KOMİSYON KONUŞMASI

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli yargı mensupları, basın mensupları ve kıymetli çalışan arkadaşlarımız; hepinize sözlerime başlamadan önce en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Tabii, teknik anlamda değişlik içeren bir metni konuşuyoruz ama geneli anlamında yargı sistemimize olan eleştirel görüşlerimi de ifade etmek istiyorum öncelikli olarak.

Hukuk yargılamasının daha hızlı ve etkin yürütülmesi ve sürelerin kısaltılması amacıyla 63 maddelik bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız AK PARTİ'li arkadaşlarımızın getirmiş olduğu. Geneli itibarıyla baktığımızda, tabii, bizim grubumuzun da teknik anlamda birçok maddeye destek verdiğini söyleyebiliriz. Bu teknik değişikliklerin tabii uygulamada da yargıyı hızlandırma amacına yönelik olduğu anlaşılmakta, buna yönelik herhangi bir itirazımız yok. Ancak 2011 yılında yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun'da, bakın, daha dokuz yıl geçmiş aradan, bu 19'uncu değişiklik, 19'uncu değişikliği konuşuyoruz. Kanunlar değişen zamana göre ve ihtiyaçlara göre elbette değişebilir, değişmelidir de ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu gibi temel kanunlarda bu şekilde sık sık yani dokuz yılda 19 değişiklik gibi sık sık değişiklikler yapmak kanun sistematiğini, amacını ve ruhunu maalesef bozmaktadır. Bu tür değişiklikler yapılırken, aslında bütün ihtiyaçlar düşünülüp böyle bu şekilde sık sık değişiklik yapmaktan ziyade bir defa bir değişiklik yaparak bunların çözülmesinde yarar var diye düşünüyorum. Bu teknik değişiklikler tabii ki uygulayıcıların yani avukatların, yargıçların, akademi dünyasının ve hukuk kurumlarının da yeterince görüşleri alınarak düzenlenmelidir. Tabii, Sayın Başkan açılış konuşmasında şunu ifade etti: Bunun daha önce Adalet Bakanlığı sitesinde yayınlandığını ve bazı isteyen görüşleri ifade edeceğini söyledi ama bu şekilde görüşlerin ifade edildiğini söyledi ama bu konuda basında çıkan yazılardan gördüğümüz kadarıyla çok da fazla, yeterince görüşlerin alındığının söylenemeyeceğini düşünüyorum ve bu şekilde yapılan teknik değişikliklerin de kanununun ruhunu ve özünü, sistematiğini bozduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Burada tabii, 6100 sayılı Kanun'un önümüzdeki süreçte uygulayıcılar açısından olumlu noktalara taşınması gerekmektedir yani yargıçlarımızın, uygulayıcılarımızın, avukatlarımızın bu kanunu içselleştirmesi ve o şekilde yargının hızlanmasına yönelik, doğru ve etkin adaletin sağlanmasına yönelik uygulamaları da önem kazanmaktadır. Ama ülkemizdeki yargı sürecine, adalet sürecine baktığımızda, özellikle son on yıldır Türkiye'nin olağanüstü bir süreçten geçtiği gibi, yargı da olağanüstü bir süreçten geçiyor ve maalesef, bugün yargı sistemimiz Türkiye'nin en sorunlu alanlarının başında gelmekte ve yargıda çok büyük yapısal ve zihinsel sorunlarla karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Son on yıldaki sürece baktığımızda, yargı, bir nevi sorunlar yumağı hâline gelmiştir.

Değerli arkadaşlar; çünkü bir gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz gömleğin iki yakası bir araya gelmez. Bugün, yargı da bu durumdadır; gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir ve yargının da iki yakası bir araya gelmemektedir ve yargı, âdeta bir yapboz tahtasına dönüşmüştür.

