| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve 64 Milletvekilinin; Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi (2/2972) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 24 .06.2020 |
HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Hasan Özgüneş, Halkların Demokratik Partisinden Şırnak Milletvekili. Bütün arkadaşları selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu, Güvenlik Soruşturması Ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi, meşhur deve misali anlatılır. Deveye sormuşlar "Boynun niye eğri?" Demiş "Neresi düzgün ki?" Bize göre, tek bir maddesi düzgün bir tarzda düzenlenmiş değildir. Nedeni de şu: Hukuk dediğimiz olgu, ahlak dediğimiz olgu, kanun dediğimiz olgu toplumların ihtiyaçları üzerinden, toplumların sosyolojisi, tarihi, inancı, çeşitliliği ve cins yapısı ya da cinsel yapısı, diğer ekonomik ilişkileri üzerinden düzenlenir. Toplumlar dini kurallara göre de kendilerini şekillendirebilirler, ahlaki kurallara da. Kanun ise devletin işi, bu Sümerle başlar.
Şimdi, Türkiye'de güvenlik denildiği zaman gerçekten toplumsal ve sosyolojimizde, yarattığımız psikolojide, yaşadığımız tarihsel süreçte birbirimize bir güven var mıdır? Bizim tarihimiz güveni tahsis eden bir tarih midir gerçekten? Şimdi Osmanlılardan bir örnek vereyim: Osmanlı'da tahta çıkan çocuğuna güvenmiyordu ve onun için fetva çıkardılar; öldürülmesinde bahis yoktur diye. Ne için? İktidar için, devlet için.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ikincisi, Cumhuriyet kuruldu. Peki cumhuriyet kuruldu da bu kadar darbe yapıldı, kim kime güvenmiyordu? Değil mi? Şimdi, dün tartıştık da hep birlikte. Bir darbeyi hep birlikte mahkûm ettik ama onlar niye birbirlerine güvenmiyorlardı, kavga neyin üzerineydi? Bir iktidar hikâyesiydi, mal mülk paylaşım hikâyesiydi. Kim daha çok ele geçirecek ülkeyi. Yani demek ki birileri diğerine güvenmiyordu ki darbe yaptı.
Peki, 70'lerdeki darbe kim kime güvenmedi yapıldı? Yine iktidar grupları, hâkim olanlar bu devlet bizim, bu sermaye, mal mülk bizim diyen, kendisine eleştirel yaklaşan kesimleri düşman görüp karşısında darbe yaptılar. 12 Eylül aynı şekilde ve bu darbeler zinciri geliyor. Kendi sosyolojimize baktığımız zaman "tek millet" diyoruz, tek dile de indirildi, söylenmiyor ama tek din, tek mezhep pratik hayatta yaşıyoruz. Şimdi, Türkiye'de bu kadar "halklar mozaiği" diyoruz, tarihselliği bilen arkadaşlar bilirler. Tarih toplumsal hafızadır. Bu hafızadan yoksun insan "Zihinsel olarak körlüğü yaşar." diyor. Bugünü yaşar, dünü bilmez, sonuç da çıkaramaz. Peki, şimdi, bu halklar gerçekten biraz önce... Anayasa'ya geleceğiz, birbirlerine güveniyorlar mı, tümden bir güven var mı, herkes eşit mi? İnançlar birbirlerine güveniyorlar mı? Mesela, bir Alevi bir Sünni'ye yeterince güveniyor mu? Sünniler Alevilere yeterince güveniyorlar mı? Erkekler kadınlara yeterince güveniyorlar mı ya da kadınların gözünde erkekler ne hâldedir? Demek ki sosyolojik olarak baktığımızda bizim sosyal tabanımız, toplum dediğimiz taban ve toplum için, ülke için kurulan bu "devlet" denilen aracın yöneticileri açısından kimin tehlikeli, kimin güvenilir olduğu net değildir. Dün birisi için yurtsever olan bugün haindir, bugün yurtsever olan yarın hain olabilir. Mesela, FETÖ'yü çok güzel biliyoruz. 1993'te ben öğretmendim değerli arkadaşlar, bir öğretmen arkadaşım -kendisi Ankara'da ilahiyat fakültesinde öğretmendi- bana şunu söyledi: "FETÖ devlet içerisinde örgütleniyor, silahsız bir devrim yapmak için valisini koyacak, emniyet amirini koyacak, generalini koyacak ve devleti ele geçirecek." 1993, 1993, düşünün... Şimdi, "Kimin İslam'ı?" diye bir kitap var, her arkadaş gitsin okusun, FETÖ'nün kim olduğunu, ne zamandan beri başladığını görecektir. Dolayısıyla, FETÖ'nün elini eteğini öpmek için -tırnak içerisinde söylüyorum- hasret ağıtlarını yakanlar iktidar uğruna, bölüşemedikleri için belli bir tarihsel süreçten sonra birbirlerine düşman oldular ve güvenmez oldular.
