| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ile 128 Milletvekilinin; Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/2735) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 04 .06.2020 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aslında son bir değerlendirme adına söz istedim, birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum bundan sonraki çalışmalarla ilgili.
Şimdi birincisi: Dikkat edilirse, ağırlıklı olarak teknik düzenlemeler içeren işbu teklifle alakalı genel itibarıyla arkadaşlarımız hep katkı verici konuşmalar yaptılar. Birçok maddeye zaten itirazımız yok, itirazımız olan meseleler de esasında fikir ayrılığı olarak değerlendirilebilecek meseleler; yani tali unsurlar, yargıya ilişkin, sonuçları itibarıyla farklı öngörüler olarak değerlendirilebilir.
Burada bir gerçek var ki bu bir reform değil açıkçası, yani biriken ihtiyaçları, uygulamadan çıkan sıkıntıları gidermeye yönelik düzenlemeler. Bunlar tabii ki olsun ancak gerçek anlamda yargıda reform beklentisi kamuoyunda güçlü şekilde duruyor. Bugün ekonominin düzelmesi de yargıda gerçek anlamda yapılacak reforma bağlı, sosyal adaletin sağlanabilmesi de buna bağlı, iç barışın güçlenebilmesi de buna bağlı. İnsanların yargıya ilişkin düşüncesi tamamen siyasetten uzak, bir hakem pozisyonunda, başvurduklarında doğru kararı alabildiklerine inandığı... Yani bazen doğru kararın çıkması da yetmez, buna inanmak da lazım, bunun da böyle görünmesi lazım. Hani Victor Hugo'nun bir sözü var, diyor ki: "Bir ülkede yargılamaların adil olmasının yanında adil görünmesini de sağlamanız lazım." O nedenle bunun üzerine çalışmak gerektiğini düşünüyorum.
İkincisi, şimdi, Türkiye'de yargının siyasi tartışmalarda bir enstrüman olarak kullanıldığını görüyoruz. Yani, aslında ağırlıklı olarak siyasi polemik konusu olan meselelerde eğer iktidar partisinin aleyhine oluşacak bir algı oluşuyorsa hemen orada yargı devreye giriyor. Yani, bakıyorsunuz, işte bizim partimizden herhangi birinin bir polemiğinde bir suç duyurusunda bulunuluyor, suç duyurusu sonrasında yargı muazzam bir hızla hareket ediyor. Dolayısıyla bunun önüne geçmek lazım yani yargı siyasetin hedefine ulaşması için kullanılan bir enstrüman değildir. Bakın, Türkiye'de bir gerçek var ki tablo şöyleydi: Siz iktidara geldiğinizde, 2002 yılında, Türkiye'de hâkim, savcı sayısı yaklaşık 7 bindi. Bugün, bu sayıdan görevde kalan belki birkaç bini vardır; hani diyelim ki 3 bini görevdedir, 3.500'ü görevdedir, gerisi emekli olmuştur. Hâkim, savcı sayımız bugün itibarıyla 25 binlere yaklaştı, 5 bin civarında da ihraç olan hâkim, savcı sayısı düşünüldüğünde cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir iktidarın almadığı kadar hâkim, savcı alındı sizin döneminizde. Bazen böyle kalıp cümlelerle bizim söylediğimiz meselelere itiraz ediliyor işte "Sizin iktidarınız döneminde şu kadar hâkim, savcı alındı." bilmem ne diye ama ben bunu birkaç defa soru önergesi olarak da verdim, buralarda da dile getirdim, resmî olarak rakamı vermekten kaçındı hep Adalet Bakanlığı. Bugün hep söylenen, rahmetli Mehmet Moğultay zamanında alınan hâkim, savcı sayısı 800'dür yani ben iyi biliyorum sayıyı. İşte, Seyfi Bey döneminde alınan 2 bine yakındır zaten biri iki buçuk yıl yapmıştır, biri bir buçuk yıl yapmıştır bakanlık. Yargıya ilişkin gerek kadrolaşma gerek işleyişle ilgili bir eleştiri getirdiğimizde de benzeri kalıp cümlelerle karşılık duyuyoruz; aslında bunların hiçbir reel tarafı yok. Yani siyaseten kongrelerde yapılmış bir konuşma üzerinden büyük bir siyaset inşa edildiğini, muhalefete karşı bir savunma mekanizması inşa edildiğini görüyoruz; bir faydası yok bunun Türkiye'ye. Bakıyorsunuz, aynı dönem içerisinde mevcut yasalarımızın çoğu sizin döneminizde yapıldı yani Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, İnfaz Kanunu, yapıldıktan sonraki değişiklikler, sonuçlardan çıkan pişmanlık üzerine yapılan değişiklikler bütünüyle sizin döneminizde yapıldı ve tablo...
Bir gerçek var ki yargıya güven yüzde 70'ler seviyesinden -idea değildi Türkiye hiçbir zaman yargı- yüzde 20'ler seviyesine indi yani bu şu demek, sizin tabanınızın neredeyse yarısı dahi mevcut yargı düzenine, sizin oluşturduğunuz yargı düzenine güvenmiyor. Hani bizim ya da diğer siyasi partilerin tabanı açısından durum daha bir korkunç düzeyde. Yani gittiğinde yargıya, doğru bir karar verse de o zaten haksızlığa uğramış olarak oradan ayrılıyor, o hisle ayrılıyor. Burada, siz sorumlusunuz demek için bunu söylemiyorum. Ortada bir gerçek var, bunu düzeltmek için de aynı metotlarda ısrar etmeyin. İşte, bakıyorsunuz, gerek yasal değişiklikler gerek referandum sürecinde yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını sağlamaktan öte, yargıda nüfuz sahibi olmaya yönelik düzenlemeler oldu, bugün de bu sonuçlarıyla yüzleşiyoruz ve bu sistemi savunanlar dahi kişisel olarak, herhangi bir mal varlığı olsa, işte, çocuklarının yaşamı olsa, eğitimi olsa hukuk güvenliği olarak dünyada üst sıralarda gösterilen ülkelere gidip yatırımını yapıyor, parasını götürüyor. Bugün Türkiye'den yurt dışına giden para transferi son yıllar içerisinde yüzlerce milyar dolar olarak ifade ediliyor -ortaya çıkan tespitlere göre bunu söylüyorum- ve kimse hukuk güvenliğinin zayıf olduğu ülkelere parasını götürmüyor, tarafsız ve bağımsız yargının güçlü olduğu yerlere götürüyor. Bu, Türkiye açısından da bir kriter. "Ekonomide nasıl düzeliriz?" diyoruz, işte, hukuk güvenliği olursa düzeliriz.
Şimdi "yasama sorumsuzluğu" diye bir kavram var; bu, dünyadaki tüm parlamentolarda milletvekillerine tanınan bir haktır, bir imtiyaz diye sınıflandırılır ama aslında milletvekiline verilen bir imtiyazdan öte, milletin kendisine verilen bir haktır; her türlü görüşünü, düşüncesini hiçbir etki altında kalmadan, endişe duymadan söyleyebilmesi. "Yasama sorumsuzluğu" kavramı dünyadaki tüm parlamentolarda hemen hemen benzer durumdadır yasal düzlemde. Yasama dokunulmazlığı farklılık gösterir yani kimi ülkelerde iki yıla kadardır, üç yıla kadardır, kimi ülkelerde beş yıla kadardır hukuki ve cezai soruşturma ama yasama sorumsuzluğu mutlaktır.
Bakın, son yıllarda, son bir yıl içerisinde Parlamentoda yasama sorumsuzluğuna direkt saldırı olabilecek başsavcılıkların, başta Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı olmak üzere, düzenleyip gönderdikleri fezlekeleri görüyoruz. Bu fezlekelerden sonuç çıkıp çıkmaması, emin olun, ne bizim ne muhataplarımızın ne bizim yol arkadaşlarımızın zerre umurunda vesairesinde değil, kimsenin bir şeyden çekindiği yok. Ama şunu çok açık söyleyeyim: Bu, çok açık Parlamento iradesine saldırıdır; buna Parlamento içerisindeki tepki göstermesi gereken en önemli komisyon Adalet Komisyonudur. Çünkü Anayasa'nın açıkça bir hükmünü ihlal eden bir yargı mekanizması var ve bu destekleniyor. Ha, kimse şunu da demesin... Yasama sorumsuzluğu, Meclis kürsüsü, buradaki yapılan konuşmalar, basın toplantıları ve bunun doktrindeki açıklamalarını incelediğinizde Parlamento içerisinde, kendi odalarınızda, yerleşke içerisinde yapılan siyasi tüm açıklamalar da böyle okunur yani ağırlıklı olarak siyaseten yapılan açıklamalardır. Bir basın toplantısında yapılan açıklama bunun dışında değildir diye okuyamazsınız. Meclisin basın toplantıları zaten bunun için vardır. Dolayısıyla bütün bu tespitlerden sonra son olarak şunu söylemek istiyorum: Şimdi, bazen siyaseten kişisel endişelerimiz de olabiliyor, insani duygular da olabiliyor. İnsanlar hayatta niçin vardır? Belli hedefleri gerçekleştirmek için, başarılı olmak için... Bu biraz da içgüdüseldir ama öte yandan bir de güçlü bir şekilde ilkelerimizi ortaya koymamız lazım. Bir siyasi parti içerisinde bulunabiliriz ama mutlak olarak bildiğimiz, sahip olduğumuz değerlerin tersine işler oluyorsa orada "Dur." diyebilmeliyiz. Ben bu Parlamentodaki hukukçuların ağırlıklı olmak üzere, hukukun evrensel ilkelerini bilen kişilerin, hele hele Anayasa Komisyonu, Adalet Komisyonu üyelerinin yaşanan birçok olayda "Kardeşim, bu kadar da olmaz." dediklerini hissediyorum yani bunu biliyorum, ikili sohbetlerde de görüyoruz ama belki siyasi endişe, belki gelecek endişesi insanları "Dur." demekten, tepki göstermekten alıkoyuyor. Biz bu tür düzenlemeleri yapar dururuz ama gerçeği ıskalamadan gitmek lazım. Gerçek, düzeltilmesi gereken ve gerçek anlamda tarafsız ve bağımsız bir yargı mekanizması inşa etmekten geçer diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.