Değerli arkadaşlarım; bunun en önemli sebebi şu: Tabii, yargının özellikle AK PARTİ hükûmetleri dönemleri öncesinde de sorunları olmuştur ve bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği, adaletsizliklerin olduğu durumlar olmuştur yani cumhuriyet tarihimizde zaman zaman bu tür dönemler yaşanmıştır ancak şu gün geldiğimiz nokta itibarıyla Türkiye'de hiçbir zaman için son on yılda, özellikle AK PARTİ hükümetlerinin döneminde olduğu kadar yargıda bir siyasallaşma olmamıştır, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı bu kadar çok zedelenmemiştir; yargıçların ve savcıların teminatının bu kadar zedelendiği, vatandaşlarımızın yargıya bu kadar az güvendiği bir dönem yaşanmamıştır. Özellikle, bu içinden geçtiğimiz süreç içerisinde bu yapısal ve zihinsel sorunların çözülmesine yönelik adımların atılması gerekiyor. Az önce çok kıymetli konuşmacı arkadaşlarımız ifade ettiler, kuvvetler ayrılığının sağlanamadığı bir sistemde yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamanız mümkün değildir. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı hûkümet sistemine baktığımızda yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlama ihtimalimizin olmadığını görüyoruz.

Şimdi "siyasallaşmış yargı" diyoruz, neden böyle oldu? Çünkü siyasi erk, yürütme erki, yargıyı kontrol altına almak istiyor; yürütme erki, yargı benim emrimde olsun istiyor. İşte böyle olduğu zaman da yürütme erki eliyle yargının DNA'sıyla oynandı ve yargının sistematiği bozuldu.

Değerli arkadaşlar, bugün itibarıyla, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını ülkemizde maalesef göremiyoruz. Yargıçlarımız ve savcılarımız, bağımsız ve tarafsız karar alamamaktadırlar, maalesef durum budur. Bunun için bunun sonucunda maalesef Türkiye'deki yargı sistemine yani adalet sistemine vatandaşlarımızın güvenmemesi ortaya çıkmaktadır yani bugün geldiğimiz nokta itibarıyla, yargıya olan güven Türkiye'de en dip noktalarına gelmiştir yani yüzde 20'ler gibi düzeylere düşmüştür.

Bakın, ORC şirketi -kamuoyu araştırma şirketi- 9-12 Kasım 2019 tarihleri arasında 42 ilde 4.156 kişiyle yüz yüze anket yapıyor ve bu ankete yüz yüze katılan vatandaşlarımızın yüzde 68'i "Yargıya güvenmiyorum." diyor. Bakın, daha kasım ayında olan bir şey, altı ay geçmiş aradan veya yedi-sekiz ay geçmiş. Katılanların yüzde 68'i "Yargıya güvenmiyorum." diyor, yüzde 11,7'si "Yargıya güveniyorum." diyor, yüzde 20'si ise "Kısmen güveniyorum." diyor. Bu rakamlar maalesef yargının ne kadar güvenilmeyen bir kurum hâline geldiğini ortaya koyuyor. Bunu yargı mensupları da defalarca kamuoyuna açıkladılar. Bakın, 30 Nisan 2016 tarihinde hepimizin bildiği bir açıklama var, darbe girişiminden önce Yargıtay Başkanı Sayın İsmail Rüştü Cirit yapmış olduğu açıklamada "Yargıya olan güven yüzde 70 idi, şimdi yüzde 30'lara düştü." diyor. Bu neden böyle? İşte, siyasallaşmış yargının bir sonucudur; güvenilmeyen bir yargı sistemi. Onun için bizim burada öncelikli olarak bütün yürütme erkinin düşünmesi gereken soru şudur: "Ya biz neden güvenilmeyen bir yargı ortaya koyduk, ya bizim yargımıza niye güvenmiyor vatandaşlarımız?" diye bir sorgulaması lazım kendilerini bence. Evet, tabii günümüz Türkiyesinde bunun başka yansımaları da oldu. İşte, muhalif gazeteciler, "tweet" atanlar, iktidarı eleştirenler bir talimatla hapse atılıyor. Gazetecilik yapan, sadece gazetecilik yapan Murat Ağırel gibi, Barış Pehlivan gibi, Barış Terkoğlu gibi birçok gazeteci şu anda hapiste. E, bizim Grup Başkan Vekillerimiz Engin Bey'le, Özgür Bey'le ilgili, söylemiş oldukları Meclis kürsüden dokunulmazlık içeren sözler olmasına rağmen, derhâl jet fezlekeler düzenleniyor ve gönderiliyor Meclis'e. Yine, Cumhuriyet Halk Partisinin ve diğer partilerin mensupları hiçbir hukuki dayanak gösterilmeden tutuklanıyor ve hapse atılıyor.

Bakın, bunlar yargıya olan güveni sarsıyor. Yargıya olan güven sarsılınca da Türkiye'nin görüntüsü iyi olmuyor değerli arkadaşlar. Demokrasi de zedeleniyor bundan. Az önceki konuşmacılar da çok güzel ifade ettiler; yargı olmazsa bir ülkede, adaletli bir yargı olmazsa bir ülkede devlet çöker değerli arkadaşlar. Bizim burada yapmamız gereken şey yargıya olan güveni tesis etmektir. Eğer bunu yapamazsak bunun altında hepimiz kalırız, bütün sorumluluk hepimizde olur.

Şimdi, tabii, buralarda yine son gelişmelere baktığımızda meslek örgütlerine yani muhalif yapılarıyla bilinen -seçimle geliyor bunlar ve netice itibarıyla kendi üyeleri tarafından seçilen ancak muhalif yapılarıyla bilinen- meslek örgütlerine yönelik yeni düzenlemeler ortaya konuldu. Türk Tabipleri Birliği gibi meslek örgütleri, bu şekilde disiplin altına alınmaya çalışılıyor. Bunlardan en önemlisi, bu meslek örgütlerinin başında barolar gelmektedir. Deyim yerindeyse barolara bir ayar verilmeye çalışılıyor. Çoklu baro sistemi gibi ve diğer nispi temsil seçimi gibi bu tür şeylerle barolara bir ayar verilmeye çalışılıyor. Bu da maalesef yargıya olan güveni yine zedeliyor değerli arkadaşlarım. Çünkü avukatlar bağımsız meslek icra eden kişilerdir yani baroları, avukatları biraz kendi hâline bırakmanız gerekir yani eğer bunu yapamazsanız yargının bağımsızlığını da sağlayamazsınız yani avukatlar bağımsız ve tarafsız olmazlarsa özgürlüklerini elinden alırsanız yargıya olan güveni yine sağlayamazsınız.

Değerli arkadaşlarım, tabii uluslararası kuruluşlarda da bizim ülkemizin içinde bulunduğu durum ortaya konulmakta. Hukukun Üstünlüğü Endeksi'ne göre Türkiye, 2019 yılında 126 ülke arasında 109'uncu sırada, hukuk düzenlemelerinin uygulanmasında 106'ncı sırada, vatandaşların adalete erişebilirliği sıralamasında ise 96'ncı sırada yani oldukça gerilerdeyiz. Bu durum tabii ki Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da net bir şekilde ortaya konulmuş. Bu anlamda özellikle 2010 Referandumundan sonra -ki az önce Sayın Savcımız ifade etti, 2010 referandumu yargıda bir kırılma noktasıdır- bu kırılma noktasından sonra yargının içine düştüğü durum, gerçekten güvenilmeyen bir yargı ortaya koymuştur. Ve bu anlamda ben şunu ifade etmek istiyorum: Biz ne yaparsak yapalım, burada en güzel kanunları bile çıkarmış olsak bu yargı sisteminden adalet çıkmaz. Uygulayıcılar da seçilirken liyakate göre seçilmiyor maalesef. Yani darbe girişiminden sonra, o hain darbe girişiminden sonra 10 binin üzerinde hâkim, savcı alındı ve maalesef, süreç şeffaf ve adil bir şekilde yürütülmedi. Şimdi, siyasallaşmış yargı devam ediyor. Şimdi, bu siyasallaşmış yargı, bu liyakatsiz, ehliyetsiz kişilere teslim edilen, hâkim, savcı yapılan ve bir partinin arka bahçesi hâline getirilen yargıdan da adalet çıkmasını vatandaşlarımız beklemiyor.

Benim bu anlamda, geneli anlamında söyleyeceklerim bu kadar.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.