Şimdi, arkadaşlar, burada deniliyor ki: "Devlet." Devlet kavramı Arapçada mal mülk demektir ve bunun kurumsallaşmasıdır. Soldan baktığımız zaman devlet, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki ya da bir kesimin diğer kesim üzerindeki tahakkümüdür, zapturaptıdır. Şimdi, herkes kendine göre farklı söyleyebilir ama şu gerçeğimiz var: Bu mevcut devlet yapısı, mevcut Anayasa ne bizim sosyolojimize göre düzenlenmiştir ne inanç gruplarımıza göre düzenlenmiştir ne cinsel yapıya göre düzenlenmiştir ne emek ile sermaye arasındaki düzensizlik doğrultusunda düzenlenmiştir. Kenan Evren vefat ettiğinde, öldüğünde kaç kişi sahip çıktı? Hiç kimse, 10 kişi, 20 kişi ama onun Anayasasına yüzde 93 oy verildi değil mi? Meşru o, meşru ama sonradan yargılandı. Peki, bu devlet, Alevi'yi düşünmeyen devlet, Kürt'ü düşünmeyen, ayrı düşüneni düşünmeyen, kadını düşünmeyen, farklı düşüneni düşman ilan eden zihniyet ve onun Anayasası, 12 Eylülün Anayasası birkaç rötuşla önümüze konulmuş, şimdi onun kanunlarını yok şu, Anayasa'ya uygundu, şu uygun değildi diye düzeltmeye çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bize deniliyor ki: "Memur alındığında ne yapılacak? Devlete sadakati olacak." Yani devleti kim yönetiyorsa ona sadakati olacak. Yani benim AKP-MHP ortaklığına sadık olmam lazım. Ya, ben ayrı düşünüyorum. Dolayısıyla, zorlamayla "Şuna sadık olacaksın." "Buna sadık olacaksın."la olmuyor. Deniliyor ki: "Devlet memurları dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayrım yapamazlar." Çok güzel, buna hiç kimse itiraz edemez. Toplumsal sosyolojiyi tarihsel olarak bilen bir insan "Helal olsun, bravo ya! Bundan daha güzeli konulamaz." der ama Ali Poyrazoğlu'nun çok güzel bir skeci vardı, bununla bağlantısını kurmaya çalışacağım. Ailesini getirmiş, iki üç çocuk, bir tane de çaydanlık getirmiş; çaydanlıkta su yok, ocak koymuşlar altına, bardaklar var yani yapmacık. Çay dolduruyorlar, çay içiyorlar ama içeride çay gerçekliği yok. Çay seansları var, çay içme seansları var ama içinde çay gerçekliği yok. Şimdi, arkadaşlar, bunlar muhteşem kavramlar, bunlar on bin yıllık tarihsel, toplumsal, toplumların ortak hafızasıyla ortaya çıkarılmış değerlerdir, bunlara kimse bir şey diyemez. Ama uygulamaya geldiğimiz zaman Türkiye'deki bütün hükûmetler döneminde Ali Poyrazoğlu'nun çay içme hikâyesinin aynısıdır. Nerede inançlara saygı, cinslere saygı, ırklara, dillere saygı? Bizim toplumumuzdaki sosyolojiden size basit bir örnek vereyim: Bizim Kürt insanlarımız da hacca gidiyorlar Türklerle birlikte -aynı devletin vatandaşıyız- Mekke'de biri bana anlatıyor, diyor ki: "Biz Türk grubu, Kürtler, beraber gidiyoruz işte, Türk, Kürt aynı grupta; kendi aramızda Kürtçe konuştuk. Türk bir vatandaş diyor ki: 'Yahu, kardeşim, bari bu kutsal topraklarda bu dili kullanmayın.'" Bu, hikâye değil arkadaşlar, gerçek bir şeyden bahsediyorum. Şimdi, ezilen diller falan filan, yasaklı diller konferansına katıldım, dünyada bir konferans yapıldı, çok büyük katılımla; Berberi bir arkadaşım şunu söyledi, dedi ki: "Araplar açısından Berberi dili haramdır, Kur'an Berberice okunamaz ya da çevirisi yapılamaz ya da Berberiler konuştuğu zaman haram konuşuyorlar, günah işliyorlar." Toplumlardaki zihniyet bu.
