KOMİSYON KONUŞMASI

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, bu kanun teklifinin geneli üzerinde sabah seansında, sabahki oturumda düşüncelerimizi dile getirdik fakat hemen ardından, kanunu teklif eden arkadaşlar, özellikle bu kanun yapma sürecine ilişkin birtakım açıklamalarda bulundular. Doğrudur, birçok meslek grubuyla, birçok yapıyla bu kısmen tartışıldı. Kanun yapma süreciyle ilgili iyi niyetle belki yola çıkıldı ancak şunu hemen ben söylemek isterim ki: Bu paylaşım, kamuoyuyla paylaşmak, bilim kuruluyla paylaşmak sadece bildirmekle mümkün değil, gelen öneriler ne derecede bu kanun teklifinde yer aldı, ona bakmak gerekiyor. Birinci sorum bu.

İkincisi: Yargılamanın sonlandırılması ve özellikle, hızlandırılması ne derecede adaleti sağlayacak? Bu da ayrı bir sorun.

Bu 1'inci maddeyle bağlantılı olmamakla birlikte, bu anlamda bir bakış açısını geliştirdiğimiz zaman şöyle bir şey çıkıyor ortaya: Türkiye, gerçek anlamda, adalet arayan bir aşamada yani siz hangi ferdi çevirirseniz çevirin, hangi kesimde olursa olsun, iktidar çevresinde olsun, muhalefet çevresinde olsun, sokakta olsun ya da toplumun hangi kesiminde olursa olsun, siz herhangi birini çevirdiğiniz zaman, adalete ilişkin olan şikâyetini, adalete ilişkin olan serzenişini muhakkak ki dile getirecektir. Burada sorun sadece -bize göre sadece- kısmen bir kanuni düzenlemeyle giderilebilecek bir husus değildir.

Şimdi, her şeyden önce, Türkiye'de ikili bir hukuk sistemi şu anda uygulanıyor. İkili hukuk sistemi nedir? Bir defa, muhalefete karşı, gazetecilere karşı -biraz evvel arkadaşlar dile getirdi- mevcut olan iktidara karşı eleştiri, yenilik getirmek isteyen herkese karşı çok ciddi şekilde sert ve hukuki olmayan tedbirlerle karşı karşıya kalındığını biz görüyoruz. Şimdi, eğer bir ülkede ceza yargılaması yanlıysa, ırkçı bir tavır sergiliyorsa ve bundan dolayı binlerce düşünür cezaevindeyse bu ülkede hukuk yargılamasında, bu ülkede yargılamanın, yargının diğer kolunda adaletli bir tasarruf bekleyemeyiz. Bir bütün olarak ele almamız gerekiyor yani bu bir bütündür. Çünkü siz -tabiri caizse, meclisten dışarı olsun- sopayı birisine gösterirseniz yanındaki kişiyi o tavrınızla sindirmiş olursunuz. Şimdi, ceza yargılamasında eğer hâkim, önüne gelen bir dosyada yukarıdan ya da siyasi erki elinde bulunduran, kamu gücünü elinde bulunduran bir kesim tarafından yönlendiriliyorsa ve kendisine mevzi gösteriliyorsa, verilecek olan karar âdeta kendisine bildiriliyorsa ve bu çerçevede, bu meyanda bir gelişme oluyorsa ve bu meyanda bir adalet tasarrufu oluyorsa siz, bir hukuk mahkemesinde, normal kişiler arasındaki bir uyuşmazlığın çözüldüğü bir alanda, bir meydanda adalet bekleyemezsiniz. Adaletin tecelli etmesi de imkânsız hâle gelir.

Yani ezcümle, esasında şöyle bir tabloyla biz karşı karşıyayız: Bakın, siz, bir halkın diyelim, bir kentin iradesine saygı göstermiyorsunuz ve tasarrufta bulunuyorsunuz. Şöyle bir örnek vereyim: En yakın tarihte Iğdır Belediyesine ve Siirt Belediyemize kayyum atandı, Belediye Eş Başkanlarımız gözaltına alındı ve görevden alındı, yargılamaları devam ediyor. Bakın, içinde Adalet ve Kalkınma Partisine mensup olan parti meclis üyelerinin de görevlerine son verildi yani herkesin. Yani şöyle bir baktığınız zaman, öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki Cumhuriyet Halk Partisi olsun, İYİ PARTİ olsun veya Milliyetçi Hareket Partisi olsun bütün partilerin meclis üyelerinin hepsinin görevine son verildi. Nedeni şu: Tümden bir yok sayma olayı var. Bakın, cezanın şahsiliği ilkesi dahi bu ülkede artık anlam bulamıyor. Bakın, anayasal ilkedir, herkes kendi eyleminden sorumludur. Buna rağmen siz ne yapıyorsunuz? Bu, Orta Çağ anlayışıdır. Orta Çağ anlayışıyla ne yapılıyor? Bütün hukuk sistemleri alaşağı ediliyor.

Şimdi ben şunu demeye çalışıyorum: Siz bir tarafta anormal olan bir hukuk sistemini uygulatacaksınız ve bunu dayatacaksınız, diğer tarafta ise normal kişiler arasında veya kamuoyuyla kişiler arasındaki hukuk uyuşmazlığını da normal koşullarda çözümünü bekleyeceksiniz bu mümkün değil değerli arkadaşlar.

Bakın, eğer bir aksilik varsa, bir hukuka aykırılık varsa, bu her tarafa sirayet etmişse bizim topyekûn olarak, bir bütün olarak hepsini ele almamız gerekiyor çünkü yargıdaki bütün makamlar, süjeler birbirlerinden bağımsız değildir. Dolayısıyla Abdullah Bey'in dile getirmiş olduğu "Bütün kurumlardan, bilim kurullarından, toplumun değişik kesimlerinden, üniversitelerden görüş alındı veya talep edildi." şeklindeki... Tabii ki iyi niyetten kaynaklı bir tarzdır, olması gereken de odur ama bütün bunlara rağmen "Sadece kısmi bir iyileştirmeyle hukuk yargılamalarını daha hızlandıracağız, sonuç alacak şekilde bir düzenleme getiriyoruz." demek de mümkün değil.

Kısa bir şey daha söyleyeyim, bitireyim: 1927 yılından bu yana gelen bir hukuk sistemi vardı ve bir içtihat şekli vardı. Bakın, kazuist bir yöntemle "Her şeyi kanunla, her şeyi kanun maddesiyle belirtelim." derseniz adaleti sağlayamazsınız. Bakın, bilimsel ölçülerde yargılamanın ve hâkimin gelişmesinin önünü de kapatmış olursunuz. "İçtihat" diye bir şey var, "doktrin" diye bir şey var. Şimdi "Her şeyi biz kanunla düzenleyelim." derseniz, geleceği nokta budur ama her şeyden önce daha demokratik, daha insan haklarına saygılı ve toplumun tüm kesimini, toplumun tüm renklerini taşıyan bir Anayasa ve herkesin haklarına saygılı olan bir toplumsal sözleşmeden bence çıkış yolu vardır.

Benim 1'inci maddeye ilişkin olarak söyleyeceklerim bunlardır.

Teşekkür ediyorum.