsıma yönelik bir ciddiyetsizlik değil bu, yasamaya yönelik bir ciddiyetsizlik. Bir yasama üyesinin, bir Adalet Komisyonu üyesinin ve partinin oradaki temsilcisinin sorduğu sorulara dahi ilgililer cevap vermiyor. İşte, bu nedenle biz anayasal devlet sınırlarımızdan çıktık değerli arkadaşlar.

Bakın, burada getirilen teklifle ilgili artılar da var eksiler de var ama bunlar bizim esaslı meselelerimizi çözmüyor. Biz Türkiye'de yargıyı tarafsız ve bağımsız kılmadığımız sürece yargıya güveni yüzde 20'lerden yukarıya doğru yükseltemeyiz. Yargıya güveni düzeltemezsek... Bu aynı insan vücudundaki sağlık gibidir, sağlık kötü olduktan sonra hangi şeyler iyi olursa olsun bir anlamı nasıl yoksa bir devlette adalet kötüyse ekonominin iyi olması da imkânsızdır, eğitimin de sosyal refahın da hiçbir şeyin de düzelmesine imkân yoktur. Bu eleştirilerimize kulak vermenizi temenni ediyorum. Teklifin maddelerinde geldikçe katıldığımız ve katılmadığımız yanları tek tek izah edeceğiz ancak esaslı meselelere odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum.