KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Baroların yönetiminde kimin olduğundan bağımsız olarak söylüyorum, baroların toplumsal açıdan, temel haklar ve özgürlükler açısından çok önemli rolleri var. Yasayla tanımlanmış görevlerini arkadaşlarımız tekrar tekrar saydılar, 1136/76'ncı maddede düzenleniyor: Avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleriyle olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güvenliği sağlamak, meslek düzenini savunmak ve korumak, meslek ahlakını savunmak ve korumak, mesleğin saygınlığını savunmak ve korumak, hukukun üstünlüğünü savunmak ve korumak, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak. Yasa, bunları barolara görev olarak veriyor. Bu kadar hassas bir konu olarak görülmesinin, bütün baroların ayağa kalkmasının, yürümesinin, oturmasının, görüşlerini Meclisle paylaşmak istemesinin temel nedeni bu. Bu yüzden, muhalefet de sesini bir biçimde yükseltmeye, toplumun her kesimine ulaştırmaya çalışıyor.

Şimdi, herhangi bir baronun internet sitesine buradaki her arkadaşımız bakabilir, herkesin önünde akıllı telefon var, ben sadece bir tanesini söyleyeceğim Ankara'da olduğumuz için. Bakın neler yapıyormuş barolar? Komisyonlar, kurullar ve merkezler var. Ankara Barosunun komisyonları: Cumhuriyet Tarihinde İz Bırakan Davaların Arşivlenmesi ve Değerlendirilmesi Komisyonu, İçtihatları Derleme ve Yayınlama Komisyonu, Askerî Mahkemelerin Kapatılması Sonucu Çıkan Sorunların Giderilmesi ile İlgili Komisyon, bunlar komisyonlar. Merkezler: Adli Yardım Merkezi, Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Merkezi, Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Merkezi, Avukat Hakları Merkezi, CMK Merkezi, Çocuk Hakları Merkezi, Gelincik Merkezi, İnsan Hakları Merkezi, Kadın Hakları Merkezi, Engelli Hakları Merkezi, Mülteci Hakları Merkezi, Ankara Barosu Yayınları Merkezi, LGBTİQ+ Hakları Merkezi, Toplumsal Dava ve Hukuk Araştırmaları Merkezi. Bu merkezlerin her birinde onlarca avukat çalışıyor. Sadece Gelincik Merkezine kimlerin başvurduğunu araştırsınlar, sadece Gelincik Merkezine. Kamunun denetiminde olan sığınma evlerinde kalan bütün kadınlar kamu görevlileri tarafından oraya yönlendiriliyor, şiddet mağduru kadınlar, ev içi şiddete maruz kalmış kadınlar. Bunlara karşılıksız ve çok iyi düzeyde hizmet veriyor Gelincik Merkezinde görev yapan, hiçbir karşılık beklemeden çalışan avukatlar. Sadece bununla sınırlı değil, onlarca kurul var, bir tane barodan bahsediyoruz: Barolarla Dayanışma ve İşbirliği Kurulu, Bilişim Teknoloji ve Hukuk Kurulu, Cumhuriyet Kurulu, FMR Hukuku Kurulu, Genç Avukatlar Kurulu, Hava ve Uzay Hukuku Kurulu, Hayvan Hakları Kurulu, Hukuk Fakülteleri ile İletişim ve İşbirliği Kurulu, Hukuk Projeleri Araştırma ve Geliştirme Kurulu... Saymakla bitmez, onlarca kurul, her birinde onlarca avukat görev yapıyor. İşte bu yüzden barolarla ilgili yapılmak istenen değişikliğe herkes bu kadar hassasiyet gösteriyor çünkü hem toplum açısından hem de temel hak ve özgürlükler açısından baroların yönetiminde kimin olduğundan bağımsız olarak önemli görevleri var.

Şimdi, bu teklifin temelini oluşturan iki tane başlık var, bir tanesi: Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulunda baroları temsil edecek delege sayılarının yeniden belirlenmesi, öbürü de çoklu baro yani belli sayıda avukatla bir kentte 1'den fazla baronun kurulabilmesi. Şunu açıkça söyleyelim: Getirdiğiniz bu teklif avukatlar açısından bir ihtiyaç değil, barolarını savunmuyor, 80 tane baronun sokakta olmasının nedeni bu. On beş yirmi gün öncesine kadar demeyeyim ama bir ay öncesine kadar bu ülkenin gündeminde böyle bir tartışma yoktu. Toplumsal açıdan da böyle bir ihtiyaç yok, toplumun hiçbir kesimi herhangi bir anket şirketinin yaptığı araştırmada böyle bir talebi gündeme getirmiş değil. Peki, ne yapıyorsunuz siz bununla, eğer böyle bir ihtiyaç yoksa, toplum için ve avukatlar için yoksa? Bir tek şey amaçlanıyor: Çoklu baroyla yandaş baro oluşturmak, yandaş barolar içerisinde yer almayan diğer avukatları ötekileştirmek, ötekileştirdiğiniz avukatlara "İşte bunlar, işte bunlar." diye her gün hakaretler etmek. Bakın, ben burada bugün bir kalem buldum, bu kalem kime ait, bilmiyorum. Kalemin üzerinde Yargıda Birlik Derneği yazıyor, işte böyle dernekler kurulabilir. Farklı siyasi görüşlere inanan insanların farklı derneklerde örgütlenmesi, hukuka, toplumsal yaşama, siyasal yaşama ilişkin önerileri sunmasının önünde hiçbir engel yok. Bugüne kadar yüzlerce dernek kuruldu, hatta bu dernekleri siyasete atılmak için kullananlar da var, hepimiz bunu biliyoruz ama baro böyle bir organ değil. Baroları yandaş organlar, kurullar hâline getirmemek gerekir, baroların meslek örgütü olarak kalması hepimizin yararına.

Ben size bir tane yandaşlık örneği anlatacağım. Ne oluyor, nasıl oluyor? Peki barolarla ilgili bu yasayı geçirdiğinizde aynı şey olur mu, onu bilemem, onu zaman gösterecek ama ben bir örnek vereceğim size: Bakın, memur sendikaları, kamu görevlileri sendikaları, kamu emekçileri sendikaları 1990 yılının başında kurulmaya başlandı. Farklı siyasi anlayışa inanan insanlar farklı sendikalar, konfederasyonlar kurdular. Diyelim ki muhafazakâr kamu görevlilerinin çoğunlukla yer aldığı bir sendika, bir konfederasyon vardı, MEMUR-SEN, 1990'dan 2002'ye kadar on üç yıl içerisinde kaç kişiyi örgütlemiştir? 40 bin kişi, bunların da büyük bir bölümü Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan din görevlileriydi, 40 bin kişi 1990'dan 2002'ye kadar. Aynı süre içerisinde coplanarak yasa çıkarılması için sokaklarda mücadele eden sendikalar vardı. Onların üye sayısı ne kadardı? KESK'in 295 bin, Türkiye KAMU-SEN'in de 385 bin üyesi vardı, 2002 yılında, yasa çıktıktan sonra Resmî Gazete'de yayımlanan ilk verilere göre. Şimdi, bu iktidara yakın olan MEMUR-SEN, on üç yılda 40 bin kişiyi üye yapabilen MEMUR-SEN bu süre içerisinde nasıl gelişmiş ben size yıl yıl söyleyeyim: 2003'te 41 binden 98 bine çıkmış, 2004'te 137 bin, 159 bin, 203 bin, 249 bin, 314 bin, 376 bin, 392 bin, 515 bin, 650 bin, 707 bin, 762 bin, 836 bin, 956 bin, 997 bin, 1 milyon 10 bin, 1 milyon 20 bin. 2019 yılında 40 bin üyeli sendika 1 milyon 19 bin 853'e yükselmiş. İşte, siz yandaş olarak böyle örgütler özlüyorsunuz, sizin iktidarınıza payanda olacak yandaş örgütler. Barolar böyle olur mu? Bunu zaman gösterecek. Çoklu baroyla size inanan insanları birilerine hedef olarak mı göstereceksiniz, bunu da zaman gösterecek ama kanımca bu teklifin sahiplerinin hayal ettiği şey tam olarak böyle, yandaş sendikalar gibi, yandaş kurullar gibi yandaş baro oluşturmak.

Seçim sistemine gelince, yıllar önce Leman dergisinde şöyle karikatür görmüştüm; Rahmetli Özal -toprağı bol olsun, mekânı cennet olsun- eve geliyor, diyor ki: "Semra, Semra bir seçim sistemi buldum, sadece sen ve ben bizim partiye oy versek tek başımıza iktidar oluruz." Leman'da yıllar önce böyle bir karikatür vardı. Şimdi, bu karikatürü bugün biri çizse ne der? Kimin söylediğini söylemeyelim, aynen şöyle der: "Metin, Metin bir seçim sistemi bulduk, avukatların yüzde 80'i bir araya gelse senin seçilmeni engelleyemez." İşte bu yasa tam olarak böyle bir yasa, durum budur. Eğer bu yasalaşırsa Türkiye Barolar Birliği için 80 baro, başkanlar dâhil, 340 delege seçecek, yaklaşık olarak söylüyorum, hani bölünmediğini varsayalım. Ancak avukatların yüzde 57'sini oluşturan İstanbul, İzmir ve Ankara baroları bu 340 delege içerisinde 25 avukatla temsil edilecek, 25 avukat; 340 delegenin içerisinde 25 delege yüzde 57'sini oluşturan bu baroya ait olacak. Bu ne demek? Üst kurul delegelerinin ancak yüzde 7,4'ü olacak yani avukatların yüzde 57'si Barolar Birliği delegesi olarak yüzde 7,4 oranında temsil edilecek. Neyle kıyas ederseniz edin, siz buna temsilde adalet diyebilir misiniz? Öyle, barolar avukat örgütleri değilmiş, Barolar Birliği baro örgütüymüş, sanki barolar başka başka mesleklerden oluşuyor. O konuyla ilgili aklınıza gelen tek şey, onlar, avukatlar oy kullanmıyor.