Devlet memuru ayrıcalık yapmamalı, doğrudur çünkü topluma hizmet etmeli. Topluma nasıl hizmet eder bir insan? Eğer siz toplumda uzlaşı sağlayabilmişseniz, cinsel açıdan, kimlikler açısından, inançlar açısından vesaire özgürlükleri, hukuku sağlayabilmişseniz ve onun üzerinden bir Anayasa veya kanunlar yapmışsanız işte, o zaman güvensizlik olgusu en aza, bireylere iner. Ama şu an toplumsal güvensizlikler vardır. Bakın, maddenin birinde ne diyor: "Bir birey suç işlemişse ailesi, eşi, akrabası araştırılacak." Allah aşkına, dünyanın hangi hukuk sisteminde, hangi mantıkta bu vardır? İşte, Türkiye'de vardır. Şöyle yapıyorlardı, mesela, bu, Genelkurmay belgelerinde var: Cumhuriyet dönemindeki isyanlarda şu aile devletten yanaydı, şu aile değildi; şu aşiret böyleydi, şu aşiret şöyleydi." Aynı zihniyet devam ediyor, aynı zihniyet. Devlet memuru dediğiniz kimdir? Topluma hizmet edecektir, aynı zamanda, ekmek kapısıdır bir boyutuyla; şimdi, birisi bir suç işledi, ömrübillah bu insanı devlet memurluğundan mahrum bırakıyorsunuz. Onunla da yetinmiyorsunuz, ailesini -Arapçada denildiği gibi- cibilliyetini bilmem nereye kadar götürüyorsunuz. Böyle bir zihniyet olabilir mi? Böyle bir mantık olabilir mi? Bakın, biz vekiliz değil mi? Diyoruz ki: Vekil, Türkiye'nin temsilcisidir, toplumun temsilcisidir. Ayrımcılıktan bahsediyorum yani şimdi iktidar olan memurun zihniyetinden. Diyorsunuz ya: "Bunlara karşı olmalı, bunları düşünmeli." diye. Şırnak'ta üç ay boyunca corona virüsü vaka sayısı 83'tü. Vekil olarak ben defalarca hem sağlık müdürünü aradım hem vali beyi ve yardımcılarını aradım, günlerce. Dedik ki: Bizim aldığımız duyuma göre Vefa Sosyal Destek Grubu yardım götürürken o Vefa Grubunun içerisinde iki kişi coronalı çıkmış ve Cizre'de -sayısını tam bilmeyebilirim ama- 100'den daha fazla aileye ulaşmış. Dolayısıyla, buna tedbir alalım diye arıyoruz, bize cevap vermiyorlar. Niye? "HDP'lidir, HDP Milletvekilidir; onun için, düşmandır, onunla görüşülmez, ona bilgi verilmez. Bakın ne oldu sonuçta, biliyor musunuz? Şu an 600'ün üzerinde vaka, bu son on günde meydana geldi. İdil'e dağıldı, Cizre'ye dağıldı, Silopi'ye dağıldı ve bütün hastaneler - dün araştırma yaptırdım arkadaşlarıma, kriz komisyonumuz ayrıyeten var- korkunç yayılıyor, hastaneler dolmuş, bu sefer dışarıya gönderiyorlar.
Şimdi değerli arkadaşlar, yani burada, hani arkadaşım biraz önce daha tahammül edemedi, arkadaşların bir cümlesine. Şimdi, hani diyorlar ya: "Eğri oturalım ama doğru konuşalım." Yani ne biz Anayasa'yı takıyoruz - yönetenler açısından söylüyorum- ne kanunları takıyoruz, ne gerektiğinde ahlakı takıyoruz; hesabımıza nasıl geliyorsa onu yapıyoruz. Bir örnek daha vereyim sosyolojik açıdan, bu memurlarla alakalı. Bir kadın arkadaşım, bir panelde anlattı. "Bir gence karşı şikâyette bulundum, beraber karakola gittik." Karakoldaki gence soruyor: "Nerelisin?" diyor, "Dersim, resmî dilde Tunceli." "Vay! Siz zaten hepiniz terörist, bilmem nesiniz, belliydi senin suçlu olduğun." diyor. Neyse vuruyorlar, vuruşturuyorlar genci... Artık ne zaman ikna oluyorsa sonra kıza soruyorlar: "Sen nerelisin, necisin?" "Vallahi ben Ermeni bir kızım." Diyor. " Ya, zaten siz bu memleketin baş belasısınız." diyor. "Şimdi ben bin pişman oldum şikâyet ettiğime. Ben adalet ararken, biz neye uğradık dedim."