Neyse, şimdi, bir zamanlar Avrupa Birliğine girmek, Avrupa Birliği demokrasinin ve ekonomisinin bir parçası olmak istiyordunuz Adalet ve Kalkınma Partisi olarak ve emin olun, bu konuda toplumsal destek aldınız. Bunun için her aday ülke gibi Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilmesi gerekiyordu, Türkiye'nin Birliğin parçası olmasını istemeyenler zaman içerisinde bunu engelledir. Kimler? İşte, muhafazakâr milliyetçiler diyelim, Hristiyan demokratlar, milliyetçi partiler bazı ülkeler falan. Ama siz buna karşı ne yaptınız? Bu Kopenhag Kriterlerinden uzaklaşınca dediniz ki: "Biz de Kopenhag Kriterlerine karşı Ankara kriterlerini uygularız." Bunu ne diye söylüyordunuz? Yani kendi demokrasimizi kurarız diye söylüyordunuz. Şimdi, bu Ankara kriterleri nelermiş? Ben böyle on yıllık falan saymayayım ama sadece iki ayda var olan Ankara kriterlerini söyleyeyim: Bekçiler Yasası, İnfaz Yasası'nda yaratılan eşitsizlikler; arşiv araştırması, güvenlik soruşturması; barolarda antidemokratik düzenleme. Kopenhag Kriterlerinden Adalet ve Kalkınma Partisinin geldiği Ankara kriterleri bunlardır. İşkencedir, gözaltılardır, her gün cezalardır, her gün davalardır, yirmi dört saat boyunca muhaliflerin evinin basılmasıdır, sosyal medya paylaşımlarının takip edilmesidir, hakkında davalar açılmasıdır. Öyle kalıcı OHAL'den, OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle ihraç edilen on binlerden falan, hiç bunlardan da söz etmeyeceğim. Saysak sabaha kadar bitiremeyiz.

Hasılı gelişmiş değil, embriyo hâlinde bir demokrasiyle bile bağdaştırılamayacak yüzlerce, binlerce, on binlerce, milyon tane örnek var antidemokratik uygulamalara örnek. Yani bunu, Hükûmetin insan hakları karnesini anlatmak için söylemiyorum.

1973'de Kopenhag Zirvesi'nde belirlenen bu kriterler, bu ilkeler Avrupa'nın kimlik belgesiydi ve burada, Avrupa'nın demokrasiye ilişkin ölçütleri belirlendi. Bu ilkeler temsilî demokrasiydi, kanun hâkimiyetiydi, insan haklarına saygıydı, kültürel çeşitliliğe saygı ve sosyal adaletti.

Peki, bu temsilî demokrasi deyince neleri anlıyorlardı, 1973'de Kopenhag Kriterleri ortaya konulduğu sırada? Önce, temsili demokrasi ile temel hak ve özgürlükler arasında çok sıkı bir bağ olduğunu söylüyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları da böyledir, bütün çalışmaları temel olarak bunun üzerine kuruludur. Yani temel hak ve özgürler ile demokrasi arasında bir bağ kurmaya çalışıyorlar. Düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, bunlardan sonra bunu hayata geçirecek sistem olarak da temsilî demokrasiyi sayıyorlar. Peki, temsilî demokrasi deyince ne anlıyorlar? Üç tane ölçütü var bunun, üç temel ölçüt; birincisi şu: Seçimler makul aralıklarla yapılacak, seçime ilişkin söyledikleri şey. İkincisi: Seçimler gizli oy ilkesine göre yapılacak. Üçüncüsü: Eşit oy ilkesi olacak. Hangi seçim olursa olsun, üç temel ölçü; belirli aralıklarla seçim yapılacak, gizli oy olacak, eşit oy olacak.

Şimdi, sizin bu yeni getirdiğiniz düzenleme bu ölçütler ışığında, seçimler makul aralıklarla yapılacak mı barolarda? Evet, yapılacak. Gizli oy olacak mı yargı denetiminde? Evet, olacak. Eşit oy olacak mı? Anlattım size, yüzde 57'ye yüzde 7,4. O yüzden, temsilî demokrasinin altına dinamit koymak anlamına geliyor.

Peki, bu durumda yargının üç temel sacayağından biri olan hukuk kurumları için ne olacak? Serbest seçimlerden söz edebilecek miyiz? En önemli üç unsurundan biri yoksa demek ki orada serbest seçimler de yok, elbette edemeyiz. Dolayısıyla, barolar açısından serbest seçimleri ortadan kaldıran bu teklife karşı çıkmak, gelişmiş bir demokrasinin ön koşulu olan serbest seçimleri savunmak anlamına geliyor. İşte, biz iki gündür komisyonda bunu yapıyoruz; işte, biz bir haftadır Mecliste bunu savunuyoruz diyorum.

Hepiniz saygıyla selamlıyorum.