Değerli arkadaşlar, bunlar, bu hikâyeler bizde çok. Siz hepinizi bilirsiniz aslında. Biliyoruz da ideolojik duygularımız ve vicdanımız iktidar sermeye hırsıyla kilitlendiği için biz gerçekleri göremiyoruz, göremiyoruz. Ama bire bir konuştuğumuzda birçok konuda "Ya vallahi doğrudur ya, hakikaten ya. Biz ne yapıyoruz?" O açıdan arkadaşlar, şimdi bu arşiv araştırmasıydı, güvenlik soruşturmasıydı, demokratik hukuk anlayışına aykırı bir şeydir. Mevcut Anayasa'mız da anayasa sayılmaz. Tamam, biz hepimiz ona göre hareket ediyoruz, mecbur kalıyoruz, mecburiyetten; ya da sevdiğimizden değil, kabullendiğimizden değil. İşte Kenan Evren'in yaptığı Anayasa'nın birkaç rötuşüyle biz yürüyoruz. Demokratik, toplumcu bir anayasa olmadığı için onun kanunları da toplum sosyolojisine uygun değildir, hakkaniyete, hukuka, hakka... Hukuk haktan gelir, herkesin hakkı.
Alevinin durumunu görüyoruz, kadınların durumunu görüyoruz, Kürt'ün durumunu görüyoruz, Arap'ın, diğerlerinin... yani mesele... Bazen bize soruyorlar: "Ya, sizin neyiniz eksiz? Memur oluyorsunuz, Cumhurbaşkanlığına kadar çıkıyorsunuz." Doğrudur ama hangisi "Ben Kürdüm." diyebiliyor. Cemal Gürsel'in kitabını okuyun, diyor ki: "Size kim 'Kürt' derse yüzüne tükürün." Cemal Gürsel kimdi?
Zihniyet bu, şimdi biz buradan birbirimizi anlarız, dinleriz hepimizin bir hafızası var bir emeği var, bir seviyesi var. Ama bu topluma indiği zaman nelere mâl oluyor, buradan herkes göremiyor maalesef. O açıdan değerli arkadaşlar, yani kanunların yazılı şeyinin güzelliğine bakarak "O, ne güzel yazmışız." Ya da "Şurası eksik bunu düzeltirsek iş düze çıkar" çıkmaz arkadaşlar. Niye çıkmaz?
Bakın, bir örnek vereyim belki biraz uzatıyorum. Avrupalılar Otuz Yıl Savaşları'nı yaşadılar, Yüzyıl Savaşları'nı, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı... Birbirlerinin canlarına okudular. Milyonlarca insan öldü, gitti. Ne zaman düzeldiler? Ne zaman ki toplum oturdu, dedi ki: "Bu mantık, bu zihniyet olmaz. Demokrasi, çoğulculuk, hukuk, inanç özgürlüğü, emek-sermaye arasında denge kurma vesaire." İşte Anayasa'nın bu söylenilen şeyleri var ya o güzel dediğim, altını çizdiğim şeylerin hepsini kendi içlerinde uygulayanlar bazen kanunlara da ihtiyaç duymuyorlar. Çünkü toplumu buna göre ayarladılar, eğittiler herkesin hak hukukunu korudular.
BAŞKAN CELALETTİN GÜVENÇ - Toparlarsanız.
HASAN ÖZGÜNEŞ (Şırnak) - Şimdi bizde hak hukuk olgusu ne Anayasa'da korunmuş, ne kanunlarda korunmuş, ne toplumsal yaşamda korunmuş zihniyetimizde -tamam, partiler olmalı bu, çoğulcu toplum için gereklidir ama- kendimize düşmanlar yaratmışız, toplumu da buna göre bölmüşüz.
Şimdi, bölünmüş topluluklar ister inanç açısından, ister cinsiyet açısından ister emek sermaye boyutuyla ister kimlikler boyutuyla olsun. Eğer bir toplum problemliyse, çatışmalıysa ve onun psikolojisine, sosyolojisine, zihniyetine, siyasetine sirayet etmişse siz hangi kanunu çıkarırsanız çıkarın tökezler, amacına ulaşmaz sadece onu bir şiddet aracı olarak kullanırsınız.
Saygılar sunuyorum.